Diasporanın, anavatana yol gösterici role soyunmaması
gerektiğini hep savuna gelmişimdir. Anavatanı, anavatan
insanını sevmenin, sorumluluğunun bilincinde olmanın
birinci koşulu, diasporanın, “anavatanda yaşayanların
kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi hakkına”
saygı göstermesidir. Anavatan kesimi tıpkı diasporanın
çoğunluğu gibi “yok olmayı” seçecek olsa bile “kendi
kaderini tayin hakkına” saygı gösterilmelidir.
Asimilasyona, yok sayılmaya, yabancı evliliklere,
dilinin yasaklanmasına, vatanın her bir karış toprağını
kanı ile sulamış olmasına karşın, hala hain sayılmasına
direnmeme hakkını seçen diasporanın, anavatandaki
kardeşinden bu hakkı esirgemeleri anlaşılır bir şey mi?
Esirgemekle kalmayıp diaspora düşleri doğrultusunda
politika geliştirmeyen anavatanlı kardeşine hakaret
etmesi aklın alacağı bir şey mi? Peki sizce diaspora;
ulusal politikayı, neden anavatandakiler üzerinden
yürütür, kendisini daha kahraman, daha yiğit sanmasına
karşın yiğitlik, kahramanlık gösterilerini neden
anavatandakilerden bekler? Anavatandakileri sonuçta
etnik gerginlik belki de bir iç savaş ile
sonuçlanabilecek adımlara neden zorlar? Adını soyadını
yazma cesaretini gösteremeyenler, bu halkın kaderini
karartabilecek eylemlere neden sanal destek verir?
Bence bu sağlıklı olmayan davranışlar, ancak ve ancak
“ruhun savunma mekanizmaları” ile açıklanabilir.
- Diasporanın çok büyük bir bölümü bulunduğu koşulları
kabullenmiş ölmeye yatmıştır. Bizlerin yazdığı
çizdikleri ile ancak kendisini rahatsız ettiği oranda
ilgilenmektedir, ilgilenecektir. “Trabzon-Sohum Hattının
Açılması” ve benzeri kampanyaların görmediği ilgi
diasporanın büyük çok büyük kesiminin ölmeye yattığının
kanıtıdır. Kimseleri rahatsız etmeyen, rahatsız da
edilmek istenmeyen bu kesimin davranışının en azından
kendi içinde tutarlı olduğunu kabullenmek durumundayız.
- Diasporanın bir bölümü yok edildiğinin bilincindedir
ve bu yok edilişten rahatsızlık da duymaktadır. Yok
oluşa nasıl direnilebileceğini de bilmektedir. Ancak yok
oluşa direnebilmek için gereken adımları atamamakta, bu
adımları atmadığı için de bilinç altında kendisinin
korkak olduğuna, onur yoksunu olduğuna inanmaktadır.
Ruhu, düştüğü bu durumdan kurtaracak şey dirençtir, amaç
uğrunda çabadır, amaç uğruna özveridir. Ancak bunları
yapacak cesareti yoktur, olası sonuçlarını göze
alamamaktadır. Ruhun sağlığını koruyabilmesi için
yapabileceği ve yapabildiği tek şey kendi içinde
bulunduğu durumu karşıya yansıtmaktır, saldırmaktır.
Bilinmeli ki kişilerin saldırganlığı, bilinçaltı
duydukları suçluluğun büyüklüğü ile doğru orantılıdır.
- Diasporanın bir bölümü ulusal kültürel değerleri
koruyup geliştirebilmenin biricik yolunun anavatana
dönüş olduğunun bilincinde olup bunu da
dillendirebilmektedir. Ancak hemen arkasından dönüş
önündeki engeller sıralanmakta, yani yapılması gerekeni
yapmamalarını haklı çıkartmaya çalışmaktadır. Engellerin
kaldırılması, anavatanın daha dönülesi bir vatan olması
için gerekli adımların hiçbirini atmamakta, tüm bunları
da anavatandan beklemekte, kendi katkıları ile yapılması
gerekenleri yapmayanları, rahatlıkla suçlamaktadır.
