Hoş geldin
sevgili Erhan…
Seni CC de görmek gerçekten güzel…
Ulusal sorunumuzun çözümü konusunda seninle aynı
şeyleri söylemediğimiz dönemler de olmadı değil… Ama ben
bugün olduğu gibi geçmişte de halkını seven,
söylemlerinde içten olan, söylemleri doğrultusunda
üreten insanlarımızı, sadece laf üretenlerden hep daha
yakın buldum kendime… Onun içindir ki, farklı şeyleri
söylediğimiz zamanlarda da görüşlerine saygı duydum,
çabalarını önemsedim… Kimileyin çok az sözcükle o kadar
çok şey anlatabildin ki… İmrenmemek mümkün değil…
Örneğin “Bir gün Gelir…” başlığı altında “yamçı”da
yayımlanan şu dizelerin:
bazen,
öyle
durumlarla karşılaşır ki insan
susarsa,
yalan
söylemiş olur şüphesiz
koca
bir asrı yalan söylemekle geçirdik
demek
biz…
Bilmem bu dizelerin, hala yalan söylemeyi sürdürenleri;
dahası, yalanı bir yana bırakıp politikalarını
söylenmemişler üzerine kurgulayanları, olayları bilerek
çarpıtanları, çamur atanları, “yaşadığım coğrafyada
söyleyemediklerimi anavatandakiler benim adıma neden
söylemiyor, benim yapmayı aklımın köşesinden
geçirmediğim şeyleri, anavatandakiler neden yapmıyor,
benim için neden bedel ödemiyorlar” diyenleri,
ödeyeceğimiz bedellerin, sanal kahramanlıklarına malzeme
olmaktan öte bir getirisi olmayacağını anlamazdan
gelenleri, durmadan ajitasyon yapanları, bir nebzecik
olsun uyandırabilir, düşündürebilir mi?
Pazartesi günü sevgili kardeşim Abdullah Hatam’ı
kaybettim. Başta CC ailesi olmak üzere acımızı
paylaşanlara ailemiz adına teşekkür ediyor, mutlulukları
acılarına galebe çalan sağlıklı, uzun bir yaşam
diliyorum… Dostlar birbirlerine doysun diliyorum… Vade
gelip göçtüklerinde yarım kalmış işleri az olsun
diliyorum…
Abdullah anavatana 1991'de dönüş yapmıştı, yani benden
önce… İlk gelenlerden… Çerkeslik için canını vermeye
hazır olanların (!), “sabun bile yok” diye
eleştirdikleri yıllarda dönmüştü anavatana. Sayıları çok
değildi. Evet Sovyetler Birliği yıkılmıştı. Geçiş
döneminin tüm sancıları yaşanıyordu. Gerçekten, paranız
olsa bile zorunlu ihtiyaç maddelerini satın
alamıyordunuz. Buna şeker de dahildi, onsuz artık
hayatın düşünülmediği televizyon alıcıları da… Bunları
alabilmeniz için paranın yanında, yetkililerce dağıtılan
talon (karne) de gerekiyordu… İşte o sıkıntılı dönemde
dişleri, tırnakları ile anavatan toprağına kenetlenen
sayıları çok olmayan gruba talonları Abdullah buluyordu…
Benim dönüşümden sonra sessizliğe gömüldü… Xabzemizin
belki de en eleştirilesi yönlerinden biri… Ağabeyin
olduğu yerde daha gençlerin gölgede kalışı, kendilerini
gösteremeyişleri…
Zorunlu kalmadan Maykop’tan ayrılmadı… Kısa süreli
ayrılıklar bile çok ağır geldi ona… Ama kader, çok genç
yaşta, henüz elli üç yaşındayken Abdullah’ımızı bizden
aldı. Kim bilir, belki de anavatan toprağı ile
bütünleşmek, anavatana toprak olmak için acele
etti...Yakın arkadaşlarından birinin söylediği ve
tanıyan herkesin hemfikir olduğu “şakadan olsa bile
yalan söylemezdi, yalana tahammülü yoktu” sözü, sevgili
kardeşimin kişiliğinin bence de en belirgin özelliğiydi.
Kendisi anavatan toprağına karışma yolculuğuna çıkarken,
anavatana da henüz yedi ve üç yaşlarındaki Psenef ile
Gunef’i hediye etti… Ve…Çocuklarının anavatanda daha iyi
bir eğitim göreceğinin, daha iyi yetişeceğinin
bilincinde olan, çocukları için kendi kardeşlerinden
uzakta yaşam mücadelesi vermeye kararlı, anavatana
kenetlendikleri ölçüde eşinin ruhunun daha rahat
edeceğine inanan eşini, çocuklarının anasını…
Evet sevgili Erhan, bir gün gelecek ama mutlaka gelecek…
ve…
Anavatanda sıkıntı çekmenin, anavatanda ihtiyaç maddesi
karnesi bulup-buluşturmanın, anavatanda yuva kurmanın,
anavatanda iş kurmanın, anavatanda çocuk büyütmenin,
anavatanda yürümenin, soluk almanın, anavatanın sıradan
insanı olabilmenin, dahası kerameti kendilerinden menkul
kimilerine göre “çanak antenli maganda” olmanın bile,
hariçten gazel okumaktan, deplasman sever
futbolculuktan, gıyabi milliyetçilikten, sanal
kahramanlıktan, sanalda devlet merkezli örgüt kurmaktan
çok ama çok daha önemli olduğu, asıl kahramanlığın,
anavatanın sıradan bir insanı olabilmek olduğu mutlaka
anlaşılacak… O gün geldiğinde de diaspora insanının
samimi olanları, bizlere dönülebilecek bir anavatan
hediye eden, anavatan bekçilerine ve koşullara
bakmaksızın 'dönüş’lerini gerçekleştirenlere içtenlikle
teşekkür edecekler…
Evet dönüş öncüleri, sevenlerinden uzak ölecek,
sevdiklerinin ölüsüne yetişemeyecek, kendi mesleğini
yapamayacak, doğup büyüdüğü ülkedeki sosyal statüyü
belki hiç kazanamayacak, düğünleri, cenazeleri yeterince
kalabalık olamayabilecek ama anavatanda toprak olacak,
çiçek olacak, ağaç olacak, yapı olacak, şiir olacak,
şarkı olacak… Halkını, vatanını sevenler her ne oluyorsa
onu olacak… Oluyor… Tek beklentileri de, daha
sonrakilerin derleyeceği anavatan güzelliklerinde,
zerrecik de olsa kendilerinin de paylarının olduğunun
anımsanması… Evet sadece anımsanmak…
Sevgili Erhan, Sevgili Mefewud Nartan, kurulduğundan
beri sözünü ettiğim bu gerçeği anlatmaya çalışan sevgili
CC sizlerle artık daha güçlü… Göreceksiniz yeni
katılımlar da olacak, CC daha, daha da büyüyecek,
büyüdüğü ölçüde de olayımıza katkısı da büyüyecektir.
Son söz gıyabi milliyetçilerimize: Değerli arkadaşlar
Allah’tan en büyük dileğimiz, anavatan için ölmeyi
gerektiren olayların yaşanmaması… Ancak şu da biline
ki, bu zorunluluk ortaya çıktığında, anavatanda
ölebilmeyi seçenler arasından çıkacaktır, anavatan
uğruna ölecekler de…
Evet biline ve hiç unutulmaya… |