...................
...................
YAŞADIĞIMIZ VATANI NASIL SAVUNMALIYIZ?

03.07.2004

Kuban Paul Seauhmann
...................
...................

Herkesin bildiği bir gerçek var ki, Çerkes nüfusunun yüzde 99’u kendi vatanlarının dışında yaşıyor.

Kimi Ürdün, kimi İsrail, kimi Amerikan vatandaşı. İnsanlarımızın yaşadıkları ülkeleri el üstünde tutmaları; son derece doğal ve doğru bulduğumuz bir tavırdır.

Forumlarımızda çok tartışılan bir konular arasında geliyor. Genel olarak herkes yakın görüşler dile getiriyor. Ancak bazı durumlar yanlış anlaşılmalara neden oluyor.

Çerkesler, sürgünden bu yana yaşadıkları ülkelerde ayrılıkçı bir harekete girmemişlerdir. Bunun; tarihte bir örneği bile yok. Zaten anlamsız da olurdu. Çünkü, yaşadığı ülkeye sürgün olarak gelmiş, koşullar nedeniyle artık orada yaşamak zorunda kalmış.

Yaşadığımız ülkeyi savunurken duygusal davranmalı mıyız? Hayır. Eğer kişi olarak kültürünüzü yaşamak gibi bir derdiniz yoksa sorun değil, ancak tersi bir arzunuz varsa duygusal davranmak anlamsızdır. En basit örneği kullandığınız isimler. Eğer yaşadığınız ülke istediğiniz ismi ya da soyismi kullanmanıza yasak getiriyorsa, yaşadığımız vatanı neden eleştirmeyelim. Klasik bir Türk sözü vardır. “Ekmek yediğin tekneye ihanet etme”. Bu söz; eğer size kültürünüzü yaşamak için hiçbir kısıtlama getirilmiyorsa anlamlıdır. Yoksa, tümüyle ilkel bir anlayıştır.

En basit anlatımla; şirkete gidiyorsunuz. İş istiyorsunuz. Onlarda veriyorlar. Çalışmaya başlıyorsunuz. Ancak işveren gelip diyor ki: “Tamam çok verimli çalışıyorsun ama iş yerimizde herkesin saçını siyaha boyama kuralı var. Yoksa seni işten çıkarmak zorundayım”. Ancak siz sarışınsınız. Ne olacak? İşten çıkmanız sizin hayatınızı karartacaksa, zorunlu olarak bu isteği yerine getireceksiniz. Peki işin insani yönü ne olacak?

Yaşadığımız ülkeleri de böyle değerlendirmeliyiz. Dünya’nın hiçbir ülkesinde insanlar bedava yaşamıyor. Herkes çalışıyor, vergisini veriyor. Askerliğin zorunlu olduğu ülkelerde bu görevi yerine getiriyor. Yani o ülkeye bir yük değil. Aksine üreterek ülke kalkınmasına yararı oluyor. Bu açıdan baktığınızda, “ekmek teknesine” zaten katkınız var. Siz otururken önünüze konulan bir lütuf değil ki.

İşin bir de Çerkesler yönü var. Bizim durumumuz tümüyle özel. Kendi vatanımızdan, Osmanlı-Çarlık işbirliği ile sürüldük. Yani, kendi isteğimizle diğer ülkelere gitmedik.

Bugün hemen herkesin bir tanıdığı, dostu, akrabası; Avrupa’da işçi olarak çalışıyordur. Uzun yıllar orda kalmış insanlarla bu konuyu bir konuşun. Göreceksiniz, hepsi kendi kültürlerini, geleneklerini (yemeklerini, giyimlerini, inançlarını, dillerini) yaşayabilmek için bu ülkelerden isteklerde bulunuyorlar. Yine orada çalışanlarla konuşun, göreceksiniz bu isteklerinin yüzde 99’u da gerçekleşiyor. Üstelik Avrupa'ya sürülmüş de değiller. Yalnız işçi olarak çalışıyorlar. Çoğu zaman yine bu ülkeleri acımasızca eleştirdiklerini de duymuşsunuzdur. İşte fark burada. Eğer bütün sosyal ve kültürel haklarını almasına karşın; bir insan yaşadığı ya da çalıştığı ülkeyi suçluyorsa, o zaman bu yanlış.

Olayları bu açıdan değerlendirmek gerekiyor. Hainlik, vatana ihanet gibi sivri sözcükleri dile getirmek bir bakıma “rab bana, hep bana” anlayışının yansıması oluyor.

Yaşadığımız ülkeleri elbette savunacağız. Hem de her yönüyle. Ancak ortada haksızlık varsa; o da dile getirilecek. Dünya üzerinde en hızlı asimile olan diaspora Çerkesleri hangi ülkede yaşıyor, bunu düşünün ona göre karar verin.

Türkiye, insan haklarında, kültürlerin korunmasında her zaman sınıfta kalmış bir ülke. Bunu en üst devlet yetkilisinden, en alttaki memuruna kadar herkes dile getiriyor. Öne çıkan, bunu topluma anlatan vatan haini oluyor. Olsun varsın; yeter ki, bazı gelişmeler olsun. İnsanlar kendi dillerinde konuşabilsin, kendi geleneklerini yaşayabilsin, kendi isimlerini kullanabilsinler.

Bırakın bunu dile getirenler de hain olarak anılsınlar.


SonSöz
Çerkes, özgürlük isterken başkalarının özgürlüğünü yok etmeyendir. (Kuban)