Gelelim sözünü
ettiğimiz üç görüşten hangi görüşü savunanların daha samimi
olduğuna:
Bir dönem, dönüşün karşısındaki en önemli güç kalışçılardı
anımsayacaksınız. Türkiye’de devrimi gerçekleştireceklerdi.
Devrimle birlikte ulusal kültürel değerlerimizi yaşatabilme
hakları tanınacak, olanaklar sağlanacaktı. Halkımız da bu
olanakları kullanacak ve asimilasyonu durduracak mutlu olacaktı.
Devrim sonrası isteyen anavatana dönecek isteyen de -hiçbir
fraksiyonun programında yer almamakla birlikte- Çerkes olarak
kalabilecekti. Döneminde bu görüşü olanlardan aynı görüşte olan
kimse kalmış gibi, eski devrimcilerin kimileri Dönüşçüleri samimi
olmamakla suçlayabiliyor. Dahası bunların kimileri, öğretinin sık
tekrarladığı; “ezilen ulus sosyalisti birlikteliği savunur”
ilkesini de, “çözüm önerilerinin somut koşullara uygun olması
gerekliliği” ilkesini de anımsamıyorlar. Koşulların zorlaması ile
ülkelerini terk etmek zorunda kalanlar da anavatana dönmeyi
düşünmediler. Özgürce konuşulabilen ülkelere yerleşmiş olmanın
rahatlığı ile bir kez olsun görmedikleri Kafkasya’nın
bağımsızlığını savunurlar. Her ulusa tanıdıkları “kendi kaderini
tayin etme hakkını” anavatan bekçisi kardeşlerinden esirgerler,
kaderlerini nasıl belirleyecekleri yolarını gösteririler. Kimi
eski dava arkadaşlarının ana vatana dönmüş, anavatan için alın
teri dökmeye başlamış olduğunu da görmezden gelirler.
Peki sizce bu “temelli kalışçılar”, yetmişli yıllarda dönüşçü olup
dönüşçü kalabilen, bu amacına ulaşabilen, hala bu amacı
gerçekleştirmek için çaba gösterenleri samimiyetsizlikle
suçlayabilir, Dönüş’ü mahkum edebilirler mi?
Bağımsızlıkçılara gelince… Birleşik Bağımsız Kafkasya’yı
amaçladıklarını, bu uğurda her fedakarlığı yapmaya, canlarını bile
vermeye hazır olduklarını, söyleyenlerin yapması gereken, dönüşü
eleştirmek, sanal ortamda kahramanlık gösterilerinde bulunmak
olmasa gerek.
Burada bir parantez açıp Brant Şefik arkadaşımın bir fıkrasını
anlatayım.
“Köyün birinin epeyce anasının gözü bir imamı varmış. Yıl kurak
bir yıl. Ekinler kavrulmakta, toprak çatlamaktan öte yarılmaktadır
kuraklıktan.. Önlerinde imam, yağmur duasına çıkılır. İmam yerini
alır gayet ciddi duasını bitirir hemen arkasından da seslenir:
-Ey cemaat şemsiyesi olanlar hemen şemsiyelerini açsın!
Köylülerin hiç birinde yoktur şemsiye”.
Halbuki duanın kabul olmasının birinci şartı inanç değil mi?
Duayla yağmur yağacağına inanılıyor idiyse birlikte şemsiye
getirilmesi gerekmez miydi?
Peki, hep bağımsızlıktan söz eden bu arkadaşların -eğer
söylemlerinde samimi iseler- bağımsızlık savaşı veren
kardeşlerinin yanında olmaları gerekmez mi? Günümüzde bağımsızlık
anlayışının değiştiğini, karşılıklı bağımlılık anlayışının
yerleştiğini düşünenleri, bağımsızlığı amaçlamanın çözüm yolu
olamayacağını açık, açık söyleyenleri birtakım saçma şeylerle
suçlamak, kendilerinin gerçekten bağımsızlıkçı olduklarına
inanılması için yeterli olabilir mi? Başkalarını kandırabilseler
bile kendilerini kandırabilirler mi? Kimilerinin, Anavatana Dönüş
yapabilenlerin sayı azlığını örnek göstererek -savaşmaya giden
bağımsızlıkçı daha çokmuş gibi- Dönüşü başarısız göstermeye
kalkmaları samimiyetle bağdaşır mı? Bu gibi sorulabilecek daha bir
çok soru…
Bu yazdıklarımdan Dönüş’ün, dönüşçülerin hiç eleştirilemeyeceğini,
her iki konun da tabu olduğunu söylediğimiz anlamı çıkarılmasın.
