Kişilerin benzer
durumlara birbirinde farklı ve farklı derecelerde tepki
verdikleri, birilerinin çok sıkıldıkları ortamlarda başka
birilerinin çok mutlu olabildikleri bilinen bir gerçek. Bunun
kişilerin algı düzeneğinin, paradigmalarının bir sonucu olduğu da…
Anavatana Dönüş’ün yeniden gündem almaya başladığı bugünlerde, ne
zamandır arşivimde sakladığım, daha önce anavatana dönüş yapan
arkadaşların kimileri ile paylaştığım bir yazıyı sunuyorum
sizlere…
Ben yazı içeriğini, Anavatana Dönüş'ün önündeki asıl etkenin
psikolojik olduğu, işin moral yönü olduğu görüşünü güçlendiren bir
yaklaşım olarak değerlendirdim. Bakalım siz nasıl bulacaksınız?
Güzel görüp, güzel düşünenlerin sayısının artmasına katkıda
bulunur dileği ile…
Güzellikleri görebilen mutlu olur (*)
Hapishanede kalsa bu kadar sıkılmazdı. Özbekistan'da yalnız ve
mutsuzdu. Ama o hayata bakış açısını değiştirdi ve mutluluğu
yakaladı. Eğer sizde mutsuzsanız bakış açınızı değiştirin.
“1991 yılıydı” diye anlatmaya başladı, “Üniversiteyi bitirmiş ve
yeni evlenmiştim . Kocam, Özbekistan Taşkent’te edebiyat
öğretmenliği yapıyordu. Kocama yakın olabilmek için, ben de oraya
gittim. Özbekistan’da dil bilmediğim için öğretmenlik yapamıyor,
beş aydır evimde oturuyordum. O yerden nefret ediyordum. Hiç
sevmiyordum. Kendimi hiç mi hiç bu kadar kötü ve bedbaht
hissetmemiştim. “Buraya neden geldim?” diye kendi kendime sorular
sormaya başlamıştım. Kültürü farklı , gelenek görenekleri farklı,
dili farklı idi. Benim büyüdüğüm yerdeki imkanların hiçbiri burada
yoktu. Adeta imkansızlık ve yokluk içinde yaşıyorduk. Çevremde bir
tane Türk yoktu.
Kocam, her gün okula gidiyor,bütün zamanını talebeleriyle birlikte
geçiriyordu. Onun için okul ve öğrencileri sevda haline gelmişti.
İşin doğrusu ben de biraz bu durumu kıskanmaya başlamıştım.
Özbekistan’da sıcak, dayanılmayacak kadar fazla idi.
Çevremdekiler Türkçe bilmiyor, ben de Özbekçe bilmiyordum.
İngilizce'm de iyi değildi. Hiç kimseyle iletişim kuramıyor,
burada olmanın verdiği pişmanlığı yüreğimde her geçen saat
büyütüyordum. Kocam, okula gelmemi, çocuklara yardım etmemi,
onların birtakım ihtiyaçlarını gidererek oyalanmamı tavsiye
ediyordu; ama ben bunu kabul etmiyordum. Bu koskoca şehirde
yalnızlığım gittikçe artıyordu.
O kadar sefil oldum, kendime o kadar acıdım ki, sonunda anne ve
babama mektup yazdım. Dayanamayacağımı ve eve döneceğimi
bildirdim.
Bu hayata bir dakika daha tahammül edemeyeceğimi, burada olmak
yerine, hapishanede olmayı tercih ettiğimi söyledim.
Babam, mektubuma iki satırla cevap verdi.
Hâlâ kulaklarımda çınlayan bu iki satır, bütün hayatımı
değiştirdi:
“İki adam hapishane parmaklıklarından dışarı baktılar:
Bir tanesi çamuru gördü, öteki ise yıldızları.”
Bu iki satırı tekrar tekrar okudum. Kendimden utanmıştım.
Şimdiki durumumun iyi olan taraflarını bulmaya karar verdim:
Yıldızlara bakacaktım.
Yerli halkla dostluk kurdum ve onların tepkileri beni şaşırttı.
Yapmış oldukları dokumalar ve çömleklere ilgi gösterdiğim zaman,
turistlere satmayı reddettikleri en kıymetli eserlerini bana
hediye ettiler. Her gün kocamın çalıştığı okula gittim. Çocukların
söküklerini diktim. Yemekhaneye indim ve çocuklara hiç
görmedikleri, tatmadıkları çeşit çeşit yemekler hazırladım. Her
biri bana çok şirin göründü. Onlar da beni sevdiler, her fırsatta
yanıma geliyorlar ve bana “Türk anne!” diye hitap ediyorlardı.
Hiç çocuğum yokken bir anda yüzlerce çocuğum oldu.
Özbekistan halkının gelenek ve görenekleri hakkında bilgi sahibi
oldum. Yemeklerini öğrendim. Düğünlerine gittim, kaygıları kaygım,
sevinçleri sevincim oldu.
Bu şaşılacak değişikliğin sonu ne oldu? Özbekistan değişmemişti.
Halkı da değişmemişti. Fakat ben değişmiştim. Düşünce tarzımı,
bakış açımı değiştirmiştim.
Böyle yaparak, kötü bir tecrübeyi, hayatımın en heyecanlı macerası
haline getirmiştim. Keşfetmiş olduğum bu yeni dünya bana şevk ve
heyecan vermişti. Ben dışarı bakmayı başarmış ve yıldızları
bulmuştum.”
Hayata bakış açısı hem aile içerisinde hem de toplumda huzuru ve
başarıyı yakalamada çok önemlidir. Hani hepimizin bildiği bir
güzel söz var: “Güzel gören güzel düşünür; güzel düşünen
hayatından lezzet alır.”
(*) Sungur Kılıç / Ankara
Zaman Gazetesi 05 04
2002 Aile Sağlık eki
|