Artık
Türkiye diasporasında bir futbol takımımız da var. Ne
mutlu. Adı da çok güzel, çok anlamlı. FK 1864. Bütünü
ile kendimize özgü. Kuruluşunun üzerinden yıllar geçse
de, çok başarılı, çok ünlü bir kulüp olsa da en azından
adından dolayı yine bizim kalacak bir kulüp.
Kulübü kuran, bu adı bulan arkadaşları kutluyorum. Bu
adı taşıyan bir derneğimiz olduğunu bilmiyor değilim.
Ancak 1864’ün yaşlı genç, kadın erkek herkeslerin
ilgilendiği futbol için seçilmiş olmasını çok anlamlı
buldum. Çünkü FK 1864’ün, Anavatana Dönüş’ü halkımızın,
sevenlerimizin gündeminde tutacağını, Dönüşe katkıda
büyük katkılarda bulunacağını umuyorum.
Halkımızın sorunları ile ilgilenen hemen herkes için
1864, elbette ki 21 Mayıs 1864 demektir. Bu tarih Çarlık
Rusya’sı-Kafkasya savaşlarının bitim tarihidir.
Yenilgiye uğrayan taraf olsanız da savaşın son bulması
bir anlamda sevinçtir. Hele yenilginin artık mukadder
olduğu kesin olarak ortaya çıkmışsa... Savaşın bitimi
ile ölümler de son bulacaktır çünkü. Yaralar
sarılacaktır. Savaşın bittiği gün yenilen taraf için de
yeniden doğuşun ilk günüdür. Doğa da doğumu hep sevinçle
karşılamaz mı?
Ama halkımıza, yenilgiye dolanık bu buruk sevinç de çok
görülmüştür. 21 Mayıs günü aynı zamanda bilincimize,
halkımızın yüzde doksanlara varan çoğunluğunun,
anavatanımızdan sürüldüğü, yok oluş girdabına atıldığı
gün olarak da kazınmıştır. Ve Sürgün, halkımızın çok
büyük çoğunluğun anavatandan koparılışıdır. Yokluk,
yoksunluktur. Salgın hastalıktır. Karadeniz’in her iki
kıyısında savaşın neden olduğundan daha yoğun ölümdür
Köhne gemilerden sadece ölülerin değil soyup soğana
çevrilen canlıların da denize atılışıdır. Çoktan canını
vermiş ananın kuru memesini emen bebedir…
Bunlar, kimselerin yadsıyamayacağı sürgün
gerçeğimizdir. Öyleyse anmalar yine yası, yeisi, çöküşü,
çöküntüyü, umut yitimini, özetle “ölmeye yatmayı”
çağrıştırmalıdır. Böyle düşünüldüğü için olsa gerek 21
Mayıs 1864 anavatanda ilk kez “Şığue maf -yas günü-”
olarak anılmıştır. Türkiye’de “Kültür Haftası” olarak
başlayan anmalara son yıllarda bir sahtelik, sahte bir
kahramanlık hakim olmaya başlamıştır. Daha dün ölen ana
babalarını unutanlarımız şehit atalarımız için güya
üzülüyor, görmek için olsun gitmedikleri anavatanın
kaybına güya ağlıyorlar… Ulusal sorunlarının çözümü
için, kendileri en küçük çabayı bile esirgerken, tüm
dünya halklarının seferber olmasını beklemekte bir
terslik görmüyorlar. Bir de hamaset, yani kahramanlık
yiğitlik yüklemeye çalışıyorlar söylemlerine,
tavırlarına. Ama bu hamaset herkeslerin tanık olduğu
gibi, çoğunlukla anma törenlerinden hemen sonra kurulan
eğlencelerde erkeklerin sert hareketleri ile sınırlı
kalıyor. Sözde kalıyor. Etkinlikler, “Sürgünümsülerin”,
“yasımsı” toplantılarından öteye geçemiyor.
Halbuki doğanın temel ilkesi, ölmeye yatmaktan çok
yaşama direnci değil midir? Doğa bize ölüyor gibi
gelirken, hep yeni doğumlara gebe kalmıyor mu?.