Eleştirilemeyecek görüş, eleştiriyi hak edecek davranışta
bulunmayan kişi olabilir mi hiç. Ancak bilinmesi gereken Dönüş’ü
eleştireceklerin olmayana ergi yöntemini bırakmaları, çözüm
önerilerini ve bu önerilerin nasıl hayata geçirileceğini
açıklamalarıdır. Evet Dönüşçüler, dönüşü benimsemeyenlere karşı
sorumlu değildir. Döneminde dönüşü savunmuş günümüzde de dönüşü
savunanlar dışındakilerin, anavatana dönmeyen dönüşçüleri eleştiri
hakkı da yoktur. Desteklemeyenlerin, birlikte sıkıntı
çekmeyenlerin, risk almayanların, sorgulandıklarında,
tutuklandıklarında sevinenlerin dönüşçüleri eleştirme, sorgulama
hakkı olabilir mi?
Yine belirtmek gerekir ki, kalışçılardan olsun,
bağımsızlıkçılardan olsun çözümün anavatanda olduğunu
görebilenlerin, anavatana dönüş yapanların yani dönüşçüleri
eleştiriye hak kazananların sayısı da az değildir. “Bakın biz
dönüşçü değildik, ama döndük ve elimizden geldiğince yaşamı
güzelleştirme mücadelesi veriyoruz. En azından anavatanda
yaşanabileceğini, iş yapılabileceğini gösteriyoruz. Kimilerimiz
anavatanda daha çok para kazanılabileceğinin de örneği. Peki sizin
dönüşçüler nerede?” diye soran bu arkadaşlarımızın sorularını
yanıtlamakta doğrusu güçlük de çekiyorum. Ayrıca birbirimizi hiç
eleştirmediğimiz izlenimi edinmemeniz için de, bir başka
platformda “Bizim Dönüşçüleri” nasıl eleştirdiğimin bir örneğini
sunuyorum:
“Değerli arkadaşlar,
Dönüş platformunun sayın üyeleri. Eski Dönüşçüler (üyelerimizden
gönüllü sürgünleri kastediyorum). Bu platform, yıllardır sizleri
yeni şartlara göre nasıl sağlıklı dönüş yapılabileceğinin tartışma
zemini sağlamadığınızdan yakınmam üzerine kuruldu. Doğrusu zayıf
da olsa biraz umutlanmıştım. Öz eleştiri yapar, eksiklerimizi
yanlışlarımızı görür, birlikte dönüşe yeniden bir ivme kazandırma
çabasına gireriz diye düşünmüştüm.
Ama heyhat umut boşunaymış. Kurulduğundan bu yana sizlerden dişe
dokunur bir şey gelmediği gibi eleştirilerimizi de kişisellikle
itham ettiniz. İddialarımı ispata çağırmanızı önerdim yine ses
çıkmadı. Çetaw'ın 25 Aralık 2004 tarihli son mesajına
tepkisizliğiniz olmasaydı üretim adına onları da sineye
çekecektim.
Evet şimdiye kadar olduğu gibi kimileriniz “sen bize böyle soru
soramazsın” diyecek. Kimileri bize yöneltilen bin bir çeşit
eleştiriyi içinden onaylayacak ama onayladığını söyleme cesareti
gösteremeyecek. Ama ne gam, benim gördüğüm, Anavatana Dönüş
konusundaki duyarlığınızı kaybetmiş olmanız. Sizlerle dönüş olmaz
arkadaşlar. Zaten uzun zamandır süren ama çok geç fark ettiğimiz
bu yargımızı Çetaw’ın mesajına tepki vermeyişiniz defalarca teyit
etmiş oluyor.
Neydi mesaj. Rusya Federasyonu'nda hazırlanan bir nevi Dönüş
yasası. Olaydan haberdar olduğumuzdan bu yana tasarının daha
olumlu bir içerikle, en azından olduğu gibi yasalaşması için
dernek olarak kişi olarak elden geleni yapıyoruz. Konuyla aktif
olarak ilgilenmeyenler bile olaydan haberdar olduklarında en
azından seviniyor, sevinçlerini paylaşıyor, umutlarını
tazeliyorlar.
