|
|
|
|
|
TARAFTAR, EMPATİ, TÜRKİYELİ ÇERKES MİĞFERİ |
28.06.2008 |
|
|
Dr. MEŞFEŞŞU
Necdet Hatam |
|
|
Son günlerde futbol herkesin
gündeminde. Tüm televizyon kanallarında ulusal
bayraklarının renklerine boyanmış yüzleri, giysileri ile
ateşli taraftarlar. Elenip evine dönmek zorunda kalan
takımlar ve ülkeleri de yavaş yavaş gündemden düşüyor.
Elenmesine karşın Türk Milli Takımı kimselerin
beklemediği başarılı futbolu ile futbol gündeminde
kalabiliyor.
Ekranlarımızda, Avrupa kentlerinin Türklerin doldurduğu,
Türk bayrakları ile bezenmiş cadde ve sokaklarını,
mağazaları, her türlü Türk yemeklerini sunan lokantaları
izliyoruz. Avrupa’nın, Almanya’nın göbeğindeki bu
coşkudan ne denli etkilendikleri, ne denli onur
duydukları sunucuların seslerine, davranışlarına
yansıyor.
Avrupalı Türklerin yaşadıkları ülke milli takımlarını
değil de Türk Milli takımını desteklemelerinin yaydığı
mutluluk, ekran karşısında olanları da sarıp
sarmalıyor...
Ve Berlin’de on binlerce Alman ve on binlerce Türk,
tarafların birini çok üzecek diğerini de çok mutlu
kılacak bir maçı birlikte izleyebiliyor. Türkiye’de
yetmiş milyonda bir kişi bile Almanya bayrağını
taşımazken, Almanya’da Alman bayrağını ya da her iki
bayrağı taşıyabilen Türklerin sayısı bir hayli.
Halkların tavırları sosyolojik analizlere konu oluyor.
Aslında bu olay kendimizi, kendimizin ne denli uygar
olduğunu sınama şansı da veriyor. Örneğin;
Futbol, insanları, ülkeleri birbirine yaklaştırabilecek,
kaynaştırabilecek bir oyun olmaktan öte midir?
Halkalara gerçek sorunları unutturma araçlarından biri
yapıldığı savının doğruluk payı yok mudur?
Türk halkının, elenmenin dünyanın sonu olmadığını
anlaması uygarlığa bir adım değil mi?
Galibiyet, futbolda yendiğimiz ülkeleri her konuda
yendiğimiz anlamına mı gelir?
Ankara’da İstanbul’da Türkiye’nin başka kentlerinde
yaşayan, çalışan, geçim sağlayan çok sayıda Alman’ın,
Alman bayrakları ile bezenmiş sokaklarda, iş yerlerinde
şenlikler düzenlemesine, “Almanya için ölürüz”
sloganlarını hoş görebilme bir uygarlık ölçüsü değil mi?
Türkiye ve Rusya final oynayabilseydi, anavatana dönüş
yapmış kimi Çerkeslerin iki ülke bayrağını birlikte
dalgalandırmasına ne derdiniz?
Türkiye’de böyle bir davranışta bulunanlara “içimizdeki
hainler” yaftası yakıştıranlar mı, onları da hoş
görebilenler mi çoğunlukta olurdu?
Türkiye’de Rus Milli Takımı'nı destekleyenlere en
acımasız saldırılar, Adigelerden gelmez miydi sizce de?
Peki bu sorularının yanıtlarının uygarlıkla ilgisi mi?
Çağdaşlığın, uygarlığın bir özelliği de empati yapabilme
yeteneğidir. Kendinizi karşıdaki kişinin yerine
koyabilme, karşıdakinin duygu ve düşüncelerini
yaşayabilme ve onun algıları ile olayı değerlendirebilme
yetisi, daha önemlisi isteğidir. Avrupalı Türklerin
şenlikleri, davranışları Türkiye’yi destekleri ile onur
duyanların, Türkiye’de yaşanması olası benzer olayları
hoşgörü ile karşılayabilmesi gerektiği bilincidir.
Oyunlarda olsun karşılıklı gösterilebilecek hoşgörünün
daha ciddi konularda da tarafların birbirini anlamasına,
birbirine yakınlaşmasına katkıda bulunacağı inancıdır.
Gelelim ulusal kültürel sorunlarımızın çözümü konusunda
empati yapmamanın ya da marazi empatinin olası
sonuçlarına.
