Sayın Hatko Schamis’in
CC sitesindeki köşesinde ''Örgüt ve Örgütlenme'' üzerine olacak
yazıların ilkini artık okudunuz. Bu konuda yazacakları bir
somutlaşsın -ki daha kuramsaldayız- halkımızın özeline bir
gelinsin, elbette bizlerin de bu konuda söyleyeceklerimiz
olacaktır. Ancak yazının, muhtemelen izleyecek diğer yazıların da
en önemli cümlesi olduğunu düşündüğüm en son cümlesine, bütün
kalbimle katıldığımın altını çizeyim.
“Bu arada tüm halkımıza 21 Mayıs Soykırım ve Sürgünü Anma
Günü'nün, Anavatana Dönüş Günü'ne dönüşmesi dileğimi iletiyorum.”
Okuyanlar bu cümle ile yazıda anlatılanlar arasında bağlantı
kurdu mu bilmiyorum ya da Sayın Şchamis; “tüm anlatacaklarımın
ruhu bu cümledir” mi demek istedi, belki yazacak biz de
anlayacağız.
Bense, 21 Mayıs Soykırım ve Sürgünü Anma Günü’nün, Anavatana Dönüş
Günü’ne dönüşmesi düşüncesinin, amansız bir tutsağıyım. Yıllardır
hemen her platformda da savunurum… Kimileyin çok yakın
arkadaşlarımı da kızdıracak biçimde dile getiririm bu görüşümü…
Sürgün’ün 140. yılında sanal ortamda yayınladığım “Sürgünümsülerin
Yasımsı Toplantıları” da bunun bir örneği…
Sürgün’ün 141. yılında DÇB yönetim kurulu toplantımızı Kaf-Fed ev
sahipliğinde İstanbul’da gerçekleştirmiş, sürgün anma
etkinliklerine de katılmıştık. İstanbul’da konuştuğumuz kimi
“sürgünümsüler” yazıyı okuduklarını ve bana hak verdiklerini
söylediklerinde, sessizliklerine daha bir şaşmıştım. Zira sanalda
yazı hiç yankı bulmamıştı. Etkinliklerin içeriği ise, benim
düşlediğim içerikten yine çok uzaktı...
Maykop’a döndükten sonra, yazıyı yayınlamak istedikleri iletisini
aldığım sonrası Nart Dergisi yönetimine şöyle yanıt vermiştim:
“Merhabalar,
Sanırım “eskiler”, “yeniler”de kalmıştık. Nazlanmak hele
önemsediğim konularda nazlanmak, hiç düşünemeyeceğim şey. Öyle bir
konuma düşmüş olmaktan korkuyorum. Son yazdıklarım konusunda
özellikle kitapçık (Biz Çerkesler) konusunda da pek bir şey
yazmadınız. “Sorumlusu ben değilim, sorumlu olan yanıtlasın”
havası ile sanırım. Ancak sizin de görüşünüz eleştirileriniz yok
mu?
(…)
Dönüşün önünü tıkayanların Kaf-Fed dışındaki, yani Kaf-Fed
karşısında kurulmuş kurdurulmuş dernek ve vakıflar olduğu yine
bizimkilerce yaygınlaştırılan çok büyük bir yanlış. Dönüşün
önünü tıkayan Kaf-Fed’in değişen paradigmasıdır. Sahada
mücadele etmesi gerektiği takıma değil de tribünlere oynama
paradigmasıdır. Bunu yeni söylemiyorum. Tek çatı altında tüm
dernekleri toplamak hevesi ile yola çıkıldığında da söyledim
yazdım. Dinleyen olmadı.
Şimdi düşülen gülünç duruma bakın: Abazalarla Karaçayları aynı
etnik halktan sayacağız. Çerkes sayacağız. (Biz Çerkesler) Ama
bütün dünya da Abazalar ile Karaçaylar arasındaki sorunu etnik
sorun olarak konuşacak. Yani tüm dünyanın önünde gülünç duruma
düşülecek. Birliktelik bilime, tarihe, günümüze ters şeyler
söyleyerek sağlanamaz. Her birimin kendisinin olduğu, kendi
olabileceği birliktelikler ancak gerçekçi olur.
Şu halklar Çerkes değil demek bir aklı evvelin yazdığı gibi onları
küçümsemek değildir. Aksine bu dayatmayı, sözünü ettiğimiz halklar
küçümseme olarak alacaklardır diye düşünüyorum.
