“Tarihin neden öğrenilmesi gerektiği”
sorulan hemen herkes, öyle sanıyorum ki “günümüzü anlamak,
geleceğimizi kurmak için” yanıtını verecektir. Yanlış da değil.
Ancak tarihi, gerçek yönleri ile kavramak, öğrenmek çok kolay
olmasa gerek. Hele çoğu tarihçi, birlikte olduğu tarafı haklı
çıkartma gayreti ile tarih yazıyor, politikacılar tarihi,
düşledikleri geleceğe temel olacak şekilde yorumluyorlarsa… Hele,
olaylar zincirini sıralamak, bu zinciri içselleştirmekle
gerçeklerin bulunabileceği sanısı yaygınsa…
Örneğin, Rus-Kafkas savaşları. Kimilerine göre yüz, kimilerine
göre yüz elli yıl, kimilerine göre de üç yüz yıl süren savaşlar…
Anlamanın birinci koşulu, sözcüklerin çağrıştırdığı anlamlara
takılmayıp sorgulamak olsa gerek. Eğer sorgulanmaz, olayların
geçtiği zaman diliminin, koşulların sağlıklı tespiti yapılmaz,
bilinmezse, Rus-Kafkas savaşları dendiğinde, dönemin Rusya
imparatorluğunun Kafkasya adlı bir devletle savaştığı izlenimi
edinilir. Daha sonra devlet olmanın en önde gelen koşullarından
birinin dil birliği olduğu unutulur, farklı dilleri konuşan Kafkas
halkları bir bütünken savaşla parçalandığına yakınılır. Gerçekte
hiç oluşmamış bu birliği parçalayanlara daha bir kin beslenir.
Zincirleme yanlış değerlendirmeler birbirini izler… Bu sağlıksız
durum değerlendirmesi de gelecek kurgusunu temelsiz kılar.
Bir başka açıdan günümüz olaylarının gerçek yönleri ile anlamanın,
geçmişin gerçeklerini kavramaya yardımcı olduğu söylenemez mi?
Örneğin bugün Lübnan topraklarında yaşanan savaş, kimi yönleri ile
Rus-Kafkas savaşlarının bir örneği gibi algılanamaz mı? Öyle ya
savaşı yorumlayan tüm uzmanlar, dünya güçlerinin Lübnan toprakları
üzerinde kozlarını paylaştıkları konusunda görüş birliği
içerisinde değil mi? Savaş aslında dünyanın en güçlüsü olma,
enerji kaynaklarını ele geçirme savaşı değil mi? Bu, devletler
kurulalı beri böyle değil mi? Dahası devletlerin kuruluşunun
mayası da en güçlü olma dürtüsü değil mi? Bu paradigma ile
bakıldığında Rus-Kafkas savaşları daha gerçekçi olarak
değerlendirilemez mi? Yani asıl mücadele, en güçlü olmak için
sıcak denizlere inmeyi, Hindistan ticaret yollarını ele geçirmeyi
amaçlayan Çarlık Rusya’sı ile, Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere ve
Fransa arasında geçmedi mi? Savaş süresince birinin öne çıkma
ihtimali karşısında diğerleri ona karşı birleşmedi mi? Kurulan
birliklerin tarafları hep değişmedi mi? Kimileyin Osmanlı’ya karşı
birlik oluşturulurken, İngiltere’nin aşırı güçlenme ihtimali
karşısında, Mısır olaylarında Rusya Osmanlı’dan yana İngiltere’ye
karşı durmadı mı?
Günümüz Kafkasya Olayları da büyük dünya güçlerinin zenginlik
paylaşım mücadelesi yani Rusya Federasyonu’nun 150 yıl önce ele
geçirdiği zenginlikleri elinde tutma, dünya güçlerinin bu
zenginlikleri elde etme mücadelesi değil mi?
Bunu farkında olmak için General
İsmail Berkuk’un daha 1958 de yayımladığı Tarihte Kafkasya’daki şu
görüşlerini anlamak yeterli değil mi?
“Kafkasya’nın bundan sonra oynayacağı roller:
Bugün ve yarın için Kafkasya’nın hem ehemmiyeti artmış, hem
değişmiştir. Kafkasya’nın ehemmiyetinde görülen bu değişmenin iyi
anlaşılması için bazı bilgilere temas etmek lazımdır.
Malumdur ki sürat ve hareket dünyada her muvaffakiyetin esasını
teşkil etmiş, emperyalist milletler de bundan büyük ölçüde
faydalanmışlardır. Tarihin ilk emperyalizm devirlerinde sür!at ve
hareketin temini için attan istifade edilmişti. Binanaleyh atı çok
olan ve seven , ata iyi binen milletler cihangir olmuşlardı. Fakat
son devirlerde sür’at ve hareketi temin attan demiryoluna, bugün
de demiryolundan motora intikal etmiştir. Motor ise petrole
muhtaçtır, şu halde motor imalinde ve petrol istihsalinde kim
üstün vaziyette ise yarınki dünyada o hakim olacaktır.
Bu esas, bugün Kafkasya’yı elde bulunduran Rusya’nın siyasi
emelleri ile birlikte mütalaa edilirse Kafkasya’nın ehemmiyeti
derhal ortaya çıkar.
