Aslında bu hafta da “Anavatana Dönüş Üzerine” serisini sürdürmeyi,
Dönüşe ilişkin yanlış algılamaları, bilinçli yanlış algılatma
çabalarını irdelemeyi düşünüyordum. Ancak Marje’de saldırılar öyle
boyutlara vardı ki, hiçbir karşılık bulmadıklarında,
yaklaşımlarının, tavırlarının doğruluğuna inanacakları,
kimilerinin de söyleyecek söz bulamadığımızı sanmalarından
korktum. Bu sorumlulukla zaten bilinen şeylere yeniden
değinmenin doğru olacağını düşündüm. Olayları gerçek boyutları ile
yaşayanların, neyin, niçin yapıldığını bilenlerin, bu “yanıtımsı”
yazıyı bana yazdıran sorumluluğu anlayacaklarını umuyorum...
Sayın Kahraman ve onu
haklı bulanları en çok üzen yada kızdıran konu, bizlerden
kendilerine yanıt alamayışları olsa gerek. Ama bence bunda da
haksızlık yapıyorlar.
Öyle ya, tek tek kişilere olmasa bile bu zihniyette olanlara
yıllardır yanıt vermiyor muydum? Hemen her yazım açık adres
belirtmesem de genelde yapılan yanlışlıklara birer yanıt olarak
değerlendirilemez miydi?
Ayrıca herkeslerin bildiği gibi, sözü edilen arkadaşların da
içinde olduğu sayısı çok olmayan grup, sergilenen zihniyetle kırk
yıl aşkın zamandır mücadele etmiyor muyuz?
Yani önce, şimdiki gençlerin “Çerkesler etnik olarak da
Türk’tür” diyen dedelerini, sonra babalarını şimdi de
kendilerini hep yanıtlamadık mı? “Köklerimiz topraklarından
sökülmez”, Allah da sağlık verirse bir süre sonra, ortadan
kaybolacak günümüz kahramanlarının çocuklarına da yanıt vermek
durumunda kalmayacak mıyız?
Günümüzde ürettikleri karalamaları, eleştiri sanısı ile sanal
ortama döken arkadaşlarımızın, yukarıda söylediklerimin
kanıtlarını daha önce yayımlanmış dergi ve gazetelerde
bulabilmeleri zor olmayacaktır. Ayrıca, çok yakın arkadaşım Yemıj
Ruslan’ın dediği gibi “her yeni uyanan ile, yeniden uyanmak”
zorunda olduğumuzun bilincinde olmak da, saldırılara her dönem
aynı heyecanla yanıt vermeye yetmeyebiliyor. Emek vermeniz
gereken, daha önemli saydığınız başka işleriniz vardır.
Kimileyin, yazılanları anlamamayı, anlamak istememeyi, genetik
özellikmiş gibi birbirine aktaran kuşaklara söz anlatmaya
çalışmaktansa, daha yararlı olduğunu yaşayarak gördüğümüz
çalışmalara öncelik vermek gerekliliği ağır basar. Yanıt
bekleyenlerin, rasyonel yanıt bekleyenlerin hiçbirinin, daha önce
sorulan soruların hiçbirini yanıtlamamış olmaları yanında, yazı
dizisini görmemiş olmayı haklı çıkaracak, daha bir çok gerekçe
sayılabilir…
Tüm bunlara karşın bu kez bir yanıt vermeyi daha uygun buldum.
Çünkü;
Sayın Kahraman ve onu haklı bulanların, kimi yazılarda söylenmek
isteneni kavrayamamış olmasına, kimi yazıları yanlış
yorumlamış olmasına, kimi yazılarda yazarı için önemli
olanı değil, kendileri için önemli sandıkları tümceleri ön plana
çıkartmış olmasına karşın; yazılarımı, söyleneni anlayan bir
çok arkadaşımızın okumasını, kimi dostlarımızın yeniden okumasını
sağladığı için borçlandığım teşekkürü, kamuoyu önünde ödemek
istedim.