Sorunların çözümü konusunda yanlış buldukları görüşleri
dile getirenleri. Eleştirmekle kalmayıp, ruhunu
satmışlıkla, birilerinin eli, sözcüsü olmakla
suçlayanları iki gruba ayırabileceğimizi sanıyorum.
Çoğunluğu teşkil eden grup gerçekte samimidir. Yanılgısı
empati yapamamasının, kendisini karşı tarafın yerine
koyamamasının sonucudur. Halbuki, kendisini eleştirdiği
kişinin yerine koyabilirse eğer, birilerine ruhunu
satmadığı, birilerinin eli birilerinin sözcüsü olmadığı
halde, kendi bilgi ve birikiminden beslenen kendi görüşü
olabildiği gibi, başkalarının da farklı ama yine
kendilerinin görüşleri olabileceğini kabul edecektir.
Görüşlerine katılmayabilecek ancak suçlamalarda da
bulunmayacaktır. Kendi yaklaşımının dada sağlıklı
olduğunu, halkımızın çıkarına daha uygun olduğunu
anlatmaya çalışacaktır. Süreç içerisinde belki de kimi
bilgilerinin eksik, kimi yaklaşımlarının çağdışı
olduğunu görecek, asıl istediği halkının mutluluğu
olduğu için görüş de değiştirebilecektir.
Halbuki, ikinci grubu oluşturan ve azınlıkta olan
kişiler, ne yapıp ne etseniz de ileri sürdüğünüz
görüşlerin, çözüm önerilerinin bilginiz birikiminizin
bir sonucu olduğuna inanmayacaklardır. Dahası içten, içe
haklılığınıza inansalar da bunu dile getirmeyecek,
getiremeyeceklerdir. Bu azınlığın böyle davranmalarının
nedeni ise empati yapmamak değil tersinden empati
yapmaktır. Marazi (hastalıklı) bir empatidir bu. Bunlar
olayı karşı tarafın algısına göre anlamaya çalışmaları
gerekirken bunu yapmamakta, onların da mutlaka kendileri
gibi olduğunu düşünmektedirler.
Asıl sorun kendilerinin birilerinin eli, birilerinin
sözcüsü olmalarıdır. Burada, kişilerin başkalarını
kendileri gibi bilme yaklaşımı devreye girer. Kendileri
şu yada bu nedenle birilerine satılmış olduğu için
diğerleri de mutlaka ruhlarını satmışlardır.
Kendilerinin dile getirdiği görüşler, gerçeklere,
belgelere, koşullara, güce, güçsüzlüğe, döneme, gelecek
kurgusuna göre biçimlenmemiştir. Belirleyici güç
halkının çıkarları değil, kendisini tutsak eden yada
gönüllü olarak tutsak olduğu gücün çıkarlarıdır. Gönüllü
tutsaklığın kendisi için getirisidir. Dolayısı ile sizin
görüşlerinizin, çözüm önerilerinizin , gerçeklere,
belgelere, koşullara, güce, güçsüzlüğe, döneme, gelecek
kurgusuna göre biçimlenmiş olabileceğini asla kabul
etmezler. Mücadelenizin belirleyici gücü halkınızın
çıkarları olamaz. Belirleyici güç mutlaka tutsağı
olduğunuzu düşündüğü büyük güçtür. Yineliyorum çünkü
kendisi bir maşadır ve sizin de kendisi gibi düşündüğü
için siz de mutlaka bir maşasınızdır.
Sayın Şimal’in, CC Forum’da sayın Soner Koçsav’a yanıt
üzerinden Hatam eleştirilerine gelince...
“Güney Rusya’da stabil görünen durumu hatta dengeyi
değiştirme” sürecinin çoktan başlamış olduğunu, bunun
bir olasılık değil artık sağır sultanın da duyduğu bir
gerçek olduğunu bilmezden gelmesi sayın Şimal’in samimi
olmadığının bir kanıtı olarak değerlendirilebileceğini
düşünüyorum. Sayın Şimal bu güçleri tanımlar, bu
güçlerle niçin birlikte olunması gerektiğini, birlikte
olmanın olası yarar ve zararlarını anlatsaydı eğer
görüşlerine katılmasak da kendilerini daha samimi
bulurduk.
