Rahmetli dayım anlatmıştı.
Doğuştan ama uzaktan bir
akrabaları ile gözlerini yaşlılığında kaybeden, sanırım
her ikisi de biraz da akli melekelerini kaybeden,
sekseni geçkin yaşları ile bir karıkoca... Yapacak
işleri kalmadığı için olsa gerek sürekli kavgalı. Günün
birinde dayım bu kavganın tam ortasına düşmüş. Dede
neneye diyeceğini diyor arkasından da “Şimdi sus, aman
sus. Sen bir şey deme ki burada bitsin bu kavga”
dileğinde bulunurmuş ama nene de yaman kendisine
söylenenleri karesi ile iade edermiş... Hayda, oldu mu
ya... Ne olacak şimdi? Dede yeniden.... Anında neneden
yanıt...
Sayın Hapi, neredeyse böyle
bir duruma düşmüş olmayalım diye “İlahi
Sayın Hapi” başlıklı yazıdan sonra bir kez daha
size yanıt verememe kararı almış, bu kararımı da birkaç
arkadaşımla paylaşmıştım. Gerçi güya bana yanıt
yazınızda benim olmayan sözleri bana söyletmiştiniz.
Sayın Mahir Kaynak’a ait olduğunu belirttiğim ve alıntı
olduğu belli olacak şekilde tırnak içinde verdiğim
görüşleri siz de tırnak içinde ancak benim sözlerimmiş
gibi vermiştiniz. Daha kötüsü tırnak içine aldığınız
görüşleri, kesip eklemeler yaparak yanlış anlam verecek
hale getirmiştiniz. Kimin olduğunu yazımda belirttiğim
kimi bölümler için “biri tarafından eline tutuşturulmadı
ise” gibi bir deyim de kullanmıştınız. Sayın Dağlı'ya
sizi eğittiğimden kuşkulandıracak kadar görüşümüzün
yakın olduğu konuda bile söylenmemiş üzerine eleştiri
kurgulamıştınız. Gelecek öngörünüzü, halkımızın
sorunlarına çözüm önerinizi yine açıklamamıştınız...
Tüm bunlara karşın,
yazdıklarınızı görmezden gelecektim sayın Hapi. Ancak,
yalan yanlış, eksik fazla, doğru da olsa yersiz,
gereksiz yazılarınızla birlik ve bütünleşmeye gidişi
saptırma, gelecek kurgumuzu torpilleme çabalarınıza
sessiz kalamadım. Sessiz kalamadım çünkü, sevgili
Erhan’ın belki henüz lise öğrencisi iken yazdığı
dörtlükteki gibi “Bazan/ öyle durumlarla karşılaşır
ki insan/ susarsa/ yalan söylemiş olur (...)” Ben
de karşılaştığım durumu, ozanın işaret ettiği, “bazen
karşılaşılan” durum gibi algıladım. Susarsam yalan
söylemiş duruma düşmüş olacağım korkusuna kapıldım.
Dahası sizi birçok konuda eleştirmişken şimdi sukutumun,
görüşlerinizi paylaştığım sanısını uyandırmasından
ürktüm. İnanın bu tehlikeleri de göze alacaktım
saplantılarınızın kölesi olduğunuzun kanıtı şu
cümleleriniz olmasaydı:
“Hatam
benim, tiyatro konusunda olduğu gibi, anavatana ilişkin
pek de olumlu yazılar yazmadığımı söylüyor. Benim
yazdıklarım bilimsel eleştiri
kapsamındadır. Kimseyi övme gibi bir gündemim yok.
Kimseleri haksız olarak övdüğüm ya da kötülediğim de
yoktur. Barışı ve halkları yakınlaştırıcı her türlü
atılımdan yanayım. Ben sadece uygulanmış olan ya da
uygulanan politikayı ve yürütücülerini değerlendirir ve
eleştiririm. O kadar.”
Evet bu sözlerinizden sonra
yazdıklarınızın, “bilimsel eleştiri kapsamında” olup
olmadığına bakmak zorunlu oldu.
