Sanal ortamda “Tam Bağımsız Adigey
Cumhuriyeti” özlemini dile getirenlerin dikkatine…
Aslında bu ve bundan sonraki birkaç yazıyı, Adigey Cumhuriyeti on
beşinci yılı kutlamalarına ayırmayı düşünüyordum. Ancak, sanal
ortamda “Tam Bağımsız Adigey Cumhuriyeti” özleminin daha
sık dile getirilmeye başlaması, bu özlemi dile getirenlerin,
gerçekçi olunması uyarılarını görmezden duymazdan gelmeleri
yanında sayın Sefer Ersin Berzeg’in “Çerkesler ve Avrasya Eylemi”
adlı kitaptaki bir yazısı düşündüğüm yazıları ertelememi
gerektirdi.
Bilmem sizler de daha önce okuduğunuz dergileri, kitapları
yeniden, yeniden okur musunuz? Hele yayımlanmış olsun olmasın daha
önce yazdığınız bir yazıyı yeniden irdeler misiniz?
Yazılarınızı, üzerinden bir süre geçtikten sonra okumak, ön
görülerinizin sağlıklı olup olmadığını ortaya koyacak, yine kendi
yazılarınıza eleştirel gözle bakabilmek ne denli içten olduğunuzun
ölçütü, göstergesi olacaktır. Başkalarının yazıları da aynı
şekilde yazarının, uzağı görebilme, olayları dünya ölçeğinde
değerlendirebilme yetilerinin düzeyini anlamanızı sağlayacaktır.
Yazdıkları ile yaptıklarının paralelliği, kişilerin
güvenilirliğinin, içtenliğinin, halkına karşı sorumluluğunun,
insana olan sevgilerinin kanıtı olacaktır. Tersliği de kişilerin,
ne kadar güvenilmez, ne kadar sorumsuz, ne kadar sevgi yoksunu
olduklarını anlamamıza yetecektir.
Yıllar önce yazılmışları bu bakış açısı ile irdelemek daha sorumlu
olmamızı sağlayacak, yıllar sonra pişman olacağımız, yada bizi zor
durumlara düşürecek yazılar yazmamızı, eylemlerde bulunmamızı
engelleyecektir.
İşte sayın Sefer Ersin Berzeg’in sözünü ettiğim yazısı:
“MİLLET OLMANIN VE ÖZGÜRLÜĞÜN BEDELİ VARDIR
Sovyetler Birliği’nin çöküşü, sürgündeki
(bize göre
sürgünümsülerin) Kafkaslı kitlelerin
anayurtlarıyla olan koparılmış ilişkilerinde de yeni bir dönemin
başlangıcı olmuştu. Bu olaydan sonradır ki, yaşadıkları ülkenin
somutları dışına çıkmayı aklına hiç getirmemiş birçok insanımız,
kafalarında oluşturulmuş olan hapishane duvarlarını da yıkarak
anayurtlarına gidip gelmeye, akrabalarını aramaya, hatta Kafkas
topraklarına yerleşmeye başladılar.
Ulusal kişiliğine kavuşmaya çalışan Abhazya’mıza
karşı 1992 yılı yazında yapılan utanmazca saldırı ise bizler için
“bin nasihatten daha hayırlı bir musibet” oldu ve topluma büyük
bir hareketlilik getirdi. Türkiye'mizde, kardeş Kafkasya
bayraklarının ilk kez dalgalandığı, sokaklara ve alanlara çıktığı
günler o günlerdir. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerinin de bu savaş
karşısındaki basiretsiz tutumu nedeniyle, Kafkasya’nın gurbetteki
çocukları, anayurtlarının ve halklarının geleceği için ne
yapmaları gerektiğini daha iyi sorgulamaya ve anlamaya
başladılar.Türkiye’deki Kafkaslıların bu dönemde Abhazya’ya
gönderebildikleri maddi yardımın tutarı ne kadar yetersiz olsa da,
o güne kadar kendileri için bir araya getirebildikleri miktarların
çok üzerindedir.
(peki bu sizce,
yetersiz yardımı yeterli saymayı sağlar mı) Bu yardımların ve
yurttaşı oldukları ülke dışına çıkabilmek için bir de “konut
fonuna” para ödeyerek Kafkasya’ya savaşmaya ve ölmeye giden
gençlerin, Abhazya’daki düşmanın püskürtülmesine olduğu kadar
Kafkaslıların bilinçlenmesine de önemli katkıları olmuştur. (Breh,
breh, breh… Peki bu bilinç yoksunu Abhazyalıların, kendilerine
bilinç getiren diaspora insanı büyük kitleler halinde(!)
