Daha önceki
yazılarımdan birinde her yönü ile insan hakları, demokrasi
savunucusu ülke, uluslararası örgüt olmadığı düşüncesinde
olduğumu, dile getirmiştim. Bu konuda yalnız olmadığımın da, bu
düşünceyi ilk dile getirenin ben olmadığımın da bilincindeyim.
Ancak kimi ülkelerin demokrasi ve insan haklarına duyarlı
olduklarına içtenlikle inan, politikalarını bu inanç ve güven
üzerine kuranların sayılarının az olmadığı da bilinen bir gerçek.
İşte böylesi bir kabulü olan kişilerin, yaklaşımlarını
yeniden gözden geçirmelerini gerektirecek iki olay daha yansıdı
gazetelere yakın geçmişte. Biri, bizleri daha yakından
ilgilendireni, 18 Mayıs’ta Fransız Parlamentosu’nda oylanması
ertelenen Ermenilere ilişkin yasa tasarısı.
Bilindiği gibi, bu yasa tasarısı oylanıp kabul görse idi,
Türklerin Ermenilere soykırım uygulamadığını söylemek, Fransa'da,
para ve hapis cezası gerektiren bir suç olacaktı. Ne kadar
ilginç değil mi? Daha ilginci de, Fransa'ya getirilen
eleştirilerin çoğunlukla, Fransa'nın da geçmişte, soykırım olarak
adlandırılabilecek uygulamalarının olduğu, tarihinde böylesi
uygulamalar olan bir ülkenin, böylesi bir yasa hazırlığı içinde
olmasının ne kadar yanlış olduğu bağlamında oluşuydu. Bizce asıl
vurgulanması gereken ise bu yasa tasarısının, insan haklarının
olmazsa olmaz ögelerinden biri olan düşünce özgürlüğüne temelden
aykırı olmasıdır.
Siyasiler, tarihçilerin, bilim adamlarının üzerinde henüz
anlaşamadıkları bir konuyu, kesin sonuca bağlamayı, dahası karşı
görüş belirtmeyi de yasaklamayı planlamışlardı. İnsanın havsalası
almıyor. Bu nasıl bir demokratlıktı. Bu ne biçim bir insan hakları
anlayışı idi. Hani demokratlık, karşıt görüşte olanların bile
düşüncelerini dile getirme özgürlüğünü savunmaktı. Hani düşünce
suçu kabul edilemezdi. Hani AB demokrasi ve insan hakları
savunucusu idi. Hani Kopenhag Kriterleri vardı AB'nin. Bu
kriterlere göre bireyler düşüncelerini özgürce dile
getirebilmeliydi. Gibi, gibi…
Sanırım bu olay, dünya siyasal tarihinin, ekonomik çıkarlar
mücadelesi tarihi, zenginliklerin paylaşım savaşları tarihi
olduğunun, hemen her gün gözlerimize sokulan kanıtlarını, inatla
görmezden gelenler için epeyce şaşırtıcı olmuştur. TC ise
tasarının yasalaşmasını engelleme mücadelesinde, gerçekçi bir
değerlendirme ile taslağın yasalaşması halinde, Fransa'nın
uğrayabileceği ekonomik kayıplar argümanını ön plana
çıkartmıştır. Büyük olasılıkla da yasa tasarısının görüşülmesinin
ertelenmesinde asıl etken, bu ekonomik kayıplar korkusu olmuştur.
Bizlere düşen, bu gerçeklerin analizini iyi yapabilmek, kimi ülke
ve bölgelerde insan hakları havarisi, demokrasi savaşçısı kesilen
dünya güçlerinin, ulaşmak istedikleri asıl hedeflerini
kestirebilmek, bu hedeflerin kendi hedeflerimiz ile örtüşüp
örtüşmediğini, ne kadar örtüştüğünü değerlendirebilmektir.
Sözünü etmek istediğim ikinci olayın haberini 25 Mayıs 2006
tarihli Cumhuriyet gazetesinde okudum. Köşe yazarlarının da
ilgisini pek çekemeyen haberi birlikte okuyalım:
«Alt Kast“a Eğitim Kotası
Dış haberler Servisi: Hindistan'da hükümet «üst kast» mensubu
doktor ve öğrencilerin protestolarına rağmen devlet
üniversitelerinde «alt kast» mensuplarının kotasını arttırma
kararı aldı. Kararla ilgili tartışmalarla birlikte gözler bir kez
daha, yasak olmasına karşın başta kırsal kesim olmak üzere
ülkede hala varlığını sürdüren bu ayrımcı uygulamaya çevrildi.