Çünkü bu grup da kendinden memnun değildir. Ruhun
sağlıklı kalabilmesi için eylemsizliğine gerekçe bulması
buna inanması yani psikolojideki adı ile “akla
uydurması-rasyonalizasyon” gerekmektedir. Bu grup
anavatanın daha iyi olmasını içtenlikle istedikleri için
olumsuzluklara üzülmekte anacak akla uydurma konusundaki
haklılıklarına gerekçe olabileceği için de bu
olumsuzlukları, iyiye değişmişleri de dahil geveleyip
durmaktadır. Ruhun kendisini olduğundan daha vatansever,
daha halk sever, daha fedakar sanmasının ve huzura
kavuşmasının yolu budur.
Daha önce de çok açık olarak yazmıştım. Bir yönü ile
halkın kaderine ilişkin, diğer yönü ile halkın
anavatanda yaşayan her bireyini birebir ilgilendiren
böylesi konularda, bırakın anavatanı biz dönmüş
olanların bile ahkam kesme, görüşünde ısrarlı olma,
diretme hakkımızın olmadığına inanıyorum. Çünkü
istenmeyecek gelişmeler olduğunda diaspora hiç
gelemeyecek, daha doğrusu gelmeyecek, dönüş yapanların
çoğunluğu da anavatandaki kardeşlerini kendi sorunları
ile baş başa bırakıp, bu sorunların olmadığını sandığı
bir ülkeye kaçmanın yollarını arayacaktır. Abhazya ve
Çeçen savaşları ve sonrası zaman dilimindeki gelişmeler
diasporaya ilişkin bu görüşümüzü, Maykop’ta anavatanlı
kardeşlerimizden birinin ölümü ile sonuçlanan kavgadan
sonra Maykop’taki dönüşçülerin azımsanmayacak bir
bölümünün Abhazya’ya yerleşme hazırlıkları, bizler gibi
dönüş yapmışlara ilişkin görüşümü kanıtlar gerçeklerdir.
Tüm bunlara karşın, diasporanın anavatanın iç
politikasına karışmaması, hariçten gazel okumaması,
deplasman sever futbolculuktan kurtulması, Türkiyeli
Çerkes miğferini çıkartması, Türkiyeli Çerkes çemberini
kırması beklentilerimizin asıl gerekçesi, diaspora
kafası ile anavatanın sağlıklı değerlendirilemeyeceği
gerçeğidir.
Bu görüşümüzü doğrulamak için çok gerilere gitmeye de
gerek olmadığını. CC'nın “Üç Cumhuriyet Tek Parlamento”
başlığı ile açtığı tartışmanın sunum yazısının yeterli
olacağını düşünüyorum.
Sizlerin
de okuduğunuz gibi sunumda, “Bilindiği
gibi, Çerkes Halk Kongresi 23 Kasım 2008'de
Karaçay Çerkesya’da olağanüstü toplandı”
denmektedir.
Bu
durumda, “Çerkes”i;
- Karaçay ve Balkarlar dahil tüm Kuzey Kafkasya Halkları
olarak,
- Kuzey Kafkasya’nın yerli halkları olarak,
- Adige-Abaza olarak algılayan diaspora kesimleri
buradaki “Çerkes Halk Kongresi” deyimini farklı
algılamayacak mıdır?
- Anavatanda Çerkes'in Adige anlamında kullanıldığını
bilenler tüm Adigelerin olağanüstü “Halk Kongresi”
yaptıklarını düşünmeyecek midir?
Halbuki
gerçek,Karaçay-Çerkesya Cumhuriyeti’ndeki Adigelerin
Halk Kongresi’dir.
Bu güne
kadar bu olayı yaşamamış, hiç gerçekleştirememiş
diaspora insanı “Halk Kongresi” olayını anlamakta bile
güçlük çekecektir. Böylesi kongreleri toplama yetkisi
halkın örgütü kabul edilen Adige Xase'nindir. Ancak
kongre (lhepq zefes) xase genel kurullarından daha
yetkilidirler. Muhataplar bu kongrelerin kararlarını,
xase genel kurul karalarından daha çok önemserler.
