Bu haftaki yazıyı
izninizle, Forum’da yer alan kimi değerlendirmeler, sorular,
yaklaşımlara, bu konulardaki görüşlerime ayırayım. Forum için
başladığım yazı bir hayli uzun, yanıtların çoğunluk için de önemli
olabileceğini düşündüğüm için bu köşeyi işgal ettim.
Örneğin Shebatnuko adlı arkadaşımız, “Sayın Hatam`ın söyledikleri
de bilim dışı ve gerçekleri saklayan yerel yönetimlerin gönüllü
avukatlığıdır. Hükümet ve parlamentolarında kabulü mevzusuda
yalnızca çarkın nasıl döndüğünü anlamanıza yeter sanırım. Aşağıdan
gitmiş gibi gösterilmeye çalışılması da meşru zemin arama
çabasından başka bir şey değildir.'' demiş.
Ama bu çok genel bir değerlendirme değil mi? Hangi söylediklerimin
bilim dışı olduğu, hangi söylemlerin gerçekleri saklamaya yönelik
olduğu belirtilseydi yanıt da daha açık olurdu. Ancak çok akıllıca
sanılmakla birlikte, yazanları gülünç duruma düşüren
değerlendirmeler yapılmasının nedenini anlamakta zorlanıyorum. Bu
arkadaşımıza göre de kendileri kendi görüşlerinin avukatı, ancak
görüşünün ne olduğunu bile tam anlayamadığı Hatam yerel
yöneticilerin “gönüllü avukatı”.
Ne kadar “primitif”, ne kadar gerçek dışı bir yaklaşım. Bu
primitif yaklaşımı artık bir yana bırakmamızın, daha gerçekçi
olmamızın zamanı gelmedi mi? Yazılanları daha anlamaya çalışarak
okumamız gerekmez mi?
Örneğin gönüllü avukatlık konusu:
Yöneticilerimizin sizlerden ne gibi bir beklentisi olduğunu
sanıyorsunuz ki, sizlerin nezdinde puan kaybetmemek için gönüllü
ya da ücretli avukat tutacaklarına vehmediyorsunuz. Bulunduğu
coğrafyada bile örgütlü güç olamayan kendini önemsetemeyen sizler,
bir başka ülke yetkililerinin önemseyeceklerini, ciddiye
alacaklarını, sizleri ikna için avukatlar görevlendireceklerini
sanmanıza nasıl şaşılmaz. Şunu bilin ki, diaspora, ancak
birbirinden güzel nitelemeler bulduğunuz dönüşçüler, dönebilmiş
olanlar, anavatana dönüşü destekleyenlerce yönetimlerin gündemine
girmiş, ancak daha tam yerleşmemiştir. Yerleşmesi de bir süreç
sorunudur, bir süre alacaktır. Diasporanın sanal ortama
yansıyan değil ölçülebilir isteği, bu isteğe uyumlu politika
geliştirmesi anavatan yetkililerinin gündeme yerleşme sürecini
sağlıklı kılacak, süreyi de kısaltacaktır.
Yine arkadaşımız, “Hükümet ve parlamentoların da kabulü mevzusu da
yalnızca çarkın nasıl döndüğünü anlamanıza yeter sanırım. Aşağıdan
gitmiş gibi gösterilmeye çalışılması da meşru zemin arama
çabasından başka bir şey değildir.” demiş.
Bu cümlelerle de arkadaşımız, kimselerin bilmediği, anlayamadığı
ya da herkeslere yutturulan bir gizi açıkladığını sanmıyordur
umarım. Dünyada ve yaşadığımız ülkelerde bu uygulamanın
sayısız örneğini fark etmemek için herhalde tümden saf olmak
gerekir. Sadece üç kişinin vereceği karar için Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı adayının belirlenme süreci sizce neyin çabasıdır?
Birilerine danışıldığı gibi yapıldığının değil mi?
