Şimdiye kadar yazdıklarımızın
ışığında, sorunumuzu çözebilme konusunda sağlıklı bir paradigma
geliştirebilmek için birinci koşulun sağlıklı bilgi olduğunu
söyleyebiliriz sanırım. Yani köşeyi tutan birinin söylemlerine
dayanarak kuduz olamayabilecek olan kediciğe, kuduzmuş gibi
davranmamalı, bilginin doğruluğunu kesinleştirici ya da yadsıyıcı
incelemelerde bulunmalıyız. Yine seçtiğimiz hedefe varabilmek için
doğru harita elde etmeliyiz. Yani üzerinde İzmir yazılı Bursa
haritası ile İzmir’de yer aramamalıyız. Aramaya kalksak bile
hedefi bulamadığımızda elimizdeki haritanın yanlış olabileceğini
düşünmeliyiz.
Kişinin yaşamı değerlendirişi, beklentileri konusunda etkili olan
psikolojik gözlüğünü, paradigmasını dış ve iç uyaranların
oluşturduğunu, bilgi düzeyini değişimi ile, zaman içerisinde
koşulların değişimi ile bu paradigmanın değişebileceğinin de
bilincinde olmalıyız. Tartıştığımız, bunun böyle olmasının
doğruluğu, yanlışlığı, etik olup olmadığı değildir. Bunun bir olgu
olduğudur. Örneğin “önemli olan insanlıktır. Anadilin, bir halkın
bireyi olmanın bence hiçbir önemi yoktur. Önemli olan insan
olduğumun bilincinde olmamdır.” Paradigması ile yaşamı gören
birinin Çerkes olması, Çerkes ulusal sorununu sorun edinmesine, bu
sorunun çözümü için gösterilen çabaları önemsemesine
yetmeyecektir. Çerkes sözcüğünün hangi kardeş halkları içerdiği,
anavatan kavramından neyin anlaşıldığı, dönüş vb konular ise
tanımlanan bu paradigma ile yaşamı değerlendiren kişinin gündemine
hiç giremeyecektir… Peki, aynı halktan olmak, Çerkes ulusal sorunu
ve çözüm yollarına öncelik veren bir Çerkes ile bunları hiç
gündemine almayan bir Çerkes’in anlaşması, birlikte üretmesi için
yeterli zemin oluşturabilecek midir?
Ya da yaşamında dini motifler ağır basmaya başlayan bir Çerkes, bu
anlayışı, karşı cinsten birinin elini tutmamaya kadar götürürse,
düğünlerimizde bulunabilecek wuıc oynayabilecek midir? Düğün
sonunda wuıc oynayarak atacağı iki tur için saatlerce ayakta
kalan, el çırpan biri tanımladığımız yaklaşımı olan kişi ile
anlaşabilecek bir arada olabilecek, birlikte üretebilecek midir?
Ulusal devlet kurma tarihsel gelişimini tamamlayamadan, dünyanın
dört bir köşesine dağıtılan, dolayısı ile uluslaşamayan
halklarımız için politika belirlerken, ulus oldukları, bir ulusu
taşıması gereken nitelikleri taşıdıkları varsayımından hareketle
doğru sonuçlara varılabilir mi? Örnekler çoğaltılabilir. Bizim
ilgi alanımıza girenler, ulusal sorunu sorun edinen ve ulusal
soruna çözüm arayan Çerkeslerdir.
Soruna çözüm arayanları, yada aradığını söyleyenleri, paradigması
“Anavatan’a Dönüş” olanlarla diğerleri olmak üzere iki büyük öbeğe
ayırabileceğimizi, olayları değerlendirmekteki gerçekçilik
anlayışı ve anlaşmazlığın da bu paradigma farklılığından
kaynaklandığını düşünüyorum. Evet bu paradigma farklılığı,
konumuza ilişkin terimlere verdiğimiz anlamları, yapılması
gerekenler konusundaki önceliklerimizi, kullandığımız kimi
terimlerin sonuçlarını önemseyip, önemsememeyi etkilemektedir.
Dahası bu öbeklere ilişkin günümüz verileri, “Anavatana Dönüş”e
katkıda bulunmayan –dikkat dönmeyen, ya da dönüşü sadece terennüm
eden değil,- Adige ve Abazaların ulusal sorunu sorun edindikleri
ve çözümü konusunda çaba gösterdikleri konusunda kuşku duymayı,
diğerlerinin de eylemlerinin söylemlerine paralel olup olmadığını
irdelemeyi gerekli kılmaktadır.