Daha önemlisi;
- Sayın Kahraman’ın yazıları ile Kahraman’a destek iletilerinin
hemen tümünde yazıların, içeriğine göre değil de sahibine göre
değerlendirilmesi,
- Dünya gerçeklerine göre değil de duygu temelli yorumlanması,
- Önerilenin eleştirilmesi ile kalınıp karşı öneri getirilmemesi,
- Karalamaların eleştiri sanılması, sanki “çamur at izi kalsın”
yöntemi ile hareket edilmesi,
- Türkiyeli Çerkes çemberinin bir türlü kırılamaması,
- Olayların Türkiye merkezli, kendileri merkezli
değerlendirilmesi, kendilerine, olmayan gücün vehmedilmesi…
- Yapılabileceklerin değil yapılması çok zor ya da mümkün olmayan
şeylerin, yapılmaya çalışılması bile değil, sadece tartışılması…
- Gözbebeğimiz gibi korumamız gereken anavatanın ve anavatan
bekçilerinin izlemedikleri sitelerde, yayın organlarında,
anlamadıkları dilde eleştirilmesi, yani arkalarından konuşulması…
Tüm bunların, toplum olarak ilkel düşünce yapısını hala
aşamadığımızın kanıtı olduğu inancımı, tüm başarısızlıklarımızın
temelinde çağı anlayamadığımız, çağın gerektirdiği
yaklaşımı geliştiremediğimiz gerçeğinin yattığı inancımı, dizi
dolayısı ile bir kez daha vurgulamak istedim.
Daha önce de bir çok platformda dile getirdiğim, anlama yetileri
yüksek (!) kimilerinin; halkımı sevmediğim, küçümsediğim gibi
algılayabileceği ve benim paradigmamı büyük ölçüde
biçimlendiren bu düşüncemi, ünlü ozanımız Meşbeşşe İshak’ın
75. doğum yılı nedeni ile, anavatan gazetelerinde, dergilerinde
radyo ve televizyonda, Türkçe’si de Nart Dergisi’nde yayımlanan
yazımda şöyle dile getirmiştim:
''Dolayısı ile “Bulutlar Çöküyor”u her okuyuşumda yürek sızısı ile
özlemin sarmalında bir duygu kaplardı bütün benliğimi. “Ah keşke
Şamset gibileri dinleyip çoğunluk anavatanda kalabilseydi. Bizler
de anavatanda dünyaya gelseydik… Anadilimizle eğitim
görebilseydik… Gazetelerimizi kendi dilimize okuyabilseydik…
Şarkılarımızı dinleyebilseydik…”
Elbette, atalarımızın anavatandan sürüldüklerini, büyük sıkıntılar
çektiklerini de bilmiyor değildim. Ama yine de “Ah keşke Şamset’i
dinleselerdi” demekten kendimi alamıyordum.
Peki, atalarımızın suçu muydu sayısız ülkeye dağıtılmış olmamız?
Hayır onu da söyleyemem.
Allah, hiçbir halkı, tek bir kişiyi bile, öylesi zor durumda
bırakmasın… Hem kim bilebilir, zor karşısında sergileyeceği
davranışı ya da çok mudur dara düştüğünde kendisine olan güvenine,
insanların kendisinden beklentilerine uygun davranabilen kişilerin
sayısı?
Şimdilerde de okuyorum “Xıway” poemini, “Xıway” olduğunu bilerek.
Her okuduğumda yine sarmalıyor beni ozanın düşünceleri. Ayrıca
Şamset, sadece poemi okuduğum sıra değil her zaman gözümün
önünde... Hem, nasıl göz önüne gelmez Şamset, karşılaştığın ulusal
sorunların her birine temel olan da çözümünü güçleştiren de
anavatandaki nüfus azlığı ise...
Anavatandaki nüfus azlığımız hep baş kakıncı yapılıyorsa?
