Tanımsız, takma adlı katılımcı 29
Haziran'da forumlarımızda şöyle diyor:
''Sayın Hatam'ın yazdıkları üzerine çok düşündüm. Evet
ben dilimi bilmiyorum. Hatta meşhur Adige mantığından,
mentalitesinden hiç haberim yok. Belki en acısı bu benim
için. Çok düşündüm. Bana ne verdiniz ki ne istiyorsunuz
Sayın Hatam. Siz ve sizin nesliniz benim benden
sonrakilerin faydalanacağı ne yaptınız da ne
istiyorsunuz?
Dil öğrenmek istedim. Beginner seviyesinden başlayan bir
tek kitap var mı sayın Hatam? Dil kursuna gittim burada
yasal olarak sadece okuma yazma kursu yapıyoruz dediler.
Büyüklerime gittim ilk yanlış telaffuzuma güldüler.
CC'de dil öğrenelim dediler, kimin ne yazdığını hangi
alfabeyi yazdığın anlayamadım gitti. Döneyim vatanıma
dedim önce Rusça öğrenmen lazım dediler.
Soruyorum bütün kurumlarımıza; benim ve benim gibiler
için ne yaptınız? Bize ne mirası bıraktınız da literatür
takibi etmekten dem vuruyorsunuz.
Sayın Hatam sizin Adigece yazdıklarınızı kaç kişi
anlıyor da eleştiri getiriyorsunuz? Türkiyeli Çerkes
çemberi diye eleştiri yapmak kolay. Bana hangi Çerkes
kurumunu bıraktınız da eleştiriyorsunuz? Beni Türkiyeli
çemberine sıkışmaktan başka şansım mı yolum mu vardı? 6
yaşımdan beri beni eğiten yoğuran kültür belli değil mi?
Benim seçme şansım var mıydı?
Kitap diyorsunuz, eser diyorsunuz. Hiç bir bilimselliği
olmayan araştırma tekniklerine eğitim felsefesi ile
alakası olmayan bir kaç kitap dışında ne miras
bıraktınız bize?
Sayın Hatam siz bile bana Türkçe eleştiri
getiriyorsunuz. Bu benim suçum mu?
Size yapılan eleştirileri düşünüyorum da; kendinizi
kurtarmış olmak -ki, o da belli değildir- bizim gibileri
miğfer giydirmek hakkı mı veriyor?
Artık kimse kusura bakmasın. En az sizler kadar
Çerkes'im. Kimsenin miğferli özellikli bakışına da
bakmaya ihtiyacım yok artık.
Benim vatanım Türkiye, diasporam Kafkasya'dır.
Dönüşçüyüm diyenlerden tek farkım sadece düşünceleri
açıkça söylemem, birilerinin hoşuna gitsin diye
ikiyüzlülük yapmamamdır.''
Sevgili Tanımsız,
Eleştirinize
“Sayın Hatam’ın yazdıkları üzerinde çok düşündüm…” diye
başlamışsınız. İzninizle bu görüşünüzü paylaşmayacağım.
Hatam’ın yazdıkları üzerinde çok değil azıcık düşünmüş
olsaydınız, “Aslında tüm bu yanlış davranışların
nedeninin, arkadaşlarımızın bir türlü kıramadıkları,
kafalarındaki Türkiyeli Çerkes Çemberi, daha da ötesi
Türkiyeli Çerkes Miğferi olduğunu düşünüyorum.” cümlesi
ile eleştirilenlerin siz ve sizi destekleyenler
olmadığını anlardınız. Yada eleştirdiğiniz yazım
“Kafalarında bu miğferi taşıyanların özellikleri mi?
İzninizle, bir sonraki yazıya…” diye sonlandığına göre
biraz daha sabır gösterir, Türkiyeli Çerkes Miğferi
giyenleri nasıl tanımlayacağımı bekler bu tanımın içine
sizi ve sizin gibileri alıp almadığımı anlardınız. Bu
denli üzülmenize, öfkelenmenize de gerek kalmayabilirdi.
Buna karşın
yazımı okuduğunuz, olayın tartışılmasını sağladığınız,
görüşlerimi daha ayrıntılı yazmama gerekçe
hazırladığınız için teşekkür ederim.
