Anavatana Dönüş
konusunda yapılan en büyük yanlış, Dönüş olgusunun,
Dönüşçülerle özdeşleştirilmesi olsa gerek. Anavatana Dönüş için,
ister “bir düşünce” diyelim, ister “çözüm önerisi”… Dönüş “Bir
ideolojidir”, “bir düştür” diyebilir ya da kendimize göre başka
bir ad da verebiliriz. Ancak, dönüşçülerle çok sıkı ilişkisi
bilinmekle birlikte, Dönüş’ün, dönüşçülerden bağımsız olduğunun da
ayrımında olmalıyız.
Evet, Dönüş’ün başarısız sayılmasının en önemli nedeni bize göre,
olgu ile olguyu savunanlar arasındaki ilişkinin yeterince farkında
olunmamasıdır. Üzücüdür ki, bu “birlik içinde ayrılığı”
kavrayamayan azımsanmayacak sayıdaki dönüşçü de, Dönüş’ü başarısız
bulanların kervanına katılmaktadır. Ben, Dönüş olgusu ile
dönüşçüler arası ilişkinin, bir öğreti ve öğretiyi benimseyenler
arasındaki ilişki ile açıklanabileceğini düşünüyorum.
Evet, Dönüş’ü dönüşçüler tanımlamıştır. Çerçevesini dönüşçüler
çizmiştir. İlkelerini dönüşçüler belirlemiştir. Dönüş tanımlanır,
ilkeleri belirlenirken halkımızın çeşitli ülkelerde ve her
ülkedeki dağınıklığı, anavatan ve diaspora ülkelerimizin konumu,
dünya gerçekleri, göz önüne alınmış ve olgunlaştığı ölçüde de
Dönüş, dönüşçülerden bağımsız bir fenomen olmuştur. Öyle ki -bunu
bütün benliğimle inanarak söylüyorum- dönüşçü bilinenlerimizin
hepimiz bir anda “Dönüş”ten vazgeçsek bile “Anavatana Dönüş” yeni
dönüşçülerini bulacaktır.
Evet bana göre sürgünden bu yana anavatan, diasporaya hiç bu kadar
yakın olmamıştır. Dönüş’ün ulusal sorunumuzun alternatifsiz çözüm
önerisi olduğu, hem anavatan hem diaspora kesimi için “ulusal
düşünce” olduğu hiç bu denli net kabul görmemiştir. Diasporanın
anavatana kavuşabilme koşulları, sürgünden bu yana hiç bu kadar
elverişli olmamıştır. Anavatan kesimi için de Dönüş, hiç bu kadar
karşı çıkılamaz bir düşünce olmamıştır. Yönetim kademelerinde be
denli önemde ele alınmamıştır. Durum bu iken başarısızlıktan yani
Dönüş olgusunun başarısızlığından nasıl söz edilebilir anlamak
güç.
Eski, dönüş karşıtları, eski, yeni dönüşçüler dahil herkes çok iyi
bilmeli ki, beklenen ölçüde dönüşün gerçekleşmemiş olması,
Dönüş’ün değil, dönüşçülerin, dönüşçü bilinenlerin, dönüşçü
sanılanların, hala kendisini dönüşçü sananların eksiği,
yanlışıdır.
Bilindiği gibi, Dönüş’ü başarısız bulanların, hiç
gerçekleşmeyeceğini sananların en sık dile getirdikleri şey,
Dönüş’ün yetmişli yıllardaki düzeyde halkımızın gündeminde
olmayışı, dönemin önde dönüşçülerinden çok azının anavatana dönmüş
olmasıdır. Yanılgı, Çerkeslerin sadece Türkiye’de yaşamadıkları
anavatan kesiminin Rusya Federasyonu üyesi cumhuriyetler
kurabildikleri bilinmesine karşın, bilinenlerin davranışlara
yansımamasındadır.