Sayın Hapi: İçeriği
yanıt olmasa da başlığa “yanıt” sözcüğünü koyunca,
yazının içeriğinin de yanıt olacağını sanıyor
olmalısınız. diye başlamıştım “İlahi Sayın
Hapi”ye. Yanıt sanılsın istediğiniz yazıların yanıt
olmadığını da örneklendirmiştim. Buna karşın siz,
toplantılarda konuşmacıyı dinlemeyip kendi söyleyeceğini
kurgulayan “katılmayımcı” gibi, yazdıklarımı
okurken anlamaktan çok kendi kurgunuza uygun yanıtları
düşünüp durmuşsunuz ki yine yazdıklarınız hiç benim
eleştirilerime yanıt olmamış. Örneğin üç cumhuriyetin
birleşmesi konusunda “Akide şekeri
ister misiniz?”, “Bir çay daha
almaz mısınız?”, “Çok eskiyen arabanızdan daya iyi değil
mi son model bir Mercedes?”, “Bir villanız olsun istemez
misiniz?”, “Özel bir uçağa ne dersiniz?” der gibi üç
cumhuriyetin birleşmesini isteyip istemediğim soruluyor.
Hangi Adige istemez. Uyuyup böylesine mutlu bir olaya
uyanmayı ben de çok isterim ama gerçekçi bulmam”
diyen birine “Soralım,
bu üç yöre nasıl
birleştirilecek?''
güya yanıtını vermişsiniz. Yetmemiş, bu görüşü
savunanlar bütünleşmeyi Rusya Federasyonu bütünlüğü
içerisinde düşündüklerini, birleşmenin ancak
cumhuriyetlerde yaşayan halkların ve Rusya
Federasyonu’nun ikna edilerek sağlanabileceğini, bu
birleşmen Rusya Federasyonu’nun da yararına
olacağı görüşünde olduklarını her fırsatta dile
getirdikleri halde,
"Birleştirilecek" sınırlar içinde yaşayan
Karaçay, Balkar, Abaza ve
Nogaylar nereye konacak? Bitmedi: Üç yöre arasındaki Rus
rayonları, Abaza, Nogay, Karaçay ve Balkarlar bu
birleşmeye olur verecekler mi?
Sonunda bütün bunlar RF üst
yönetimi tarafından kabul edilecek mi?”
cumhuriyetlerde yaşayan diğer halklara düşmanca
yaklaşıldığı izlenimi veren bir üslup kullanılmışsınız.
Sayın Hapi, söylenmemiş
üzerinden eleştiri yöntemi sizce bilimsel eleştirinin
hangi kategorisi kapsamındadır.
Sürdürelim:
“Sayın
Hatam şunları da söylüyor” diye
başladığınız paragrafta, sayın Kaynak’ın “Genel
kanı geçmişin geleceği etkilediği hatta belirlediği
biçimindedir” şeklindeki ilk cümlesini,
“genel kanı” yı yutarak “Geçmiş,
geleceği etkiler, dahası belirler.”e
çevirmişsiniz. Yani genel kanı olmasına karşın yazarın
pek katamadığı görüşü yazarın, affedersiniz
Hatam’ın yüzde yüz katıldığı ve savunduğu bir görüş gibi
yansıttınız: Daha sonra “Ama
genel kanı bu olunca geleceğe yön vermek isteyenler
projelerine uygun bir geçmiş yaratırlar yani geçmişi
gelecek için öngördüklerini destekleyecek biçimde yazar
ve yansıtırlar.”
cümlesini “Geleceğe
yön vermek isteyenlerin, geçmişi, geleceğe ilişkin
projelerine uygun düşecek ve bu projeyi destekleyecek
bir tarzda yorumlamaları gerekir..”e
dönüştürmüşsünüz. Yani yazar, geleceğe yön vermek
isteyenlerin “geçmiş yarattıklarını”, “geçmişi gelecek
için öngördüklerini destekleyecek biçimde yazıp,
yansıttıklarını” ileri sürmüşken siz yapılanları
“yorumlamak” la değiştirmiş ve yazarın pardon Hatam’ın
savını zayıflatmışsınız.
“Dünyadaki
gelişmeleri açıklamakta iki ayrı bakış açısı vardır:
Birincisi herkesin kendi iradesiyle davrandığı ve
bunların bileşkesinin ulaştığımız yeri belirlediği
biçimindedir. Yani her ülke kendi çıkarları yönünde
politikalar üretir ve uygular. Demokrasilerde bu halkın
tercihleri yönündedir.
