Dönüş’e karşı olmak, halkın birliğine karşı olmaktır.
Halkımızın şimdiki statüsünü korumasını savunmak,
Anavatandakilerin Anavatan’da, Türkiye’dekilerin
Türkiye’de Ürdün, Suriye İsrail, Avrupa Amerika ve
Avustralya’dakilerin, halkımızın her bir parçasının
bulundukları yerde kalmasını, yani parçalı halin
sürmesini savunmak ile eş anlamlıdır. Bu tespit de
“birlik-bütünlk”ten yana olduklarını savunanların ilk
elde -altını çizerek söylüyorum- “anavatana dönüş
yapmalarını” değil ama “anavatana dönüşü” savunmalarını
zorunlu kılar. Bizleri de hemen her adımda birlikten,
bütünleşmekten söz edip de dönüşü savunmayanların samimi
olmadıklarını ya da yeterince bilinçli olmadıklarını
düşünmek zorunda bırakır.
Anavatana dönüş bir çözüm önerisidir. Dilimizi
kültürümüzü yaşama ve geliştirme hak ve olanaklarını
sunan bir çözüm önerisidir. O halde, kendilerini,
halkının geleceğinden sorumlu sayanlar, bu bilinçte
olanlar, salt dönüşe karşı olmadıklarını, söylemekle
sorumluluklarının gereğini yerine getirmiş olmazlar. Bu
sorumluluk bilinci, özellerinde kendileri dönemeyecek ya
da dönemeyeceklerin de dönüşü savunmalarını, dönüşe
katkıda bulunmalarını zorunlu kılar.
Bugün
dönüşün karşısındaki en büyük engel çoğunluğun sandığı
gibi açıktan dönüş karşıtı olanlar ya da Birleşik
Kafkasya’yı savunanlar değildir ya da zaman, zaman
forumlarımızda görünüp kaybolan, dönüşlerini kendilerine
özel koşulların hazırlanmasına kadar erteleyenler de
değildir
Asıl
engel çıkartanlar; eskiden beri dönüşü savunmuş olduğu
için toplumumuzca dönüşü bilinen, kendileri artık
dönüşçü olmadıklarının bilince oldukları halde yiğitçe
bunu dile getiremeyenlerdir. Toplumun kendilerine
ilişkin algılıyı değiştirme çabasını göstermeyenlerdir.
Dönüş konusunda samimi olmalarına karşın dönüş
paradigmasını kazanamadıkları için yanlış söylem ve
eylemlerde bulunanlardır.
Kimileri kendilerini anavatan insanından daha ulusalcı
sanan, çoğunu özelde tanıdığımız ve sevdiğimiz bu
arkadaşlar, anavatana dönmeyişlerinin verdiği ruhsal
rahatsızlığı, bilinç altı dürtülerle aşmaya çalışırlar.
Amaçlanırsa aşılabilecek dönüş sorunlarını ya da
diasporada tartışılması hiçbir yarar getirmeyecek
anavatan sorunlarını diaspora sanal ortamına taşır
çelişkilere düşerler. Gerçekleştirdikleri onca güzel
çalışmaya, olumlu işlere karşın bu arkadaşları benim
tercih ettiğim değil kendi seçimleri sanal ortamda
eleştirmek zorunda kalırım. Bu duyguları yaşamayan
birinin çok zor inanacağı kadar da acı duyarım bu
eleştirilerde bulunurken.
Anavatana dönüşün tek çözüm önerisi olduğuna gerçekten
inan biri, açıktan dönüşe karşı çıkanlardan neden
rahatsız olsun ki. Dönüş dışında dilimizi kültürümüzü
yaşatacak bir çözüm önerisi getiremeyeceklerine göre,
halkı olumsuz yönde etkileme şansları da olmayacaktır.
Bugüne kadar zaten somut bir öneri getirememişlerdir.
Getirilse bile halkımız gülüp geçecektir. Dahası,
“Öneriniz varsa onu getirin. Getirdiğiniz öneriye
inanıyorsanız gerçekleştirmeye çalışın. Kavgaya
gürültüye, birbirimizi güzel sıfatlarla nitelemeye gerek
yok. Siz yolunuza biz yolumuza” demek yeterli bir
eleştiri olacaktır.