Değerli
arkadaşlar,
Yazılarımda
sık geçen, “hariçten gazel okuyanlar”, “sürgünümsüler”,
“gıyabi milliyetçiler”, “Kafalarında kıramadıkları
Türkiyeli Çerkes Çemberi bulunanlar”, “Kafalarına
Türkiyeli Çerkes Miğferi giymiş olanlar” tanımlamalarımı
hiçbir yazımda, tüm diaspora, tüm Türkiyeli Çerkesler
karşılığı kullanmadım. Kırk yıldır özü, çizgisi hiç
değişmeyen yazılarım, yazılarımla uyumlu yaşamım,
yukarıdaki cümlenin savunma amaçlı olmadığının kanıtı
olabilir diye düşünüyorum.
Yazılarımın
çok açık olmasına karşın beni eleştirilerin
eleştirilerini, söylemediklerim yazmadıklarım üzerine
kurgulamalarının nedeni, “yazılarımın, ne demek
istediğimi anlamaya çalışan bir anlayışla değil de
pusuya yatmış, eleştirilecek sözcük, cümle arayan bir
anlayışla okunması, daha doğrusu okunur gibi yapılması
mı acaba” diye düşünmekten de kendimi alamıyorum. Öyle
olmasa, Adıghe ve Abazalar için diasporalarının ne kadar
önemli olduğunu vurguladığım, yıllardır örgütlerinin
kendi adını taşıması gerektiğini savunduğum, yazılarımı
okumamış olsanız da üzerinde çok düşündüğünüzü
söylediğiniz yazımdan diasporayı hele gençleri
küçümsediğim sonucunu nasıl çıkartabildiğinizi
anlayamıyorum. Hele eleştirdiğiniz yazımı okumadığı
halde sizi haklı bulan arkadaşımıza ne demeli bilmem ki…
Hele benim
gibi en az kırk yıldır “Tek Yol Anavatana Dönüştür”
diyen birinin, diasporada anadilin öğrenilebilecekken
öğrenilmediğini savunabileceği, öğrenmeyenleri
küçümseyebileceği düşünülebilir mi? Diasporada anadilin
yaşatılabileceğini, kültürün korunup
geliştirilebileceğini ileri sürmem, 17 haziran 1990
tarihli Nokta Dergisinde rahmetli Yasin Çelikkıran
tarafından çok yalın bir şekilde dile getirilen ve
Dönüşü zorunlu kılan en önemli gerekçemizi yok saymam
anlamına gelmez mi?
“Günün
birinde, hadi bakalım her şey serbest, geliştirin
bakalım kültürünüzü deseler bile artık çok geç.
Türkiye'nin her yerine dağıtmışlar bizi çünkü. Ondan
sonra da evlenerek falan biz dağılmışız. En büyük kent
İstanbul'da bile yapabileceklerimiz sınırlı. Diyelim
Kadıköy'deki 30 Çerkes öğrenci için bir okul,
Beşiktaş'taki 20 öğrenci için başka bir okul kuramayız.
Diyelim Taksim'de kuracağımız merkezi okula da
Bostancı'daki çocuk gelmez. Yani, ulusal kimliğimiz
tescil edilse bile, burada yapacak fazla şey kalmadı."
Necdet Hatam Dönüş adına
böylesi bir yanlışa düşer mi?
Dahası,
diasporada dilin kültürün yaşatılamayacak oluşunun,
Dönüş’ü zorunlu kılan en temel gerekçelerden biri
olduğunu bir an için görmezden gelsek bile kendi
çocuklarına dili öğretemeyen Hatam, diaspora insanını
salt dil bilmedikleri için küçümser kendini gülünç
duruma düşürür mü? Hele dili çok önemser gibi yapanlara
getirdiğiniz eleştirileri daha 1975 yılında Yamçı
dergisi birinci sayısında yayımlayan Hatam bunu yapar
mı?:
“Biz
Bize… Son yıllarda Çerkes kalmayı, geleceğimizi konu
alan tartışmalara katılmayanımız, tanık olmayanımız yok
gibi. Ancak bu tartışmalar ulusun sorumluluğunu
yüklenmiş, bu sorumluluğun bilincinde olan Çerkes’in
nitelikleri, davranışları konusuna dökülür çoğu zaman.
Bu
dönemde “dil” deriz kimimiz en önemli olan.
Geleneklerimizin küçümsendiğinden yakınanlarımız onlara
gerekli önemin verilmesi gerektiği görüşünü
savunanlarımız yanında bu savda olanları “çağdışı”
sayanlarımız çıkar. Halk oyunlarımız konusu da öyle.
Tüm zamanını ona ayıranlarımız yanında, onu yok sayma
eğiliminde olanlarımızın da konuşmalarını izleriz. Ve
uzayıp gider tartışma, gecenin çok ileri saatlerine
kadar daldan dala atlayarak. Sonra bırakırız tartışmayı
orada ve dağılırız ele tutulur bir sonuca ulaşamadan.