Türkiyeli Çerkes çemberi Dönüş’ün, daha doğrusu diasporanın
anavatana kavuşturulması çabalarının anavatanın en önemli gündem
maddesi olmaya başladığını görmeye engel olmaktadır.Halbuki asıl
olan Dönüş’ün anavatanca benimsenmesi, bunun Rusya Federasyonu’na
anlatılabilmesidir. Dönüş’ün ne denli başarılı olduğu, ne denli
karşı durulamaz olduğunun anlaşılması, Dönüş’ün, artık
dönüşçülerden bağımsız bir fenomen olduğu algısı ile mümkün
olacaktır. Tarihsel sürece bir göz atmak bile Dönüş’ün artık ne
denli somut olduğunu, ne denli elle tutulur gözle görülür
olduğunu, anavatan ve diasporanın birbirine ne kadar
yakınlaştığını görmeye yetecektir.
Hep vurgulandığı gibi; Anavatana Dönüş düşüncesi sürgünün ilk
günlerinde ortaya çıkmış, girişimlerde bulunulmuştur. Ancak ne
Çarlık Rusya’sının ne de Osmanlı Devleti’nin engelleri
aşılabilmiştir. Geri dönmek isteyen Adigelerin din değiştirmeyi
bile kabullenmeleri Çarlık Rusya’sınca göz önüne alınmamış,
Osmanlı Devleti kimi dönüş hareketlerini silah zoru ile
bastırmıştır. (Çerkes Soykırımı, Kasımov)
Çerkes Teavün Cemiyeti kuşağı, Dönüşü;
Wızışişım k’ui xehaj
Wilhepkhıme afelaj
Wımılajew sıd bğuetın
Çıle pçheuım wıuıtın
“Git kendinden olana karış
Halkların için çalış
Çalışmazsan ne bulursun
El kapısında durursun“ (Tıme Seyın)
diye formüle edebilmiş olmasına karşın, dönemin Rusya’sının iç
karışıklıkları, devrim süreci, halkımızın ve yaşanılan ülkelerin
eğitim düzeyi, çok ileri düzeydeki aydın hareketinin, halk
hareketine dönüşmesini engellemiştir.
Sovyetler Birliği döneminde, halkımız anadili ile eğitim görme,
kültürünü geliştirme olanaklarına kavuşmuş, bölgesel yönetimler,
yerel cumhuriyetler kurabilmiştir. Ancak Sovyet yönetimi
tarihi çarpıtmış, -Suriye ve Ürdün’dekilerle sınırlı bir
yakınlaşma dışında-salt anavatan ile muhaceret arasına değil,
anavatandaki halkımızın farklı parçaları arasına da engeller
koymuş, daha yakın olunmasına izin vermemiştir.
TC’nin ilk yıllarında, Çerkes dernekleri, Çerkes Örnek Okulu
kapatılmış, aydın hareketi baskı altına alınmış; öyle ki,
ilk Çerkes Sivil Toplum örgütü ancak 1946 yılında ve “Dosteli
Yardımlaşma Derneği” adı ile kurulabilmiş, süreç içerisinde yayım
çalışmaları da başlatabilmiştir... Dosteli Yardımlaşma Derneği
ancak 1952 yılında Kafkas adını alabilmiştir...
Türkiye’nin Batı'ya yakınlaştığı ölçüde, TC ve Sovyetler
Birliği birbirinden, Türkiye ile birlikte Türkiye Çerkesleri de
anavatandan uzaklaşmıştır.
Sonra 61 anayasası, sınırlı demokrasinin verdiği ivme ile
sosyal-siyasal değişim, 12 Mart hareketinin beklen ölçüde etkili
olamayışı, 80 müdahalesine kadar, dönüş/kalışın toplumun
sadece aydınları arasında değil her kesimde konuşulur, tartışılır
olması. Dergilerde yer alması, dernek yönetimlerinin seçiminde
kriter olmaya başlaması.
