Anavatana dönüş konusunda, dönüş karşıtlarının yaptığı en büyük
yanlışlardan biri de ''Anavatana Dönüş'’ü, ''Dönüş'’ün kendi
ilkeleri çerçevesinde değil, bir dönem dönüşü savunmuş sonra
vazgeçmiş, anavatana dönüş yapıp bir süre yaşadıktan sonra yeniden
yok oluşu seçmiş, özetle dönüşçü olduğunu söyleyen, sanılan,
bilinen gerçek kişilerin dönüş düşüncesine ters davranışlarını
temel alarak, dönüşün kendisini mahkum etme çabalarıdır.
Aslında bu yaklaşım geneldeki olaylara özürlü yaklaşımımızın bir
sonucudur. Bir bakın tarihimize. Savaşı kaybettiğinde ya da
kaybedeceğini anladığında teslim olan, sonra da ölünceye kadar
düşman ianesi ile geçimini sürdüren, benzerleri diğer halklarda en
azından hain damgası yiyen bir dönemin liderleri, bizde hala
kahraman olarak anlatılır. Bunun nedeni de olayları kendi
paradigmamız ile değerlendiremeyişimiz bir dönem liderlerini hala,
onları kullanan dünya güçlerinin paradigması ile değerlendiriyor
oluşumuz diye düşünüyorum. Üzücü olanın bu hastalıklı yaklaşımın
hala sürüyor olması.
Dün savunduğu öğretiye politikaya ters davranışta bulunan kişi
diğer halklarda en basitinden “döneklik” ile suçlanır, kimileri
“davadan döndüğü'' için vurulurken bizimkilerin ahkam kesmesine
müsaade edilir. Yanlışı yapanları değil, yanlışı yapanlardan
hareketle düşüncenin ideolojinin yanlışlığına hükmedilir.
Biz dönüşçüler, davamızın alternatifsiz oluşunun verdiği güvenle,
olaya hoş görüyle yaklaşır, eski arkadaşlarımızı uluorta
eleştirmezken -bu bizim eksiğimiz olarak alınabilir- dönüş
karşıtları epeyce iştahlıdır. Tanıdıkları eskiden dönüşçü
arkadaşlarının dönüşten vazgeçmiş olmasını, dönüşçünün değil de
dönüşün zarar hanesine yazar, böylece de dönüşün zayıflığını,
olmazlığını, yanlışlığını kanıtladıklarını sanırlar. Bu çabalarla
“olmayana ergi yöntemi” ile dönüşün mahkum edilemeyeceğini nedense
bir türlü anlamak istemezler.
Bu kez böyle bir olayı paylaşalım sizlerle. Kişinin durduğu yere,
paradigmasına göre olayların nasıl farklı değerlendirilebileceğini
görelim. Aslında olay iki bin yılında geçmişti... Bizler de
gereken yanıtı vermiş, yukarıda sözünü hoşgörü ile olayı
elektronik ortama taşımamıştık. Ancak geçenlerde İstanbul’dan
olayın kahramanı kişiyi çok iyi tanıyan bir arkadaşımız,
kahramanımızı değil, dönüşü yanlış bulan bir yazı yayınlamasın mı?
Yine de biz kişileri değil olayı önemsediğimiz için isim vermeden,
olayı anlatmayı, yaklaşım yanlışlığını vurgulamayı uygun bulduk.
Beş yıl kadar önce Çetaw İbrahim arkadaşımız, internet ortamında
okuduğu ekteki yazıyı, çıktı alarak paylaşır bizlerle. Çetaw
Billur hanımdan doğrulama da almıştır. Yazı elbette ki hepimizi
üzmüştür. Üzüntü yazıda doğru yanlış söylenenlerden çok
yaklaşımdı, gerçekten dönüşe azımsanamayacak katkıları olmuş bu
arkadaşımızın, yeniden diasporayı seçmekte haklılığını kanıtlama
çabası ile kendisini düşürdüğü durumdu. Halbuki bizler, anavatana
dönüş yapıp herhangi bir nedenle yeniden diasporayı seçmek
durumunda kalanlara, haklı olduklarını kanıtlama çabalarına
girmemelerini, anavatan için ileride pişman olacakları şeyler
söylememelerini tavsiye edip duruyorduk hep ama ne yazık ki
olmuyor...
