|
|
|
|
|
DOST BİLDİĞİM
KİŞİLER |
11.02.2006 |
|
|
Dr. MEŞFEŞŞU
Necdet Hatam |
|
|
Sizlerin de
vardır, çok uzun süre önce tanıştığınız, dost
olduğunuz, yıllardır görüşememiş olmanıza karşın dost
kalabildiğiniz kişiler. Benim de üniversite yıllarında tanışıp
dost olduğum ve bugüne kadar da dost kalabildiğim arkadaşlarım
var. Bunlardan biri ile aynı kentte yaşadığımız günlerde de çok
sık görüşemezdik. Bu dostumla politik görüşlerimiz de farklıydı.
Çoğun, olaylara bakış açımız da… Aynı yöreden de değildik,
meslektaş da… Kahve köşelerinde tavla oynamadık, birlikte
çilingir sofrası da kurmadık. Yine de dost olduk… Dost kalabildik,
birbirimize hep güvendik…
Üniversiteler bitti. Yaşam gerçeği bu kez, yaşadığımız kentleri,
ülkeleri de ayırdı. Yıllar boyu görüşemedik. Ancak hep dost
kaldık. Araya giren uzun yıllar boyunca sadece iki kez, hem de
anavatanda görüşebilme olanağı bulabildik, elbetteki çok mutlu
olduk… Daha dün ayrılmışız gibi, yabancılık çekmeden,
konularımızı, bizi dost kılan ulusal sorunumuzu tartıştık uzun,
uzun… Sonra yine ayrılık yılları…
Yenilerde yeniden bulduk birbirimizi sanal ortamda ve sanal
ortamda gerçek dostluğu sürdürüyoruz şimdilerde… Amerika’da
yaşayan bu dostumun, 07 Şubat 2006 tarihindeki iletisi, birini
otuz altı yıl, diğerini de on dört yıl önce yayınladığım,
anılarımda yayınlamayı düşündüğüm iki mektubumu “Haftanın
Yorumu’na” taşıdı.
Duman Sadi’ye dostlukla…
Anacığım (1)
Doğdum doğalı hasretim sana… Göremedim yüzünü, öpemedim bağrını
hiç… Güzelce bir kadın gösterip “annen” demişlerdi bana… Hep
“anne” dedim ben ona… Ancak büyüdükçe ondan uzak olduğumu anladım,
hem de kilometrelerce…
Birazcık yaramazlık yapsam “Batır” diye bağırır azarlardı beni…
Konukların, komşuların hoşuna gittiğimde “Temelciğim” derdi… Zaten
şimdi de öyle… Çocukluğunda bilmezdim… Meğer “Temel” ismini
kendisi vermiş bana, “Batır”ı da sen… Ancak “Temelcim” derken bile
diğer annelere benzemiyordu hiç… Arkadaşlarımın annelerine… Yalnız
bir istekte bulunmazdan önce kucaklar, severdi beni… Hele bir gün
“Zaten sen benim oğlum değilsin ki”
deyiverdi birden bire… Sevindim onun gerçek yüzünü gördüğüm,
üzüldüm o anda seni bulamadığım, sana koşamadığım için…
Sonra seni düşünür oldum her an… Seni sordum herkese… Seni
tanıyanları buldum… analığımdan daha güzelmişsin sen… Mavi
maviymiş gözlerin… Yüzün aydınlıkmış gün gibi… Ama şimdi öbek,
öbek karmış altın sarısı saçların…
Evet anacığım, göremedim seni bu güne dek… Ama artık tanıyorum,
biliyorum senin nerde olduğunu… Sana koşacağım en yakın zamanda…
Kapanacağım göğsüne, ağlayacağım hıçkırarak, sarsılarak…
Sen de babama olan kızgınlığımı unut artık… Bak o da pişman oldu,
ihtiyarladı da…
Ne olur! Yalvarırım! Çağır bizi ana!
Anadan Mektup (2)
Yıllarca önce uzaklardan, yaban ellerden yazmıştım anama, gazete
sayfalarında. “Bir gün mutlaka sana kavuşacağım, bağrına
kapanacağım, hıçkırarak, sarsılarak ağlayacağım” demiştim.
Artık anavatandayım. Anama kavuştum, bağrına kapandım, hıçkırarak,
sarsılarak ağladım. Ancak bir kez ağlamakla huzur bulmak ne
mümkün. Ülkeyi gezdikçe, ovaları, dağları, ormanları dolaştıkça,
anavatanımızı bu günlere kadar koruyan, kollayan kardeşlerimizin
neler çektiklerini kavradıkça, anladıkça bir daha, bir daha
ağlamaklı oluyorum. Çoğun gizlice ağlıyorum da… Bir karmaşa, duygu
karmaşası yaşıyorum; kızgınlık, üzüntü,
sevinç, utanç, coşku, geç kalmışlık duygusu, güven ve umut…
Adlandırılmış, ad konmamış her duyguyu yeniden, yeniden yaşıyorum
her gün, her saat, her an…
İşte elimde bir kitap, bir şiir kitabı. Ünlü Adige ozanı
Beret’are Hamid’in, 60. yılında kendi seçtiklerini içeren bir şiir
kitabı: Her Şey Senin İçin.
