Sitemizin sevgili
izleyicileri, bildiğiniz gibi Bayram öncesinden beri Türkiye'de
Ankara'dayım. 12 Ocak 2006 Perşembe günü Kafkas Federasyonu Ankara
Şubesi'nde bayramlaşma vardı.
Ankara'da olup da böylesi bir günde derneğe gitmemek, benim için
mümkün değildi. Ankara’da bulunduğum kısa süre
içerisinde de derneğe iki kez uğramıştım. Birinde davet üzerine
Dil Komisyonu toplantısına da katılmış, AB destekli proje
çerçevesinde gerçekleştirilen yoğun çalışmaya tanık olmuş mutlu
olmuştum. Çalışmalara katkıda bulunmaya çalışırken İçimden
“nereden nereye” diye düşünmezlik de edememiştim.
Öyle ya Yamçı’da bizler “TC’de yaşayan herkesin anadili
Türkçe'dir'' anlamında çıkartılmış bir yasaya karşı mücadele
etmiştik.
Sevgili arkadaşımız, dostumuz Alhas İbrahim, anavatandaki
akrabaları ile anadilde yazıştığı için dönemin Ankara Kuzey
Kafkasya Kültür Derneği yöneticilerince, dernekten ihraç istemi
ile Onur Kurulu'na verilmişti.
Şimdi, arkadaşımızı savunduğumuz derneğin devamı diyebileceğimiz
kurumun, Kafkas Dernekleri Federasyonu’nun merkezinde,
yöneticilerimiz sağlanan kredi ile anadilde eğitim verebilecek
yöneticilerin nasıl eğitileceği kurs programını yapıyordu. Dahası
TC Milli Eğitim Bakanlığı bu kursu başarı ile
bitirenlere sertifika verecekti. Siz de yaşadıklarımızı,
yaşamışlardan biri olsaydınız, hem Türkiye’deki demokratik gelişme
hem de yöneticilerimizdeki bu bilinçlenme karşısında mutlu olmaz
mıydınız?
İşte bayramlaşma için çağrıyı, böylesi güzel bir toplantı sonrası
almıştım. On dört olan toplantı saati, on üç olarak aklımda
kalmıştı benim. Eski alışkanlıkla, “biraz erken gider, erken
gelenlerle görüşür, laflarız” diye düşündüm. Saat on iki
dolaylarında dernekteydim. Bir süre sonra iflah olmazlardan biri
daha, sayın Alhas İbrahim düştü derneğe. Sonra da
federasyon yeni dönem Dönüş Komisyonu Başkanı sayın Bahri
Kazbek ve
sayın Şükrü Güner.
Doğrusu bu bayramlaşma; dil çalışmalarında yaşadığım mutluluğu
vermekten çok uzaktı, yüreğim sızladı… Katılım, beklenen, en
azından benim beklentilerim düzeyinde değildi. Belirli bir yaşın
üstündeki hemşerilerimizin yarıya yakını resmi konuktu, Birleşik
Kafkasya Konseyi ya da Pınarbaşı Derneği resmi temsilcileri idi.
Bayramlaşmada, büyüklerin önce yerini alması, daha gençlerin
onların yanına giderek tokalaşması xhabzemiz ya da başka bir protokol uygulanmadı. Toplantıya gelen
biraz genç de yaşlı da olsa sıra ile daha önce gelmiş olanlarla
tokalaşmak, bu seremoni bitinceye kadar da herkesler ayakta kalmak
durumunda kaldı.
Bizleri kimin topladığı, ne için bir araya geldiğimiz konusunda
kimsecikler bir şey söylemedi. Yani günün anlam ve önemi
açıklanmadı. Bu tip toplantılarda duymaya alıştığımız bir fon
müziğimiz yoktu. Görmeye alıştığımız bir cegu herhalde hiç akla
gelmedi...