Xase, köylerdeki nüfusu sayılarını, entelektüel, politik
potansiyeli, kendilerine özgü daha başka kriterleri göz
önünde bulundurarak delegeleri tespit eder. Kararlarda
oy kullanma yetkisi olanlar da kararlardan sorumlu
olanlar da bu delegelerdir. Cumhuriyetteki Abazinler de
kongreye diğer bölgelerden gelen Adigeler gibi konuk
olarak katılmışlardır. Söz verildiğinde -ki konuğa söz
verilmediği pek olmaz- görüş belirten konukların karar
aşamasında oy hakları bulunmamaktadır. Özetle
diasporanın farklı her kesimi, sunumdaki “Çerkes Halk
Kongresi” deyimini gerçek anlamı ile değil, kendi
özlemleri doğrultusunda algılayacak, tartışmadaki
görüşlerini de bu temel üzerine kurgulayacaktır.
Ancak “Toplantının ana teması 3 Adige
Cumhuriyeti'nin tek çatı altında toplanmasıydı”
cümlesi, kongrenin bu amaçla toplandığı
izlenimini vermektedir ve temelden yanlıştır. Evet
kongre bu gündemle toplanmadığı gibi, böylesi bir kara
kongre sonuç bildirisinde de yer almamıştır. Verilerin
sağlıklı olması, tartışma alanının doğru belirlenmesi,
tartışmanın sorumlu ve yetkin kişilerce yapılması,
söylenenlerin yazılanların sorumluluğunun üstlenilmesi
sağlıklı sonuç almanın ön koşuludur.
Karaçay-Çerkesya Cumhuriyetinde birbirlerine eşit hakka
sahip oldukları düşünülen -en azından kağıt üzerinde-
beş halk yaşamaktadır. Karaçaylar, Ruslar, bu
cumhuriyette Çerkes adı ile bilinen Adigeler, Abazinler
ve Nogaylar. Yine kağıt üzerinde de olsa beş halkın her
birinin dili cumhuriyette resmi dildir. Ancak daha
önceleri kadro dağılımı ve benzer konularda uyulan
centilmenlik anlaşmalarına uzun süredir uyulmadığı için
Adigeler büyük hak kayıplarına uğramıştır. İşte Halk
Kongre’sini toplanmasındaki asıl amaç, Adigelerin, bu
arada cumhuriyette yaşayan diğer az nüfuslu halkların
kaklarının anayasal güvenceye kavuşturulmasıdır. Bu hak
dağılımının iktidardaki kişilerin tutumuna bırakılmaması
gerektiğini vurgulamaktır. Bu olmadığı takdirde 1922
sınırları ile ayrı iki cumhuriyet oluşturulmasının talep
edileceği vurgulanmıştır.
Peki üç cumhuriyetin birleştirilmesi hiç dile gelmedi
mi? Gelmez olur mu. Gençlik örgütü bu konuda bildiri
yayınlamış çok da alkışlanmıştır. Sadece bildiri değil,
onları destekleyen hemen her konuşmacı alkışlanmış,
takdir görmüştür. Gençlerin bildirisi sadece konuklarca
değil delegelerin büyük bölümünce de alkışlanmıştır.
Ancak;
- Gençlerin önergesi, alkışlayanlar dahil delegelerin
neredeyse oy birliğine yakın bir çoğunluğu ile ret
edilmiş ve kongre sonuç bildirisine alınmamıştır.
- Birleşmeyi savunanların her biri bu birleşmenin Rusya
Federasyonu Anayasası ve yasaları çerçevesinde olması
gerektiğini vurgulamıştır.
- Bu birleşmenin Rusya Federasyonu, Rus halkı ve
cumhuriyette yaşayan diğer halkların yararına olduğu, bu
anlayışın süreç içerisinde federasyon yetkilileri ve tüm
halklara anlatılabileceği umudunun altı çizilmiştir.
- En çok alkışlanan konuşmacılardan birinin Rusya
Federasyonu için asıl tehlikenin Rusya Federasyonu
bütünlüğü içinde üç cumhuriyetin birleşmesi değil, Pan
Türkizm ve Pan İslamizm olduğu görüşü salondakilerden
büyük onayını almıştır.