Hem, bağımsızlığını yedi düvele karşı kazanmış, seksen beş yıldır
demokrasiyi yerleştirmeye çalışan, Türkiye Cumhuriyeti’nin daha
ulaşamadığı demokratik olgunluğu, demokrasiyle henüz tanışmış koca
Rusya Federasyonu’nun 500 bin nüfuslu üye cumhuriyetinden beklemek
haksızlık değil mi?
Oturma izni için verildiği söylenen rüşvet konusunda diyecek bir
şey bulamamış sadece gülümsemiş: ”Bu arada 2.000-2.500 dolar
rüşvet konusunda acı bir gülümsemeden başka söyleyecek bir şey
bulamıyorum.”
Olaylara yakından değil uzaktan bakıldığı sürece, olaylarla
gerçekten ilgilenmeyip ilgilenir gibi yapıldığı sürece daha uzun
süre gülümsenecek demektir. Korkarım süreç içerisinde ağlanacak
hallerimize gülümsemekle kalmayıp, kahkahalarla gülünecek. Eğer
amaç gerçekten sorun çözmek olsaydı, çağımızda sorunların nasıl
çözüldüğü en azından nasıl çözülmeye çalışıldığı bilinecek, “madem
öyle siz de rüşvet verin” anlamındaki söyleminin “rüşvet verseniz
de kota dolduysa oturma iznini alamazdınız” anlamına geldiği
anlaşılacaktı.
Değerli arkadaşlar Adigey’e yerleşen Kürtler Türkiye Irak ya da
İran’dan gelmiyorlar. Rusya Federasyonu’nun bir başka yöresinden
geliyorlar Adigey’e. RF’nun vatandaşı, yaşayanları. Bunların şu an
için Adigey Cumhuriyetine yerleşmesini önleyecek federal
bir yasa yok. Aksine oturma izni verilmeyen Kürt ve Ermeniler bunu
mahkemelerde kazanıyorlar. Çünkü bunların kolay vatandaşlık
kazanmasını sağlayan Federal yasa var. Elbette yasada Ermenilere
kolay vatandaşlık verin demiyor. Yada Fransız Ermeni’sine de bu
hak tanınmıyor. Bu hakkın tanındığı kişiler Sovyetler Birliği eski
cumhuriyetlerinin vatandaşları. Vatandaşlık başvurularında bunlara
öncelik verilmesi federal yasa gereği. Rusya Federasyonu Bağımsız
Devletler Topluluğu adı verilen ülkelerde kalan Ruslara daha kısa
yoldan RF vatandaşlığı kazandırmak amacı ile ve etnik ayrımcılık
yapmayan federal bir yasa kabul etmiş bulunuyor. Adigey
Cumhuriyeti’nin federal yasaların üstünde yasa çıkartma ve bunu
uygulama gücü yok, yarın da olmayacak.
“Madem öyle o halde bizim işimiz ne?” diyebilirsiniz Böyle
düşünmek de dönüş yapmamak da hakkınız. Ancak bizim Rusya
Federasyonu ile olan ilişkilerimizin nasıl olması gerektiğine
karışma hakkınız da gücünüz de yok. Tıpkı anavatandakilerin,
Türkiye Cumhuriyeti ile ilişkilerinize karışma hakkı ve gücü
olmadığı gibi.
İşin ilginci, bu yaklaşımın, Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya
Federasyonu ilişkilerini zedeleme olasılığının, bu olasılığı
içinde barındıran politikanın da başarı şansının olmadığının fark
edilmemesi.
Ayrıca bizler eski Sovyetler Birliği vatandaşlarına tanına benzer
bir şansı 1991 de kabul edilen 1992 de yürürlüğe giren ve 1999
sonlarına kadar yürürlükte kalan RF vatandaşlık yasası ile
kazanmıştık. Bulunulan ülkeleri değiştirme zorunluluğu olmadan
vatandaşlığını da bırakmadan, RF vatandaşı olma hakkı veriyordu bu
yasa. Peki, yasanın yürürlükte kaldığı bu kadar uzun süre boyunca,
sayıları milyonlarla ifade edilen Türkiye diasporasından tek bir
kişinin bile usulüne uygun başvuru yapmamasına ne demeli. Daha
elverişli yasa karşısında bu denli vurdum duymaz olanların, oturma
izni konusundaki bu duyarlılığı ne derce inandırıcı olabilir
dersiniz?