Yine de toplantı süresince ilginç konuşmalar geçmedi değil. Babası
Temirbolat’ın anılarını ''Muhacirin Hicrandır Ömrünün
Yarısı“ adıyla kitaplaştıran sayın Aytek Kubat, Nart
Dergisi’nin yayın politikasını tartışmaya açmak istedi. Derginin “Sürgüne“
çok yer ayırdığını, hep gündemde tutmaya çalıştığını, bunun yanlış
olabileceğini düşündüğünü söyledi. Konuştuğu, anavatandan bir
bilim adamına göre, anavatan kesimi, sürgünü kabul etmiyordu,
dahası 5 bin aileyi göçüren Bekir Sami Kunduk'a çok
kızılıyordu, hain sayılıyordu. Bu göçürülme olayı yaşanmasaydı
nüfuslarının bugün daha çok olacaktı... Başta sayın Ata Katı
olmak üzere söz alan hemen herkes, anavatan kesiminin bazı şeyleri
bilmedikleri, sürgün konusunu işleyemedikleri bağlamında konuştu.
Ancak sayın Kubat’ın
aktardığı ve katıldığı değerlendirme hem doğru hem de yanlıştı.
Asetinler, daha geniş deyimle Kuzey Doğu Kafkasya halkları
bağlamında ele alındığında doğru idi ve sürgün yoktu. Ancak
Asetinler için olmayan sürgünü genelleştirmek de yanlıştı. Abhaz-Adige-Wubıh
halkı için sürgün en büyük trajedi idi. Günümüzdeki tüm
sorunlarının da kaynağı... En büyük yanlışlık da Birleşik
Kafkasya Konseyi'nden gelen konukların nerede ise koro
halinde katıldıkları, anavatan kesiminin sürgünü bilmedikleri,
dillendirmedikleri görüşü idi ki, doğru olmadığını söyledim.
Anavatanda sürgünün doksanlı yıllarından beri devlet töreni ile
anıldığını ekledim.
Bu kez konuşmaya katılan kimilerince, bunun perestroikaya bağlı
olduğu, ondan önce konunun bilinmediği söylendi. Yine yanıtlamak
durumunda kaldım. Bağımsız Devletler Topluluğu Yazarlar Birliği
Başkan Yardımcısı, değerli yazarımız, Meşbeşe İshak’ın
Sürgünü anlatan manzum eseri ''xıway''ın daha 1956 yılında
yayımlanmış olduğunu anımsattım. Sadece
bu örnek bile Kardeş Kuzey Kafkasya halklarının sorunlarının,
önceliklerinin farklı olduğunun kanıtı idi. Sorunları ve
öncelikleri
farklı olan halkların örgütlenmeleri çalışma programlarının da bu
önceliklere uyumlu olması gerekmez miydi? Bu önceliklere koşut
örgütlenme ve çalışma programları ile daha kolay sonuç alınamaz
mıydı? Buna karşın, sayın Aytek Kubat ve düşüncesini
paylaşanlar Kuzey Kafkasya halklarının bir bütün olarak
görülmesinden yanaydılar...
Önemli sohbet konularından biri de Perşembe günleri yarım saat
olarak verilen anadildeki yayınların yasadaki değişiklikler
çerçevesinde yeniden önem kazandığı idi. Bunu da konuklardan biri,
programın yeterince ilgi görüp görmediği sorusu ile dile getirmiş,
bu hali ile ilgi görmeyeceğini de eklemişti. Eleştiri haklı idi.
Sayın Muhittin Ünal geniş açıklamalarda bulundu. Aslında
yayın saati yönetmeliğine uyulmadığı haberler dışındaki
kültür, müzik ve folklor un bilerek es geçildiği, programların
yönetmeliğe uygun hazırlanması için Federasyon Başkanı olduğu
dönemde sürekli girişimlerde bulunduğunu, ancak engellerin bir
türlü aşılamadığını, anlattı. Bundan böyle de yeni yönetimin bu
başvuruları yinelemesi gerektiğinin altını çizdi. Ben de aslında
herkesçe kabul edildiği gibi televizyon yayınlarının bir çok
sorunun çözümünde çok önemli rol oynayacağını, yeni yasayla özel
televizyonlara tanınan haklardan en geniş şekilde yararlanılması
gerektiğini anımsatıp, Federasyon Genel Kuruluna
sunduğum görüşü, burada da dile getirdim.
