Bir
süre önce Ş’ımaf arkadaşımız CC'da yazanlarımızın
-yazarların değil- yazılarını konu edinmişti. Konu
başlığı, açan arkadaşın da beklemediği kadar ilgi gördü.
Ben de çok sevdim. “Keşke beğenen beğenmeyen daha çok
sayıda arkadaşımız yazsa” diye de düşündüm. Zaten biz
CC’da yazanların yazılarımızı okuyanlardan yada forumda
tartışanlardan farkımız ne ki... Biraz daha fazla zaman
ayırabilmek, düşündüklerini paylaşmayı yapılabilecek
başka birçok işe göre daha çok önemsemek değil mi?
Buna
karşın kimi arkadaşlarımızın üslubunu “forum”un sözcük
anlamı, sitelerde forum açma amacı ile de pek
bağdaştıramadığımı söylemeliyim. Bu arkadaşların üslubu
forum sözcüğünü ilk duyduğum yıllara götürdü beni.
1968... Tıp Fakültesi öğrencisiyim... Öğrenci
hareketlerinin, okul boykotlarının, üniversite
işgallerinin başladığı yıl... Boykot öncesi güya konunun
tartışılacağı forumlar düzenlerlerdi öğrenci önderleri.
Güya demokrat oldukları için... Alınacak kararda her
öğrencinin görüşünü güya önemsedikleri için.
Ben
ilk foruma katılmış daha sonrakilere katılmak içimden
gelmemişti Hiç demokrat bulmamıştım önderleri... Okulun
boykot edilmesi yönünde ateşli bir söylev çekmiş
arkasından da hiç unutmam “İşte bu doğrultuda konuşmak
isteyen arkadaşlar kürsüye buyursun” demişti. Yaklaşımın
yanlışlığını söyleyebileceklerin anlayışla
karşılanmayacağı çok açıktı. Yine de karşı görüş
belirtebilmek için araksından gelmesi olası daha başka
şeyleri göze almak gerekiyordu...
O
gün bugündür “dediğim dedik öttürdüğüm düdük” yaklaşımı
ters gelir bana. Bunu her söylenen desteklensin anlamına
söylemiyorum elbette ki. Doğruluğuna inandığımız
görüşümüzü değiştirmemek, sürekli savunmak,
belgelendirmek, açıklamak, daha inandırıcı argümanlar
bulmak hakkımız saklı olmalı. Dahası ben bunları, sadece
temel hak olarak değil sorumluluk olarak da algılıyorum.
Ters düşsek de görüşlerini savunanları, hiç tepki
vermeyenlere, duyarsızlara göre saygın buluyorum. Yanlış
olan da forumların amacı ile bağdaşmayan da, karşı
görüş belirtmek değil, görüşler yaklaşımlarla değil
kişiliklerle uğraşılması, aşağılanmaya çalışılması. Hele
dile getirilmiş bir yaklaşımın destekleyenlere “yalaka”
kimilerine de “avukat” yaftasının yapıştırılması...
Son
günlerde sitemizde de bu yaklaşımlar dikkat çektiği için
“acaba forumu benim algılayışım mı yanlış” diye kendime
sormazlık edemedim ve internette biraz dolaştım, “forum
nedir?” sorusuna yanıt aradım.
Vikipedi sözlükteki kimi karşılıklar şöyle:
Forum, Eski
Romalılar zamanında, Roma'da kamu işlerini konuşmak için
halkın toplandığı alan.
Forum, ABD'de genel söylemler için oluşturulmuş
alan.
Forum, İnternet tartışmalarının yapıldığı alan.
Bir başka internet
sitesinde şunlar söylenmiş Forum için:
Bir başkasının veya seçilen üyelerin yönetiminde toplumu
ilgilendiren bir konuda farklı gruplardan oluşan
dinleyicilerin söz sırası alarak konuşma kuralları
içerisinde yaptıkları tartışmalara forum.
Esasen forumdan amaç belirli kararlara varmak değil
konuyu değişik anlayışlarla farklı boyutlarıyla ortaya
koymaktır. Forumda söz alan dinleyiciler konuyla ilgili
olmayan özel sorunlara değinmemelidirler. Sorular kısa
açık ve net olmalı tartışma saygısı kuralları içerisinde
kırıcılıktan uzak samimi bir hava içinde yapılmalı
tartışmadan beklenen amaca yardımcı olunmalıdır.”
Şunlar da Arkitera
Forum'da ''ankara
mimar'' rumuzlu bir katılımcının benim de çok yerinde
bulduğum yakınmaları:
“Bu forumun amacı ne?
Neden bu forumda
paylaştığımız hemen her fikrin arkasından kendimizi
savunmak zorunda kalıyoruz? Yazdığınız şeyler biri
tarafından bir noktasından tutuluyor ve yerden yere
vuruluyor. Sonra o kişi ile soru cevap şeklinde ağız
dalaşına giriliyor.