Günümüzde yürürlükte olan yasalara göre vatandaşlık başvurusu için
önce geçici oturma izni başvurusunun kabul görmesi, arkasından
bunun sürekli oturma iznine çevrilmesi ve beş yıllık sürenin
dolması gerekiyor. Her cumhuriyetin her yıl kabul edebileceği kişi
sayısı da RF hükümeti tarafından belirleniyor. Elbetteki bir çok
faktör yanında istekli sayısı, başvuru sayısı da önemli oluyor
kotanın belirlenmesinde.
Kotanın arttırılmasına yardımcı olacak ve vize alma, buralara
gelme, oturma izni çıkmadan vizesi dolduğu için tekrar geldiği
ülkeye dönme sıkıntılarını da yaşatmayacak bir madde var
yürürlükte olan yasada. Yasa, geçici oturma izni için, vatandaşı
olunan ülke konsolosluklarına başvuru hakkı tanıyor. Başvuruların
da altı ay içinde yanıtlanması gerekiyor.
Özetle eski Sovyetler Birliği Cumhuriyetleri ülkelerinden gelenler
rüşvet vermeseler de oturma iznini alırlar. Diğerleri de rüşvet
verseler de kota dolduysa oturma iznini alamazlar. Yasal hakları
olmasına rağmen rüşvet veriyorlarsa, bir çok ülkede olduğu gibi
bürokrasiyi, normalde olabilecek bir işi zora koşan bürokratları
aşmak içindir ki bu yönteme sizler de aşina olsanız gerek.
Başvurular artarsa önümüzdeki yıllarda kota da artabilir bunu
çalışması yapılır. Gerçekten dönüş yapma kararlılığında olanlar
için bir yıl sonra olması çok kayıp olmasa gerek. Yüz elli yıldır
bekleyenlere birkaç yıl bu kadar uzun gelmez sanırım.
Sayın Semih Turan ise Bir Tarih, Bir Şarkı, Bir Proje başlıklı
sayfadaki tartışmaları ne kadar sığ bulduğunu şu keskin
sözcüklerle dile getiriyor.:
“Gerçekten ilginç bir
konu. Toplumsal değişmenin yada değişmenin bu kadar dar kapsamlı
tartışıldığı, hatta değişimsel yönlendirme senaryolarının açıkça
ortaya konduğu başka bir tartışma hatırlamıyorum.” Arkadaşımızın
elbetteki böyle düşünme, tartışmaları yetersiz bulma hakkı var.
Ancak bu görüşlerine çok değer verdiğim araştırmacı Dr. Cahit
Aslan’ın “Değişmeyi bir kültür için problem haline getiren
değişmenin ardından bir çözülmenin gelip gelmediğidir. Yada
değişen birimin kültür bütününe bozucu etkide bulunup
bulunmadığıdır” görüşünün, Hatam’ınmış gibi sunulması, yazılanları
okuma dikkatimizin yetersiz olduğunu göstermez mi?
Sayın Kabartay,
Buraya dönüş yapmış arkadaşların, en azından benim bu konulardaki
yaklaşımımı yine daha önceki yazılarımdan birinde tüm çıplaklığı
ile açıklamıştım. Ben, kendileri yada açıklamaları Türkiyeli
Çerkes çemberini kıramayanlarca, kendileri yada açıklamaları
“primitif” sayılsa da anavatanı bugünlere getiren vatan
bekçilerini ülkenin asıl sahibi sayarım. Soruna dönüşme ihtimali
olan konularda olabildiğince çekimser kalmaya çalışır, daha çok
politika dışı konulara daha yoğun emek veririm. Dönüş yapmış olan
kuşağın değil, belki de üçüncü kuşağın gerçek sahip olacağına
inanırım.