Yineliyorum “atalarımız kıyılmadı, sürülmedi, aldatılmadı,
kendilerine çok büyük acılar çektirilmedi” demem, diyemem.
Ancak çağı anlayamadıklar için de onları bir türlü affedemiyorum.
Dahası, bugün de çağı anlayanlarımızın sayısı az değil mi?
Halkımızın toparlanması, gelişmesi, diasporanın anavatana dönüşü,
şansını yakaladığımız bu günlerin, değerini anlayabilenlerimizin
sayısı çok mu? Yöneticimiz, aydınımız, sıradan insanımız
olsun, ulusal sorunun çözümü için gerektiği gibi çaba
gösterdiğini, kim söyleyebilir? Peki bu gün çağı anlamadığımız,
çağın gerektirdiği çabayı göstermediğimiz, halkımız yararına
çalışmadığımız için yarın af edilmemeyi hak etmiyor muyuz?”
Sadede gelirsek;
Bence sayın Kahraman ve Kahraman’ın yazılarını eleştiri sananların
en büyük yanılgıları, bizlere gereğinden çok büyük önem
atfetmeleri. Hemen her yazımızda, konuşmamızda dönüşün,
sürgünün ilk günlerinde başlamış ve bizlerle bitmeyecek bir süreç
olduğunun altını çizmemize karşın, sayın Kahraman’ın
“köklerimizi topraklarınızdan -sorulduğu gibi hangi topraklardan-
söktüğünde”
dönüşü bitirebileceğini sanmasını da anlamak çok güç.
Halbuki bizler, kendilerine saldırılarak “kahraman” olunacak
kadar büyük olmadığımızın, ancak izninizle, “kahramanların”
saldırıları ile yıkılacak, bitecek kadar da küçük olmadığımızın
hep bilincinde olduk.
Ayrıca geçmişte, halkımız adına yapılan çalışmalardan sadece,
sorunu doğru tahlil eden, bu doğru tahlilin yol göstericiliğinde
çaba göstermiş olan Çerkes Teavün Cemiyeti kuşağının çalışmaları
değil mi bugün anımsananlar. Anımsanmayan, takipçileri
tarafından bile sahiplenilmeyen, anımsandığında utanılan
çalışmalar da, dönüşe karşı olanların yazdıkları, eylemleri değil
mi?
Günümüzün geleceğe kalacak olan çalışmalar da dönüşçülerin
yazdıkları, eylemleri ürünleri değil mi?
Dolayısı ile anavatana dönüş bağlamında önemimizin, olumlu
yöndeki çabalarımızla sınırlı olduğunu anımsatıyor, yolumuzdan
saptığımızda, biz önemsenenlerin yok olacağı, biteceği ya da
“kahramanlar” tarafından bitirilebileceğimiz buna karşın dönüş
idealinin son sürgünümsünün anavatanına kavuşuncaya kadar hiç
bitmeyeceğinin bilinci ile de saldırıları sürdürecek, saldırılara
destek verecek, daha ileriki tarihlerde konuyu ısıtıp, ısıtıp
yeniden gündeme getirecek arkadaşlara, “boşa kürek çekmeyin”
diye sesleniyorum.
Sayın Kahraman ve onu destekleyen arkadaşların en büyük yanlışı,
bizleri sayın Kahraman’dan daha az sevmeyen bir arkadaşımızın,
yine Marje’de “Sayın Hatam’ın uzun yazısını bir kaç kez okudum.
Yeni bir şey söylemiyor çizgisi itibariyle. Ama her şeyi net
söylüyor. Ezmeden bükmeden. O açıdan kendisini tebrik ediyorum.
Herkes kucağındaki taşları dökmeli yavaş, yavaş.” şeklinde hakkı
teslim edilen Hatam’ın açıklama eski, deyimle tefsir gerektirmeyen
yazılarını, açıklarmış gibi yapıp anlam kaydırma çabası içinde
olmaları. Bu amaçla yazılarımı inceleyen, sayfalar tutan
yazılardan cümle çekenlere de “boşa kürek çekmeyin” istediğiniz
sonucu alamayacaksınız diyorum.