Gerçekte
söylenenlerin tümü, özellikle konuşmacılarımızın
nitelikleriyle savları arasındaki uyum, üzerinde
durulmağa değer. Hele bu uyum bir çaba sonucu kazanılmış
olsaydı alkışlanması da gerekirdi.
Öyle ya
dilin en ateşli savunucuları, rastlantı sonucu
Çerkesce'nin henüz unutulmadığı bir köyümüzde büyümüş,
anadilimizi doğal olarak, özel bir çaba harcamaksızın
öğrenmiş olanlarımızdır çoğun. Gelenek savunucularımız,
eksik de olsa, az-çok değişmiş de olsa geleneklerimizin
uygulandığı köylerimizde doğmuş, büyümüşlerdir. Bunları
“çağdışı” sayanlarımızın ise, gelenekleri uygulamak için
kimi alışkanlıklarını bırakmak, yeni alışkanlıklar
edinmek zorunda kalacak olanlarımız arasından çıktığını
gözlemek bizi şaşırtmamalı.
Süregelen
tartışmaların uzun sayılabilecek bir geçmişi olmasına
karşın, henüz ortak özelliklerin saptanamamış olması
üzücüdür. Bunun nedeni, Çerkes aydınının taşıması
gereken özellikleri sayar görünerek, gerçek aydının
kendimiz olduğunu ileri sürme isteğidir, diyemez miyiz?
Bizce
bunun böyle olmadığının kanıtlanmasını,
konuşmacılarımızdan istememiz gerektiği döneme gelmiş
bulunuyoruz. Dile önem verenlerimiz dilciliğe eğilmeli,
dilimizin kaybolan değerlerini derlemeli, dili
bilmeyenlere öğretme yollarını araştırmalıdırlar.
Geleneğe önem verenlerimiz, bu konuda nerden nereye
gelindiğini ortaya koyacak uygulamaları, bölgesel
değişiklikleriyle saptayacak çalışmalarda
bulunmalıdırlar. Gelenekleri yada halk oyunları
önemsemeksizin de özlenen yaşama erişilebileceğini
söyleyenler, salt kimi alışkanlıklarını bırakmak,
yenilerini edinmek kendilerine zor geldiği için bu
görüşte olmadıklarını kanıtlamalıdırlar.
Bunlar ve
gerekli görülecek konularda yapılacak araştırmalar, ulus
sorumluluğunu üstlenmek durumunda olanların taşıması
gereken nitelikleri ortaya koyacak, davranışlarımızı
kurallara bağlayacaktır. Bunun, amaca yönelik
çalışmalarımızda büyük yararlar getireceğine inanıyoruz,
bilmem siz ne dersiniz?”
Ancak
Adıghece yazılarım konusundaki yaklaşımınız, sizin de
başınıza Türkiyeli Çerkes Miğferi giymiş olanlardan
olduğunuzu düşündürmüyor değil. Sitedeki yazılarımın
çok, ama çok küçük bir yüzdesini oluşturan Adıghece
yazılarım için “ne yazık ki ben okuyup anlayamıyorum.
Ama sayısı yedi bine varan site okurları arasında
mutlaka okuyup anlayanlar, mutlu olanlar vardır ne
güzel. Anadilimizin kaybolmaya yüz tuttuğu, zaman, zaman
anadilde yazılmış kitapları bulundurmanın suç sayıldığı,
geniş katılımlı toplantılarda anadili ile konuşanların
sorgulandığı Türkiye’de yetişen birilerinin, Anavatan
dergi ve gazetelerinde yazabilmesi ne kadar büyük
mutluluk. Bunlar dönüş yapanların anavatanda da
çalışmalara katkıda bulunabildiklerinin umut veren,
coşku uyandıran örnekleri” diye düşünüp sevineceğinize,
bu eleştiriyi getirmeniz bu kuşku için yeterli olamaz
mı?
Önceki
yazılarımda da kimleri eleştirdiğim çok açık olduğu
halde, ilginçtir tüm bunların bilincinde olan Sayın
Hatko Schamis de hiçbir yazımda geçmemişken Türkiye için
“anavatan” dediğimi yazmış, yukarıda saydığım eleştirel
terimleri tüm diaspora için söylediğim imasında
bulunmuş, yaşamımı adadığım dönüşü engellemeye
çalıştığımı söyleyebilmişti. Halbuki birçok yazımda
benim altını çizdiğim, Kafkasya’nın Çerkesler olarak
anavatanımız, ayrıca Türkiye’nin de birey olarak her
birimizin vatanımız olduğudur.