Bilirsiniz savaş, kıtlık, yangın sel yaşam kişiye göre çekilmez
hale geldiğinde sivillerden imkan bulanlar ülkeyi terk ederler.
Bugün son savaşlardan sonra ülkesinden ayrı düşen Çeçenlerin
sayısının Adigey Adigelerinin üç katı kadar olduğu sanılıyor.
Sadece Türkiye’dekiler bu kadar yılda Adigey’e dönüş yapanların
iki katı kadar. Bugünlerde Arap ülkelerine sığınan Iraklıların
sayısını kim bilebilir?
Sığınmacının, çalışma ve oturma izni, vatandaşlık, çocukların
eğitimi gibi sorunları, yeni dil öğrenme zorunluluğu gibi
çözümlenememiş sorunları yok mu? Peki anavatanda rahat edemeyip
Dönüş’ten geri dönen dönüşçülerin hiçbiri, sığınmacıların bu
sorunları ile karşılaşıyor mu? Hatta anavatanda kaldıkları sürece
eğer Rusça'yı da öğrenmişlerse bu onlar için avantaj olmuyor mu?
İşte Türkiye’ye dönmek zorunda kalacak dönüşçü ile sığınmak
zorunda kalacak Adigeyli arasında böyle bir fark göz önünde iken,
bir dönüşçünün kendisini vatan bekçilerinden daha sorumlu sayması,
daha keskin davranması yakışık alır mı?
Ben diasporadakiler ve dönüş yapanlar olarak buna hakkımız
olamadığını düşünüyorum.
450. yıl ile ilgili görüşlerimi, forum sayfalarının birinde de
dile getirdiğimi sanıyorum. “Sözü edilen tarihte bir Adigey
devleti yoktu ki tüm Adigeleri kapsayan bir anlaşma yapılabilmiş
olsun demiştim.” Evet yapılan anlaşma politik-askeri birliktelik
anlaşması. Ancak devletler yada yönetimler, gerçek tarihi değil
kurguladıkları geleceğin tarihini yazıyorlar. –gerçek tarih
yazmış devlet var mı zaten.- Üç cumhuriyetin yöneticileri de bu
olaya böyle bir anlam vermenin bu anlaşmayı bu biçimi algılamanın
ülke gelecekleri için daha doğru olduğuna karar vermişler bunu
“aşağıdan geliyor gibi süsü verip” kararnameyi imzalatmışlar.
Sizin bilgilendirenler nasıl bir bilgi veriyor bilemem ama biz
burada yaşayanlar, ciddi bir muhalefet, bir halk hareketi
göremiyoruz. Muhalefet gerçekten var sesini de duyurursa, doğru
buluyorsanız siz de onlara katılır, sanal ortamdan çıkar gerçekte
onlara katkıda bulunursunuz.
Ayrıca bir önceki yazıda açıklamaya çalıştığım gibi doğru
bildiklerimizi birbirimize anlatmayı bırakıp doğru bildiklerimizi
yaşama çabası içine girmenin zamanı gelmedi mi sizce de?
ayın Kabardey, ister mandacılık sayın isterseniz insafsızlık ama
gerçek durum bu. Geleceğinize ilişkin kararlarınızı da bu
gerçeklere göre verirseniz bizce hayal kırıklığına uğramazsınız.
Sayın Hak’un’a gelen bilgilerin daha sağlıklı olduğuna
inanıyorsanız o doğrultuda hareket edersiniz.
Sayın Hak’un
Tanımadığınız, az tanıdığınız kişileri ne kadar kolay
yargılıyorsunuz böyle. Sorunu bitmiş saysam, bu sayfalarda işim
ne? Sizin gibi sadece söylenmişi gerçekleşmiş gibi algılayanlara
-Çerkesya’nın yeniden kurulması gibi- neden yanıt vereyim. Hem
sizi hem kendimi üzeyim.
