Bir önceki yazımımda Sayın
Cüceloğlu’nun Paradigma’ya ilişkin şu yargısına da yer vermiştim:
”Bütün bu gözlemlerden çıkaracağımız bir sonuç var; o da dünyayı
olduğu gibi değil, olduğumuz gibi gördüğümüzdür. Gördüğümüzü
anlatırken, esasında kendimizi, kendi paradigmamızı anlatırız.”
Elbette ki bu olması gereken değil olandır, ve elbette ki
toplumsal konularda görüş belirtenlerin, toplumsal sorunlara,
halkının sorunlarına çözüm önerisi getirenlerin kendi
paradigmalarını gerçekler üzerine oluşturması gerekmektedir.
Paradigma iç ve dış dünyamızdan gelen uyaranlarla oluştuğuna göre,
daha az yanılmak için; dış dünyamızdan gelen uyaranların ne denli
gerçek olduğunu, iç dünyamızdan gelen uyaranların da ne derece
gerçekçi olduklarını sorgulamalıyız. Kedi yavrusu örneğinde olduğu
gibi bizi besleyen uyaranların yanlış olabileceğini hiç göz ardı
etmemeliyiz. Ellerindeki Bursa haritasının İzmir’de adres bulmaya
yaramadığını yüzlerce defa gördükleri halde, kabahati haritada
değil, İzmir’de bulanların durumuna düşecek kadar, paradigmamızın
tutkunu olmamalıyız. En önemlisi hemen her konuda kişilerin
paradigmalarının benzer olamayabileceğini hiç unutmamalıyız.
Kişilerin her konudaki paradigmaları görüşlerine, yazılarına,
eylemlerine yansıyacak dahası farkında olmadan paradigmasının
tutkunu olacak, karşı görüşleri tartışmayacaktır bile… Örneğin,
insan hakları konusunu alalım. Hemen her ülkede derecesi ve hedef
kitlesi farklı olmakla birlikte, insan hakları ihlalleri hep
gözümüzün önünde değil mi? Peki insan hakları savunucuları her
ülkedeki, her hedef kitleyi aynı şekilde mi savunuyorlar acaba?
Yoksa hedef kişilerin kendisine yakınlığı, aynı halktan olup
olmadığı, aynı ülkede olup olmadığı, eylemlerinin kendisi için bir
tehlike oluşturup oluşturmadığı, yalnız yaşadığı ya da bir
ailesinin olduğu, kaybedebileceği geçim standardı… daha
sayılabilecek bir çok etkenin oluşturduğu ve farkında olmadığı bir
paradigma ile mi hareket edecektir. Özellikle de eyleminin
sonucunda karşılaşma ihtimali olduğu tehlikeler davranışlarını
etkilemeyecek midir? Paradigmasının tutkunu olmayanların “elbette
etkileyecektir” dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Peki dünyanın herhangi bir ülkesini yerle bir eden bir deprem,
depremde evsiz barksız, yiyeceksiz ilaçsız kalan insanlar için,
insanların her birimiz aynı duyarlığı gösterebiliyor muyuz?
Kimimiz sadece vah, vah demekle kalırken, kimimiz bunun ötesinde
maddi yardımda bulunmuyor mu? Yine de maddi yardımda bulunurken
imkânlarını zorlamış olanların katkıları, dünyanın neresinde
olursa olsun ilk yetişen gönüllü kurtarma ekiplerinin öz verisi
ile karşılaştırılabilir mi? Deprem ülkesi ile daha önce oluşmuş
bağlarımız, halkının soydaşımız ya da dindaşımız oluşu maddi
yardımımızın miktarını etkilemiyor mu?
Bir başka açıdan çevresinde sayılan sevilen, insancıl, yardımsever
bir hekimi alalım. Fakirlerden para almamaktadır, elindeki
ilaçları karşılıksız vermektedir. Kazancından kendi iradesi ile
vazgeçmekte elbette ki bunu yapmayanlara göre bir özveride
bulunmaktadır. Ancak bunun gösterdiği öz veri sınır tanımayan, her
türlü zor şartlarda insanları yardımına koşan “Sınır Tanımayan
Doktorlar”ın öz verisi ile karşılaştırılabilir mi? Ya da sınır
tanımayan doktorların varlığı, onların yaptığını göze alamayan
insancıl doktorumuzun yapabildiklerini önemsiz kılar mı?
Peki daha iyi bir kazanç için gereksiz ameliyat yapan, yapılması
gerekli bir ameliyatı yeteri kadar para vermedikleri için
geciktiren doktorların tutkunu olduğu paradigma? İnsan hayatını
hiçe sayan, yapıların demirinden, çimentosundan, işçiliğinden
çalan müteahhidin yaptıklarına suç ortaklığı yapan inşaatçılar,
görmezden gelen kontrol memurları da aynı paradigmanın tutkunu
değil mi?
Demokrasi savunucusu, demokrasi aşığı olanların demokrasiyi
savunma konusunda dahası demokrasi anlayışları konusunda aynı
olduğunu kim söyleyebilir. Kimimizin katkısı bu değeri savunan
gazete ve dergileri satın almak düzeyindedir. Kimiz okulunu
bitirmesine engel olacak eylemlerde bulunur. Kimilerimiz bu uğurda
işkenceyi göze alır, işkence görür.
Kimilerimiz böylesi tehlikelerin oluştuğu ülkelerden kaçar ve
kaçtığı ülkenin demokrasi mücadelesine uzaktan katılır. Hem bir
demokrasi savunucusu bekleyen tehlikelerin her ülkede aynı
olduğunu kim söyleyebilir? Demokrasiyi savunan benzer eylemler
ülkenin birinde ödül getirirken, en azından hoş görülürken bir
başka ülkede sıkıntı, işkence ile sonuçlanmıyor mu? Kişiler her
ülkede, her koşulda değerlerini savunabiliyor mu?
Dahası bir dönemin mazlum halkı bir başka dönemin zulmedeni, en
azıdan zulmeden yöneticisinin destekleyeni olmuyor mu? Kanlı
savaşları çıkartan ülke yöneticileri, bu davranışlarını haklı
gösterecek paradigmalar geliştirmiyorlar mı? Bu paradigmalarını
yalanlar üzerine kurmuyorlar mı? Ya da büyük güç odaklarının asıl
paradigması, ne pahasına olursa olsun en güçlü olma paradigması
olmasın? Bu büyük güç odakları, İnsan Hakları savunuculuğunu,
demokrasi savunuculuğunu, en güçlü olmak için araç olarak
kullanıyor olmasınlar?
Sorular daha da çoğaltılabilir. Ama sonucun pek değişeceğini
sanmıyorum. Gelişen olayları anlayabilmek için olayları
yönlendirenlerin paradigmalarını ne olabileceğini anlamak gerekir.
Kendi özelimizde de birbirimizi daha iyi anlayabilmek için,
davranışlarımızı yönlendiren, yönlendirdiğinin farkında
olmadığımız paradigmalarımızın farkında olmanın önemli olduğunu
düşünüyorum. Dolayısı ile de bu konuyu irdelemeyi sürdürelim
derim. Olması gerekeni bilmek için olanı anlamak gerekmez mi?
|