Bizler, Adige halkının yararının birlikten, dengeden,
demokrasiyi içselleştirmiş, federalizmin temellerini
güçlendirmiş, insan haklarına öncelik veren, otokton
halkalara pozitif ayrımcılık uygulanan bir Rusya
Federasyonu’ndan yana olduğumuzu, bunun mücadelesini
verdiğimizi defalarca yazdık, söyledik. Her platformda
da dile getirdik, getiriyoruz. Sözünü ettiğimiz
değerleri önemseyen, Ruslar dahil her halktan insanlarla
birlikte olunabildiğinde ancak bu amaca
varılabileceğinin de bilincindeyiz... Bizleri
eleştirenlerin de sadece eleştirmekle ya da suçlamalarla
kalmayıp, kendi görüşlerini; niçin kimden yana olmamız
gerektiğini, örneğin dengeleri değiştirmek amacındaki
emperyal güçten yana iseler bizlere ne getirip ne
götürebileceğini aynı açıklıkla dile getirmeleri
gerekmektedir.
Ancak beni asıl şaşırtan sayın Şimal’in, “Türkiyeli
Çerkes Miğferi” ve benzeri terimlerden ne anlatmak
istediğimizi de anlamamış olması. Bizim Türkiyeli
Çerkesleri, Türkiye Cumhuriyeti politikalarına paralel
hareket ettikleri için eleştirdiğimiz, bizlerin de Rusya
Federasyonu politikaları doğrultusunda hareket ettiğimiz
izlenimini vermeye çalışıyor. “Rusyalı Çerkes
Miğferi”nin işe yaramayacağı dönemlerin gelebileceğinden
dem vuruyor. Halbuki biz “Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya
Federasyonu bölgenin komşu ve iki güçlü ülkesi''
diyoruz. Anti Rus ve anti Rusya söylemlerin Türkiye
Cumhuriyeti dış politikası ile bağdaşmadığını
söylüyoruz. Türkiye ve Rusya'nın komşuluk ilişkileri,
ekonomik, ticari kültürel ilişkilerinin gelişmesinin
halkımızın yararına olduğunun bilincindeyiz. Halkımızın
yararı su götürmez olduğu için iki ülke dostluk
ilişkilerini geliştirme çalışmalarında, gönüllü olarak
görev üstleniyoruz. Anti Rusya söylemlerin Rusya
Federasyonu'nca önemsenmeyecek kadar cılız olduğunu,
önemsendiğinde Türkiye Cumhuriyeti tarafından
susturulacaklarını, dönemin Rusya Federasyonu Devlet
Başkanı Putin’i protesto ettiği için sorgulanan bir
dernek başkanının, sanal ortamda olsun destek bulmadığı
gibi susturulanların da destek görmeyeceğini biliyoruz.
Tüm bunlara karşın bu söylemleri biz önemsiyoruz. Çünkü
cılız oldukları bilinmesine karşın bu söylemlerin Rus
nasyonalistlerince malzeme olarak kullanıldıklarını
görüyoruz ve “Keşke Türkiye’deki tüm Çerkesler Rusya
Federasyonu’nun Türkiye’deki, anavatandaki tüm çerkesler
de Türkiye Cumhuriyeti’nin Rusya Federasyonu’ndaki bu
dostluk politikalarının gönüllü birer elçisi olsa
diyoruz.
Şöyle bir karşılaştırma konuyu anlamazdan gelinemeyecek
kadar açıklar sanırım:
Türkiyeli Çerkes Miğferi Giyenler (TÇMG); Türkiye’deki
kendi sorunlarını irdelemez çözüm önerileri getirmezler.
Anavatan kesimini sorunlarını sorun edinirmiş gibi sanal
ortamda tartışırlar.
Rusyalı Çerkes Miğferi Giyenler (RÇMG); Rusya
Federasyonu’nda kendi sorunları ile uğraşırlar. Sayıları
artmaz, ülkelerinde demokrasi gelişmez, federalizm
pekişmezse cumhuriyet statülerinin tehlikede olduğunu
bilir, statüleri gözü gibi korur. Diasporadan beklediği
katkı, kendisinin belirlediği politikaya katkıdır.
TÇMG, olanakları olduğu halde, ziyaretine bile
gitmedikleri anaları için çok daha büyük özverilerde
bulunacakları yalanını sanal ortamda yineleyip durur.