Hep soru soran, yanıt bekleyen, yanıtlanmadığında galip geldiğini
sanan arkadaşlar, sanırım iki yıl kadar önce Marje’ye ilk
yazdığım, alıntılar yaptığınız yazımdaki şu soruları
yanıtlamadığınız sürece ne yaparsanız yapın, ne yazarsanız yazın,
nasıl saldırırsanız saldırın, tarafımdan muhatap kabul
edilmeyeceğinizi artık anlayın lütfen:
“Durumu bilmeyen biri Marje’deki yazıları temel aldığında ilk
olarak ''Türkiye Çerkeslerinin tüm ulusal sorunlarının
çözümlendiğini, çözümlenmemiş sorunları kalmadığı için de
anavatandaki sorunların çözümünü kendilerine görev edindikleri''
yanlış sonucunu çıkarır.
Sanki, Türkiye’de köylerimiz boşalmıyor, başka halklar tarafından
doldurulmuyor, sadece kentlere yerleşenlerin değil köylerde de
anadil hızla unutulmuyor. Sanki tüm derneklerin üye toplamı,
Türkiyeli Çerkes sayısına (her kim uydurduysa 6-7 milyon deniyor)
göre “devede kulak” bile değil.
Ki, bu konuların da tartışılması gereğini dile getirenler de
olmuyor değil. Ancak yine de platform Türkiye Çerkeslerinin
sorunlarının irdeleneceği, eyleme dönük girişimlerin olabileceği
umudunu vermiyor.
Hararetle Kafkasya’yı gündeme getirenlerin konuya ilgi, dünya
olaylarına ilişkin bilgi düzeyini, insan hakları
anlayışını kavramakta da zorlanıyorum. Bulunduğu, yaşadığı,
vatandaşı olduğu ülkeden bir talepleri olmayan muhacerette yan
gelip yatanların anavatanı bugünlere getirenlere, var olma
mücadelesi verenlere acımasız eleştirilerini, hakaretlerini ise;
bırakın politikayı, insan haklarını, ''insan'' olmakla
bağdaştıramıyorum. Bunlar, değerli yazarımız Uıtıj Boris’in
anavatan-muhaceret ikilisinin iş bölümüne ilişkin sözlerini
anımsatıyor bana:
''1994 yılı. Sürgün
etkinliklerine katılmak üzere DÇB adına, Ueşhamafe Dergi’si genel
yayın yönetmeni, şimdilerde DÇB başkan yardımcısı, ünlü yazarımız
Uıtıj Boris’in de yer aldığı bir grup oluşturmuştuk. Etkinlikler
sonrası akşam yemeği için bir sosyal tesisteyiz. Çoğunluğunuz
katılmıştır böyle yemeklere. Bol ulusalcılık yapılan, katılan
diaspora insanına, halkına ve anavatanına karşı görevlerini yerine
getirdiği duygusunu, bir dahaki yemeğe kadar yaşatan yemekler ama
o akşam, genellikle olduğu gibi tek büyük bir masa değil de küçük
masalarda yemeğimizi yemiş sohbet etmiştik. Uzun çok uzun bir süre
sabırla, bir yemeklik Çerkeslerden anavatandakilerin neler
yapmaları gerektiğini dinleyen Boris sonunda dayanamamış şunları
söylemişti: “Değerli arkadaşlar, bizlerin kardeş olduğumuz doğru.
Vatanımızın sizin de vatanınız olduğu da doğru. Yapılacak işler de
çok. Sizlere göre anavatanın bekçiliğini yapmak bizim görevimiz.
