|
|
|
|
|
TSUNAMİ |
07.10.2008 |
|
|
Dr. MEŞFEŞŞU
Necdet Hatam |
|
|
Bildiğiniz gibi Rusya
Federasyonu’nun Abhazya ve Güney Osetya’nın
bağımsızlıklarını tanıması belirli kesimlerde “tsunami”
etkisi yarattı. “Ruhunu Ruslara satmış” Çerkeslerin
sayısı da hızla arttı.
Daha dün “Ruhunu Ruslara satmış” Çerkeslerin sayısı
henüz çok azdı. Rusya Federasyonu’nun Abhazya ve Güney
Osetya’ya desteği ısrarla görmezden gelinebiliyordu.
Rusya Federasyonu faktörü göz önüne alınmadan
Kafkasya’da etkin olunamayacağı, bugün kabul edildiği
gibi henüz kabul edilmiyor, dünyanın tek kutuplu
görünümünün hep süreceği var sayılıyordu. İleri görüşlü
(!) kimilerimiz de bir atasözümüz “aynı kuyuya iki
kez düşen kördür” dese de, Batı desteği ile, bölgede
sınır değişiklikleri yapabileceklerini -kendileri de
inanmadıkları halde- yineleyip duruyorlardı.
Anımsayacaksınız o günlerde geçmişte olduğu gibi
günümüzde de amacımızın Rusya Federasyonu ile birlikte
daha özgür bir yaşam olduğunu yazdık. Ülkelerin kara kaş
kara göz için nüfusu az halkları desteklemediğinin
altını hep çizdik. Rusya Federasyonu çıkarları ile
halkımızın çıkarlarının örtüştüğü bu dönemin şanslı bir
dönem olduğunu kavratmaya çalıştık. Asıl muhatabımızın
Rusya Federasyonu olduğunu hep vurguladık.
Sorunlarımızın ancak ilgili ülkelerle ve diyalogla
çözülebileceğini yazdık. Türkiye Cumhuriyeti’nin dış
politikası ile örtüşen politikanın dönüş çizgisi
olduğunun altını hep çizdik. Tüm saldırılara,
yakıştırılan güzel sıfatlara karşın, dönüşün
Rusya Federasyonu ile diaspora ülkelerinin ilişkilerini
geliştirebilecek tek politika olduğu görüşümüzden hiç
taviz vermedik. Biz görüşümüzü savunmayı sürdürdük,
onlar da saldırıyı...
İşte bir örnek:
“Tebrikler Sayın Necdet Hatam,
Sayın Valeri Hatajuko’nun camiamızda oluşturduğu “tusunami”nin
derin etkisi artarak devam ediyor. Artık hiçbir şey
eskisi gibi olamayacak.
Sayın Necdet Hatam’ın yazısı, “tusunami”nin “Statükocu
Dönüşcüler”de nasıl bir sarsıntı oluşturduğunun
güzel bir örneği.
Sayın Necdet Hatam’ın trajik yazısı, beni Nart Grup ve
Marje Grup'daki pasif izleyicilikten ve “Marje’de
Yazmama” yemininden vazgeçmeme sebep oldu.
Sayın Hatam’ın uzun yazısını bir kaç kez okudum. Yeni
bir şey söylemiyor çizgisi itibariyle. Ancak her şeyi
net söylüyor. Ezmeden bükmeden. O açıdan kendisini
tebrik ediyorum. Herkes kucağındaki taşları dökmeli
yavaş yavaş.
Yazısının en önemli bölümü son satırları. O satırlara
gelmeden Sayın Hatam’ın diasporada yaşayan bizlere
yakıştırdığı sıfatları aşağıya sıralamak istiyorum:
“muhacerette yan gelip yatanlar”
“anavatanı üzerinde ahkam kesenler”
“kendini bilmezler”
“halkını severmiş, vatanını severmiş gibi yapanlar”
“dil bilmezler”
“anavatanını bilmezler”
Sefil bir hezeyandan başka bir şey olmayan bu
yakıştırmaların hepsini diasporanın bir ferdi olarak
kendisine iade ediyorum.
Sayın Hatam’ın yazısının büyük bir kısmı pehlivan
tefrikası. O satırları gülerek okudum, geçiyorum.