Sovyet Rusya’nın siyasi emeli sıcak memleketlere yayılmak ve açık
denizlere çıkmak, bu suretle kendisine cihangirlik temin etmeye
müsait bir vaziyet almaktır. Rusya eğer Basra Körfezi’ne inerse
böyle müsait bir vaziyet kazanmış olacaktır. Kafkasya Rusya’yı
Basra’ya indirecek en kısa yolun başındadır. Bundan başka Kafkasya
bizzat petrol kaynağı olduğu gibi Kafkas-Basra Körfezi mihverinin
etrafındaki memleketler bilhassa Basra Körfezi havzası da birçok
kaynakları ihtiva etmektedir. Bu suretle Kafkasya’nın ehemmiyeti
geçmişe nazaran çok artmaktadır ve denilebilir ki yarınki dünya
mücadeleleri ağırlık merkezleriyle Kafkasya-Basra Körfezi mihveri
etrafında tekevvün ve cereyan edecektir.
Bu itibarla Kafkasya dünya çapında bir ehemmiyet ve mahiyet
kazanmaktadır ve bu vaziyet devam edecektir. Kafkasya ile komşu ve
ilgili milletler Kafkasya’yı işte böyle tanımalı ve görmelidir.
Hakikati bilmek daima muvaffakiyetin temelini teşkil etmiştir.
(General İsmail Berkok Tarihte Kafkasya 1958 sayfa:12)
Peki büyük devletler, bölge halklarına, dün olduğu gibi bugün de
kendi politikalarının aracı olabilecek bir nesne ötesinde bir
değer veriyor mu? Türkiye Cumhuriyeti salt davalarını haklı
bulduğu için mi bağımsızlık isteyen Çeçenlere destek vermişti?
Türkiye Cumhuriyeti’nin Çeçenleri, Rusya Federasyonu’na karşı
çıkarlarını koruma aracı, nesnesi olarak gördüğünün ayrımında
olunmaz ise, başlangıçtaki destek ile, şimdilerde çok az sayıdaki
Çeçen sığınmacıya en insani hakları olan oturma çalışma iznin
verilmemesi anlaşılabilir mi? Yada batının desteğindeki görülür
azalma yalnızca bağımsızlıkçıların kökten dinci olmaları ile
açıklanabilir mi? Bu durum Yalta Konferansı benzeri bir paylaşımı
düşündürmüyor mu?
Peki savaşın vatanlarına uzak düşürdüğü bu kadar az sayıdaki
insanın, devede kulak sorunlarını çözebilecek örgütlülüğü
olmayanların sanal ortamlarda bağımsız devletler kurmalarına ne
denir? Yedi düvele karşı bağımsızlık savaşı kazanmış yetmiş
milyonluk Türkiye Cumhuriyetinin bile gerçekten bağımsız olmadığı
söylemlerin hemen her gün yayın organlarında boy gösterirken, yüz
binlerle ifade edilen halkların bağısız olabilecekleri hayali
nasıl kurulur? Durum buyken, bağımsızlık söylemleri, “ey
anavatandakiler, bizlerin hayallerimiz için savaşın, hayallerimiz
için ölün, hayallerimiz için, yersiz yurtsuz kalın, hayallerimiz
için sürünün” anlamına geldiği söylenemez mi?
Daha dün Sovyetler Birliği Elçiliğinin
önünden geçemeyen bu arkadaşların temsil ettiği zihniyetin, her
dönem, her türlü zorluğa karşın anavatanla ilişkileri
sürdürenlere, anadilde alfabeler kitaplar yayınlayanlara, öğrenci
burs ve kredileri ile dernekleri yaşatanlara, anavatandan gelen
konukları pidecilerde olsun ağırlayanlara, anavatanı ziyaret
edenlere, salt halkına hizmet ettiği için sorgulananlar, hapis
yatanlara saldırıları, halk sevgisi, anavatan sevgisi ile
bağdaştırılabilir mi? Yalnızca “yok olma özgürlüğü” olan
diasporanın, uzaktan kumanda ile anavatanın politikasını
belirleyebileceğini sanması sizce de saflık değil mi? Dahası
diasporanın, gelip gitmediği, dönüş yapıp yerleşmeyeceği, kaderini
paylaşmayacağı anavatanına zarar verecek söylemlerinin,
davranışlarının, ulusal bilinçle, ulusal sorumlulukla bağdaşmadığı
söylenemez mi?..
Peki ayrıca, İsrail’in Lübnan saldırısı ve Birleşmiş Milletler
Örgütü’nün bu trajik olay karşısındaki tutumunun kimi
arkadaşlarımızın öz eleştiri yapmalarına vesile olması gerekmez
mi? Hani daha geçenlerde Adıghey’in Krasnodar Kray’a katılması
sorunu için BM Genel Sekreteri Kofi Annan’a “Güvenlik Konseyinin
toplanması” istemi ile başvurmayı düşünen, sanal ortamda imza
kampanyası amaçlayan arkadaşlarımıza… Hem bu olay bizlerin asıl
muhatabının uluslar arası örgütler değil Rusya Federasyonu ve
diaspora ülke yöneticileri olduğunu bir kez, bir kez daha
kanıtlamaz mı?
Özetle, “günümüz olaylarını iyi kavrayabilir, iyi
değerlendirebilirsek, geçmişimizi daha iyi anlayabilir,
geleceğimizi daha sağlıklı temeller üzerine kurabiliriz “ diyemez
miyiz?
Siz ne dersiniz?...
|