Anavatanın nüfusunu arttırmak bizim görevimiz, dili kültürü
yaşatıp geliştirmek bizim görevimiz. Geleceğimize ilişkin her
çalışmayı yapmak bizim görevimiz. Peki geleceğimize ilişkin size
düşen görev sadece bu masalarda kadeh tokuşturmak mı?... Bu iş
bölümünde sizce de bir haksızlık yok mu?''
Anavatan eleştirilerini akılla, mantıkla, sağlıklı değerlendirme
ile bağdaştırmak çok güç. Hep merak ederim. Kuzey Kafkasya’nın
sınırlarını değiştirmeye kalkanların;
Acaba kaçınız anavatanınızı gördünüz?
Acaba kaçınız bir Avrupa gezisi yerine anavatanınızı tercih
ettiniz?
Acaba kaçınız anadilinizi biliyorsunuz?
Acaba kaçınız anadilinizde üretilmiş literatürü takip
edebiliyorsunuz?
Acaba kaçınız anadilinizde üretebiliyorsunuz?
Acaba kaçınız kültür değerlerimizi yaşamaya geliştirmeye
çalışıyorsunuz?
Acaba kaçınız anadilinizi öğrenek okur yazar olmak çabası
içindesiniz?
Acaba kaçınız Abhazya’da şehit düşenlerin yetim çocuklarının
eğitimi için, harcamalarınıza göre devede kulak kalacak yıllık 120
Dolarlık programa katıldınız?
Mali durumu el vermediği için bu programa katılamayanlardan;
kaçınız, ekonomik durumu elverdiği halde bu programı
katılmayanları eleştirdiniz? Acaba kaçınız her güzelliği üreten
kültür işçilerimizin kimi bölgede 50 Doları, hiçbir bölgede 100
Doları bulmayan aylık gelirlerine katkıyı düşündünüz?
Zevkle dinlediğiniz, kasetlerini birbirinize aktardığınız
müzikler için kaçınız telif ücreti ödemek gereğini duydunuz?
Acaba kaçınız çevirisi yapılan hemen hiçbir kitabın yazarının
izninin alınmadığını, hemen hiçbir yazara telif ücreti
ödenmediğini, dahası eserlerinde değişiklik yapıldığını
biliyorsunuz? Bunları bilenlerden kaçınız bu medeni olmayan
davranışa tepki gösterdiniz, bunu yapanı en azından kınadınız?
Bu sorulara alacağımız yanıtların çok yüz güldürücü olmayacağını
sizler de biliyorsunuzdur. Göstergeler, Bağımsız Birleşik
Kafkasyacılar bir yana anavatana dönüşü savunanların
çoğunluğunun da bu çaba içersinde olmadığının kanıtı. Durum buyken
görmediğiniz, görmek çabası içinde olmadığınız, başka birçok
ülkeyi yöreyi kendisine tercih ettiğiniz anavatanınızın kaderi
üzerine ahkam kesmek sağduyu ile bağdaşır mı?
Anavatanı bugüne getirenlere, bugünlere getirmek için sıkıntılara
katlananlara onların temsilcilerine hakaret etmek kendilerini
onlardan daha Çerkes, daha yiğit, daha halkının düşüneni saymak
doğru olur mu?
Sol-sağ herhangi bir düşünceyi savunduğu için yaşamını yitiren
yüzlerce insanımıza karşın ulusalcı olduğu için zindanlarda
çürütülen, yaşam hakkı elinden alınan sürülen tek bir kişi
yetiştirmemiş sayısı milyonlara varan diasporanın, ulusalcı
oldukları için yüzlercesi, binlercesi zindanlarda çürütülen,
kurşuna dizilen, vatan savunmasında şehit olan ve sayıları da yüz
binlerle ifade edilen anavatanı, vatanını, halkını sevmemekle
suçlaması için çatlamamış ar damarının kalmamış olması gerekir.
Yukarıda saydığımız şeyleri gerektiği gibi ve gerektiği oranda
yerine getirmeyenler bir yana, ekonomik ya da başka bir sıkıntıdan
dolayı anavatandan kaçabilecek olan -ki bunun örnekleri de az
değil artık- biz anavatana dönmüş olanların bile eleştirilerimizde
kantarın topuzunu kaçırmamaya özen göstermemiz gerekemez mi?