(…)
Düşündüğünüz bölüm için çok uzun olmaz derseniz yazıyı aşağıdaki
gibi kurguladım.
“sürgünümsü”lerin
“yasımsı” etkinlikleri!
Ankara’daki Kuzey Kafkas Kültür Derneği 23 Aralık 1987'de
Aslan Arı başkanlığında yaptığı toplantıda, 1989'da “Sürgün’nün
125. yılı kültür haftası” gerçekleştirme kararı almış ilk çağrı
için de beni görevlendirmişti. Çağrımız da şuydu:
“Sayın ......
Bilindiği gibi 1989 Çerkeslerin anavatanlarından koparılış
sürecinin hızlandığı, büyüdüğü 1864’ün 125. yılı. 123 yıl önce
dedelerimiz, Karadeniz’in iki yakasına dökülmüştü. Köhne
gemilerdeydi. Osmanlı topraklarına yerleştiriliyorlardı yokluk,
yoksunluk içerisinde.
Yokluğa, yoksunluğa, amansız yol koşullarına, hastalığa kıtlığa
dayanabilenlerin, kimi yerlerde sıtmadan artakalanların, tüm
güçlüklere karşın ayakta kalabilenlerin biz torunları, anavatandan
kopuşun 125. yılını anmak, kapsamlı bir değerlendirme yapmak
istedik: Ata toprağımızdan nasıl koparıldık, kopuşta etken olan
nedenler nelerdi. Nerelere nasıl yerleştirildik, koşullar nelerdi.
Nelerle karşılaştık, neler kaybedip, neler üretebildik.
Ülkelerimiz tarihine, politik, kültürel, sanatsal yaşamına ne gibi
katkılarda bulunabildik.
Tüm bu konulara, önereceğiniz başka konulara ilişkin çeşitli
etkinlikler düşünüyoruz: konferanslar, paneller, açık oturumlar,
sergiler, etkinlikler öncesinde ve sonrasında yayınlar...
Hemen görülebileceği gibi bunları gerçekleştirebilmek, bu kapsamı
ile amaca ulaşabilmek çok güç ama olanaksız değil. Ancak büyük
ölçüde sizlerin özverisine bağlı.Kültürel varlığımızı korumak,
geliştirmek gereğine inanan, bu bilinçte olduğuna inandığımız
sizlerin özverisine yardımlarına... İlk aşamada önerilerinizi
alacağız. Önerileriniz doğrultusunda ve olanaklarımız ölçüsünde
programı oluşturacak ve işbölümü yapacağız. Katkılarınız,
yardımlarınızla da etkinlikleri gerçekleştirmeye çalışacağız.
Şimdi sizlerden dileklerimiz:
1-1989 güz aylarında düşünülen anma-değerlendirme program taslağı
için önerileriniz.
2-Önerilerinizden hangisinin gerçekleşmesine ne ölçüde katkıda
bulunabileceğiniz.
3-Çeviri yapabilecek düzeyde bildiğiniz dil-diller.
4-Elinizde bulunan yayınların adları.
5-Kişisel yetenekleriniz, el becerileriniz.
6-Bu konuda katkıda bulunabileceğini umduğunuz, kendilerinde
kaynak bulunduğunu bildiğiniz kişilerin ad ve adresleri.
Çok gecikmeden gelecek cevaplarınız için şimdiden teşekkür eder,
saygılar sunarız.
125. yıl Anma-Değerlendirme Kurulu adına
Necdet Hatam”
Sürgünden sonra Anavatan ve Çerkeslerin yoğun olarak yaşadığı
tüm diaspora ülkelerinden delegelerin katılımının sağlandığı,
dönemin Türkiye koşullarında küçümsenemeyecek riskleri üstlenmeyi
gerektiren etkinlikler, dernek başkanı Aslan Arı, erken
kayıplarımız Süleyman Yançatoral, Sönmez Baykan ile Fahri Huvaj,
Özdemir Özbay ve daha sayısız arkadaşın büyük katkıları ile çok
büyük bir başarıyla gerçekleştirilmiş, tüm dünyada Çerkes Ulusal
mücadelesini yükseltmişti.
Özetle, etkinliklerde geçmiş de tüm yönleri ile konuşulmuş ancak
daha çok “gelecek” üzerinde durulmuştu. Olaya çok yakın
kimilerince DÇB’nin ilk genel kurulu olarak değerlendirilen
etkinliklerin sonuç bildirisinde, sorunun tek çözümünün
“Anavatan’a Dönüş” olduğu vurgulanmıştı.
