Türk Sineması'nın ilk
filminden, günümüzde çekilen son filmine dek geçen sürede gerçek anlamda
trajediler yaşandı. Dünyada sanatçının (kendisi arzu etmemişse) böylesine rezil
rüsva olduğu ikinci bir ülke yok.
Özel televizyonların daha kurulmadığı, TRT'nin kapısından çalışan olarak
girebilmenin sıkı torpillerle olduğu dönemlerde Türkiye'de ilk kez kurulmuş
(fakülte bazında 1976-1977 dönemi) İletişim Bilimleri Fakültesi, Sinema Televizyon Bölümü'nün
''Türkiye'yi kurtaracak'' ilk mezunları olarak öğretim görevlisi olma hakkını elinin
tersiyle itmiş, soluğu Yeşilçam'da almıştık.
İdealimiz büyüktü. Dünyanın en güzel filmlerini yapıp Türk Sineması'nı layık
olduğu yere getirecektik.
Yeşilçam sokağına ilk girişimizle burnuna yumruk yemiş boksör gibi yere
serildik. Akademik eğitimle donanmış beynimiz yerinden çıktı.
Biz sanırdık ki, önce senaryo için en az 6-7 ay çalışırsın. Sonra çekime çıkar,
yazdığın senaryoyu da -kutsal kitapmış gibi- asla değiştirmezsin. Nerdeee...
Ortada 2 sayfaya yazılmış bir öykü. Haydi çekime. Yanlış anlaşılmasın, çekime
dediğim o dönemin en ünlü aktör ve aktristleriyle.
Sonra çekim aşaması. Sette bir curcuna. Senaryo olmadığı için ''ünlü
oyuncularla'' yönetmen arasında mutabakat ve ''motor''. Sonuç olarak karşınızda
Yeşilçam filmi.
Büyük hayal kırıklığı yaşadık hepimiz.
Yeniyiz diye hiçbir film şirketi yönetmenlik yaptırmıyor, ille de yönetmen
yardımcılığı yapacaksın. Sorun değil o da yapılır. Neden yapılmasın. Gelin görün
ki, yardımcısı olacağın yönetmenler tam bir balta. Böyle bir kaç filmde
çalıştık.
Sonra Adana'dan gelen bir pamuk tüccarının film şirketi kurmasıyla kötü talih yüzümüze güldü ve
ilk filmimiz çektik. Daha önce yazdığım öyküyü ''çok etkili buldu'' Adanalı
pamuk tüccarı film patronum. ''Sende umut var'' dedi.
Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim.
Çekim senaryosunu filmde oynayacak olan, Erol Taş, Yılmaz Köksal ve Süleyman
Turan'a yolladım. Düşüncelerini bana bildirmelerini rica ettim. İkinci gün üçü
de ofise geldi. Fellik fellik Kuban arıyorlar. ''Eyvah'' dedim. Ne yanlış yaptım
ki?
Buluştuğumuz da elimi hararetle iki elleriyle kavrayarak sıktılar ve 30 yıllık
aktörüz, ilk kez bir yönetmen bize çekim senaryosu verdi ve fikrimizi almak
istedi. Bırak çekim senaryosunu, sete konunun ne olduğunu bile bilmeden
gideriz. Şu kostümlerle gelin derler, o kadar.
Filmi çektik. Herkes tadına vararak oynadı. O dönemde de en çok izlenen filmler
arasına girdi.
Gel gelelim, Yeşilçam acayip bir sokak. Kimin eli kimin cebinde bellli değil.
''Yapımcı''lar 'Oskar'lık senaryo götürsen beğenmez, burun kıvırır.
Bu konuyla ilgili bir anımı aktarayım. Senaryo konusunda ''uzman'' bir film
şirketi sahibi vardı. Elimde de 3-5 öykü. Götürdüm hiçbirini beğenmedi.
Olabilir. Ben de sonuçta basit bir sinemacıyım. Ancak çevremdeki diğer
yönetmenler de bu konuda illallah etmişler. Bir gün üşenmedim, Creator diye
1980'lerde Amerika'yı kasıp kavuran bir film vardı (Peter O'tool baş
rollerdeydi) onu video kasetten sahne sahne senaryosunu çıkardım. Tabi oradaki
Adam, Adem, Mary, Meryem oldu. New Jersey'i de İstanbul yaparak son cilasını
attım.
''Yazdığım'' senaryoyu, iki yönetmen arkadaşı da ''şahit'' olarak yanıma alarak
bu ''senaryo uzmanı'' yapımcıya gittik. (İki arkadaşım sahte senaryonun ne gibi
bir sonuç alacağı konusunda iddiaya bile girdiler.)
Senaryoya şöyle bir baktı. Sonra daha dikkatli okudu. Daha sonra daha daha
dikkatli bir ön bir arka sayfalarına gitti, geldi. Eyvah, dedim adam gerçekten
bu işi biliyor.
Kafasını kaldırdı. Bu senaryo iş yapmaz. Son derece amatörce yazılmış, dedi.
Dramatik kurgusu kötü, ana fikri yok...
Kale boş...
Topa, bırakın ayağınızla, yere eğilip kafanızla vursanız gol olacak.
Gençlik işte. Boş durur muyum?
Beyefendi o okuduğunuz, Amerika'da gişe hasılat rekoru kırmış bir filmin
senaryosu. Yalnız isimler ve mekanları değiştirdim. Sizin senaryodan da
sinemadan da anladığınız yok.
Önünde el büyüklüğünde pirinç kül tablası var. Her an kafama fırlatacak. Eli
gidip geliyor titreyerek kül tablasına.
Biraz sessizlikten sonra bana baktı, ''sen bu kafayla sinemadan ekmek
yiyemezsin'' dedi.
Dediği de çıktı. Sinemadan ekmek yiyemedik. İmdadımıza özel televizyonlar
yetişti. Gerçi o da ayrı bir konu...
Bugün gazetelerde aktör Yaman Tarcan'ın ekonomik zorluklardan bunalarak intihar
ettiğini okuyunca bu ''yapımcı'' aklıma geldi.
Bir dönemler istatiksel olarak da Türkiye'nin en çok kazanan sektörü olan
Yeşilçam'ın neden yok olduğunu herhalde anlatabilmişimdir.
Bir sanatçı bir filmde oynadığında aldığı 3 Kuruş para ile o filmle ilgili
ilişkisi kesilir. Oysa o film on yıllarca orada burada gösterilir ve para
kazanmaya devam eder. Gelişmiş sinema endüstrisi olan ülkeler bunu daha önceden
bildikleri için, sinema çalışanlarını telif sistemiyle yaşam boyu gelir elde
edebilecek duruma getirmişlerdir. Kendimden örnek vereyim. Kendi ismimle
çektiğim film sayısı 4. Yardımcılarımın ismini vererek yönettiğim film sayısı 6.
Yazdığım senaryo (çekilen) 20. Eğer bu ürünleri Türkiye'de değil de sinema
endüstrisi olan herhangi bir ülkede vermiş olsaydım, şimdi çalışmaya gereksinim
duymadan CC Yazarları Kitapları Serisi'ni çıkarmış sizlere sunmuş olurdum...
Yaman Tarcan'a Allah'tan rahmet diliyorum. Figüran ve set işçisi adı altında
iliklerine kadar sömürülen emekçilerinde saygıyla önlerinde eğiliyorum.
SonSöz: Çerkes, insanlara haddini bildirmez,
haddini bilmesini bekler. (Kuban) |