Kast sisteminin, yasak olmasına karşın varlığını sürdürdüğü
Hindistan'da hükümet, üniversitelerde, alt kasta ayrılan
kotayı yükseltme kararı aldı. Ancak «üst kasta» mensup doktorlar
ve öğrenciler kararı protesto ediyor.
Devlet üniversitelerinde «alt kast» mensubu öğrenciler için
konulan yüzde 22,5 lik kotanın yüzde 49,5 e çıkarılmasını öngören
plan geçen ay gündeme geldiğinden beri protestolara hedef oldu.
Protestolar özellikle on gündür artarken teklife karşı geçen
günlerde çok sayıda doktorun greve katılması yüzünden birçok
şehirde sağlık hizmetlerinde aksamalar yaşandı.
Ancak Kongre Partisi liderliğindeki koalisyon hükümeti, koalisyon
ortağı Komünist Parti'nin baskıları ve «alt kast» mensubu
yoksulların oylarını alma hesabıyla önceki gün teklifi onayladı.
Kararın kabul edilmesiyle birlikte, Gucarat eyaletinde doktorlar
ile tıp öğrencileri, on gündür sürdürdükleri eylemlerini
arttıracaklarını açıkladılar. Yeni Delhi'de de tıp fakültesi
öğrencilerinin, protesto için başlattıkları açlık grevinin
süreceği belirtildi.
«Üst Kast» da memnun edilecek.
Hindistan Savunma
Bakanı Pranab Mukherji, yasanın 2007 de başlayacak yeni akademik
takvimde uygulanabileceğini söyledi. Mukherji, bir komisyonun
okulların öğrenci sayısına göre kotanın nasıl ayarlanabileceği
konusunda çalışma yapacağını da sözlerine ekledi. Bu şekilde
toplam öğrenci sayısının arttırılması yoluyla «üst kast»
mensuplarının memnun edilmesi de hedefleniyor.
Hindistan'da temel dört kastın dışında bir de «dokunulmazlar»
sınıfı bulunuyor. Yasalara karşın, özellikle kırsal kesimlerde,
aşağı kasttan olanlar şiddeti de içeren ayrımcı uygulamalara maruz
kalıyor. 1990'da «alt kast»a ayrılan kotanın arttırılmasını
protesto eden üst kasta mensup bazı öğrenciler kendilerini
yakmışlardı.»
Evet ben bu haberi de okuyup geçemedim. Yanlış okumadınız, yirmi
birinci yüzyıl dünyasında, «dokunulmazlar» ve temel dört kast.
İnsanlık dışı bir uygulama. Ancak nedense, Hindistan
ilişkilerinden ekonomik, politik çıkarı olan, güya insan hakları
savunucusu, demokrasi savaşçısı ülkeler, bu insanlık dışı
uygulamadan rahatsızlık duymuyorlar. Azından rahatsızlıklarını
dile getirmiyor, ilişkilerin sürmesi için kast sisteminin
kaldırılması, insanların eşit sayılması koşulunu, öne
sürmüyorlar.
Temel ilkelerinden biri olması gereken Komünist Partisi,
eşitsizlikleri sürdüren, belki de sürdürmek zorunda kalan bir
hükümetin koalisyon ortağı olabiliyor. Kim bilir, belki de
hükümette yer alarak, ilkeleri doğrultusunda yapılacak mücadeleyi
daha gerçekçi buluyor. Bu davranışının, kimilerince, ilkelere,
insanlığa ihanet olarak yorumlanabileceğinden de, çekinmiyor.
Dahası, karara kızan «üst kast» mensuplarını da memnun etmek amacı
ile uygulama, bir komisyona havale edilerek, uygulamanın
sulandırılabileceği izlenimi verilmek zorunda kalınıyor.