RÇMG, anaları temsilen, analar affedici olduğu için,
gelmekte, dönmekte geç kalan kardeşleri yanında hiç
dönmeyecekleri de affeder. Anavatana dönenler için bir
ana şefkati ile “geldin ya bu bana yeter” der. Hiç
dönmeyenler, dönmeyecekler için de yine bir ana sevgisi
ile “varsın dönmesinler, varsın gelmesinler, yeter ki
sağ olsunlar” der.
TÇMG, oturduğu yerden, anavatandaki kardeşini,
kendisinin bedel ödemek zorunda kalmayacağı eylemlere
zorlar, bunu yapmayanları, yapmayacağını dile
getirenleri güzel sıfatlarla niteler.
RÇMG, kardeşlerinin bulunduğu ülke yönetimleri ile
ilişkilerini bozabilecek her türlü söylem ve eylemden
kaçınır. Ülke yasalarına aykırı davranmamalarını önerir.
TÇMG, anavatandaki kardeşlerinin izlemedikleri
sitelerde, anlamadıkları dilde, yani onların gıyabinde
eleştiri süsü verilmiş dedikodu yapar.
RÇMG, gün gelir yanlışlarını anlarlar umuduyla
görmezden, anavatandaki yayın organlarında,
konferanslarda, toplantılarda diasporanın güzel
yanlarını anlatır.
TÇMG, kurdukları dernekleri kapatanın, anadilini
yasaklayanın Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti olmasına
karşın 10 Kasımları anar, tüm bayramları kutlar, 450 yıl
önceki antlaşmayı kutlayanları ise yüreksizlikle,
satılmışlıkla suçlar.
RÇMG, ise Osmanlı hükümetinin sürgünümüzdeki etkilerini
bilmesine, cumhuriyetin diaspora halkımızdan neler
götürdüğünü bilmesine karşın, 10 Kasımı ananlara,
bayramları kutlayanlara sitem dahi etmez. Aksine resmi
bayramlara çağrıldığında mutluluk duyar, 23 Nisanlara
çağrılmamanın burukluğunu duyar...
TÇMG, bulunduğu ülkeyi değiştirmeden vatandaşlığı
kaybetmeden kendisine Rusya Federasyonu vatandaşlığını
gümüş tepside sunan ve dokuz yıl yürürlükte kalan
yasadan yararlanmaz, yararlanacaklara duyurmaz, yasa
değişince de yaygaraya başlar.
RÇMG, dokuz yıl yürürlükte kalan yasadan yararlanılmamış
olmasına karşın, yasanın değiştirilmesini doğru bulmaz,
“zamanında vatandaşlık alsaydınız ya, dönseydiniz ya”
anlamına gelecek sözler söylemez, daha kolay dönüş için
yasaların değiştirilmesi çabası gösterir...
TÇMG, Adigey’in cumhuriyet statüsünün lağvedileceği
gerçek tehlikeyi, anavatanda yaşayanlardan daha çok dert
ediniyormuş gibi, “lağvedilse de biz de kurtulsak,
rahatsız edenimiz kalmasa” yaklaşımı sezilen bir
yaklaşımla evirir yazar, çevirir yazar. “Statüyü korumak
için bizlere düşen görev nedir” sorusunu ise hiç sormaz.
RÇMG, cumhuriyetin statüsünü koruma uğruna her şeyi göze
alabildiğini her koşulda gösterir. Diasporadaki
kardeşlerinin yardımlarını ret etmez ama mücadelesini de
onlardan gelebilecek yardıma göre temellendirmez.
TÇMG, Türkiye’de yaptıkları toplantılarda anavatan
cumhuriyetlerinin bayrağını açamazken, anavatan
insanının Rusya Federasyonu’na bayrak açması gerektiğini
savunur.
RÇMG, Çerkes'in bulunduğu tüm ülkelerin bayraklarına,
yasalarına saygılıdır. Yaşadığı ülke yönetimi ile
ilişkileri düzenlemenin o ülke Çerkeslerinin hakkı
olduğunu savunur.
TÇMG, Rusya Federasyonu nezdinde hiçbir girişimde
bulunmadan, anavatan kesimi ile birlikte alt yapı
çalışmaları yapmadan, soykırım ve sürgünü sanal ortamda
dile getirmekle yok oluşa direndiklerini sanır,
direnebileceklerini umarlar...
RÇMG, ise Direniş;
- Daha çok sayıda insanımıza dil öğretmektir.