Peki
sizi çok üzen öfkelendiren soruların hemen öncesinde,
eleştiri oklarımızın kime yönelik olduğunu, “Hep
de merak ederim, sanalda Kuzey Kafkasya’nın sınırlarını
değiştirmeye kalkanların; öldürme, ölme amaçlı örgüt
kurma önerisi getirenlerin, anavatana dönüş için
bağımsız olması, birleşik olmasını ön koşul olarak
görenlerin;”
diye belirtmiş olmama karşın, eleştirileri size
yönelikmiş gibi algılamanızı nasıl yorumlayalım?
Özetle, sanalda Kuzey Kafkasya’nın sınırlarını
değiştirmeye kalkanlardan değilseniz, ölme öldürme
amaçlı örgüt kurma önerisi getirenlerden değilseniz,
anavatana dönmek için bağımsız olması, birleşik olmasını
ön koşul olarak görmüyorsanız, alınmanıza, üzülmenize,
öfkelenmenize de gerek yoktu.
Ama beni
asıl üzen, sizin ve sizi destekleyenlerin bizim kuşağı,
buradan çıkışla geneli algılayışınızdaki sığlık.
Değerli arkadaşlar, yedi düvele karşı kurtuluş savaşını
kazanan, Türkiye Cumhuriyetini kuran Atatürk ve
arkadaşları öncekilerin kendilerine hazırlamış olduğu
yol haritasını mı izlediler. Peki Lenin ve partisine
neler yapmaları gerektiğini hangi ağabeyleri öğretmişti
onlara. Tüm bilim dünyasının parçalanamayacağında
birleştikleri atomu parçalanabileceğini gösteren bilim
adamına ne hazırlamıştı kendisinden öncekiler. Allah’ın
elçisi İslamiyet'i geniş kitlelere kabul ettirinceye
kadar. neler çekti acaba? Bunları “sizler için gerçekten
iyi bir ortam hazırlayamadık, özür dileriz.” Anlamına
yazdığımı sanmayın sakın. Gençlerimize “armut piş,
ağzıma düş” yaklaşımını yakıştırmadığım için yazıyorum.
Çoğu gencimizin sizler gibi düşünmediğini de biliyorum.
Nerde olursam olayım, hep kulağımda olan, ve bana
yaşama sevinci veren, umudumu büyüten, yıllarımın boşa
geçmediğini duyumsatan, bayram coşkusu yaşatan ayak
seslerini, üçüncü dalganın ayak seslerini, gençlerin
ayak seslerini fark etmeyen siz gibi gençlere de
şaşmaktan kendimi alamıyorum.
Sizlere ne
bıraktığımıza, nasıl bir ortam hazırladığımıza gelince;
Ayrıntılarını yazmaya kalksam inanın kitaplar almaz
sevgili Tanımsız. Ancak yapılanların özünün birkaç cümle
ile anlatmaya çalışayım.
Ulusal
kültürel değerleri koruyup geliştirmenin tek yolu
Anavatana Dönüştür diyen gurup;
-anavatandaki akrabalarına mektup yazanları, dernekten
ihraç istemi ile onur kuruluna veren Kuzey Kafkasya
Kültür Derneklerinin bulunduğu toplumsal yapımızı,
Anavatana Dönüşe, özünde karşı olan kurumlarımızın bile,
sözde karşı çıkamadıkları bir yapıya dönüştürmüştür.
“Anavatana
Dönüşü” gelişimi, dönüşçülerin(!) yanlışlarının
etkileyemeyeceği bağımsız bir yapı kazandırmıştır.
Dönüş’ü
anavatan devlet yapılarının gündemine aldırmış, dönüşü
örgütleyecek birimlerin kurulmasını sağlamıştır.
Özetle
değerli arkadaşlar, siz istediğiniz eleştiriyi
getirebilirsiniz ama bizler, yapılması gerekli daha çok
şeyler olmasına karşın, yarım işlerimizin gençlerimizce
bitirilebileceği güveni ve başarılarımızın coşkusu ile
mutluyuz, huzurluyuz.
Ayrıca,
olanakları ölçüsünde, halkı için yapabileceklerini
yapmış olmanın mutluluğu, inanın çok, çok güzel.
Dileğim her birinizin bu mutluluğu, bu huzuru yaşaması…
Miğferliler, izninizle bir dahaki yazıya… |