Cepheye hiç gitmediği için, cephedekilerin neler çektiğini
bilmeyen ya da cephedeki en küçük sıkıntıdan kaçanların cephede
kalanları bu kadar acımasız eleştirmesi nasıl bir mantıktır?”
Değerli okuyucular; sizlerin paradigmanızı, olayları irdelediğiniz
psikolojik gözlüğünüzü değiştirmeden bizleri anlamanız mümkün
görünmüyor. Aşağıdaki satırlar da okuduğunuz bir başka
yazımdan görmek istemediğiniz bir bölüm. Belki paradigmanızı
değiştirmenize bize yardımcı olmanıza yarar:
“Değerli Arkadaşlar,
İster ilahi, ister insan
düşüncesinin ürünü olsun hiçbir öğreti kişiyi kendisine zarar
verecek davranışa zorlamaz. İslamiyet'te Allah, "darda kaldığında
beni bile inkar edebilirsin" der. Modern hukuk da, "kişi kendisi
aleyhine olacak ifadeye zorlanamaz" der.
Rusya Federasyon'u içerisinde kalanlar "Varsın bağımsız olmayalım,
varsın kendi kaderimizi tayin hakkımız olmasın, ölümden başka her
şeyin çaresi vardır. Ölenimiz az olsun, sürgünümüz az olsun" diye
düşünmüş olamazlar mı? Dahası can tatlı deyip, varsın hayatta
kalmak için onursuzluğu (size göre) seçmiş olsalar bile, onlara
karışma hakkınız var mı?
Hem ben, insan olarak korkak olamaz mıyım? Korkaklığımın
bilincinde olamaz mıyım? Hayatta kalmak için onursuzluğu, köleliği
tercih edemez miyim? Bunlar da insani duygular değil mi?
Hem birilerini onursuzlukla suçlayan insanların kendilerinin daha
onurlu olması gerekmez mi? Diaspora Çerkes'i daha onurlu da, ne
pahasına alındığı bilinen kısmi özgürlüklerin mücadelesi
verilirken nerelerdeydi acaba? (Kurumlarımız olarak.)
TC Cumhurbaşkanı, Genel Kurmay Başkanı politikanıza tam ters
demeçler verdiğinde neden onurlu bir davranış gösterilmedi?
Türkiye'deki kurumlarımız, Avrasya kaçırıldığında (tesadüfen
Türkiye'de idim) tepki göstermek için neden TC'nin tavrını
beklemişlerdi dersiniz? Daha sonra gemiyi kaçırmanın bir nefsi
müdafaa olduğunu TV. ekranlarına taşıyan büyük adamlarımız da
çıktı. TC'nin birinci savaş sırasındaki tutumu ile şimdiki tutumu
arasındaki farkı neden irdelemiyorsunuz? Bağımsız Kuzey
Kafkasya uğruna ölümü, kan dökmeyi, yurdundan olmayı güya göze
alan kahramanlar, Putin'i protesto ettiği için gözaltına alınan
dernek başkanına neden sahip çıkmaz? Peki protesto edilen
TC'nin bir yetkilisi olsaydı ne olabileceğini hiç düşündünüz mü?
Bence kurumlarımız dernek başkanını kınamak için sıraya
gireceklerdi. Çünkü hep yazdığımız gibi milliyetçilik gıyabi
olunca çok tatlı oluyor, değil mi?
Sakın "Türkiye'de olsaydım sizlerin bu yapmadığınız şeyleri ben
nasıl yapardım" demeye getirdiğimi sanmayın. Ben Türkiye'de
iken de korkaktım. İlkokul birinci sınıfta iken, konuşmalara
Çerkesce sözcük karıştıranlardan alınan 5 Kuruş cezanın atıldığı
kumbarayı, öğretmenimin benim boynuma asmasına itiraz edemedim.