80 Müdahalesi ile Dönüş’ün uzunca bir süre gündemden düşmesi, 1989
da sürgün sonrası Çerkes bulunan tüm ülkelerin temsilcilerinin ilk
kez bir araya geldiği 125. yıl etkinlikleri ile yeniden
hareketlenme. DÇB’nin kuruluşu…
Perstroika, Sovyetler Birliğinin dağılışı. Özerk Bölge
statülerinin cumhuriyet statüsüne yükselmesi. Karşı olduğu güçler,
ve destek bulduğu dünya güçleri bazında birbirinden çok farklı
olan Abhazya ve Çeçenistan bağımsızlık hareketlerinin
karıştırılması… Rusya Federasyonu'nda milliyetçi akımlarla ülkenin
çok halklı sistemini temel alan güçlerin çatışıp durması… Bu
çatışmaların olayımıza yansımaları… Daha eklenebileceklerle
birlikte uzun derin incelemeyi gerektiren, kişilerin durduğu yere,
amacına göre farklı yorumlar getirilebilecek başlıklar…
Ancak, farklı yorumların, inceleme sonuçları, yetmişli yıllarda
diasporik toplumumuzun hep gündeminde olan konunun Dönüş/kalış
olduğunu değiştiremeyecektir. Yani, bir olgu olarak Dönüş’ün en
çok gündemde olduğu yetmişli yıllardaki durumu ile
günümüzdeki durumunun karşılaştırılması başarılı olup
olmadığının da göstergesi olacaktır.
Yine özetle:
Yetmişli yıllarda, dünya iki kutupluydu. Sovyetler Birliği
elçiliğine, hele Sovyetler Birliği'ne gitmek küçük ya da büyük
kimi bedelleri göze almayı gerektiriyordu. Anavatanı ziyaret
edebilenlerin anıları dergilerimizde geniş yer buluyordu. Dönüş’ün
merkezi Ankara Derneği’nde anavatandaki akrabaları ile yazışanlar.
İhraç istemi ile yöneticilerimiz tarafından Onur Kurulu'na
veriliyordu. Yaşlılarımız -sayıları çok az büyüğümüz dışında-
anavatandan gelmiş konuklardan vebadan kaçar gibi kaçıyor,
sorgulanmayı da göze alan çok az sayıdaki genç konukları aldıkları
kredi ve burslarla pidecide ağırlıyordu. Konuğu görebilmek için
saatlerce yol teptikleri de oluyordu. Hiçbir siyasal örgütün üyesi
olmayan dönüşçü gençlerin sağda olanlarca “komünistlik” solda
olanlarca da “milliyetçilik, kimileyin faşistlikle” suçlanmayı
göze almaları gerekiyordu. Dönüşçülerin ayrıca dernek
yönetimlerinde etkili olmak, gençleri silahlı çatışmadan uzak
tutmak, anadilde okuma-yazma öğrenmek, öğretmek, derleme yapmak
sorumlulukları da vardı.
Anavatana, akrabalara yazılan mektuplar ya yerini bulmuyor yada
yerini bulması 2-3 ayı buluyordu. Anavatandan gelen mektupların
üzerine, “er mektubu okunmuştur'' uyarısı olmasa da okunduğu belli
bir şekilde elimize ulaştığı oluyordu. Soykırım ve sürgünü
öncelememek, anavatanla ilişkilerin sürebilmesi için üzerinde
konuşulmamış kural gibiydi. Gündeme getirilen Dönüş konusunu
anavatan yöneticileri genelde duymazdan geliyor çok
sıkıştırıldıklarında yandan cevaplar veriyorlardı. Resmi olarak
sorulduğunda diasporanın dönüş hakkı olduğunu dile getiren Sovyet
Yönetimi dönüş baş vurularını reddediyordu. Maykop, Çerkessk
turistik kent kapsamına alınmadıkları için, ancak özel
davetiyeler, özel izinlerle ziyaret edilebiliyordu. Sizlerin de
bildiği gibi daha listeyi uzatmak mümkün…
Peki günümüzde;
Diasporada kalınarak ulusal kültürel varlığımızı koruyabiliriz
diyen, Dönüşçülerin tanımladığı dönüş tanımı benimsemeseler de
“dönüş yanlıştır” diyen hiçbir örgüt, grup kalmadı. Özetle
Dönüş-Kalış mücadelesini Dönüş kazandı.