İşte Sayın Çetaw’ın internet ortamından aldığı yazı:
“Bu hafta Kafkasya’da son on beş senesini geçirmiş gerçek bir
milliyetçi ile konuştum. Giderken kurduğu hayaller maalesef üç
sene içinde tükenmiş. Fakat bunu kendine bile itiraf edememiş.
Diasporalı ve yerli Kafkasyalılar arasındaki ayrımları anlattı.
Ülkede, ahlak, emniyet, dil, kültür, din gibi şeyleri bulmanın
hayal olduğunu bildirdi.
Şu anda toplam diaspora nüfusu 180-150 arasında inip çıkıyormuş
(çoğunluk talebe). İş bulamadıkları için birçokları, kendi
dükkanını, iş yerini açıyormuş. Maykop’un çok emniyetli olmayışı
yüzünden yavaş, yavaş Krasnodar’a göçler başlamış. Kalanların çoğu
ya geri dönecek yeri olmadığı için ya da utancından geri
dönemediği için, kalmaya devam edenlerden oluşuyormuş. Abhazya’da
savaş sonrası orada duramayıp Maykop’a kaçanlar bile aynı
durumdaymış. İsrail’den göç olmamasının nedeni oradakilerin yaşam
standartlarından kaynaklanıyormuş. Suriyeliler, diaspora
Çerkesleri arasında en çabuk uyum sağlayanlarmış. Fakat
bizimkilerle pek anlaşamıyorlarmış. Yerliler de gelenleri Çerkes
kabul etmiyorlar. Şu anda diaspora Çerkesleri arasında en
kalabalık gurubu Yugoslavya’dan gelenler oluşturuyormuş. Tabii
geri dönmeleri imkansız olduğu için adapte olmaya çalışıyorlar.
Mafya faaliyetlerinin hayatın bir parçası olduğu ülkede, aslında,
bireylere bile insan ailesini güvenip bırakamıyormuş. Sırtını
dönemediği bir toplumda daha fazla yapamayacağını anladığında tek
çıkışı Batı ülkelerine yerleşmekte bulmuş.
Yorum yapmadım, fakat söylediklerinde çok samimi olduğunu
biliyorum ve de Kafkasya’nın beklentilerine cevap verememesinden
çok, çok üzgün olduğunu. Gençliğini Çerkeslik için harcamış bir
insan.”
Adigey’deki dönüş yapanlar olarak derneğimiz öncülüğünde olay
değerlendirildi ve yukarıda sözünü ettiğim kaygılarla herkeslere
değil yazıyı yazana derneğimiz adına şu ileti gönderildi:
“Sayın Billur Uluışık,
“Samimi olduğunu ve de Kafkasya’nın beklentilerine verememesinden
çok, çok üzgün olduğunu bildiğiniz, Gençliğini Çerkeslik için
harcamış bir insan”ın Kafkasya’ya ilişkin özgün düşüncelerini
aktardığınız şanssız yazınızı bizler de okuduk, değerlendirdik.
Aslında, adını vermediğiniz, “gençliğini Çerkeslik için harcamış
bir insanın” (!), kim olduğunu yazıyı okur okumaz da anlamıştık.
Arkadaşlarımızın yaptığı yazışmalarda bunu doğruladınız.
“Gençliğini Çerkeslik için harcamış insan” (!), bir değer olma
özelliğini, bizlerin gözünde çok uzun zamandan beri yitirmişti.
Özgün düşüncelerinin(!) bizler arasında yankı bulmaz olduğu da
yıllar oluyor. Örneklemek gerekirse, hemen hepimiz, azından yüzde
doksan dokuzumuz, onun artık Kanada’da olduğunu sizin
yazılarınızdan öğrendik... Ayrıca siz gençleri yanlış
yönlendirebileceği tehlikesi ortaya çıkmasaydı, yürüyen kervanımız
onu yok saymaya devam edecekti ama şimdi yanıtlamak, zorunluluk
oldu.
Bu arada, her türlü iletişim, araştırma olanağı bulunan siz
gençlerin, daha dün tanıdığı birinin saçmalıklarına inanmasına,
doğrulama çabasına girmeden internet ortamına taşımasına, halkımız
adına üzüldük. Üzüldük çünkü gençlerimizin, daha araştırıcı
olması, daha bilgili olması, daha gerçekçi olması umudu ve
beklentisini taşıyoruz.