Şimdi konuyu çeşitli açılardan irdelemeye çalışalım:
Ulusal Sorunun çözümü “Anavatana Dönüş”tür paradigmasını
içselleştiren, yani bu konuda samimi olan kişilerin, grupların,
örgütlerin, her türlü eylemin doğru ya da yanlışlığını
sınadıkları, yıllar önce ortaya konmuş bugün de geçerli olan temel
ilkeleri vardır. Altının gerçeği ile sahtesini birbirinden ayıran
“mihenk taşı” olarak tanımlayabileceğimiz bu ilke “Anavatana
Dönüşe Katkı” ilkesidir. Konumuzu ilgilendiren kendi özelimizdeki
ya da dışımızdaki her olay, düşünce, söylem, eylem bu mihenk
taşına göre değerlendirilecek, Dönüş’ü olumlu etkilemesi ihtimali
olanlar, doğru, yararlı, dönüşü olumsuz etkilemesi ihtimali
olanlar yanlış, zararlı olarak değerlendirilecektir.
Örneğin paradigması “Anavatana Dönüş” olan diaspora Adige ve
Abhazlar Çerkes teriminin bütün Kuzey Kafkasya halklarını
kapsamadığının bilincindedir bunu da vurgular.
Bu görüşün bilince yansıyan yansımayan nedenleri şöyle
sıralanabilir:
- Öncelikle Çerkes teriminin bütün Kuzey Kafkasya halklarını
kapsadığına ilişkin bilimsel yapıt yoktur.
- Kuzey Kafkasya halklarının bilincinde bu anlayış yoktur. Batı
Anadolu’da bilimsel olarak aynı kökenden olduklarına inanılan
halklarda bile “Çerkes-Abaza” tanımı, bugün de ağızlardan
düşmemektedir.
- Adige kabileleri bile hala tam kaynaşmamış, Adige bilinç
düzeyine ulaşılamamıştır.
- Adige derneklerini kurulması girişimlerinin, mikro milliyetçilik
olarak yorumlandığı, Türkiye ve Türkiye uzantısı Avrupa
diasporasında Adigeler dışındaki halklar örgütlerini kendi adları
ile kurmuşlardır.
- Diğer diaspora ülkelerinde yıllardan beri Adige adını taşıyan
örgütler var olagelmiştir. Bu adlandırma diğer Kuzey Kafkasya
halklarınca da doğal karşılanmaktadır.
- 1991 yılında Nalçik’te kurulan Dünya Çerkes Birliği’nin kuruluş
aşamasında DÇB’nin, tüm Kuzey Kafkasya halklarının örgütü olması
gerektiği hiç gündeme gemlememiş, ancak örgütün yalnız Adige
Derneği mi yoksa Adige-Abaza Derneği mi olması gerektiği uzun,
uzun tartışılmıştır. Sonunda Türkiye ve Türkiye uzantısı Avrupa
örgüt temsilcilerinin kararlı tutumu ile Adige-Abaza birliği
olarak kurulmuştur.
- Kuruluşundan bu yana diğer Kuzey Kafkasya halklarından, Çerkes
sözcüğünün kendi halklarını da içerdiği için, örgütte kendilerinin
de yer almaları gerektiğine ilişkin bir istek gelmemiştir.
- DÇB yönetimi de hiçbir yönetim kurulu, başkanlar kurulu ve Genel
Kurul toplantısında diğer Kuzey Kafkasya halklarının da örgüt
çatısı altında olması gerektiği gibi bir konuyu gündemine
almamıştır.
- Dahası DÇB kuruluşu daha bir yılını doldurmadan DÇB üyeliğini
sürdürmekle birlikte Dünya Abaza (Abhaz-Abazin) Birliği de
kurulmuştur.
- Sovyetler Birliği, sonra da Rusya Federasyonu’nda gelişen
özgürlüklere paralel olarak tüm Adige-Abazaların Sürgünü andıkları
21 Mayıs diğer Kuzey Kafkas halklarının gündemine girmemiştir.
Diğer kuzey Kafkasya halklarının önemsedikleri soykırım ve sürgün
tarihlerinin de Adige ve Abaza halklarının bilincinde yer bulduğu
da söylenemez.
Önemlisi, önceliği Anavatana Dönüş olan halk sever, sayılan, ancak
anavatanda yaşandığında gözlenebilecek olan sayılamayan tüm bu
ayrılıkları, anavatandakilerin izlemedikleri sanal ortamda,
anavatandakilerin anlamadıkları bir dilde tartışmanın Anavatan’a
Dönüş’e olumlu katkısı olamayacağının, en azından zaman ve enerji
kaybı olacağının bilincindedir.
Politik getirisi olacak, örgütlerin güçlenmesine, Dönüş’ün
gerçekleşmesine olumlu katkıda bulunacak ise Çerkes'in, bütün
Kuzey Kafkasya halklarını kapsadığı görüşü sosyo-politik
gerekçeler ile desteklenebilir. Anacak bu anlayışın, Anavatana
Dönüş’e politik getirisi de olmayacaktır.