Hal böyleyken yıllarca “anavatana dönüş konusunda asıl sorun
dönülecek ülkenin, Sovyetler Birliği’nin bizleri kabul edip
etmeyeceğidir. Ne yapalım da Sovyetler Birliği'ni bizi ister hale
getirelim” diye tartışanların son ileti karşısında sessiz kalması
ancak duyarlılığın tamamen yitirildiği ile açıklanabilir. Aynı
duyarsızlık değil mi on yıla yakın yürürlükte kalan federal
yasaya, bize ülke değiştirme zorunluluğu getirmeden çifte
vatandaşlık hakkı tanıyan yasaya karşın milyonlarca insanımızın
yaşadığı Türkiye’den usulüne uygun bir tek vatandaşlık
başvurusunun bile olmaması. Hem de yüz binden daha az insanımızın
yaşadığı Suriye’den dört yüze yakın kardeşimiz bu haktan
yararlanmışken…
Ama yine de ümit vardım. Önce bu yeni fırsatın oluşması daha sonra
da en iyi şekilde nasıl değerlendirebileceğimizi tartışırız
sandım. Aslında bu tartışmalara vesile olan ilk iletim de bu kaygı
ile yazılmıştı. Beklentimiz azınlıklar konusunda Ankara Şubesi ya
da Kaf-Der’in azınlıklar konusundaki açıklamasını görmek değildi.
Tartışmaların hangi çerçevede oluştuğu idi bilmek istediğimiz. Biz
de anavatandaki gelişmeleri anlatacak ve ulusal sorunumuzun
çözümünü dönüşte görenler olarak tavrımızı belirleyecektik. Ama
sizlerin buraları bilmeyen, gelişmelerden hiç haberi olmayan
uzmanlarınız varmış.
Evet sadede gelirsek, dönüş sorununu kişisel bazda yüzde yüz
olarak çözümleyecek olan, kitlesel bazda çözümleme olanakları
sunacak olan bu yasa tasarısı haberi karşısında coşku duymayan,
coşkusunu paylaşmayan, neler yapılabileceğini tartışmayan
kimselere ben “dönüş” düşüncesini paylaşıyor diyemem. Gerçekleri
tartışmaktan kaçınsanız, koro halinde saldırıya geçseniz bile
sizlerin dönüşe büyük zarar vereceğinizden de korkmam. Ha bu
kendimi birilerinin, -öyle olmadığımı bildikleri halde- söylediği
gibi kendimi dev aynasında gördüğümden değil. Aksine ulusal
meselenin boyutlarına göre bizlerin ne kadar küçük olduğumuzu
bildiğimden. Örneklemek gerekirse; Türkiye’deki 50-60 bilmem kaç
derneği aktif üye sayısı bin kişiyi ya bulur ya bulmaz. Eh
Türkiye’de yaşayan en azından bir milyon insanımızın yanında bin
kişinin ne değeri olabilir. Ben bizlerin deneyiminin, birikiminin,
bilgisinin ancak olumlu doğrultuda çaba gösterdiğimiz sürece
önemli olduğuna inanıyorum. Aksi yöne kürek çeken binlerin de, hiç
önemli olmadığına ulusal hareketin onları dışlayacağına
inanıyorum. Hele Dönüş’ü uğruna yazılması, özveride bulunulması,
riskler alınması, sevdiğimiz kimi şeylerden vazgeçilmesi gerekli
bir ideal olarak değil de sadece ideal bir söylem olarak
değerlendiriyor yada değerlendirenleri onaylıyorsanız sizlerle
aynı platformu paylaşmak çok güç.
Anavatanda yaşayanları bu eleştirilerimin dışında tutuyorum. Çünkü
dönüş yapmış olan, burada yaşayan her bireyin az parayla gelip çok
para sahibi olduysa da, salt para kazanmak için geldiyse de dönüşe
katkıda bulunduğuna inanıyorum. Onlarla başka bir düzeyde,
katkılarının bilgi, deneyim ve olanakları ölçüsünde olup olmadığı
tartışılabilir ki o konuda sizlerin, bu duyarsızlığınızla söz
söyleme hakkınızın olmadığına inanıyorum.
Dilerseniz, dönüşün, bugün dünden çok daha ileri konumda olduğunu
daha sonraki haftalarda irdeleyelim. |