Gelelim yazınıza;
Hazır anavatana dönmüşken Kanada’ya kaçmak milliyetçiliğin gerçeği
ile değil ancak sahtesi ile bağdaşır. Sözü edilen sorunları var
saysak bile bize göre ulus severin görevi, sorunları çözme,
koşulları olumluya çevirme yönünde çaba göstermektir. Tarih bu tip
örneklerle doludur ama tarih, doğrudan can tehdidi olmadığı halde
ülkesinden kaçan, sorunlardan kaçan bir tek gerçek milliyetçi
kaydetmemiştir.
Kurduğu hayallerin 3 yılda tükendiğini yazmışsınız. Tükenen
hayallerin de neler olduğunu yazsaydınız, hayallerin ne kadar
gerçekçi olduğunu da birlikte irdelerdik. “Diaspora ve yerli
Kafkasyalılar arsındaki ayrımlara” şaşırmış gibi. Henüz
uluslaşamadan topraklarından sürülen bir halkın, farklı ülkelerde,
farklı kültürlerde, farklı sistemlerde doğup büyümüş, eğitim almış
bireyleri arasında ayrım olmayacağının beklentisinde miydi yoksa
“milliyetçiniz”. Aynı nedenlerden değil mi farklı diaspora
ülkelerinden dönüş yapanlar arasındaki benzeşmezlik. Dahası
Türkiye’nin çeşitli bölgelerindeki Çerkeslerin de aynı olaylar
karşısında aynı tepkileri vermediklerini bilmiyor musunuz?
Değişim dönemlerinde, ülkelerde sorunların çeşitlendiği, büyüdüğü
sosyolojik bir gerçek değil mi? Ancak keşke emniyetin hayal
olduğunu söylemekle kalmayıp, kimi ülkelerle karşılaştırsaydı.
Örneğin gasp olayları başka ülkelerde olmayıp sadece Kafkasya’da
mı vardı? Mafya sadece Kafkasya’da mı baş belasıydı… Benzeri daha
birçok şey… Hadi bunları tartışma götürür konular olarak geçelim…
Ama dilimizin, devlet dili, resmi dil olduğu tek ülkede,
anavatanımızda, “dil hayal” diyebilmesi için kişinin, her halde
aklını oynatmış olması, bu saçmalıkları yazanların da anavatandan
hiç haberdar olmaması gerekir. Kültür konusu da aynı şekilde.
Ahlaka gelince; gerçekleri çarpıtan, iyi niyetle vatan haberi
soran sizleri yanıltan, yalan söyleyen, “gençliğini Çerkeslik için
harcamış bir insan”ın başkalarını ahlaksızlıkla suçlamasına nasıl
şaşılmaz ama eleştirilerin en akılsızca olanı, en gülünç olanı da
dönüş yapanların kendi iş yerini açabiliyor olmasının
araştırılması olsa gerek. Özel girişimin desteklendiği dünyamızda,
kişilerin özel iş yerlerini açabilmesine, başarılı olmalarına
nasıl sevinilmez. Dahası “gençliğini Çerkeslik için harcamış bir
insan” özel iş yeri açmasaydı, para kazanmasaydı, Kanada’ya gelişi
de zor olmaz mıydı?
Geçek duruma gelince: Şimdilik anavatana dönüş yapan sayısı 500
kişi (Adigey’dekiler) civarındadır. Sorunlarımız elbette var ve
olacak. El birliği ile bu sorunları azaltmaya, adaptasyonu
sağlamaya çalışıyoruz. Adını “Anavatana Dönenlerin Adaptasyon Evi”
olarak Türkçeleştirebileceğimiz biz dönenlerin kurmuş olduğu
derneğimiz bu adaptasyon dönemini gücü oranında kısaltmaya çalışan
sivil bir örgüt. En önemli amaçlarından biri de diaspora ile
anavatan arasında sağlıklı bir ilişki oluşmasına katkıda bulunmak,
diasporayı sağlıklı bilgilendirmek. Ayrıca Sosyal İşler Bakanlığı
yapısı içerisinde, dönüş yapanların sorunları ile ilgilenen bir
blok ve buna bağlı adaptasyon merkezimiz ve yine “Dönüş Yapanlara
Yardım Vakfı” adlı başka bir sivil örgütümüz bulunmaktadır. Bu
kuruluşların her birinin, amaçlarını özlenen düzeyde yerine
getiremedikleri, aralarında yeterli düzeyde bir işbirliğinin
olmadığı söylenebilir ama bizler, dönüşçü olup anavatana
dönmeyenlerin, dönüş şansını yakaladıktan sonra yeniden kültürel
yok oluşu tercih edenlerin, yani anavatanı terk edenlerin, Dönüşü
anlamayanların engellemelerine karşın sayımızın gittikçe
artacağına inanıyoruz. Böyle saçma konularda değil de “mümkün
olan en kısa sürede en çok sayıda insanın, anavatana sağlıklı
dönüşünü” nasıl sağlayabileceğimiz konusunda yazışmalarımızı
yoğunlaştırdığımız, her bireyin, Anavatan Dönüş Programı'nın
gerçekleşmesine katkısını sağlayabildiğimiz ölçüde de dönüş
sürecinin hızlanacağına ve dönüşün sağlıklı olacağına inanıyoruz.