- Tiyatrolarımızdır, İslamıy’dir, Kabardinka’dır.
Nalmes’tir, Bjamıy’dir. Müzisyenlerimiz, sanatçılarımız,
hemen her okulda kurulan halk oyunları, müzik, edebiyat
gruplarımızdır.
- Sanat elçilerimizin diaspora ülkelerini karış, karış
dolaşması, tüm dünya ülkelerinde halkımızı onurla temsil
etmeleridir.
- Moskova’daki genç öğrencilerin masrafları kendileri
karşılayarak bu güzellikleri Moskova’da
sergilemeleridir.
- Dünyada adı ilk akla gelen orkestra şefi Temırkhan
Yure gibileri yetiştirmek, onlarla onur duymaktır.
- Yıllardır milyonlarca diaspora insanın yapamadığı,
kitaplaştıramadığı derlemeleri, derlenip
kitaplaştırılması, bunun ortak bir çalışma ile
kotarılmış olmasıdır.
- Kumaxhue Muriddin gibi teorisi kendi adıyla anılan,
dünya çapında fizikçi matematikçi yetiştirmektir.
- Dünya ve olimpiyat şampiyonlukları olan Adige
antrenörlerin yıllarca, İtalya ve Almanya judo milli
takımlarını çalıştırmasıdır.
- Rusya Federasyonu Judo Milli takımının, Avrupa Judo
Şampiyonasına Yemıj Arambi yönetiminde katılmasıdır.
- Bu antrenörleri yetiştiren Koblı Yakub’un yüzyılın
antrenörü seçilmesidir.
- Judo benzeri bir spor dalı olan Samba’da Hapae
Arambi’nin eğittiği Hasaneque Murat’ın 11 kez dünya
şampiyonu olmasıdır.
- Kosova Adigelerinin Rusya Federasyonu’nun politik ve
ekonomik katkıları ile anavatana getirilebilmiş
olmasıdır.
- Sürgün yolunu atları ile tersinden yürüyen Prens
Ali’nin at ve atlılarını giydiren gümüş sanatçımız
Yewtıx Ase’nin yapıtlarının, devlet adamlarınca
birbirlerine sunulması, en seçkin müzelerde yer
almasıdır
- Anavatanda içkisiz kafe-lokantanın da iş
yapabileceğini, para kazanabileceğini, prestij bir mekan
olabileceğini kanıtlamaktır.
- Almanya’daki öğretim üyeliğini bırakıp Adigey Devlet
Üniversitesi'nde sorumluluk üstlenebilmektir.
- Anavatanda her dilin öğretilebildiği Dil Merkezi
açmaktır.
- Kendileri için “o Çerkeslik için gitmedi, para
kazanmaya gitti” dense de anavatanda para
kazanılabileceğini, yaşanabileceğini kanıtlatabilmektir.
- Evliliklerle diaspora ve anavatan aileleri arasında
organik bağ oluşturulmasıdır.
- Anavatana dönüş yapmış anadilini bilmez ana-babalardan
dili ile kültürü ile Adige çocuklar yetiştirebilmektir.
Özetle sevgili Türkiyeli Çerkes Miğferi Giyenler, empati
yapabilir, olayları Rusyalı Çerkes Miğferi Giyenlerin
algılamaları ile değerlendirebilirseniz eğer, sanal
ortamda dedikodu yapmaktan vazgeçecek, daha çok kendi
yapmanız gerekenleri tartışacaksınız.
Bedelini kendinizin ödeyeceği eylemleri konuşacak,
gerçekleştireceksiniz. Halkımızın tarihsel, mutlu bir
kavşağı dönmekte olduğunun, dönüşçülerin tarih
yazdığının bilincinde olacaksınız. Anavatanın,
herkeslere yetecek sevgilerini, yaşadıkları onuru,
sevinci paylaşmanın, azımsanmayacak bir mutluluk
olduğunun ayrımında olacaksınız.
İşte o zaman dönüşün temcit pilavı değil, bir uyaran
olduğunu, katkıda bulunma isteği ve sorumluluk duygusu
uyaranı olduğunu tüm benliğinizle duyumsayacak, katkıda
bulunabildiğiniz ölçüde de, kendinizle barışacak,
aynadaki görüntünüzü daha çok seveceksiniz.
Ve...
Öyle umuyorum ki, Türkiyeli Çerkes Miğferi'ni çıkartıp
atacaksınız... |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|