2005 törenlerinde ise sadece “hamaset” vardı. Sadece, kavga kokan
seslerle barıştan söz edilmişti…. Geçen yıldan tek farkı
“sürgünümsülerin” yas toplantılarından anma törenlerine geçmiş
olmasıydı. 141. yıl etkiliklerini de geleceğimize olumlu katkıda
bulunma açısından pek iç açıcı bulamadığım için, 140. yıl
etkinlikleri hazırlıklarını okuduğum sanal ortamda yayınladığım,
ancak ilginçtir ki hiç kimseden yanıt almayan iletiyi, yeniden ve
bu kez Nart’ta yayımlamanız dileği ile anımsatıyorum:
“sürgünümsü”lerin
“yasımsı” etkinlikleri!
“Değerli Arkadaşlar,
Sürgünün yüz kırkıncı yılında sizleri, yüz kırk yıl öncesini değil
günümüzü değerlendirmeye çağırıyorum.
Günümüzde, diasporada yaşamayı anavatana dönmeye yeğ tutanlar
için, gelin, “sürgün” deyimini kullanmaktan vazgeçelim. Sizler
gerçek sürgün değil “sürgünümsü” olduğunuz için yasınız da yasımsı
olmaktan kurtulamıyor.
Sürüldüğü ülkeye dönebilme olanakları bulunduğu halde anavatana
dönmeyip azından sağlıklı dönüş programı yapmayıp illaki
anavatandan uzakta kalmak isteyenlere sürgün diyebilecek objektif
yaklaşım olabilir mi bilmiyorum.
Değerli Arkadaşlar gelin bu 21 mayısta Sürgünün karşıtı Anavatan
Dönüş konusunda bir durum değerlendirmesi yapalım.
Dönüş konusunda neler yaptığımızı, neler yapıyor olduğumuzu,
neleri kaçırdığımızı hangi olanakları teptiğimizi tartışalım.
Büyük depremlerin yıldönümlerinde, sağ kalanları hayatını
kolaylaştırma çalışmalarından söz etmeyip: sağ kalanlar için
olanakların gereği gibi kullanılıp kullanılmadığını irdelemeyip
sadece depremde kaybedilenlere ağıt yakmak, nasıl ki ağıt
yakanları gülünç duruma düşürmekten öteye gitmez, tarih önünde
sorumluluktan kurtarmaz ise...
Anavatana Dönüş konusunda etkin çaba göstermeyen sürgünümsülerin
yasımsı etkinlikleri de ilerde gülünç gösteriler olarak anılmaktan
kurtulamayacaklardır inancındayım.''
Görülebileceği gibi bu bakış açısını -birilerinin sanabileceği
gibi- Anavatana Dönüş yaptıktan sonra kazanmamıştım. Hem
etkinliklerin içeriğinin nasıl olması gerektiği konusunda da
yalnız değildim. Kanıt mı? 125. yıl Kültür Haftası etkinlikleri
ve sonuç bildirisi.
Örneğin etkinliklerin nasıl gerçekleştiğinin anlatıldığı yazıda
etkinliklere verilen anlam:
“125 yıl önce başlayan sürgünle birlikte yok olmanın girdabına
sokulan Kuzey Kafkasyalıların bu “yokoluşa dur” ilk adımı
şeklinde gerçekleşen Kültür Haftası…”
21-27 Ekim 1989 tarihleri arasında gerçekleştirilen etkinlikler
çerçevesinde Kuzey Kafkasya Kültür Derneği Başkanı Sayın Asalan
Arı’nın konuşmasından…
“Tüm muhacerette yaşayanlar aynı sorunlarla iç içe yaşadıklarına
göre, bugün olmasa bile yarın, hepimizi acımasız asimilasyon
bataklığı yutacak demektir. Her ne sebeple olursa olsun,
vatanlarından koparılmış olarak yaşamak durumunda kalan bizler,
kültürümüzü korumakta güçlük çekmekteyiz. O halde üstesinden
gelemediğimiz sorunlarımız var demektir. Bunlara çözüm aramak ve
bulmak gerektiği kanısındayız.
125 yıldır ata toprağımıza duyduğumuz özlem, Savsuruko’nun ateşi
gibi hiçbir zaman sönmemiştir ve sönmeyecektir.