Ben bu forumu bir düello alanı değil bir paylaşım ve
bilgilendirme alanı olarak görüyorum. Fikirlerim ne
kadar yanlış, tehlikeli olursa olsun değer verilmesini
ve iyiniyetle eleştirilmesini bekliyorum. Benim için
fikirlerim değişmez şeyler değil. Onları paylaşmak ve
geliştirmek için buradayım. Tek bir doğruya ve iyiye
inanmıyorum.
Sürekli birbirimizi pohpohlayıp "aman ne iyi ne güzel
geçinelim gidelim" demek istemiyorum. Kavga da edelim
yeri geldiğinde, doğru bildiklerimizi savunalım, bir
süre önce savunduğumuz fikirlerin aslında o kadar da
doğru olmadıklarını iki mesaj sonra kabul edebilelim.
Beni rahatsız eden nokta yazılanları okurken "acaba bu
yazının ne açığını bulsam da eleştirsem" yaklaşımı.
Bir şeyleri paylaşırken tüm forumu karşımıza almış gibi
hissetmek yerine, hep beraber daha iyiye gittiğimizi
hissetmek istiyorum.
Burada kendimizi anlatmayı, karşıdakini anlamayı,
eleştirmeyi, eleştirilmeyi ve bunları anlatımı en zor
olan yazı dilinde yapmayı öğreneceğiz umarım.
"(...) Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyiniyetle gülümsüyorum (...)"
- Katılmamak mümkün mü?
- Evet ben de...
- Forumları karar platformu olarak görmüyorum.
- Forumları düello alanı gibi görmenin yanlış olduğunu
düşünüyorum.
- Katılımcılara, “yalakalık”, “avukatlık” yaptıkları
suçlamalarından korkmadan paylaşılan görüşlere katılma
ya da karşı olabilme özgür, rahat bir ortam
oluşturulması gereğine inanıyorum.
- Katılımcıların gerçek adlarını kullanmalarını daha
ahlaki buluyorum.
- Gerçek adları ile yazmayanların savundukları
görüşlerin sorumluluğundan kaçtıkları kuşkusunu
duyuyorum.
- Eleştirilerin söylenmişler, yazılmışlar üzerine
kurulmasını sağlıklı forumun olmazsa olmazı olarak
görüyorum.
Şimdi bu yaklaşım çerçevesinde “Bir öneri” başlığı
altındaki bana yöneltilen, yöneltilir gibi yapılan
eleştirileri irdeleyelim. Önce Ado rumuzlu arkadaşımzın
yazdıklarından başlayalım:
“Ado
09 Aralık 2008
Sayın Soner Koçsav, siz her mesaja cevap
vermeseniz de olur. Kimse böyle bir şey beklemiyor
sizden. İki kişi kendileri yazışıyorlar zaten size mi
düşer avukatlık yapmak? Bırakın da ilgilisi sorulan
soruların cevabını versin.”
Görüldüğü gibi sayın Ado, Soner Bey’in “avukatlığını”
yanlış bulmakla kalmıyor, bir “hakim” imiş gibi de
hüküm veriyor... Peki sayın Ado, “İki kişi kendileri
yazışıyorlar zaten...” cümlesi ile, “birileri kavga
etsin biz de seyredelim gülelim”i amaçlamış olabilir mi?
Ayrıca yazışanlar sizce de sayın Ado’nun göstermeye
çalıştığı gibi gerçek iki kişi mi? Yoksa biri görünür,
tanınır, ulaşılabilir, diğeri ise görünmez, bilinmez,
ulaşılamaz, saklı, saklı olduğu için de yazdıklarının
sorumluğundan kaçabilecek iki kişi mi?
Gelelim beni çok iyi tanıyan, her şeyleri bilecek kadar
işlerin içinde olan ama nedense adını saklama gereği
duyan sayın Misafir’e...
Sayın Misafir neye
karşı olduğunu açıkça söyledi mi sizce? Sayın Misafir
- “Tüm Adige
diyalektlerinin yazılabildiği bir ortak alfabe kabul
edilmeli, Adigeler birinin konuştuğunu diğeri anlayacak
kadar birbirine yakın olmalı, bu yakınlaşmanın tek dili
getireceği umulmalı” görüşüne mi,
- Sunulan alfabe taslağının teknik yetersizliklerine mi?
- Ya da bunu taslağı sunanın Necdet Hatam olmasına mı
karşı olduğunu anlayabilmiş değilim.
- Ya da;
“Herkes kendi lehçesini
korurken o zaman nasıl gelecek?
Bazı lehçelere diğeri lehine feragat etmeli değil mi?