Kaybettiğimiz sevgiliye her gün ağlamak mıdır, yoksa ne
kadar ağlansa da geri gelmeyecek sevgiliyi,
sevdiklerinde yaşatmak mıdır doğal olanı, güzel olanı?
Kaybedilen sevgiliye üzülmek ne kadar doğalsa,
kaybedilen sevgili için ölmeye kalkmak da, o kadar,
hatta daha fazla hastalık değil midir? Her olayı da
paradigmamıza, gözlerimizdeki psikolojik gözlüğe,
gelecek kurgulamamıza göre algılamaz, anlamlandırmaz
mıyız?
Evet biz bilincinde olsak ta olmasak ta olayları
algılama, anlamlandırma, yorumlamada temel etken
paradigmamız, taktığımız psikolojik gözlüktür. Buna
koşut kesinlikle söyleyebileceğimiz şey, Türkiye’de
sürgün ilk kez anıldığında dernekte etken olan
paradigma, Dönüş paradigması idi. Yasımsı yaklaşım
değil, geçmiş acıları unutmamakla birlikte, geleceği
yeniden kurma yaklaşımı öncelikliydi. Bu paradigma idi
daha sonraki her olumlu gelişmenin mayası da…
Ankara’daki Kuzey Kafkasya Kültür Derneği Yönetim
Kurulu'na, 23 Kasım 1987 tarih ve 39 sayılı
toplantısında 1989 güz aylarında gerçekleştirilecek
etkinliklerin kararını aldıran da, ilk girişimler için
görevlendirilen Necdet Hatam’a ekteki çağrıyı yazdıran
da bu paradigmaydı:
Sayın….
Bilindiği gibi 1989, Çerkeslerin anavatanlarından
koparılış sürecinin hızlandığı, büyüdüğü 1864’ün 125.
yılı. 124 yıl önce dedelerimiz Karadeniz’in iki yakasına
dökülmüştü. Köhne gemilerdeydi. Osmanlı topraklarına
yerleştiriyorlardı yokluk yoksunluk içerisinde.
Yokluğa, yoksunluğa, amansız yol koşullarına,
hastalıklara, kıtlığa dayanabilenlerin, kimi yerlerde
sıtmadan arta kalanların, tüm güçlüklere karşın ayakta
kalabilenlerin biz torunları anavatandan kopuşun 125.
yılını anmak, kapsamlı bir değerlendirme yapmak istedik:
Ata toprağımızdan nasıl koparıldık, kopuşta etken olan
nedenler nelerdi, nerelere nasıl yerleştirildik.
Koşullar nelerdi, neler kaybedip neler üretebildik.
Ülkelerimiz tarihine, politik kültürel sanatsal yaşamına
ne gibi katkılarda bulunabildik.
Tüm bu konulara, önereceğiniz başka konulara ilişkin
çeşitli etkinlikler düşünüyoruz. Konferanslar, paneller,
açık oturumlar, sergiler, etkinlikler öncesinde ve
sonrasında yayınlar…
Hemen görülebileceği gibi bunları gerçekleştirebilmek,
bu kapsamı ile amaca ulaşabilmek çok güç ama olanaksız
değil. Ancak büyük ölçüde sizlerin özverisine bağlı.
Kültürel varlığımızı korumak, geliştirmek gereğine
inanan, bu bilinçte olduğuna inandığımız sizlerin
özverisine, yardımlarına… İlk aşamada önerilerinizi
alacağız. Önerileriniz doğrultusunda ve olanaklarımız
ölçüsünde programı oluşturacak ve işbölümü yapacağız.
Katkılarınız, yardımlarınızla da etkinlikleri
gerçekleştirmeye çalışacağız. Şimdi sizlerden
dileklerimiz:
1) 1989 Güz aylarında düşünülen anma-değerlendirme
etkinlikleri program taslağı için önerileriniz.
2) Önerilerinizin hangisinin gerçekleştirilmesine ne
ölçüde katkıda bulunabileceğiniz.
3) Çeviri yapabilecek düzeyde bildiğiniz dil/diller.
4) Elinizde bulunan yayınların adları.