Gerçi bunun bir baskı olduğunu büyüklerim de dile getiremedi.
Anadil hakkımı savunamadım. Olanaklar sağlanmaz ise verilen hakkın
sözde bir hak olduğunu hiç dile getiremedim. Okula, Radyoya, tüm
kültür hizmetlerine ayrılan parada benim vergi payımın olduğunu
bildiğim halde bu haksızlığı haykırmak aklımın köşesinden bile
geçmedi. Çünkü ben zaten kokaktım... Belki de korkak Çerkesleri,
rahatsız etmek istemeyecek kadar sorumlu...
İnanın bunları Türkiye'de size zararı dokunabilecek
girişimlerde bulunmanız için de, sizi kışkırtmak için de
yazmıyorum. Ancak bir şeyin altını hep çiziyorum.
Lütfen ziyaret bile etmediğiniz anavatanı rahat bırakın.
"Aşk derdi ile hoşem el çek ilacımdan tabip" demişti şair
sanırım. Alıştığımız korkaklığımız, ruhsuzluğumuz, Rus
işbirlikçiliğimiz ile bizi rahat bırakın lütfen. Hem bu
yazdıklarınızın sadece Rusya Federasyonundaki nasyonalistlere
malzeme olmaktan öte bir etkisinin de olmayacağını bilin.
Özetle biz bulunduğunuz ülkelerde gösterdiğiniz (ya da
göstermediğiniz) kahramanlığa saygı gösteriyoruz, siz de bizim
korkaklığımıza saygı gösterin lütfen...
Aslında keşke, bir başka bakış açısı, başka bir paradigma
geliştirebilseniz diyorum. Örneğin bizlerin, salt vatanımızda
yaşayabilmek, havasını solumak, halkımızın kaderini paylaşmak,
bilgi ve becerisini halkının yararına sunabilmek için,
konuşturulmamayı, baskı görmeyi, ikinci üçüncü sınıf vatandaş
sayılmayı, siz kahramanlar tarafından "ruhunu Ruslara satmışlıkla"
"Putin köleliği" ile suçlanmayı göze alabilen yiğitler olduğumuzu
düşünebiliseniz. "Bizim göze alamadıklarımızı göze alıyorlar,
bizim katlanamayacağımız şeylere katlanıyorlar, kendilerine
hakaret ettiğimiz halde bizlere hakaret edemeyebiliyorlar. Bunlar
ne onurlu ne sabırlı insanlarmış" demeyi bir deneseniz. İnanın o
zaman insan olmanın, başkasına zarar vermemiş olmanın mutluluğunu
duyacak daha bir insan olduğunuzun ayrımında olacaksınız.”
İzninizle, hemen her yazısı çifte standart yaklaşımın örneği
K’eref kardeşim için yukarıdakilere, “Açık Çağrı”sına yanıt küçük
bir ek:
Değerli kardeşim,
Bizler aradığımızı bulduk. En azından aradığımızı
bulduğumuzu sanıyoruz. Tek çözümün anavatana dönüş olduğuna
inanıyoruz. Dönüşün sorunlarını dönüşü doğru bulmayanlarla
tartışmayız ama bu; elbetteki, arama toplantısı yapmanıza engel
değil. Siz aradığını bulamayanlar, dünya görüşleri, inanç
sistemleri, demokrasi anlayışları, yaşam biçimleri, Türkiye’deki
siyasal yapılara karşı tutumları, daha bir çok şeyleri farklı ama
“Dönüş Karşıtı” oluşları ortak bütün gruplar, lütfen en kısa
sürede toplanın. Aramalarınızı sonuçlandırın. Dişe dokunur bir
sonuç elde ederseniz, Dönüşün tek çözüm olduğu inancımızı
sarsabilirseniz kamuoyu önünde söz, sonraki aramalara bizler de
katılırız. Söz!..
Hodri Meydan….
|