Ancak “Peki ne mi düşünüyorum?” satırı ile
başlayan son bölüm epeyce tartışma götürür cinsten.
Kafkas diasporasında görüşleri birbirinden farklı iki
grup olduğunu söylüyor sayın Hatam. Doğrudur.
Birincisi “Birleşik Kafkasya Hareketi”dir.
İkincisi sözde “Anavatana Dönüşcüler”dir.
Ancak Hatam’ın grupları tanımlamalarında oldukça bariz
çarpıtma ve yanlış yorumlar var. Örneğin: “Rusları
ezeli ve ebedi düşman bilen, zorla çıkarıldıkları
ülkelerine Kafkasya’ya zorla geri döneceklerini
Rusya’dan bağımsızlıklarını kazanacaklarını Birleşik
Kuzey Kafkasya’yı kuracaklarını söyleyenler” cümlesi
ön yargılı ve düzeltilmeye muhtaç bir cümledir.
“Birleşik Kafkasya Hareketi”, Rus halkının değil,
sömürgeci ve antidemokratik Rus yönetimlerinin
düşmanıdır.
“Birleşik Kafkasya Hareketi”, diaspora hareketi
değildir. Hem diaspora hem de anavatan Kafkasya’nın
milli dinamiklerinin ortak hareketidir.
Sözde “Anavatana Dönüşcüler” gibi 30-35 yıllık
kontra bir harekette değildir.
“Birleşik Kafkasya Hareketi”, temelleri Kaytuko
Arslanbek’in İmam Mansur’un, İmam Şamil’in ve Muhammed
Emin’in özgürlük ve bağımsızlık mücadelesine kadar
giden, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin ve Kafkasya
Dağlıları Halk Partisi’nin politik mücadele pratiğinin
devamı bir harekettir.
Anavatan’da 1989 sonrası kurulan ama ömrü kısa olan
Kafkas Halkları Konfederasyon’da bu hareketin
meyvelerinden birisidir. DÇB içinde de bir süre
mücadelesini sürdüren hareket Kafkasya’nın aydınlık
geleceğinin garantisidir.
“Birleşik Kafkasya Hareketi”, dönüş düşüncesinin
de gerçek sahibidir. Diaspora insanının anavatana
döndürülmesi probleminin çözümü “Birleşik Kafkasya
Hareketi”nin temel hedeflerinden birisidir. Dönüş
hareketi sömürgeci ve antidemokratik Rus yönetimlerinin
insafına ve keyfine bırakılamaz.
Anavatana dönüş ancak, sayın Hatajuko’nun da dediği
gibi, “ulusal sorunlarına sahip çıkan güçlü bir
devlet ile gerçekleştirilebilir”.
Sayın Hatam’ın, ikinci grubu, namı diğer sözde
“Anavatana Dönüşcüler”i tanımlarken kullandığı
aşağıdaki birkaç cümle Kafkas Tarihine kara bir leke
olarak geçecek cümlelerdir. Kafkas tarihi için bir kara
lekedir ama sözde “Anavatana Dönüşcüler”i de
gayet açık ve net bir şekilde tanımlamaktadır. Sayın
Hatam’ı bu açıdan bir daha tebrik ediyorum.
“Çok acı da olsa Rusya’ya karşı yenilgiyi kabul
edenler”.
“Onurlu ulusal yaşamın ancak Rusya Federasyonu ile
birlikte geliştirilebileceğine inananlar.”
“Anavatana Dönüşün ancak Rusya Federasyonu’nun izni
Çerkeslerin bulunduğu ülkelerin desteği ile
gerçekleşebileceğine inananlar.”
İkinci grubun temel karakteristiğini yansıtan yukarıdaki
sefil satırlar sözde “Anavatana Dönüşcüler”in
bana göre “Statükocu Dönüşçülerin”, 30-35 yıllık
hazin hikayesinin bir özetidir. Yukarıdaki işbirlikçi
satırlar, ilk defa bugün yazılmıyor. Bu hareketin geriye
dönük tüm yayınlarını dikkatli bir şekilde
incelediğimizde benzer satırları bol miktarda
görebilirsiniz.
