Her bir araya
gelişlerimizde, Çerkeslerin hemen her sitesinde, örgüt
toplantılarında, neden birlikte olamadığımız için yakınılır. Çok
yakınılır, ağlanırsa birlikte olunabileceği de umulur. Dahası
kulağa daha hoş gelen birlik şarkıları tüm alanları doldurmuş
olmasına karşın, ciddi hemen hiçbir konuda birlik oluşturulamaz.
Doğrusu, bu tartışma ortamlarında yalnızca bir halktan olmanın
birleşmeyi getiremeyeceği, birlik olmak birlikte üretebilmek, amaç
doğrultusunda birlikte yürüyebilmenin, daha başka nedenlere bağlı
olduğu gerçeğini söyleyenler de az değil. Ancak bunların sesi
genelde duyulmaz. Hemen ardından da, üzüntü bildirimleri,
suçlamalar küfürleşmeler başlar.
Bugüne kadar hiçbir halkın tüm üyelerinin, hiçbir konuda birlik
olamadıkları gerçeği göz ardı edilir. Üzerinde konuştuğu yazdığı
konuda samimi olan kişilerin, ancak belirlenmiş bir amaç ve bu
amaca götürebileceği düşünülen program çerçevesinde
birleşebilecekleri de hiç gündeme gelmez. Halbuki anlaşıp
anlaşamamak, duruşumuza, özellikle de sorunumuz ve çözüm yolları
karşısındaki duruşumuza bağlıdır. Yani “paradigma”mıza.
Okuduğumuz bir çok yazıda geçen, birçok konuşmada, tartışmada
duyduğumuz bizi hep yönlendiren, yönlendirdiğinin farkında
olmadığımız bu olguyu sayın Doğan Cüceloğlu’nun “İyi Düşün Doğru
Karar Ver” adlı kitabını okuyuncaya kadar tam olarak
anlayamamıştım. Genelde insanların, özelde biz Çerkeslerin
sezebildiğimiz anlaşamama nedenleri, ancak, bu olgunun
kavranabildiği ölçüde anlaşılabileceğini düşünüyorum...
Peki paradigma nedir? İlk baktığım sözlük, paradigmanın “örnek”
olduğunu yazıyordu. Yakup bey ile Timur beyin karşılıklı
konuşmaları üzerine kurguladığı adını andığım kitapta sayın Doğan
Cüceloğlu kavram için; “Pardigma kelimesi Yunanca kaynaklıdır.
Bugün aşağıdaki anlamlarda da kullanılmaktadır: Model, kuram,
varsayım, algı dayanağı gibi “ açıklamasını da yapıyor. Ancak
yazar bunlarla da yetinmiyor, yaşamımızı bütünü ile yönlendiren bu
olguyu daha ayrıntılı tanımlıyor anlaşılır kılıyor: Bakın nasıl:
Kahramanlardan Yakup bey Timur beye açıklıyor:
“Paradigma, bireyin iç ve dış dünyasını algılayıp yorumlamasında
etkili olan tüm faktörleri kapsar. Algılama, yorumlama, ve bilme
süreçleriyle ilgili tüm etkenlerin yarattığı örgütlü ve dinamik
düşünsel sisteme, algı düzeneği yada paradigma adı verilir.
Paradigma farkına varmadan taktığımız bir psikolojik gözlüktür; iç
dünyamızı olduğu kadar dış dünyamızı da bu gözlük aracılığıyla
görürüz.”
“Algılamayı etkileyen kişiye ait tüm iç etkenler bir araya gelerek
bir algı düzeneği oluşturduğu zaman bu sisteme paradigma adı
verilir. Paradigma dinamiktir ve çoğu kez kişi kullandığı
paradigmanın farkında değildir.”
Yakup bey paradigmayı anlatmayı sürdürüyor: “Şimdi şöyle bir deney
yaptığımızı düşünelim: Evin sağ ve soluna ellişer metre ilerisine
“sözcü” bırakalım. Eve sağ taraftan yaklaşan çocuklara (bu gruba
“A” grubu diyelim) sözcü, “50 metre ilerideki bahçeli evin önünde
küçük bir kedi yavrusu var. Zavallı sahipsiz. Kendini sevecek,
okşayacak birini arıyor. Ne olur yanınızda varsa ona yiyecek
verin; geçerken durun, biraz okşayın mesajını” versin.
Eve sol taraftan yaklaşanlara ise ( bu gruba “B” grubu diyelim)
“50 metre ilerde bahçeli evin önünde küçük bir kedi yavrusu var.
Kedi yavrusu kuduz hastalığına yakalanmış, her an insanları
tırmalamaya ve ısırmaya hazır. Sakın onun yanına yaklaşmayın sizi
ısırırsa kuduz olursunuz” mesajı verilsin.”
Doğal ki, iki grup çocuğun kediye karşı davranışları farklı
olacaktır. Ancak bizlerin durumunu daha iyi anlamak için sayın
Cüceloğlu’nun verdiği harita örneğini de iyi kavramak gerekiyor.
Yakup bey Timur beye anlatıyor:
“Pardigmayı bir harita olarak düşün. Harita temsil ettiği şeyi ne
kadar gerçekçi olarak yansıtırsa o derecede değer kazanır. Örneğin
bir şehrin haritası, o şehrin kendi değildir. O şehrin kağıt
üzerine çizilmiş bir modelidir. Şehri ne kadar gerçeğe uygun
olarak temsil ediyorsa, harita o derece kullanışlı ve işe yarar
olacaktır.
Paradigma da bir harita gibidir, başka bir gerçeğin modelidir.”