Bunun için de özellikle gençlerin, Kafkasya’ya uğramadan
Kafkasya’ya ilişkin yazışan, eleştiren, eleştirilen, siz gençlerin
Kafkasya’yı doğru algılamanızın gerekliliğine inanıyoruz. Geçen
yaz DÇB’nin diaspora gençlerinin anavatanı ziyareti programı
çerçevesinde, Türkiye’den davet edilen gençlerden sevgili Okan
İşcan’ın Nart’ın 25. sayısında çıkan yazısının, anavatanı doğru
algılamanın ilk adımı saydığımız yazısının bir bölümünü
aktarıyoruz. Kafkasya’yı anlamak için yürek gözüyle bakmak
gerektiğini bakın ne güzel anlatmış sevgili Okan:
“Kafkasya’ya gidince bana değişik gelmeyen bir kültüre, bir
topluma, bir coğrafya’ya geldiğimin farkına vardım. Bu yüzden
kaldığımız o kısa sürede dahi bırakın uyumu sağlamayı, kendimi
oralı hissetmeye bile başlamıştım.
Alışılagelmişin tersine çalışır bir şekilde 'homesick’i (İngilizce
vatan hasreti çeken) hem de şiddetli bir şekilde, ilk defa
hissediyordum. Daha önce yaşamadığım bir duyguyu ilk defa
yaşıyordum ve ne demek olduğunu ancak Kafkasya’dan ayrılınca
anlayacaktım.
İnsan-Kafkasyalı olma genetik etkisi ile kendimi ilk defa bir yere
ait hissediyordum.
Oysa Kafkasya doğası, insanları, yaşam tarzı, sanatı, biçimi ile
çok karmaşık bir yer. Bu kadar çok karmaşık bir yapıyı, çok kısa
sürede görmek, öğrenmek ötesinde yaşamak, tabii ki normal şartlar
altında imkansız, ancak başlangıç için de, katıldığımız gezi
hisseden için, yeterli sayılabilirdi. Genetik etki ise bu duygunun
en üst düzeyde gerçekleşmesini sağladı.
Kafkasya’yı çok güzel/çirkin, iyi/kötü bulmak için onlarca sebep
mevcut. Nasıl bakarsanız öyle görüyorsunuz. Fakat sizin/benim,
güzel/iyi görmem, görmemiz için allanmaya, pullanmaya ihtiyaç
duymuyor ki Elbruz…
Güzel/çirkin, iyi/kötü sıfatlarının ötesinde, gerçek sahiplerini
istiyor Kafkasya, işte hepsi bu.
Eğer kendinizi Kafkasya’nın gerçek sahibi olarak hissediyorsanız,
farklı düşünüyor, farklı görüyor ve algılıyorsunuz. Yok eğer
görmüyorsanız kapısını size açmıyor Kafkasya. Algılamak için de
insanüstü çaba sarfetmenize de yok, bu sefer genler bile yetersiz
kalıyor, gönülden istemediğiniz için kapıyı açan tokmağına bile
ulaşamıyorsunuz.
Bu durumda da size lütfedilen görev ise sadece arabayı itmeniz, o
da sadece çalışana kadar…”
Evet sevgili Billurlar, sevgili gençler; Anavatanınızı birilerinin
gözüyle değil kendi gözünüzle gördüğünüz, birilerinden
duyduklarınızı değil kendi yaşadıklarınızı anlattığınız ölçüde
daha az yanılacağınıza, sorunların çözümüne daha çok katkıda
bulunabileceğinize inanıyoruz.
En yakın bir gelecekte anavatanda görüşmek dileği ile sevgiler…
Staşü Yahya Andar
Yönetim Kurulu Başkanı
Anavatana Dönenler Adaptasyon Evi
MAYKOP
Bilmem yaklaşım yanlışlığının altını çizebildik mi? |