Ozan’ın kendi yazdığı ön sözü okuyorum:
“Ailemizde bilge bir yaşlımız vardı. Bir gün bana şöyle sormuştu:
- Nedir insana yaşama gücü veren şey?
Beni sıkıştırdığını anlamış;
- Umut ve coşku! -eklemişti gülerek- Yarının bu günden daha
güzel olacağı umudu olmasa sabahı edemez insan. Yine başardıkları
için coşku duymaz, yüreklenemezse gelecek için çaba gösteremez
insan.”
“Ne kadar da doğru” ya da “bizlere, ne kadar da uygun diye
düşündüm. Bizler mi kimleriz? Sürgünün ilk günlerinden beri
anavatandan kopmayan, anavatanı düşünen, “anavatana dönüşü” ulusal
yaşamın sürebilmesinin tek koşulu olarak gören herkes. Yıllar önce
dönebilenler, bu mutluluğu tadamadan ecele boyun eğenler, bu
günlerde anavatan’a kavuşma mutluluğunu yaşayabilenler, planlar
yapanlar, dönenlere destek olanlar, dönenlerin bu mutluluğunu
paylaşanlar…
Hem nasıl coşku duyulmaz, parlamento binamızda tarihi Adige
bayrağı dalgalanırken. Abhaz Cumhuriyeti bağımsızlık ilan ederken.
Üç cumhuriyetimiz arasında, ilerde tümünün imzalayacağı umudunu
taşıdığımız, ekonomik, politik, kültürel işbirliği anlaşması
imzalanırken… Nasıl coşku duyulmaz, Adigey Oteli muhaceret
Adigeleri ile dolup taşarken. Dönüşü
gerçekleştirenler büfeler, mağazalar, fabrikalar, iş yerleri açar,
otel işletmelerini devralırken. Aynı muhaceret ülkesinde yaşıyor
olmalarına karşın, on yıldır, on beş yıldır görüşmemiş
arkadaşların, akrabaların anavatanda kucaklaştıklarını görürken
nasıl coşku duyulmaz? Nasıl büyümez geleceğe olan umut?
Ah!.. Bu günlerde Adigey otelinin önünde olabilseniz. Kaynaşmayı
görebilseniz. Uğultuyu bir dinleyebilseniz. İsrail’den, Türkiye,
Ürdün, Suriye’den, Amerika, Almanya, Hollanda’dan, Yugoslavya’dan
konuk gelenlerin, dönüp yerleşenlerin, vatanımızı bu günlere kadar
getirmiş kardeşlerimizin arasında şöyle bir on dakika
yaşayabilseniz… Anavatana dönüp burada evlenenlerin düğünlerinde
bulunabilseniz…
Hatta anavatana henüz dönmüşken kaybettiğimiz değerli kardeşimiz
Khoj Yaşar’ın, sevgili Yaşar’ımızın cenaze töreninde
bulunabilseydiniz. Acının bütün yoğunluğuna rağmen “Artık
anavatanda ölebiliyoruz. Demek ki gerektiğinde anavatan için
ölebileceğiz.” diye düşünmez miydiniz?
Duygu karmaşasını; kızgınlığı, üzüntüyü, sevinci, utancı, coşkuyu,
geç
kalmışlık duygusunu, güveni, umudu, hele umudu yaşamaz mıydınız?
Bilmem çok mu bölük pörçük oldu ilk mektubum? Ana’dan ilk
mektubum. Kusura bakmayın, ilk heyecanım geçmedi henüz. Elim
değdikçe yazacağım yine. Paylaşalım diyorum üzüntülerimizi,
sevinçlerimizi. Hem ne demiş bir Çerkes atasözü: Öyle bir şeydir
ki, paylaşıldığı zaman azalır, adı üzüntüdür. Yine
öyle bir şeydir ki, paylaşıldığı oranda büyür, adı sevinçtir,
coşkudur.
Üzüntülerimizin azalacağı, sevinçlerimizin, coşkularımızın
büyüyeceği günlerin, kavuşacağımız günlerin yakın olması
dileğiyle.
Kalın Sağlıcakla… “
Peki bizlerin, anavatan’da, her gün yaşadığımız bu duygu
karmaşasını bir kez olsun, siz de yaşamak istemez misiniz?
1) Kamçı Aylık Siyasi Gazete,
Sayı -6 Kasım 1970 Sorumlu Müdürü Fahri Özen (Huvaj)
2) Marje Dergisi,
Sahibi: Sönmez Baykan Genel yayın yönetmeni:
Zafer Sürer Eylül’92 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|