Mesela Bjedugh lehçesi Kabardey lehçesi lehine niçin
feragat etmez. Bakın Hatukuay ve Besleney ve kısmen
Abzegh lehçeleri Kaberdey lehçesi lehine feragat ettiler
ve neredeyse kaynaşma noktasına gelindi.
Sizde bazı ağır ağabeyleriniz gibi manevra yapıyor
olmayasınız bu konuda.” Cümlelerini “tek dile gidilmek
isteniyorsa diğer tüm lehçeler Kabardey lehçesi adına
feragat etmeli” anlamında mı algılanmalı?
Ayrıca Misafir’miz bu konuda yeni bir başlık
açabilecekken, sataşmalarını sayın “Tegulan”ın açtığı
başlıkta dile getirmesini de doğru bulmadığımı
belirmeliyim.
Hani “platformu düello alanı gibi değerlendirmiş
olabilir” de diyemiyorum. Çünkü “demagog” suçlaması ile
demagoji yapan sayın Misafir buna da belki bir kulp
bulacak ama - düelloya niyeti olanın ilk koşulu kişinin
adı ile sanı ile ortaya çıkmasıdır. Kendine güvenen
şövalye, adını saklamak bir yana düello yer ve zamanını
dahası silahın forumumuzda görüşünü destekleyecek bilgi
ve belgelerdir- seçimini de karşıya bırakır. Bizimkinin
davranışı ancak, düelloya davet edip, randevu yerine
uşağını gönderen şövalye özentisi bir ruh haliyle
açıklanabilir belki?
Sayın Misafir’in 06 Aralık 2008 tarihli iletisindeki;
Sayın Tegulan bu konuda
dönen dalavereleri bilmediği için iyi niyetle bir şeyler
yazıyor. Fakat çok geçmeden kendiside yanıldığını
anlayacaktır.
Asıl bu işi baltalayanlar işin başındakilerdir. Mesela
ortak yeni alfabe icat etmeye çalışan bey, mesela dil
komisyonunun başındaki bey, mesela sürekli ortalığı
bulandırmaya çalışan bey, mesela bu sinsi
mikro-milliyetçi sitenin sahibi bey, vs.vs” cümlelerini
tam “misafirin asıl derdi benim” diye yorumlayacak,
“ben neymişim be” diye düşünecektim ki, daha sonraki
iletilerin birinde “Seni bir konuda suçluyor değilim ama
yaratmaya çalıştığın imajın sadece bir yanılsamadan
ibaret olduğunu bilecek kadarda bu işlerin içindeyiz.”
cümlesini okudum. Sevincim de kursağımda kaldı. Her ne
kadar beni suçlamıyor, beni sorumlu görmüyor ise de ben
konuya ilişkin bildiklerimi söyleyeyim:
- Sayın misafir, “хьащ1эр бысымым и гъэрщ” sözü benim
değil, atalar sözüdür. Çok eskimiş tedavülden de
düşmemiştir. Misafir eve düzen vermek, aile içi
ilişkileri düzenlemek bir yana ev sahibinden izni
olmadan başka bir yerdeki davete bile katılamaz.
Karşılıklı anlaşarak bile olsa bısım değiştirmenin
kefareti en azından yeni bısım tarafından kesilecek bir
koçtur. Aslında bunları siz her şeyi bilen için değil
benzer olayları yaşamamış genç arkadaşlar için
yazıyorum. Forumu okuduklarına göre kimin demagoji
yaptığını bilme hakları olmalı diye düşünüyorum.
- DÇB yeni bir alfabe icat et diye beni görevlendirmedi.
Görevlendirmiş olduğunu da herhangi bir yerde yazıp
söylediğimi de anımsamıyorum. Ancak, daha kolay,
dilbilim kurallarına daha uygun bir düzenleme yapılması,
dil bilgisi kurallarının yeniden yorumlanması
önerilerimiz de içeren “dil politikamız” başkanlar
toplantısında okundu ve onay aldı. Metin de “Adige Psalh”
gazetesinde yayımlandı. Ayrıca birazcık ilgi ile
inceleyenler, taslağımızın günümüz alfabesini ret
etmediğini, çok küçük değişikliklerle daha kolay okunur,
yazılır olmasına çalışıldığını net olarak göreceklerdir.