Evet bence, anadilde televizyon sorunu ancak, Rusya Federasyonu ve
cumhuriyetlerimizin katkıları ile kesin olarak
çözümlenebilirdi. Dolayısı ile federasyon en kısa sürede Rusya
Federasyonu yönetiminden, cumhuriyetlerimiz yönetimlerinden
yayınlarımızın uyduya verilmesi isteminde bulunmalı, bunda ısrar
etmeliydi...
Böyle bir araya gelinir de ''dilimizin hızla unutuluyor olması“
gündeme gelmez miydi. Türkiye’deki demokratik gelişmelerden,
bundan mutlu olunması yanında yararlanmak gereğinden söz edildi.
Federasyonun projesi anlatıldı. Bunun büyük bir başarı olduğu
vurgulandı. Kursların yararlı olabileceği üzerinde duruldu. Sayın
Muhittin Ünal, Kabardey-Balkar Üniversitesi ile
anlaşma yapıldığı, internet üzerinden dil öğretimine başlanacağı
müjdesini verdi.
Ben bunların bile yeterli olamayacağını, yüzü anavatana dönük
olmayan ailelerin çocuklarını kurslara göndermeleri olasılığının
zayıf olduğunu, bu konuda da kesin çözümün anavatandan uydu yayın
olduğunu söylemeye hazırlanırken sayın Ata Katı aldı sözü.
Meğer dilin yaşatılması, geliştirilmesi için bunlara gerek yokmuş.
Asıl sorun dilin ailelerde öğretilmemesiymiş. Sevgili Özdemir’in
hiç dil bilmeyen bir gencimizin, Abhazya’da çok kısa bir sürede
her iki Abaza diyalektini öğrenmiş olduğu örneği de yıldırmadı
sayın Katı’yı. Çocuklarımızı köylere göndererek bu
sorunu çözebilirmişiz. Hepimiz anadilimizi köylerimizde
öğrenmemişmiydik.
Sayın Özdemir Özbay’a dönüp dili kendi köyü Kazancık'ta
öğrenip öğrenmediğini sordu muzaffer bir komutan edasıyla.
Özdemir’in, herkesi acıyla gülümseten yanıtı ise çok ilginç,
ilginç olduğu kadar da düşündürücüydü:
- Ata ağabey ben Kazancık’a gittiğimde sadece birkaç
çöplükten başını uzatan birkaç hindi görüyorum… İnsan mı kaldı
köylerimizde...
Doğrusu, sayın Ata Katı’nın dil eğitiminde kursları, okul
eğitimini, televizyon programlarını değil de köylere kadar
ulaştırılan yayınlarla dilin unutturulan, zaten yaşayanı insan
sayısı da çok azalan köylerimizi önemsemesini yadırgamazlık
edemedim. Söylediklerine de bir anlam veremedim.
Evliliklerin önemli olduğu, ana dilin anneler tarafından
öğretildiği kendi eşi Adige olmadığı için çocuklarına anadilini öğretemediğinden yakınanlar da oldu. Ancak bizler gibi
Adige ile
evlendikleri halde çocukları dil bilmeyenlerin sayısının hiç de az
olmadığı gerçeği, bunun da yeterli olmadığının, yaraya merhem
olamadığının kanıtı değil miydi?
Daha ilginci bayramlaşmaya katılma inceliğini gösteren çok
sayıdaki analarımıza, anadili konusunda bile söz vermeyişimizdi.
Onların bulunduğu yerde, onlar adına konuşmuştuk. Böylesi
zamanlarda hep yıllarca önce okuduğum, Adigece mizah öyküsünü
anımsarım. Öykünün kahramanı çok sevdiği eşinin doğum gününde, çok
gezip çok düşündükten sonra sevgili eşine değil erkeklere özgü
bir hediye almıştı. Kendisi rahat eder mutlu olursa eşi de mutlu
olmayacak mıydı?
Bayramlaşma çok uzun sürmedi. Başladığı gibi sessiz ama çok hızlı
bir şekilde dağıldı. Üzülerek söylemek gerekirse tadı da
damağımızda kalmadı.
Sayın Şükrü Güner’in, CC'deki yazılarımızı, forum
tartışmalarını, özenle okuduğunu öğrenmem benim için günün tatlı
sürpriziydi... |