Hem ben, dönüşün çok kolay olduğu savında olan hiçbir yazımı da
hatırlamıyorum. Aksine zorlukları olduğunu sıkıntıları olduğunu
vurguladım hep. Daha dün akşam bir arkadaşımın haber vermesi
üzerine You-Tube’de Sürgün belgeselinde söylediklerimi yeniden
dinledim. “Olumlu yada olumsuz sizlere söylenenlerle yola
çıkmayın. Mutlaka kendi gözlerinizle görün. Başarabileceğinize
mutlu olacağınıza inanırsanız yola çıkın” anlamında şeyler
söylemişim.
Evet hep söylediğimiz gibi, Dönüş ulusal kültürel değerlerini
yaşatmak geliştirmek isteyen Çerkeslerin sorunu. Bizler, Anavatanı
kurtarmak için değil, kendimiz burada mutlu olmayı düşlediğimiz
için dönüyoruz. Diaspora ülkelerinde ulusal kültürel değerleri
yaşatamayacağımızı bildiğimiz için dönüyoruz. Dönüşle hemen her
şeye yeniden başlanacağını buna hazır olunması gerektiğini
vurguluyoruz. Sosyal statüde bir düşme olacağının bilincinde olun
diyoruz. Türkiye’de telefonla bir çok önemli işi halleden, bir çok
kişiye yardım edebilen insanların dilekçe yazmak için bile yardım
almak zorunda kalacağını, kaldığını bilmenizi istiyoruz….
Daha sayılabilecek bir çok sıkıntıyı, değerlerini yaşatmak
konusunda samimi olan insanların göze alabileceğine inandığımız
için bunların hiçbirini saklamıyoruz. Yöneticilerimizin
kimilerinize çok ters gelen düşüncelerini, davranışlarını
saklamadığımız gibi. Çünkü Dönüş’ün gerçekleşme şansının Bağımsız
Çerkesya kurma, Bağımsız Birleşik Kafkasya kurmayı imkansız
sayıyor, ve tüm sıkıntılarına karşın da diğer Dönüş’ün
gerçekleşebilir çözüm önerisi, en az acılı öneri olduğunun
bilincindeyiz.
Sayın Hak’un,
Siz sadece yazıyor hiç
okumuyor musunuz yoksa. Dönüş’ü kendisinin icat ettiğini söyleyen
hiçbir dönüşçüye rastladınız mı siz? Dönüş düşüncesinin sürgünün
ilk günlerinden beri var olduğunu, yollara dökülenleri Çarlık
Rusya’sının kabul etmediğini, Osmanlı’nın askeri güçle
engellediğini defalarca yazmadık mı? Denizde fırtınaya tutulan
kişiler örneği ile açıklamadık mı? Anavatana korkak olduğumuz için
döndüğümüzü yazmadık mı?
“Aslında halk muhalefeti olduğunu ancak işini kaybedebileceği gibi
kaygılarla seslerini çıkartmadıklarını söylüyorsunuz”. Zaten düğüm
noktası da burada değil mi? Devlet desteği ile, devletin göz
yumması ile yapılan şeylere ne zamandan beri muhalefet deniyor.
Muhalefet, kendisine zarar verebilecek olan, zarar veren güçlere
karşı bile, doğru bildiklerini söyleyebilmek yapabilmek değil mi.
Örneğin diasporanın çok büyük bir çoğunluğu okullarda anadil
okutulsun, gün boyu yayın yapan televizyonu olsun istemez mi?
Ancak bunu devletten istememesinin nedeni bir şeyler
kaybedebileceği kaygısı, korkusu değil mi? Anadilleri serbestisi
konusunda TC’nin olumlu tavrı olmasaydı kurumlarımız anadilde
kitap basmayı göze alabilir miydi? Dolup taşan kurslarda kaç kişi
ile ders yapılmak zorunda kalınırdı dersiniz. Devlet
derneklerimize gelip gidenleri rahatsız etmeye başlarsa kaç
dernek üyemiz kalır sizce?