- Kumaxhue Muhiddin alfabesi her yerde dile getirdiğim
gibi bütün dilcilerimizin üzerinde anlaştığı bir alfabe
idi. Kullanılır hale gelmesi için parlamentoların kararı
gerekiyordu. Kabardey-Balkar Parlamentosu iki kez karar
aldığı halde Adigey Parlamentosu karar almadığı için
kullanıma girmedi. Saman alevi gibi başlayıp sönen başka
bir çok işimiz gibi sürüncemede kaldı. Ancak rahmetli
Kumaxhue!nin alfabesini benden daha çok gündemde tutmaya
çalışan dilcilerimiz dahil bir kişi bulamazsınız. Zaten
taslağa ilişkin açıklamaları okuma zahmetine
girseydiniz, “taslağı oluştururken -Adige
dilbilimcilerin daha önce üzerinde anlaştıkları
değişiklik tasarısı göz önünde bulundurulmuştur.”
cümlesini de okuyacaktınız. Her platformda dile
getirdiğim görüşü burada bir kez daha vurgulama vesilesi
olduğunuz için teşekkür ederim: Tüm dilcilerin üzerinde
anlaştığı değişiklik taslağı, olaya nasıl yaklaşmam
gerektiği konusunda yol gösterici olmuştur.
- Bugüne kadar ki alfabe çalışmalarına her ülkede ve
her zaman olduğu gibi “bugüne kadar ben niye
düşünemedim” düşüncesinin tutsağı çoğunluk
dilbilimciler, yeni alfabe ile daha önce yazdıklarının
artık okunmayacağı kuşkusuna kapılan yazarlardır. Zaten
bu iki grup benim gibi dil eğitimi almamış olanlar dil
üzerine okunur beğenilir yazı yazabilir, dinlenir
beğenilir konuşma yapabilir miydi?
- Adigey Cumhuriyeti Başkanı Thakuışıne Aslan bu
konudaki son konuşmasını, Kaf-Fed Genel Kurulu’nun ortak
alfabe oluşturulması, tek dile gidilmesi önerisi üzerine
yaptı. Bana “taş koyan” uzmanlarca önerinin bugün var
olan yazı dillerinden birinin bırakılıp diğerinin kabulü
anlamına geldiği yanlış bilgisini verdikleri için tek
dile gidilemeyeceği görüşünü dile getirdi. “taş
koyucuların” bu tavrı ile sık karşılaştığım için bu
kadar kesin konuşuyorum.
Söylenmemiş, yazılmamış üzerine politika oluşturanların
sadece diasporada değil ki... Örneğin, kurulduğu günden
bugüne, hiçbir genel kurul, başkanlar kurulu, yönetim
kurulu toplantısında bu yönde bir karar almadığı halde,
yaklaşımımız radyo konuşmalarında, televizyon
programlarında, gazetelerde defalarca dile getirildiği
halde DÇB’nin yazı dillerinden birinin terk edilmesi
görüşünde olduğu vurgulanır durur. Yeri gelmişken DÇB
Dil Politikası'nı bir kez daha yineleyelim:
- Her iki yazın dilindeki ortak sesleri aynı harfle
gösteren alfabe ve yazım kuralları kabulünü sağlamak.
- 9,10,11. sınıflarda tüm okullarımızda her iki
diyalektin okunmasını sağlamak.
- Her Adige'nin diğer yazı dilini anlar hale gelmesini
sağlayacak çok yönlü bir yakınlaşma programı
uygulamak...
- Bu yakınlaşmanın ortak bir anlaşma dili getireceği
umudunu taşmak.
Her şey bir yana da sayın Misafir, her fırsatta
devletten yana olmakla suçlanan Necdet Hatam’a
“Thakuşıne Aslan karşı olduğu halde nedir bu senin
yaptığın imasında bulunmak” sizce de çok tuhaf değil mi?
Özetle sayın Misafir neye ya da kime niçin karşı
olduğunuzu belirtir, kendi görüşünüzü da açıkça
yazarsanız konuya ilişkin tartışmamızı da sürdürürüz.
Eh epeyce yoruldum, sizleri de yordum ama daha kısa
yazamadım yine...
Son günlerin gündemindeki diğer konuda görüş
belirtmekten kaçınacağımı sanmayın sakın...
Ancak o da gelecek
yazıya kalsın... Bu arada izlemediği sitelerde,
anlamadığı dilde yapılacak yığınsal protestolar
bakarsınız başkanı sarsar, pişman eder, geri adım
atmasını sağlar ya da belli mi olur yerinden eder;
protestocularımız cumhuriyetleri birleştirmekten bile
daha zor bir işi başarır, derneklerimizin adını
değiştirir ve Adige Dernekleri Birliğini, kurar,
yetkililerimize de “bakın biz daha zoru başardık siz de
başarabilirsiniz. Eğer başaramayacaksınız yemin olsun
gelir sizleri birleştirir sonra da diasporamıza döneriz.
“Hazır anavatana dönmüşken neden” diye sormayın sakın.
Şair “Aşk derdi ile hoşem, el çek ilacımdan tabip”
dememiş mi, “Aşkların en güzeli de anavatanı uzaktan
sevmek” değil mi?
Ne güzel olur, ben de bir dahaki yazımda düelloya davet
eder gibi yöneltilen soruları yanıtlamak zorunda
kalmam...
Ne dersiniz, olabilemez mi? |