Yok oluşa nihai bir çözüm olarak, dünyaya dağılmış, birbirinden
kopuk insanlarımızın, bir coğrafi bütünlük içerisinde, atalarının
toprağında aynı dili ve kültürü paylaşmak üzere bir araya
getirilip toplanmasından başka bir çare bulunmadığı kanısındayız.”
“Böylece, parçalanmış ailelerin birleşmeleri için dönenler, geride
bıraktıkları akrabalarının ve kalan insanlarının dostluklarını,
doğdukları ülke ile anayurtlarında arasına taşıyarak, dostluk ve
iyi niyet köprüsü oluşturabilirler.
Bunun da barışa büyük katkısının olacağına inanıyor, bu inançla
kültür haftamız ve etkinliklerimizin yararlı olmasını diliyoruz.”
125. Yıl Kültür Haftası Sonuç Bildirisi’nden:
“Anavatanla sürgündeki Çerkeslerin yaşadıkları ülkeler arsında
ilişkilerin güçlü olması dileğimizdir. O ülkelerde yaşayan
insanlarımızın anavatana dönüp, onları görmeleri, okullarda
okuyabilmeleri, kendi akrabaları ile buluşup birbirlerini ziyaret
etmeleri ve bütünleşmeleri gereklidir.”
Tarihimiz, dilimiz, kültürümüz, sorunlarımız üzerine değerli
aydınlarımızın konuşmaları, akşamları konuklara sohbetler, kültür
etkinlikleri, hafta boyu izlenebilen kültürümüzü yansıtan sergi…
ve salonlardan taşan coşku… coşku… Kapanışta Murat Çepay
eşliliğinde tüm salondakilerin tek yürek olup, ayakta “Sinane –
Annem” şarkısını seslendirişi…(Kafdağı sayı 33-36 )
…
Yıl 1993. Artık anavatandayım. Wınerıkhue Raya’nın yüreklendirmesi
ile ilk Adıghabze makalemi yazıyorum. Cerpecej – Yankı adlı
gazetenin Mayıs 1993 sayısında yayınlanıyor. Bu yazımda da tutsağı
olduğum düşünceyi Sürgün gününün bir değerlendirme günü olmasını,
dönüş günü olması gerektiği düşüncesini vurguluyorum:
“Ancak 21 Mayıs, sadece acıyı, ağıtı anımsatmakla kalmamalı,
bizlere halkımızın geleceğini de düşündürmelidir. İnanıyorum ki
sadece ağıt sesi, vatanı uğruna, ulusu uğruna can verenlerin
ruhlarını rahatlatmayacaktır. Halkımızın diaspora kesimi anavatana
getirildiğinde. halkımız çoğalıp büyüdüğünde, barış içinde
olduğunda, çağımıza ters düşen göreneklerini bıraktığında, daha
güzelleri ile değiştirdiğinde, birini düşürdüğünü diğeri
topladığında, kol kola omuz omuza olunduğunda, eğitimde teknolojik
gelişmede, sosyal yaşamda diğer ülkelerden geri kalınmadığında,
komşularımız farklı halklardan komşularımızla iyi ilişkiler
kurulduğunda, iyiyi, yararlıyı, güzeli paylaştığımızda ancak,
rahat uyuyacaklardır bunlar için canını armağan edenlerin ruhları.
(…)
Halkımızın, bu güzellikleri görebilecek şanslı kuşağının 21
Mayısta kuracağı büyük düğüne bugün kendileri için yas
tuttuklarımızın ruhlar da amaçlarına ulaşamadan canlarını
verenlerin ruhları da bu düğünde, mutlulukla birlikte yer
alacaklardır.
Allah bizlere, böylesi düğünü nasip etsin…
rın değerlendirme günü, değerlendirme haftası başlangıcı, Dönüş
günü, olamayışına üzülmez mi? Etkinliklerde hala ağıtın ön planda
oluşuna, barıştan, kavga kokan seslerle söz edilişine, Sürgünün
karşıtı “anavatana dönüş”tün hiç gündeme alınmayışına kızmaz mı?
Peki, Anavatanına dönebilecekken dönme çabası içinde olmayanlara,
gelebilecekken gelmeyenlere, tüm dünya ülkelerini dolaşıp
anavatanına ayak basmayanlara, anavatanın gelişimine karınca
kararınca katkıda bulunmayıp “sürgün” edebiyatı yapanlara,
“sürgünümsü”, etkinliklerine de “yasımsı” yakıştırmaları haksızlık
mı?
Siz ne dersiniz? |