Hipokrat yemini etmiş meslektaşlarımın, daha çok, haksızlıklara,
eşitsizliklere başkaldırı özellikleri ile tanıdığımız
öğrencilerin, protesto eylemlerinde başı çekmesi, daha bir yakıcı
oluyor. Hele bunların, insanlık ayıbı eşitsizlikleri sürdürmek
uğruna, açlık grevleri yapmaları… hele kimilerinin 1990
eylemlerinde kendilerini yakmış olmaları…
İşte beş yazıdır üzerinde durduğumuz paradigma yine çıktı
karşımıza.
Siz de takdir edersiniz ki, kişi, ancak doğru bulduğu, doğruluğuna
bütün içtenliği ile inandığı bir amaç doğrultusunda açlık grevini,
ölümü, kendini yakmayı göze alabilir. Demek ki paradigmaları
birilerine, kast sisteminin, eşitsizliğin sürebilmesi için, ölümü,
kendini yakmayı göze aldırabilmektedir. Böylesi hastalıklı bir
paradigması olanlar için, kast sisteminin gerçekten insanlık dışı
olmasının, dünyanın çok büyük bir çoğunluğu tarafından yanlış
bulunmasının önemi yoktur. Çünkü ellerindeki harita yanlıştır.
Bu haberi okuduğumda kendi kendime kimi soruları da sormazlık
edemedim: Acaba ülkeleri Hindistan'daki kast sistemini
kabullenemeyen, sistemin mutlaka değişmesine inanan, bu uğurda
mücadele eden «alt kast» mensupları yok mu? Bunların kimileri,
baskıya, belki aşağılanmaya dayanamayıp yurt dışına, başka
ülkelere gitmişler mi?. Bu dış ülkelere gidenler, acaba kendi
aralarında sanal platformlar kurmuşlar mı? Bu platformlarda,
anavatan halkının, yöneticilerin anlamadığı, edindikleri yeni
dilleri ile, kast sisteminin ne kadar insanlık dışı olduğunu
tartışıyorlar mı? Hindistan yönetimini, demokrasi adına, insan
hakları adına kıyasıya eleştiriyorlar mı? Ülkesinde yaşamak,
halkının kaderini paylaşmak, ülkesinin ve halkının gelişimine
katkıda bulunmak uğruna, bu insanlık dışı uygulamaları sineye
çekenleri, ruhlarını satmış olmakla suçluyorlar mı acaba?..
Kendilerini, ülkelerinde sıkıntıya katlananlardan daha kahraman
sayabiliyorlar mı? Ya da, Komünist Parti'yi, kast sistemi
savunucularına savaş açmayanları, korkaklıkla, vatan hainliği ile
mi suçluyorlar?
Hindistan'da yaşam mücadelesi verenlere, kotaları yükseltme
mücadelesi verenlere en yapılamayacak şeyleri yapmalarını
önerirken, yaşadıkları diaspora ülkeleri yönetimlerine ters
düşmeme azami gayretini gösteriyorlar mı acaba? Güya insan hakları
savunucusu yeni ülkelerinde neler yapılabileceğini hiç akıllarına
getirmiyorlar mı yoksa? Acaba, bu insanlık dışı sistemi sürdüren
Hindistan ile, neden, diplomatik, ticari, kültürel ilişkileri
sürdürdüklerini hiç sorguluyorlar mı? Yoksa yeni ülkelerinin, ülke
çıkarları için bu insanlık dışı sistemi görmezden gelmelerini,
kişisel çıkarları uğruna kendileri de anlamazdan mı geliyorlar?
Ya da, ülkeleri Hindistan'ı, anavatanlarını kast sistemine
katlanamayacakları, katlanamadıkları için bırakmak zorunda
kaldıklarını unutmuş, yeni ülkelerinde kendilerini yok sayan
farklı bir kast sistemine mi katlanıyorlar?
Ya da, yeni ülkeleri devlet başkanlarının, anavatanları
Hindistan'daki kast sisteminin sürmesi gerektiğine ilişkin
beyanlarını, desteklerini de duymazdan, görmezden mi geliyorlar?
Eğer böyle ise, tüm bunların nedeni, geliştirdikleri çarpık
diasporik halk Paradigma'sı dır. Bilinmesi gereken de,
ellerindeki haritanın, yani paradigmalarının yanlış olduğu,
kendilerince anlaşılıncaya kadar, bu çarpık yaklaşımı
sürdürecekleridir.
Ve paradigma işte bu denli önemlidir ve her birimizin yaşamını da
bu denli etkilemektedir.
|