Çocukluğum gelir bazen aklıma. Hayatımın en güzel
günleri. Yaşadığım tüm anları düşünürken kaybettiklerimde geliyor
aklıma. Tanımaktan büyük bir onur duyduğum, bunun için kendimi çok
şanslı hissettiğim hepsi birbirinden değerli onca büyüğüm.
Çocukluğumda her yaz tatilimi geçirmek için dayımların köyüne
giderdim. Ne çok severdim köyü; dayımın atlarını, bahçelerde
gerçekleştirdiğimiz hayali safari avlarını, akşamüzeri köy
çeşmesinin karşısındaki duvarın dibinde oturan dayılarımın gençlik
anılarını dinlemeyi ve yaşadığım onca iyi ve kötü anıları.
Ne çok severdim köyü; her sabah erkenden kalkıp dayımla tarlaya
gitmeyi, sabah atları ahırdan çıkarıp arabaya koşmayı, öğleye
gölde yüzüp güneşlenmeyi, akşamları bahçelere ödünç almaya
girmeyi, ve yaşadığım onca iyi ve kötü anıları.
Kimi tarlasında, kimi bahçesinde, kimi ise evinde hep çalışırdı,
üretirdi.
Üretmenin verdiği haz hiçbir şeye benzemez derdi babam, harçlığımı
hoyratça harcadığım günlerde. Belki de bu nedenledir kendi emeği
dışındakilere çok fazla saygı göstermediği insanların.
Sonra teknoloji geldi. Her şey daha kolay daha basit oldu. Çok
şeyleri değiştirdi teknoloji. Çokça dualar edildi ona; “Allah bunu
icat edenden razı olsun” dendi. Ancak değişmesi gerekli olanların
yanında değişmemesi gerekli olanlarda değişiyordu.
Artık “Hazır”dık.
Şimdilerde üreten çok az. Sürgünden bu güne hep tüketir olduk.
Artık hazır yemeklerimiz var. Düğünlerde, cenazelerde hatta
evlerde hep hazır yiyoruz.
Artık üretmiyor kızlarımız, kadınlarımız. Değişik tatlar arıyoruz,
kendi tadımızı unutmak pahasına.
Hep dile endeksledik bu kültürü belki de ondandır. Elbette dil
anahtarı bu kültürün, olmazsa olmazı. Ama tüm diğer değerlerimizi
unutmak neden.
Evimizde kendi yemeklerimiz pişmiyor artık. Sadece adı kalacak
kitaplarda.
Artık “Hazır”ız.
Artık üretmiyor gençlerimiz, delikanlılarımız. Bir babanın, bir
gencin nasıl davranması gerektiğini, yolda yürümenin, toplum
içinde oturup kalkmanın kurallarını kitaplardan öğreniyoruz.
Artık “Hazır”ız… |