İkinci
görüşe göre bir ya da birkaç güç odağı gelecek konusunda
projeler üretir ve bunları gerçekleştirecek politikaları
hayata geçirirler. Sanıldığının aksine bunlar sadece
kendi ülkelerinin çıkarları yönünde hareket etmezler ve
tüm dünya onların hesaplarında ayrıcalıksız bir
bütündür. Mesela Çin’in Komünist Partisi tarafından
yönetilmesi, insan hakları ihlallerinde ön safta olması
küresel sermayenin bu ülkede yatırım yapmasını ve hızla
kalkınmasının sağlanmasını engellemez. Dostluğun
düşmanlığa, düşmanlığın dostluğa dönüşmesi an
meselesidir. Çünkü onların hesapları ülke düzeyinde
değil dünya ölçeğindedir.”
Yazının özü denebilecek
yukarıya aldığım bölümü; Hatam’ın dillerde dolanan Rus
yandaşlığının altını çizmek, katıldığınızı göstermek,
herkeslerin bildiğini yineleyen yani boş yazan biri
olduğunu kanıtlamak gibi amaçlarla olsa gerek, aradan
paragraf, cümle atlayıp, kimi bölümleri atladığınızı da
belirtmeden, önce kuşa çevirdiniz, daha sonra da yazının
anlamını saptırmış kendi yorumlarınızı Hatam’a mal edip
sorularınızı da saplantılarınız üzerinden sordunuz,
“Demokrasilerde halkın tercihleri
esastır. Demokratik olmayan ülkelerde ise, durum
değişiktir; oralarda karar verici merci halk değil,
belli bir zümre ya da belli bir merkezdir. Çin, bu tür
ülkeler için bir örnektir ve bu tür ülkeler çıkarlarına
göre hareket ederler, çıkarı gerektirdiğinde dost olur,
çıkarı gerektirmediğinde dostluğu bir anda terk
edebilirler, yani değişkendirler". Biz de soralım, Rusya
ya da bir başka ülke öyle değil midir? ”Ülkelerin
sürekli dostları ve düşmanları değil, çıkarları vardır”
sözü boşuna mı söylenmiş…
Bu
sözleriyle Hatam, herhalde, konjonktüre göre ülkelerin
iç ve dış politikalarının değişebildiğini söylemek
istiyor, bu Amerika’yı bir yeniden keşfetme olayı
değildir.
Bunlar yeni değil, zaten bilinen şeyler.”
Halbuki sizin amacınıza
uygun hale getirmek için değiştirdiğiniz metnin aslını
anlamak kaygısı ile okuyan aklı başında herkesin
anlayabileceği gibi, Sayın Yazar’ın pardon Hatam’ın asıl
amacının, Çin’in demokratik olmadığını tartışmak hele
bunu Rusya Federasyonu’ndaki uygulamalarla
karşılaştırmak, olmadığını, savın çok daha başka
olduğunu göreceklerdir.
- Önce tartışılan kesinlikle
Çin’in demokrasisi değil, dünyadaki gelişmeleri
açıklayan görüşlerdir.
- Yazarımız dünyadaki
gelişmeleri açıklayan iki ana görüş olduğunu
vurgulamaktadır.
- Bunlardan ilkine göre;
(safların sandığı gibi de diyebiliriz burada) her
ülkenin kendi iradesi ile davrandığına, geliştiğine ve
bunların bileşkesinin ulaşılan yeri belirlediğine, ülke
politikalarının da demokratik ülkelerde halkın
tercihleri yönünde üretildiğine inanılır.
Sayın Kaynak’ın affedersiniz
Hatam’ın da benimsediği ikinci görüşe göre ise;
- Dünyadaki bir yada birkaç güç odağı gelecek konusunda
projeler üretirler.
- Yine bu dünya güç odakları
bu projeleri gerçekleştirecek politikaları hayata
geçirirler.
- Yine bu dünya güçleri sanıldığının
aksine sadece kendi ülkelerinin çıkarları yönünde
hareket etmez, tüm dünyayı
ayrıcalıksız bir bütün olarak görürler.