- Daha önce DÇB’nin önerisi ve sayın Carım’ın
girişimleri ile kurulup bir süre faaliyet gösterdikten
sonra dağılan üç cumhuriyet parlamenterleri koordinasyon
kurulunun yeniden kurulması çağrısı büyük destek
görmüştür.
- Yine DÇB ilkeleri arasında yer alan, Rusya Federasyonu
içinde yer alan Adige Xaselerin kendi aralarında
koordinasyon kurulu kurulması ve tüm Adigeleri
ilgilendiren konuların bu kurul kararları ile alınması
önerisi de uygun görülmüş ve gerçekleştirilmesi yolunda
ilk adımlar da atılmıştır.
- Ve
evet ve en ateşli konuşmaları yapanların azımsanmayacak
bir bölümü, bu konuşma ile halkı için yapabileceği en
iyi şeyi yapmış olduğu inancı, bundan sonra işleri
başkalarının ilerleteceği rahatlığı içerisinde kongreden
ayrılmıştır.
Sonuç, yıllardır yazdıklarımızın yinelenmesi:
- Politik konularda diasporanın anavatanın kendisinden
istediği katkı dışında söz söyleme hakkı yoktur.
- Anavatana dönüş yapanların da bu hakkı sınırlıdır.
- Anavatandan evli olanların, çoluk çocuğa karışanların,
çocukları burada evlenenlerin, daha anavatanlı olanların
söz söyleme hakkı karı koca diasporalıya göre biraz daha
fazladır.
- Kimi diasporalıların özlemleri, rüyaları, hayalleri
doğrultusunda söz söylemeyen, eylemde bulunmayan
anavatan Adigelerine “korkak”, “onursuz”, “ruhsuz”,
“ruhunu satmış” benzeri güzel sıfatları yakıştırabilen
diaspora kahramanlarının bu sıfatlara uygun kişileri
görmeleri, bulmaları için anavatana kadar uzanmalarına
gerek yoktur. Baktıkları aynalarda, yakın çevrelerinde
böylelerini görmeleri, bulmaları zor olmayacaktır.
- Sağlıklı olmayan veriler üzerine sağlıklı bir tartışma
açılamayacağı ve sağlıklı bir karar alınamayacağı, bu
sağlıksız kararların ateşleyeceği eylemlerin sonunun
hüsran olacağı gerçeğinin bilincinde olunması zamanı
gelmiştir.
Not: “Akide şekeri ister misiniz?”, “Bir çay
daha almaz mısınız?”, “Çok eskiyen arabanızdan daya iyi
değil mi son model bir Mercedes?”, “Bir villanız olsun
istemez misiniz?”, “Özel bir uçağa ne dersiniz?” der
gibi üç cumhuriyetin birleşmesini isteyip istemediğim
soruluyor. Hangi Adige istemez. Uyuyup böylesine mutlu
bir olaya uyanmayı ben de çok isterim ama gerçekçi
bulmam.
Peki siz istemez misiniz;
- Türkiye Cumhuriyeti anayasasında, Çerkeslerin de
kurucu öge olduğunun belirtilmesini.
- Türkiye'de gün boyu Adigece radyo televizyon yayını
yapılmasını...
- Türkiye Cumhuriyeti üniversitelerde Adige dili ve
kültürü kürsülerinin açılmasını...
- Türkiye'de büyük küçük herkesin anadilini bilmesini?
- İstemez misiniz anadilini bilmeyen Adigelerin Türkler
tarafından ayıplandığı bir Türkiye’yi, uykudan böylesine
mutlu bir olaya uyanmayı?
Eminim istersiniz. Ancak bu istek ne kadar gerçekçi olur
ya da bir başka ülkede yaşayan ve kendi koşullarının
daha iyi olmasına çaba göstermeyen bir Çerkes'in,
sizlerden “gerçekçi değil” anlamına sayılan şeyleri
istemiyorum diyenleri, korkaklık, ruhsuzlukla suçlaması
namuslu bir davranış olur mu?
Ne dersiniz, benden yanıt bekleyen arkadaşlar, “namuslu
bir davranış olur mu?” |