Anavatanı ziyaret sıradan bir olay oldu. Karşılıklı
ziyaretler izlenebilirlik sınırını çoktan aştı. Dernek
yöneticileri için Anavatan ziyareti, yöneticilerimizle görüşmek
bir prestij konusu oldu. Onun ötesinde bugün Nalçik’te bini aşkın
Maykop’ta yaklaşık 500 dönüş yapmış kişi anavatan insanının
kaderini paylaşıyor. Çalışıyor, üretiyor, evleniyor, çocuk sahibi
oluyor eceli gelenler de ölüyor. Anavatan ile diaspora arasında
organik bağlar var bugün, Kaynanalar kayınbabalar birbirini
ziyaret ediyor. Anavatana yerleşmeyi rüyasında görmemiş analarımız
babalarımız dönüş yapan çocukları ile birlikte anavatanda soluk
alıyor, kimileri anavatandan kalkan uçaklarla hacca gidebiliyor.
Kendileri çat-pat Adigece'yi burada öğrenen gençlerin çocukları
dört dilli olarak büyüyorlar. (Adigece, Rusça, Türkçe ve bir Batı
dili.) İlk yıllarda Türkiye’ye telefon edebilmek için 2-3
gün beklemek gerekirken bugün dünyanın her yeri ile anında
iletişim kurulabiliyor.
İstanbul’dan haftada iki gün Nalçik’e dört gün de Krasnodar’a uçak
kalkıyor. Haftada bir gün Halep’e uçakla gidilebiliyor.
Türkiye’de Adigece
kitapların yakılmak zorunda olduğu dönem bitti. Devletin izni AB
parasal desteği ile kurslar açılabiliyor anadilde kitaplar
basılabiliyor. Devlet televizyonunda haftada yarım saat de olsa
Adige Dili, Adige müziği duyuluyor.
Her yıl yapılan etkinliklerde anavatan sanatçıları geniş yer
buluyor. Anavatan sanatçılarımızı diasporada da tanıyanların,
sevenlerin sayısı hızla artıyor. Tiyatrolarımız, müzik
gruplarımız, devlet halk dansı gruplarımız diaspora kentlerini
dolaşıyor. Anavatanda düzenlenen festivallere diasporadan
alkışlanan katılımlar oluyor.
Soykırım ve sürgün üzerinde konuşulamayan tartışılamayan konular
değil artık. Konferanslarda dile getirilmeye, kitaplarda yer
almaya, çeşitli örgütlerce dünya örgütlerinin de dikkatine
sunuluyor. Bu bağlamda DÇB başvuruları ile Kabardey-Balkar
Parlamentosu iki kez, Adigey Parlamentosu bir kez Soykırım ve
sürgünü görüşerek karara bağlıyor.. UNPO bölgesel ve toplantısı ve
genel kurulunda gündeme alınıyor ve karara bağlanıyor. Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu'na sunuluyor. AB’ye başvuruluyor. Bir çok
kürsüde sadece Adigeler değil Rus asıllı bir çok yönetici, bilim
adamı, yazar Çarlık Rusya’sının Adigelere soykırım uyguladığını
dile getiriyor. Sürgünün 130. yılında dönemin Rusya Devlet Başkanı
Yeltsin yayınladığı bildiride, Adige halkı savaşının haklı bir
savaş olduğunu ilan ediyor. Adigelere çifte vatandaşlık hakkı
veren Federal yasa 9 yıl yürürlükte kalıyor.
Yönetimlerimiz artık diaspora ile ilişki kuracak, dönüş yapanların
uyumunu kolaylaştıracak birimler kuruyorlar.
Daha da uzatılabilecek bu listeyi, “bugün muhaceret Çerkeslerinin
en kolay ziyaret edebildiği, en kolay çalışma ve oturma izni
alabildikleri ve en kolay vatandaş olabildikleri tek Batı ülkesi,
Anavatan cumhuriyetlerimizin birer üyesi olduğu Rusya
Federasyonu’dur” cümlesi ile bitirelim.
Şimdi soru şu:
Ulusal-kültürel
varlığını sürdürmek, Çerkes olarak var olmak isteyen her Çerkes
için dünyadaki büyük değişimlerden sonra, olmazsa olmazlığı
yanında, olabilirliğini de bu denli netleşen Dönüş olgusunu
başarısız saymak mümkün mü? Başarısız saymak nesnel değerlendirme
ile bağdaşabilir mi?
Dönüş bu denli başarılı iken, Dönüş’ü Dönüş yapan dönüşçülerin
yanlışını da gelecek yazıya bırakalım…
|