- Ülkelerle olan
ilişkilerinde ülkede demokrasinin işleyip işlemediğinin
önemi yoktur. Örneğin kimi ülkelerle ilişkilerinde insan
hakları ihlallerini gündemde tutan, bu konularda düzelme
sağlamazsa ülke ile ilişkilerini askıya alabilen bu
güçler, çıkarları gerektirdiği için, mesela
Çin’in Komünist Partisi tarafından yönetilmesi, insan
hakları ihlallerinde ön safta olmasına karşın,
küresel sermayenin bu ülkede yatırım yapmasını
engellemedikleri gibi, ülkenin hızla
kalkınmasını sağlarlar.
- Hesapları
ülke düzeyinde değil dünya ölçeğinde olduğu için
projelerinin uygulanmasına destek olacak şekilde dostlukları
düşmanlığa, düşmanlıkları
dostluğa dönüştürmeleri an
meselesidir.
Evet sayın Hapi bir başkasının sözlerini, farklı
yorumlanacak şekilde bir başkasına yamayıp sonrada,
kendi yorumunuzu yamadığınız kişiyi eleştirmek için
kullanmak ta mı “bilimsel eleştirinin kapsamında”dır?
Sayın Hapi bilinenleri
yinelediğim eleştirisini getirdiğiniz yazınızda, yine
benim olmayan ve bana malettiğiniz "Kürt
kimliği tartışmasının geldiği bu nokta, bunca bedel
ödenmesini anlamsız kılmıyor mu?"
sorusuna şu karşılığı vermişsiniz: “Anlamsız
değil, çok anlamlı kılıyor. Türkiye'nin demokrasiden ve
insan haklarından yana olan insanları onca bedel
ödemeseydi ve demokratik dünya onlara destek çıkmasaydı,
bugünlere gelinebilir miydi hiç? Asker, şimdiki gibi
Kürtçe televizyona izin verir miydi?
Özgürlükler altın tepsi içinde sunulmaz. Tarih bunu
öğretiyor. İnsanlık kölelik dönemini aşıp ve birçok
badirelerden geçip bugünlere geldi. Çok acı çekildi, ama
demokratik gelişim durdurulamadı?
Çünkü zamanın ya da tarihin akışı geriye döndürülemez...
Sayın Hapi, bilinenlerin
yinelenmemesini yanlış bulmak gibi bir ilkeniz olmasına
karşın, demokrasi, özgürlük konusunda herkeslerin
bildiği şeyleri yinelemeniz, yani kendinizi yadsımanız,
eğer bu görüşleri sadece kendinizin söylediği iddianız
yoksa, bilimsel eleştirinin hangi kapsamındadır?
Su-i misalin emsal
olmayacağı uyarımıza karşın ortak dile gidilemeyeceği,
gidilmemesi gerektiği bizce çağdaş ve bilimsellikten
uzak görüşünüze destek olur umudu ile bu kez İsviçre
örneğini vermişsiniz. Nüfusun %1 inin konuştuğu Romanşça
dışındaki üç dil, yani Almanca Fransızca ve İtalyanca
için ortak alfabe çalışması yapılmadığına göre Adige
dili için de bu çabalar yanlış demeye getirmişsiniz.
Tabi bu üç dilin başka güçlü ülkelerin de yazı dili
olduğunu ve dünyadaki güçlü dillerden olduğunu,
İsviçre'de hiç konuşulmasalar da güçlerinin
eksilmeyeceğini es geçmişsiniz. Yani yine bir su-i misal
vermişsiniz.
Evet sayın Hapi elmalarla
armutları toplamak sizce hangi bilimsel eleştiri
kapsamındadır.
TRT Çerkesce televizyon
yayınlarında sadece Adigece'nin Kabardey diyalekti ile
konuşulmasını yanlışlığını, Adige yazın dili ile de
yayın yapılması gerektiğini vurguladığınız çok haklı
olduğunuz konuda bile itici olabildiniz:
“TRT'nin
Çerkesce adı altındaki yayını çoğunluğun konuştuğu
Adigece ya da asıl Çerkesce dilinde değil, azınlığın
konuştuğu Adigece'nin doğu kolu olan Kabardeyce dilinde
yapılmaktadır. Kabardeyce, Karadeniz, Marmara Bölgesi,
Ege ve Akdeniz bölgelerinde yaşayan Çerkesler tarafından
anlaşılmamaktadır, dolayısıyla sırf Kabardeyce yapılacak
bir yayın, o yerlerde yaşayan ve büyük çoğunluğu
oluşturan Adigelerin dillerinin ölüme terk edilmesi
anlamına gelecektir. Çok sakıncalı olacaktır.”
