Çerkeslerin en
belirgin özelliklerinden bir tanesi de kafasına koydukları bir
şeyi yapmada gösterdikleri kararlılık ve inatçılıklarıdır.
Belki de bu nedenle kimi yerlerde “Çerkes Damarı”, “Çerkes
İnadı” gibi kavramlar Çerkesleri anlatırken ya da tanımlarken
kullanılmıştır.
Yaşadığı coğrafyanın yapısı ile örtüşen bu karakterleri, yani bir
işi yaparken gösterdikleri kararlılık için sadece inanmaları
yeterlidir. Eğer o işin olacağına inanırlarsa sonuna kadar
mücadele ederler. Yeter ki inansınlar.
Bu kararlılığın ve inatçılığın altında yatan hiç şüphesiz sahip
olduğu toplumsal değerler yani gelenekleridir.
Diğer toplumlarda olduğu gibi Çerkeslerde de gelenekler yerine
göre kısıtlayıcı, yerine göre de itici bir güç olmuştur.
Gelenekleri korumak, onlara sahip çıkmak bu nedenle önemli
olmuştur bir Çerkes için.
Toplumu oluşturan, devamlılığını sağlayan, toplumun aynası, bir
nevi dili olan geleneğin en büyük düşmanı hiç şüphesiz onu bir
tabu olarak görmektir.
Geçtiğimiz yaz birkaç arkadaşımla beraber, ortak bir arkadaşımızın
düğünü ne katılmıştık. Arkadaşımız Çerkes değildi ve doğal olarak
kendi kültürünün eğlence anlayışına göre düğününü yapıyordu.
Düğün sahiplerinin ısrarı üzerine iki arkadaşımız piste çıkıp
eğlenceye katılmıştı. Benimle masada kalan arkadaşım dans bitip
yerlerine oturan arkadaşlarına “siz ne biçim Çerkessiniz,
utanmıyor musunuz halay çekmeye” dedi.
Bu sözü söyleyen arkadaşıma göre başka bir kültürün dansını
oynayan 2 arkadaşımız Çerkesliklerini kaybetmişlerdi.
O, Çerkeslik sınırını kendince çizmiş, tabuları içinde
kaybolmuştu.
Evet o tabularını yıkamamıştı. Oysa ben onun evinde diğer
kültürlerin yemeklerinin piştiğine, diğer kültürlerin müziklerinin
nağmelerine eşlik ettiğine defalarca şahit olmuştum.
Onun Çerkeslik çizgisi oyun ve müzikten ibaretti. Farklı sesleri
yadırgaması bundandı.
Hiç şüphesiz bu onun suçu değildi. Yıllarca gelenekleri tabu
yapanların ona bıraktığı bir mirastı bu suç.
Yıllarca bu arkadaşım gibi düşünenlerin yüzünden değimliydi çok
fazla sanatçımızın olmayışı.
Bu düşüncelerin yüzünden değil miydi sadece doli ve akordeonla
halk dansları yapışımız.
Bu nedenle değil miydi farklı müzik aletleri çalmayı bilen
içimizden birilerini arayıp da bulamayışımız.
Özünü unutmayan, sahip olduğu saygıyı, hoş görüyü yitirmeyen
kendini bilen bir Çerkes'in halay çekmesinin, dans etmesinin, saz,
keman, gitar çalmasının nesi garip?
Dayımla beraber ilçe
pazarına alış verişe çıkmıştık. Alışverişi bitirmiş, pazardan
ayrılmak üzereydik ki dayım, çalı süpürgesi satan bir arkadaşını
gördü. Adam, tezgahında alın teri ile toplayıp yaptığı süpürgeleri
satıyordu.
Dayım öyle bir dalga geçti ki adamla, adam adeta yerin dibine
girdi. Dayıma göre bir Çerkes nasıl olurda pazarda, milletin
içinde nasıl satış yaparmış, hiç mi utanmazmış.
Adam bizden sonra tezgahını toplayıp gitti mi bilemem ama ben o
günden sonra o adamı bir daha pazarda hiç görmedim.
Hiç şüphesiz dayımın böyle düşünmesi, yukarıdaki arkadaşım gibi
onun suçu değil, gelenekleri tabu yapanların ona bıraktıkları bir
mirastı.
Dayıma göre bir Çerkes asla bir şeyler satamazdı. Bu kadar
düşemezdi. Bu, dayımın Çerkeslik sınırıydı.
Bu yüzden değil miydi iş adamlarımızın fazla olmayışı, bu yüzden
değil miydi ekonomik olarak zengin bir toplum olamayışımız.
Yıllarca kültürümüzü
korumaya çalıştık. Yaşatmak için elimizden geleni yaptık.
Kapılarımızı sonuna kadar kapattık. Ancak bunu yaparken önemli bir
ayrıntıyı atlamıştık. Geleneklerimizi tabulaştırıyorduk.
Gittikçe kapandık. Kapalı bir toplum olduk. Değişmedik.
Değiştiremedik.
Oysa dünya değişiyor, toplumlar değişiyor, kültürler kendini
yenileyip gelişiyordu. Biz o kadar kapattık ki, kendimizi bu
değişimleri göremedik.
Ancak yine de hiçbir şey için geç değil. Bu değişimi yakalamak
hala mümkün. Gelin tabularımızı yıkalım. Gelin kapılarımızı
açalım, yok olmayalım.
Tabuları yıkabiliriz. Yeter ki inanalım… |