5) Kişisel yetenekleriniz, el becerileriniz.
6) Bu konuda katkıda bulunabileceğini umduğunuz,
kendilerinde kaynak bulunduğunu bildiğiniz kişilerin ad
ve adresleri…
Çok gecikmeden gelecek cevaplarınız için şimdiden
teşekkür eder, saygılar sunarız.
125. Yıl Anma- Değerlendirme kurulu Adına
Necdet Hatam
Dönüş paradigması da diyebileceğimiz bu yaklaşım, 21
Ekim 1989 günü açış konuşmasında halkımızın erken kaybı,
büyük kaybı Süleyman Yançatoral’a şu sözlerle saygı
duruşu çağrısı yaptırmıştır:
“Kuzey Kafkasya’nın yerli halklarından, vatan
topraklarını yıllarca sömürgeci ordulara karşı savunup,
şehit olanlar, ata topraklarından sürülerek yollarda
açlık sefalet ve hastalıktan ölenler,
Gittikleri topraklarda o ülkenin savunmasına katılıp
ölenlerle, Türk Kurtuluş Savaşında sömürgeci ordulara
karşı tüm cephelerde savaşıp şehit düşenler,
T.C.’nin ilerlemesi. Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşması
için çaba sarfedenlerle, Kuzey Kafkasya’da dil ve
kültürün yaşatılması, geliştirilmesi için emek verip de
ebediyete intikal eden şehitlerimizin adına hepinizi
saygı duruşuna davet ediyorum.
Ruhları şad olsun…
Kuzey Kafkasya Kültür Derneği olarak, dünyadaki tüm
devlet adamı, politikacı, bilim adamı, yazarlar, basın
mensupları ile tüm dünya halklarına 125. yıl Kültür
Haftası’nda buradan sesleniyoruz.
Öyle bir dünya yaratalım ki;
- Uluslararasında barış ve ilişkileri o denli gelişip
güçlensin ki, barış rüzgarı, tüm dillerdeki “savaş”
sözcüğünü silsin,
- Büyük toplum küçük toplum demeden insanlık aleminin
ürünü olan tüm kültürel değerler korunsun, yaşatılsın.
- Hiç kimse düşünce ve inancından ötürü suçlanmasın,
- İnsanların dil ve kültürünü yaşatma ve geliştirme
hakları engellenmesin,
- Nedeni ne olursa olsun hiçbir halk, yaşadığı ata
topraklarından sürülerek başka yerlere gönderilmesin,
Sizlere sesleniyoruz tüm insan ve barış severler, gelin
el ele verelim TÜM DÜNYAYI SEVGİ ÇİÇEKLERİYLE
SÜSLEYELİM.
Dönüş paradigması, etkinliklerin kararının alınması,
gerçekleştirilmesi sırasındaki başkanımız Sayın Aslan
Arı’ya şu sözleri söyletmiştir:
“125 yıldır ata toprağımız Kuzey Kafkasya’ya duyduğumuz
özlem Sawsırıque’nin ateşi gibi hiçbir zaman sönmemiştir
ve sönmeyecektir.
Yok oluşa nihai bir çözüm olarak, dünyaya dağılmış,
birbirinden kopuk, insanlarımızın, bir coğrafi bütünlük
içerisinde, atalarının topraklarında, aynı dil ve
kültürü paylaşmak üzere bir araya getirilip
toplanmasından başka bir çare bulunmadığı kanısındayız.”
Bu paradigma, etkinliklerin sonunda yayımlanan Çerkes
Kültür Haftası Deklarasyonu’na şu cümleleri
koydurmuştur:
“Kafkasya dışındaki ülkelerde yaşayan Çerkesler, içinde
yaşadıkları ulusla anlaşarak, onların yaşam felsefesine
ayak uydurarak, sevinçlerini sevinç, üzüntülerini üzüntü
kabul ederek, birlikte yaşamaya çalışmaktadırlar.
Onların içinden devlet adamları, iş adamları, kendi
benliklerine sahip çıkan büyük önderler çıkmıştır.