Sayın Hapi, sadece kendi
yaklaşımınızın doğru olduğu saplantısı ile bugüne kadar
hiçbir bilim adamının kullandığına tanık olmadığımız,
Adigece ya da asıl”
teriminde içeren bölüm de sizce “bilimsel eleştiri
kapsamında mıdır?
Sayın Hapi sizin dönüş
karşıtlığınız yeni değil. Ulusal soruna çözüm konusunda
başka seçeneğin artık gündeme alınamadığı bu dönemde
dönüşe siz de açıktan karşı çıkamıyorsunuz. Ancak
yazılarınızda birbiri ile çelişik de olsa dönüşün
olmazlığını düşündürtecek bir şeyler yazmaktan kendinizi
alamıyorsunuz.
Örneğin biri dönüşün önündeki asıl engelin ekonomik,
diğeri ise asıl engelin güvenlik olduğunun altını çizen
şu iki paragrafı içeren yazılarınızı CC'da çok yakın ara
ile yayımlayabiliyorsunuz:
“Dönüş
için de sayın Thak’uşın RF ve
Adige yörelerinde yaşam düzeyinin yükseltilmesini
zorunlu görüyor, gerçekçi biri. Siz, sayın Hatam,
yaşam düzeyinin yükseltilmesini zorunlu
bir koşul olarak görmüyor
musunuz? Ücretlerin Türkiye’den daha düşük olduğu bir
yere dönüş nasıl olacak?
Adigey'de tam bir güvenlik/asayiş
durumu sağlanırsa, Adigey'e yönelik kaliteli bir Adige
dönüşü başlayabilir. İşte bunun için çalışılmalıdır.
Adigey'e dönüşün önündeki en büyük engel, ekonomik
fakirlikten çok, şu durumda güvenlik ve dışlanma
durumları, yani korkudur.”
Evet sayın Hapi kendinizle
çelişmenize karşın bu yazdıklarınızı da halka umutsuzluk
aşılama olarak değil, mutlaka “bilimsel eleştiri
kapsamında” görüyorsunuzdur.
Sayın Hapi sizin bu
eleştirilerinizin bilimsel olduğunu söyleyebilecek bir
kişi bile bulabileceğinizi düşünemiyorum. Olsa olsa bu
yazılarınızın eklektik olduğunu söyleyebilirler.
Ancak bizce eklektik olduğunu söyleyenler bile sizi
kayırmış olur. Çünkü eklektik yazılarda, çarpık yoruma
temel alınacak alıntılar yapılır, alıntılar, istenen
yorum çıkacak şekilde düzenlenir, metnin kendisi
değiştirilmez. Ancak siz metnin kendisini değiştiriyor,
kendi yorumunuzu alıntı gibi tırnak içine alabiliyor,
eleştirmek istediğiniz kişiye başka bir yazarın
sözlerini mal edebiliyorsunuz. Yepyeni bir bilimsel
kategori ile mi karşı karşıyayız yoksa? Ayrıca eklektik
yöntemin çıkış noktası çok iyi bildiğiniz gibi iyi niyet
değil su-i niyettir.
Gelelim kölelik sorununa.
Sayın Hapi, köleliğin genlerle geçtiğini düşünüyor
olmalısınız ki konuştuğunuz bir nene söylediği için
birilerine köle yaftası yapıştırdınız. Ancak siz hep
gerçekleri yazar söylersiniz ya. Böyle bilimsel
olduğunuz için olsa gerek toplumların belirli bir
gelişim döneminde ortaya çıkıp silinen bu sistemden
“ezelden beri vardı ve ebediyete kadar da var olmalı”
havasında konuşan bir neneyi uyarmıyor, bizce hiç
bilimsel değeri olmayan bu konuşmayı “gereçeklerin
bilinmesi aşkına” olduğu gibi yayınlıyorsunuz. Bir
yandan da insan haklarını demokrasiyi savunuyorsunuz.