Abhazya’ya gelmezden önce bağımsızlıklarını ilan etmelerine ne
demeli?) Bugün ise Abhazya’dakinden çok
daha büyük çaptaki rezilce bir saldırı ve soykırım Kafkasya’nın
Çeçenya Cumhuriyeti’nde yaşanmaktadır. Ama düşmanın tüm
acımasızlığına ve sayısal üstünlüğüne karşın Kafkas-Çeçen halkının
gösterdiği sarsılmaz direnç açıkça göstermiştir ki, Kafkasya
burada da yenilemeyecektir. Bombardıman altında yok edilen kadın
ve çocuklarımıza. Yok edilen köy ve kentlerimize karşın, yurdumuz
ve halkımız bu acı sınavdan da yüzünün akı ile çıkacaktır.
Sevinerek görüyoruz ki, hükümetler ne kadar (ilgisiz) olsa da
vefalı Türkiye halkının Çeçenya’ya yaptığı yardımlar, bizim
Abhazya’ya yapabildiğimizin çok üzerinde miktarlara ulaşmaktadır.
Bu savaşlarda kaybettiklerimiz ne kadar içimizi
acıyla doldursa da, sömürgecilerin yüzyıllardır yok ettiği maddi
ve manevi değerlerimizin yanında hiçbir şey değildir.
Özgürlüğün ve millet olmanın bir bedeli vardır ve
hepimiz, şu veya bu şekilde ödemeye her an hazır olmalıyız.”
Evet bu ve benzeri hamasi yazıları okuduğumda Rusya Federasyonu
desteğinde Gürcistan’a karşı Abhazya halkının top yekun savaşı
ile, Çeçen halkının bir bölümünün Rusya Federasyonu’na karşı
verdikleri savaşın benzeşmediklerini anlamamalarına şaşarım.
Abhazya sorununa duyarsız kalan Türkiye halkının ilk Çeçen
savaşındaki duyarlılığının nedenlerinin sorgulanmayışına anlam
veremem.
Dünya kurulalı beri, büyük dünya güçlerinin küçük halkları kendi
çıkarları için kullanıldıklarının bir türlü anlaşılmamasına
yanarım.
Hele hayatını kaybedenlerin, yerinden yurdundan olanların
sayılarını, sığınmacıların perişanlığını, dilenmeyi onur
yoksunluğu ile eş tutan Kafkas insanının, kendisine uzatılan ile
geçinmek durumunda kalışını gözümün önüne getirdiğimde
yazarlarının, bu yazıların günahından kurtulamayacağını düşünürüm.
Çeçen halkının yüz binlercesi hayatını kaybeder, yüz binlercesi
vatanını kaybeder, on binlercesi kaybolur, sayısız çocuk yetim
kalırken… halkın büyük bölümü birbirine düşman hale gelirken “Özgürlüğün
ve millet olmanın bedelini şu veya bu şekilde ödemeye hazır
olmamız gerektiğini” söyleyen sayın Sefer Ersin Berzeg ve
benzerlerin ne ödediklerini merak ederim.
Şairin “neler yapmadık bu memleket için, kimimiz canımızı verdik,
kimimiz de nutuk söyledik” anlamındaki dizelerini de düşünmezlik
edemem.
Anavatanı bugünlere getiren gerçek sahiplerine rağmen “Tam
Bağımsız Adigey Cumhuriyeti” özlemini dile getiren diaspora
Adigelerinin, bu özlemin kendilerinin ödemeyeceği ne gibi
bedelleri olduğunu ve “hariçten gazel okumamaları”
gerektiğini artık anlamalarını beklerim.
Diaspora insanının, Rusya Federasyonu’nun kaderini paylaşma ya da
bağımsızlık isteminde bulunmanın anavatan kesiminin hakkı
olduğunu, kendi sorumluluğunun buna saygı göstermek olduğunu artık
idrak etmesini ve ileride yukarıdaki gibi anımsanacak yazılar
yazmaktan kaçınmalarını dilerim.
Ve ben, “halkını sevmek halkını sorumluluğunu duymak en
azından, kendi ödediğinden ödeyebileceğinden daha fazlasını bir
başkasına ödetme çabasından kaçınmaktır “ derim…
Siz ne dersiniz? |