1970’li yıllardan itibaren ortaya çıkan, ve Türkiye
Kafkas diasporasının üzerine karabasan gibi çöken bu
jakoben klik, Kremlin’in Kafkasyalılar üzerinde
sürdürdüğü psikolojik savaş yöntemlerinin ürünü
gayri-milli kontra bir hareketin çocuklarıdır.
Devam edeceğiz inşallah
Ha Marje
Cekhaş Beslan”
Benzerlerini çok gördüğümüz bu yazıyı diğerlerinden
ayıran, görüşlerime temelden karşı olmasına karşın Sayın
Beslan’ın beni, “Sayın Hatam’ın uzun yazısını bir kaç
kez okudum. Yeni bir şey söylemiyor çizgisi itibariyle.
Ama her şeyi net söylüyor. Ezmeden bükmeden. O açıdan
kendisini tebrik ediyorum. Herkes kucağındaki taşları
dökmeli yavaş yavaş.” sözleri ile tebrik etmesi idi.
Gecikmiş teşekkürümü iletiyorum.
Ben de daha önceleri, yukarıya aldığım yazıya benzer bir
içerikle yazılarımı eleştiren sayın Erol Karayel’i
tebrik etmek istiyorum. Rusya Federasyonu’nun hemen tüm
dünyayı karşısına alarak verdiği son desteğe sevinenleri
kınayan bir bir yazıyı yanıtladığı için.
Sözcükleri ezmeden bükmeden, gerçekliğine inandığı,
bizim savunageldiğimiz görüşleri “daha dün farklı şeyler
söylüyordunuz, şimdi ne oldu” denmesinden çekinmeden,
savunabilme yürekliliğini gösterdiği için ve halk
sevgisinin, sevilmeyen şeylere katlanma gücü
verebileceğinin göstergesi “Marje” de yayımladığı bu
yazıyı köşeme taşıyor, sizlerle paylaşıyorum.
“1. Rusya hakkındaki ateşli uyarılarınıza eyvallah...
Ancak "Rusya'dan uzak dur yeter" demek başlıbaşına bir
çözüm değil Abhazya ve Osetya için.
Gördüğünüz gibi ABD'nin başını okşadığı Gürcistan fırsat
buldukça kuduz it gibi saldırıyor.
Bu durumda Abhazya ve Osetya için bir kurtuluş reçeteniz
var mı?
Sizce, gelinen bu noktada, Abhazya ve Osetya, somut
olarak nasıl bir politika izlemeliler?
2. Sizin de, bazı Çeçen kardeşlerimizin de iki de bir
Çeçenistan'la Abhazya'yı kıyaslaması yanlış, ayıp ve
üzücüdür.
Bu kıyas elmalarla armutları toplamak gibi oluyor.
Çünkü, iki ülkeye yönelik birincil tehditler farklı.
Sovyetler dağılınca iki ülke de bağımsızlık yolunu
seçtiler biliyorsunuz.
Uluslararası statüko Çeçenistan'ı Rusya'ya, Abhazya'yı
Gürcistan'a bağlı kabul ediyordu.
İkisi de bağımsızlıklarını tanımayan iki ayrı merkezi
yönetime karşı mücadeleye giriştiler.
Rusya, Abhazya için o gün potansiyel bir tehdit iken,
Gürcistan kapıya dayanmış aktif bir tehditti.
Aynı Gürcistan Çeçenler için müttefik konumunu alırken,
Rusya aktif bir tehdit haline gelmişti.
İki kardeş halka kaderin dayattığı bir paradokstu bu.
Bir şey yapılamazdı ve yapılamadı da.
Durumun idare edilecek bir tarafı hiç olmadı.
Kısa aralıklarla her iki ülke de kendilerine yönelik
tehdit unsurlarının doğrudan saldırısına uğradılar.
Önce Abhazlar Gürcü işgalcilere karşı savaş verdi ve
Çeçenlerin de dahil olduğu kardeş halkların yardımı ile
13 ayda ancak def edebildi düşmanını;
Ardından 1994'te Çeçenistan işgale uğradı ve
başlangıcından itibaren 10 yılı aşkın süren mücadelede
250 bin şehit verdi Çeçen kardeşlerimiz (Ahiretleri abat
olur inşaallah) ve görünen o ki bu mücadele hüsranla
sona ermiş durumda maalesef.