Demek ki, bundan böyle siz demokrasi deyince, rahmetle,
saygıyla andığım Tevfik Esenç’in de köle olduğunu
söyleyen nene ve bunu yazısına taşıyan sizin gibi
seçkinleri egemen olduğu ama köleliğe de cevaz veren,
eski Yunan kent devletleri demokrasisi ya da kast
sisteminin hala sürdürüldüğü, ama sayın Kaynak’ın
belirttiği gibi dünya güç odakları istemediği için
gündeme getirilmeyen Hindistan’dakine benzer bir de
demokrasiyi anlamamız gerekecek.
Sayının Hapi, yazınızda dile
getirildiği anlamı ile köleliğin hukuken tarihe
karıştığı yıllar oluyor. Günümüzde daha başka yöntemler
daha başka kölelikler yaşıyor görüyoruz. Bir insan için
“köle, köleydi” denmesinden utanan insanseverlerin
sayısının artması ile günümüz köleliklerinin yok
edileceğini umabiliriz. Ancak insanlıktan hiç
kaldırılamayacak kölelik saplantı köleliğidir. Ezeli ve
ebedi olan kölelik biçimi işte bu köleliktir.
Bireyseldir. Diğer köleliklerde köleliğe son veren,
verecek olan büyük ölçüde seçkin sayılanlardır. Ama
saplantı köleliğinde kurtuluşun anahtarı kölenin
kendisindedir. Bu da diğer köleliklerden en büyük
farkıdır.
Özetle Sayın Hapi;
Birilerinin belgeleyerek de olsa yazdıkları değil, sizin
konuştuğunuz dedenin, amcanın, nenenin size anlattıkları
bilimseldir. Anavatandaki olumlu gelişmeleri anlamanız
için tiyatronun Türkiye’de görücüye çıkması gerekmiştir.
Sol bir gelenekten geldiğinizi saklamaz, demokrasiyi,
insan haklarını savunur diğer yandan bir teyzenizin
ağzıyla en saygın insanlarımıza bile köle yaftası
yapıştırırsınız. Bunu da gerçekçilik, bilimsellik
sanırsınız Televizyon programlarında, sahnelerde şarkı
söyleyen, CD yayımlayan kız erkek onlarca genç şarkıcıya
karşın “elli yıldır okullarda Adige müziği eğitimi
verilmediği” saplantısını yinelersiniz.
Durumu kendi gözlerinizle görmeniz amacı ile
çağırıldığınız halde gelmezsiniz. Daha dün
“kart-kurt-kürt” denirken, gün boyu Kürtçe yayın
başlatan yaşadığınız ülkedeki hızlı değişime olsun
uyanmaz, bu hızlı değişim çağının bilincinde olmaz, 2008
yılında 1992'deki sohbetlerinizi bilimsel gerçek diye
yineler durursunuz. Quımaxue Muhiddin alfabe taslağı
üzerinde bütün dilbilimcilerin anlaşmış olduğunu
defalarca yazdığım halde, hala Adigey'deki dilcilerin
ne diyeceği kuşkusunu dile getirirsiniz.
Söyler misiniz sayın Hapi
siz nesiniz?
Köşenize verdiğiniz ad gibi bir “aşe” yani bir silah ama
kendi halkına yönelik bir silah mısınız?
Ya da Adigelerin Haççe
(konuk-yeni insan) örneğiyle “ha”nın insan anlamına
geldiğini ileri sürenlerin yaklaşımını benimsersek
“Hapıy” yani insan düşmanı mısınız?
Evet sayın Hapi ben her
gerçeğin -hele bu sadece söyleyenin gerçeği ise- her
zaman her yerde söylenmesinin doğru olmadığı, genel
kabul gören yaklaşımı benimsiyorum. Bunu sağlıklı aile,
sağlıklı toplum için olmazsa olmaz kural olarak
görüyorum. “Halklar düşledikleri
geleceklerine göre tarihlerini yazarlar”
tespitini bütün kalbimle benimsiyorum. Daha önceki
sorumu bir kez daha yineliyorum:
Sayın Hapi, halkımız için
gelecek öngörünüz nedir? İlk yanıt vermeniz gereken
soru budur. Çünkü yazdıklarınız bu gelecek öngörünüze
göre anlam kazanacak, ne olduğunuz ve amacınızın ne
olduğu daha bir netlik kazanacaktır. |