Paradigması gerçeklerle uyuşmayanların nelerle karşılaşabileceğini
daha iyi anlamak için okumayı sürdürelim:
“Bursa şehrinin haritası üzerine yanlışlıkla, İzmir yazılmış olsa
ve siz bu haritayı kullanarak İzmir’in bir noktasından diğer
noktasına gitmeye çalışsanız, ne kadar dikkat ederseniz edin, ne
kadar hızlı giderseniz gidin, başarılı olamazsınız. Çünkü
kullanmış olduğunuz paradigma, izlediğiniz harita yanlıştır;
temsil etmesi gerektiği gerçeği, yani İzmir şehrini temsil
etmemektedir. İzmir’de adres bulmakta kullandığınız tutum,
öğrendiğiniz teknikler, araba kullanma hızınız, yada başka hiçbir
şey yanlış paradigmanın (haritanın) getirdiği zararı
önleyemeyecektir”.
“Tanıdığım bazı insanlar, paradigmalarına öylesine bağlanmışlar,
öylesine bir “paradigma tutkunluğu” geliştirmişlerdir ki,
ellerindeki Bursa haritasının İzmir’de adres bulmaya yaramadığını
yüzlerce defa gördükleri halde, kabahati haritada değil, İzmir’de
bulurlar.”
“Bir anlamda, “bu sokaklar ve evler yanlış yerlere konmuş, yanlış
isim verilmiş esasında bu haritada gösterildiği gibi
düzenlenmeliydi” demektedirler.”
“İki türlü paradigma sürekli bizimledir: (1) Gerçeğin ne olduğu
ile ilgili paradigma (2) nelerin nasıl olması gerektiğini
gösteren, değerler paradigması. Bursa haritası ile İzmir’de adres
bulmaya kalkışan biriyle ilgili verdiğim örnek, gerçeğin ne olduğu
ile ilgili paradigmaya ait ir örnektir. Değerler paradigması ise
neyin iyi, neyin kötü, nelerin önemli yada önemsiz olduğunu bize
söyler; başka bir deyişle değerler paradigmasına göre
önceliklerimizi saptarız. …”
“Gerçeğin ne olduğunu ve neyin değerli önemli olduğunu söyleyen bu
iki tür paradigma, günlük yaşantılarımızı algılama ve
yorumlamamızda bizi etkiler. Daha önce söylediğimiz gibi
paradigmalar gözümüzde sürekli takılı gözlükler gibidir; iç ve dış
dünyamızı onların aracığı ile görürüz.”
Cüceloğlu paradigma konusunda insanların “gelişmiş” yada
“kalıplanmış” olmasının önemini de vurgular: “Gelişmiş insanın
yaşamı boyunca oluşturduğu paradigma “kalıplanmış” insanın
paradigmasından farklıdır.” (…) “bu nedenle bu iki insanın
“gerçekleri” ve “değerleri” birbirine benzemez; birbirleriyle
iletişim kurmakta zorluk çekerler.”
Timur bey de konuya ilişkin görüşlerini Yakup beye şöyle anlatır:
“Konuşmanızın başında paradigmaların “doğru” yada “yanlış”
olabileceğinden söz ettiniz ve örnek olarak üzerinde yanlışlıkla
İzmir yazılmış Bursa şehrinin haritasıyla İzmir’de adres aramayı
verdiniz. Vermiş olduğunuz örnekte kullanılan harita, İzmir’i
temsil etmediği için “yanlış” idi.”
“Beni düşündüren konu şu Yakup Bey, bizim o haritaya “yanlış”
diyebilmemiz için, İzmir şehrini bilmemiz gerekir. Ancak İzmir
şehrini bildikten sonra, o haritanın İzmir’e uymadığını
söyleyebiliriz. Eğer hem İzmir hem de Bursa şehirlerini bilirsek,
o zaman yapılan hatayı kavrar ve “yanlış” harita yerine “doğru”
haritayı kullanabiliriz.
Yakup bey, Timur beyi şöyle yanıtlar:
“Tutum ve davranışların kökenleri bireyin paradigmalarında yatar.
Paradigmalar o kadar insanın bir parçasıdır ki, günlük yaşamda
onların farkına varmak zordur. Bu nedenle kişi kendi algılamasının
ötesinde başka türden algılamalar olabileceğini çoğu kez hiç
düşünmez. Bursa şehrinin haritasıyla İzmir’de adres bulmaya
çalışan biri gibi, insanların büyük çoğunluğu kendi algılama ve
yorumlamalarından her zaman emindirler”.
Paradigmayı sayfalarca anlatan, tanımlayan yazar, anlatılanların
özeti denebilecek şu cümleyi de ekler: ”Bütün bu gözlemlerden
çıkaracağımız bir sonuç var; o da dünyayı olduğu gibi değil,
olduğumuz gibi gördüğümüzdür. Gördüğümüzü anlatırken, esasında
kendimizi, kendi paradigmamızı anlatırız.”
Evet paradigmayı bütün boyutları ile kavrayabildiğimizde, bu
olguyu içselleştirebildiğimizde, taaa uzaklardan, sıcak
köşelerinden ahkam kesenlerin, diasporadan anavatana düzen
verilebileceği düşünü görenlerin, ellerindeki gerçek olmayan
haritalarla yer arıyor gibi yaptıklarını çok daha açık olarak
göreceğiz.
Paradigmanın gözlerimizde sürekli takılı olan bir gözlük olduğunu
anımsattık, Gelecek yazılarımızda da Paradigma gözlüğü ile
olaylımızı, sorunlarımızı irdelemeye çalışalım. |