İçinde yaşadıkları ulusların insanlarından geride
kalmadan, paylarına düşen bütün işleri başarıyla
yapmaktadırlar. Yabancı ülkelerde dağınık olarak yaşamak
zorunda kaldıkları için, kendi öz kültürlerinden kopmaya
değişik yaşam biçimleri edinmeye, dilleri yok olmaya
başlamıştır. Böylesine olumsuz bir durumun ortaya
çıkmasının temel nedeni; bir bütün halinde kendi
anavatanlarında yaşayamadıklarındandır. Yabancı
ülkelerde yaşamak zorunda bırakılmış Çerkeslerin
dillerini kullanma özgürlüğü yoktur. Bundan dolayı da
çok şey kaybetmektedirler.
Şu düşüncemizi herkes bilmelidir ki; dünyada hiçbir
Çerkes içinde yaşadığı ulusun yaşamına art niyet ve
gıpta ile bakmaz. Oralarda toprak sahibi olup ta, devlet
kurma isteği olan hiçbir Çerkes yoktur dünyada. Yine
dünyada tek bir Çerkes yoktur ki, içinde yaşadığı
toplumun kötülüğünü isteyen, yaşam biçimine ve toprağına
göz dikip, bölmek isteyen.
Biz diyoruz ki; Dünyadaki tüm halklar bizim de bir ulus
olduğumuzu kabul etsinler. Dilimizi ve kültürümüzü
koruyarak yaşamak istediğimiz güzel bir gelecek ve kendi
topraklarında bütünleşen bir ulus olma çabamızın
olduğunu kabul etsinler.”
Geçmiş acıları unutmamakla birlikte, geleceği yeniden
kurma yaklaşımı anavatanda, 21 Mayıs’ın “şığue maf-yas
günü” tanımını “şığue-ş’ej maf -yas ve bilinç günü-”ne
dönüştürmüştür. Bu yaklaşım ayrıca “Şığue-ş’ej mafem
mamırığe zezeğınığer yeğepıte -Ulusal yas- bilinç
günü barış ve karşılıklı anlayışı pekiştirir” söylemi
çerçevesinde diğer halkaları da acımıza ortak etmiş,
gelecek umutlarımıza desteklerini sağlamıştır.
Yine bilindiği gibi sürgünün ilk günlerde, vatandan uzak
düşmenin yok oluş olduğunu anlayanlar olmuş bunlar dönüş
için din değiştirmeye bile razı olduklarını gösterir
başvurular yapmış ancak Çarlık Rusya’sınca kabul
edilmemiştir. Dönüş için yola çıkan kimi grupları da
Osmanlı Ordusu engellemiştir. Özetle 21 mayıs 1864
Çarlık Rusya'sı-Kafkasya savaşlarının bitiş tarihi,
''Büyük Sürgün’'ün sembolü olduğu gibi ''Anavatana
Dönüş''ün de sembolüdür. Çünkü, sevilenden ayrı düşenin
en büyük amacı ''Dönüş'’tür, sevdiğine yeniden
kavuşmaktır. Halkımız da ''Anavatana Dönüş''ü ayrılığın
ilk günlerinden beri düşünmeye başlamış ancak ona
sevgiliyi kaybettirenler sevgilisine kavuşmasını da
engellemişlerdir.
Evet doğanın temel ilkesi, ölmeye yatmak değil yaşama
direnci olduğuna göre, inanıyoruz ki, 21 Mayıs 1864
gelecekte bugün olduğundan daha çok ''Anavatana
Dönüş''ün düşündürür olacak ve FK 1864’ün, bu yaklaşımın
yaygınlaşmasına çok büyük katkıları olacaktır. Ayrıca
unutmayalım ki sürgünün bir anlamı da “bir bitkide yeni
süren filiz”dir. Halkımızı geleceğe taşıyacak olan da
sürgünün “süren filiz” anlamını içselleştirmek,
bilincimize kazımaktır.
Sürgün’ün bu anlamının içselleştirmemize büyük katkıları
olacağı umudu ile “FK 1864 Sürgün Filizi”ne, yolun açık
olsun diyor, kurucularını, emek verenlerini bir kez daha
kutluyorum. |