Deniliyor ki şimdi, Çeçenler Abazalara savaşlarında
yardım ettiler ama Abazalar Çeçenlere mukabil bir
yardımda bulunmadı...
Bu sadece düşmanın işine yarayacak cahilce bir söz.
Be hey kardeşim...
Dudayev'in, gönüllü giden bir grup Abhaz'ı "Sizin
ülkeniz de savaş halinde, geri dönün" diyerek geri
çevirmesini bir yana bırakırsak...
Çeçenlerin Abazalara sunduğu katkıyı, Abazaların
Çeçenlere sunamayacağı aşikar değil mi zaten de neye
şaşıyorsunuz Allah aşkına?
Ayıptır bunu dillendirmek.
Abhazların öyle bir gücü ve potansiyeli olmadığını
vicdanı olan herkes görüyor da, siz niçin görmüyorsunuz?
Abhazların nüfusunun Çeçenlerin verdiği şehit sayısının
yarısı kadar bile olmamasının gerçekten hiç bir anlamı
yok mu sizin için?
Yaşlısı genci 100 bin bile olmayan nüfusuyla kendi
başları belada olan Abhazların Çeçenlere ne yardımı
olabilirdi ki gerçekten?
Çeçenlerin nüfusu bir milyondu savaştılar ve sonuç bu
oldu; bütün Abazaları üzerine ekleseniz nüfusları 1
milyon yüz bin olurdu.
Peki sonuç değişir miydi Çeçenler açısından?
Hayır.
Öyleyse nesini konuşuyorsunuz?
Rusya'ya saldırıp harakiri mi yapsaydılar?
Gerçekten Rusya'ya kafa tutması, Karadeniz'den yeni bir
cephe açması mı bekleniyordu Abhazlardan?
Kuzeyde Rusya, Güneyde de Gürcistan Cephesi öyle mi?
Abhazların hepsi de birer Rambo (!) ya zaten, iki tarafı
da hallederlerdi sırayla değil mi (!)...
Yazık...
Bırakın bu safsataları da, kadim kardeşliklere daha
fazla zarar vermeyin bari.
Affınıza sığınırım ama Çeçenlerin yaptığı yardım onların
büyüklüğüne delalet eder ama bu iyiliği ikide bir tekrar
edenlerin ise cehalet ve küçük adamlığına...
3. Sonra, niçin batılı devletlerin tercihi bizim için o
kadar önemli olsun kardeşim?
Onların televizyon ve gazetelerinin dediğini niçin kendi
değerlerimizin üstünde tutalım?
Bizim kendi tercihlerimiz, kendi doğrularımız olamaz mı?
Çok iyi niyetlilerse bizim tercihlerimizi de dikkate
alsınlar!
Biz başka bir gezegenden gelmedik ya bu dünyaya.
Kosova'da öyle, Abhazya'da böyle...
Bu iki yüzlülüğe katlanmak zorunda mıyız?
Biz Batılıların adaletli olduklarına dair bir emare
göremedik şimdiye kadar.
Bizi yok sayanları var mı sayacağız?
Ayrıca biz doğru yolda gittiğimize inanıyorsak, onlar da
bizi destekliyorlarsa, eyvallah takdir ederiz tabii ki;
yok eğer desteklemiyorsa hepsi paçavra hükmündedir
elbette, bunda şaşacak ne var?
Rus düşmanlığını anlarım, hepimizin kuyruk acısı var
çünkü...
Ama biraz insaf, biraz insaf.
Her şeyi Rus düşmanlığıyla mı halledeceğiz?
Çözüm öneriniz var mı?
Yok
Alternatifiniz?
Yok...
Öyleyse bırakın moral bozmayı.
Bırakın halkın dediği olsun,
Kopacaksa da inceldiği yerden kopsun.
Ayrıca bu Rus malı Serkisof saat günde iki defa doğruyu
gösteriyor ve şu içinde bulunduğumuz zamanda o doğru
anlardan birisi.
Saat arızalı diye içinde bulunduğumuz zaman dilimini de
inkar edecek değiliz ya.
Vaktin gereğini yapalım.
Erol”
Ben yazıyı çok gerçekçi, gerçekçi olduğu için de kendime
yakın buldum.
Ya siz? |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|