- Daha önce birçok platformda dile getirildiği gibi, diaspora
nüfusu anavatan nüfusundan daha çok olan Kuzey Kafkasya halkları
Adige ve Abazalardır.
- Diğer halkların anavatan kesiminin daha güçlü olması, daha büyük
gelişim göstermesi için diasporalarının anavatana dönüşü zorunlu
değildir.
- Dahası diğer halkların anavatan kesimi, diasporadakilerin,
anavatanın sesi olarak diasporada kalmalarını tercih edebilir.
- Buna karşın Anavatan kesimi, Anavatan’a dönmek isteyen
diasporalarını, diasporanın katkısına gerek kalmadan anavatana
götürebilecek, yerleştirebilecek güçtedir.
- Anavatana Dönüş, Adige ve Abazaların diaspora kesimi için ne
kadar zorunlu ve acil ise, anavatan kesiminin gelişmesi güçlenmesi
için de zorunlu ve acildir.
- Anavatan kesimi dönüş için diasporanın da katkısını sağlamak
zorundadır.
- Bu öncelik farklılığı da ayrı örgütlenme, çakışan noktalarda
birlikte çalışmayı gerekli kılmaktadır.
- Bunun bilincinde olan Abazalar çoğunluğu sandığı gibi
perestroykadan sonra değil daha yetmişli yıllarda, devletlerinin
adını taşıyan örgütlerini kurmuşlardır.
- Bu kuruluş sırasında olayın bilincinde olan, böylesi
örgütlenmenin daha gerçekçi olduğunun bilincinde olan dönemin
Dönüşçüleri de destek vermişlerdir.
- Hiçbir yayınımızda -Abhazların mikro milliyetçi oldukları
suçlamasını içeren bir tek bir yazı bile yayınlanmamıştır.
Anavatana Dönüşü yanlış bulan, çözümü ulusal sorunun diasporada
çözümlenebileceği düşüncesinde olanların paradigmasına göre,
- Çerkes sözcüğünün bütün Kuzey Kafkasya halklarını içermesi doğru
bir yaklaşımdır.
- Bu yaklaşımın bilimsel değil ancak sosyo politik temelleri
vardır. Türkiye’de kalınacak ve TC’den kimi taleplerde
bulunulacaksa cepheyi geniş tutmakta, seçimlerde etkilenebilecek
oy oranını çoğaltmakta yarar vardır.
- Aynı amaçla, sadece Kuzey Kafkasya’nın otokton halklarının değil,
Kafkas kökenli Türk halkları ile de birlikte olunmalı, sayı
arttırılmalıdır.
- İnandırıcı olunursa bu partilerin, devletin nezdinde, örgütü
camiayı daha güçlü kılacaktır.
- Ki bu paradigma, Gürcü-Abhaz savaşı çıkıncaya kadar hiçbir
yayında 1,5–2 milyondan daha çok gösterilmeyen Türkiye’deki Kafkas
kökenli sayısını, sözünü ettiğimiz savaş sırasında 3–3,5 milyona
çıkartmış, Çeçen savaşından sonra da arttırarak 5,6,7 milyona
çıkartmıştır.
- Sözde dönüşçü olanlar da aynı değerleri paylaşmaya
başlamışlardır.
- Anavatana Dönüş’ü savunanlar için anadil, ortak anlaşma dili çok
önemlidir. Tüm Kuzey Kafkasya halklarının yabancı olmayan ortak
bir dille anlaşabileceklerinin hayalinin bile kurulamayacağının
bilincindedirler. Her halkın tek bir diyalektte karar kılıp onu
geliştirmesine nasıl katkıda bulunulabileceğini sorun edinirler.
- Anavatana Dönmeyi düşünmeyenler için böyle bir sorunun önceliği
yoktur. Ortak anlaşma dili Türkçe'dir, ileride de Türkçe olarak
kalacaktır. Gelecekte de anavatan ile birlikte olmak düşünülmediği
için anadillerin kaybolması ya da tek dile gidilmesi de sorun
değildir.
- Beklenti, parlamentoya daha çok milletvekili vermektir, devlet
yönetiminde daha çok yer almaktır. Milli gelirden daha çok pay
almaktır… gibi. Bunlar için de anadilin bilinmesi zorunluluğu, en
azından bir araya gelenlerin aynı anadili konuşuyor olmasının
zorunluluğu yoktur.
Özetle bu paradigmaların halkımıza ilişkin atacağımız her
adımımızı, her söylemimizi, her yazımızı, çeşitli olaylar
karşısındaki duruşumuzu, diaspora ülkelerindeki kardeşlerimiz ile
ilişkilerimizi, bu ilişkilerin sürmesi sağlıklı gelişmesi için
diaspora ülke yönetimlerine karşı tutumlarımızı etkilediğini ve
etkileyeceğini bir kez daha vurgulayıp, bu çok önemli konuyu
sürdürelim derim. |