Bu satırların yazarı bunların hepsini yaşamış biri. Böyle
dönemleri yaşamış biri. On iki Martta derneklerimize hiç
dokunulmadığı halde, müdahale öncesi dolup taşan Ankara Derneğine
müdahale sonrası gelenlerin yirmi beş kişiye düştüğünü sayanlardan
biri. Diasporanın Politikasını belirlerken, devleti ile
çatışmayacak yolları aradığını, dahası bunu bilinçaltına yerleşik
yol gösterici ile çok kolaylıkla bulduğunu gözleyebilenlerden
biri. Bu yol gösterici sayesinde, Abhazya politikasına tamamen
ters TC. politikası ve onun sonuçlarını görmezden duymazdan
gelinmekte, bu yol gösterici sayesinde, gerçekte Abhazya’ya
ambargo uygulamasını sürdüren ülkelerin Rusya dışındaki ülkeler
olduğu bilindiği halde, RF’na ambargoyu kaldırma çağrısı
yapılmaktadır.
Evet bu satırların yazarı bunları ve daha başka bir çok şeyi bilen
biri. Çünkü aynı rahle-i tedrisattan geçmiş biri.
Onun için biz diyoruz ki;
-Eğer Dönüş istiyorsak, eğer halkımızın kaderini paylaşmak
istiyorsak, Eğer halkımızın sıkıntılarını paylaşmakla mutluk
duyacaksak İçinde yaşadığımız yıllar, anavatana dönüş için
sürgünden bu yana en şanslı olduğumuz yıllardır…
-Politikamızın temeli de karşıtlık değil, dostluktur.
-TC ve Rusya Federasyonu bölgenin iki komşu ve güçlü ülkesidir.
-Ekonomik kültürel ilişkileri gün be gün gelişmektedir. Bu
ilişkiler ne kadar gelişir, güçlenirse bizlerin dönüşü de daha
kolay olacaktır.
-Dönüşümüz iki komşu ve dost ülke arasındaki bu ilişkilerin
gelişmesine katkıda bulunacaktır.
-Doğup büyüdüğümüz eğitim gördüğümüz TC her birimizin vatanıdır.
Türkiye kişi olarak her birimizin vatanıdır. Türkiye’nin gelişmesi
güçlenmesine katkıda bulunduk bulunuruz. Diaspora terimini tercih
edişimiz. Türkiye’yi kişi olarak vatan bilmediğimiz için,
bilmememiz gerektiği için değil, Türkiye’nin tarihsel olarak
Çerkes toprağı olmadığını vurgulamak içindir.
-Çerkesler olarak özerk bölge, federasyon talebimizin olmadığını
vurgulamak, “Çerkesler Türkiye’yi bölmek istiyor” spekülasyonu
yapılmasını engellemek, içindir.
-Dönüşün başarısı, yetmişli yıllarda formüle edilen bu ilkleri,
yaşadığımız ülke insanlarına, vatandaşı olduğumuz ülke
yöneticilerine anlatabilmekle doğru orantılıdır.
Özetle Sayın Hak’un, biz buyuz. Hiçbir konuda bizimle aynı görüşte
olmak zorunda değilsiniz. Ancak siz de farklı amacınızın bizler
tarafından gerçekleştirilmesini isteme hakkınızın olmadığını da
bilmelisiniz. Düşüncelerinizi kendiniz gerçekleştiriniz. Ayrıca
soru sorma ve yanıt bekleyebilmek için en azından, sorulan,
yıllardan beri sorula gelen soruları yanıtlama çabası içinde
olmanız gerekmez mi?
Evet arkadaşlar bağışlayın ben, bağımsızlık ve Çerkesya
konularında sizler kadar büyük düşünemiyorum… Benim hedefim küçük
çok küçük: Hem gerçekleşebilir bir hedef, Gerçekleşme şansı kişiye
en çok bağlı bir hedef:
Kendini halkının kaderini paylaşmaya hazırlama, hazır olunca da
Dönüş… |