Herkesin bildiği bir gerçek var ki, Çerkes nüfusunun yüzde
99’u kendi vatanlarının dışında yaşıyor.
Kimi Ürdün, kimi İsrail, kimi Amerikan vatandaşı.
İnsanlarımızın yaşadıkları ülkeleri el üstünde tutmaları; son
derece doğal ve doğru bulduğumuz bir tavırdır.
Forumlarımızda çok tartışılan bir konular arasında geliyor.
Genel olarak herkes yakın görüşler dile getiriyor. Ancak bazı
durumlar yanlış anlaşılmalara neden oluyor.
Çerkesler, sürgünden bu yana yaşadıkları ülkelerde ayrılıkçı
bir harekete girmemişlerdir. Bunun; tarihte bir örneği bile
yok. Zaten anlamsız da olurdu. Çünkü, yaşadığı ülkeye sürgün
olarak gelmiş, koşullar nedeniyle artık orada yaşamak zorunda
kalmış.
Yaşadığımız ülkeyi savunurken duygusal davranmalı mıyız?
Hayır. Eğer kişi olarak kültürünüzü yaşamak gibi bir derdiniz
yoksa sorun değil, ancak tersi bir arzunuz varsa duygusal
davranmak anlamsızdır. En basit örneği kullandığınız isimler.
Eğer yaşadığınız ülke istediğiniz ismi ya da soyismi
kullanmanıza yasak getiriyorsa, yaşadığımız vatanı neden
eleştirmeyelim. Klasik bir Türk sözü vardır. “Ekmek yediğin
tekneye ihanet etme”. Bu söz; eğer size kültürünüzü yaşamak
için hiçbir kısıtlama getirilmiyorsa anlamlıdır. Yoksa,
tümüyle ilkel bir anlayıştır.
En basit anlatımla; şirkete gidiyorsunuz. İş istiyorsunuz.
Onlarda veriyorlar. Çalışmaya başlıyorsunuz. Ancak işveren
gelip diyor ki: “Tamam çok verimli çalışıyorsun ama iş
yerimizde herkesin saçını siyaha boyama kuralı var. Yoksa seni
işten çıkarmak zorundayım”. Ancak siz sarışınsınız. Ne olacak?
İşten çıkmanız sizin hayatınızı karartacaksa, zorunlu olarak
bu isteği yerine getireceksiniz. Peki işin insani yönü ne
olacak?
Yaşadığımız ülkeleri de böyle değerlendirmeliyiz. Dünya’nın
hiçbir ülkesinde insanlar bedava yaşamıyor. Herkes çalışıyor,
vergisini veriyor. Askerliğin zorunlu olduğu ülkelerde bu
görevi yerine getiriyor. Yani o ülkeye bir yük değil. Aksine
üreterek ülke kalkınmasına yararı oluyor. Bu açıdan
baktığınızda, “ekmek teknesine” zaten katkınız var. Siz
otururken önünüze konulan bir lütuf değil ki.
İşin bir de Çerkesler yönü var. Bizim durumumuz tümüyle özel.
Kendi vatanımızdan, Osmanlı-Çarlık işbirliği ile sürüldük.
Yani, kendi isteğimizle diğer ülkelere gitmedik.
Bugün hemen herkesin bir tanıdığı, dostu, akrabası; Avrupa’da
işçi olarak çalışıyordur. Uzun yıllar orda kalmış insanlarla
bu konuyu bir konuşun. Göreceksiniz, hepsi kendi kültürlerini,
geleneklerini (yemeklerini, giyimlerini, inançlarını,
dillerini) yaşayabilmek için bu ülkelerden isteklerde
bulunuyorlar. Yine orada çalışanlarla konuşun, göreceksiniz bu
isteklerinin yüzde 99’u da gerçekleşiyor. Üstelik Avrupa'ya
sürülmüş de değiller. Yalnız işçi olarak çalışıyorlar. Çoğu
zaman yine bu ülkeleri acımasızca eleştirdiklerini de
duymuşsunuzdur. İşte fark burada. Eğer bütün sosyal ve
kültürel haklarını almasına karşın; bir insan yaşadığı ya da
çalıştığı ülkeyi suçluyorsa, o zaman bu yanlış.
Olayları bu açıdan değerlendirmek gerekiyor. Hainlik, vatana
ihanet gibi sivri sözcükleri dile getirmek bir bakıma “rab
bana, hep bana” anlayışının yansıması oluyor.
Yaşadığımız ülkeleri elbette savunacağız. Hem de her yönüyle.
Ancak ortada haksızlık varsa; o da dile getirilecek. Dünya
üzerinde en hızlı asimile olan diaspora Çerkesleri hangi
ülkede yaşıyor, bunu düşünün ona göre karar verin.
Türkiye, insan haklarında, kültürlerin korunmasında her zaman
sınıfta kalmış bir ülke. Bunu en üst devlet yetkilisinden, en
alttaki memuruna kadar herkes dile getiriyor. Öne çıkan, bunu
topluma anlatan vatan haini oluyor. Olsun varsın; yeter ki,
bazı gelişmeler olsun. İnsanlar kendi dillerinde konuşabilsin,
kendi geleneklerini yaşayabilsin, kendi isimlerini
kullanabilsinler.
Bırakın bunu dile getirenler de hain olarak anılsınlar.
SonSöz
Çerkes, özgürlük isterken başkalarının özgürlüğünü yok
etmeyendir. (Kuban)
|