Savunanların kendilerinin bile inanmadığını düşündüğünüz
“Birleşik Kafkasya” tezi de dönüş paradigması sahibi
kişiyi rahatsız etmez. Anavatandaki nüfusumuzun,
yiğitlerimizin, korkusuzlarımızın daha çok, bizleri
vatanımızdan edenlerin bugüne göre daha az güçlü olduğu
dönemde kazanamadığımızı, günümüzde aynı güçlere karşı
kazanmanın olanaksızlığını halkımız, adı gibi bilir.
Olmazlığını anlatır yine de anlaşılmadıklarını yada
anlamak istemediklerini görürseniz “Peki kardeşim, siz
Birleşik Bağımsız Kafkasya’nın kurulup
yaşatılabileceğine inanıyorsanız varın o yolda çaba
gösterin. Kavgaya gürültüye, birbirimizi güzel
sıfatlarla nitelemeye gerek yok. Siz yolunuza biz
yolumuza” der o defteri de kapatırsınız ama ya samimi
olduklarına inandıklarınız. Dönüşe karşı olmadıkları
halde paradigmayı içselleştiremedikleri için yanlışları
yapanlar, yanlışlarının bilincinde olamayanlar.
Kimileri yanlış bulacak olsa da samimiyetlerine
inandığım arkadaşları dergi sayfalarında, sanal ortamda
eleştirmekten kaçınırım. Bir araya gelişlerde elimden
geldiğince anavatanı, dönüş paradigmasını tartışırım.
Bir yerlerde buluştuğumuzu, dönüşün ilkelerinde
anlaştığımızı umar sevinirim. Ancak sonra, sözünü
ettiğim iki gruptan daha çok zarar verecek şekilde
konuyu sanal ortama taşıdıklarını görür üzülürüm.
Acısını duyarak yanıt vermek zorunda kalırım.
Belki
uzun bir giriş oldu ama doğrudan giremedim eleştiriye.
Çünkü bu yazıda eleştirmek zorunda kaldığım arkadaşların
üçü de son yıllarda dönüşü yeniden gündeme alınması
konusunda çok büyük başarılara imza atmış olan CC’mizin
yazarları. Hem de birikimlerinden kuşku duymadığımız,
istediklerini anlatabilen, kalemlerine hakim ve
okurlarımızca sevilen yazarları ama yapılan yanlış
dDönüşe ilişkin olunca, kendimi de affedemiyorum ben...
Eleştireceğim yazıların son yayımlananı ile başlayayım:
Dönüş
ile travmayı nasıl bir araya getirebildiniz sevgili
Nevzat. Dönüş ne zaman diasporadaki herkese seslendi ki
Türkiye’de yaşamaktan mutlu insanlarımız için bir travma
oluştursun. Dönüş idealinin, yok oluşun travmasını
iliklerine kadar duymayan mutlu birinde bir travma
yaratabileceğini nasıl düşünürsünüz? Dönüş, yok olmak
istemeyen, yakın bir gelecekte yok olacağı korkusunun
travmasını yaşayanlar için, bırakın travma olmayı
kendilerini bu travmadan kurtaracak bir çıkış yoludur.
Sonu ölüm olan susuzluklarını giderecek, yeniden güç
bulacakları, ulusal geleceklerini garantiye
alabilecekleri umudunu yeşerten bir vahadır.
Peki
söyler misiniz Nevzatçığım, hangi yöntemle “Türkiye’deki
Kafkasya’m” canlanacak ve büyüyecek? Canlanıp büyüse
bile anavatandaki kardeşinin “yüz elli yıldır
vatanımızın nöbetini ben tuttum, nöbet tutma sırası sana
hiç gelmeyecek mi” sorusuna yanıtı ne olacak?
Yazılarınızdan hiç eksik olmayan birliği Türkiye
dışındaki ülkelerde yaşayan kardeşleri ile nasıl
sağlayacak? Peki, “Sizce, yıllardan beri süren
dertlerimize, düşmanlıklarımıza onulmaz sandığımız
hastalıklarımıza, korku ve endişelerimize, kargaşa ve
buhranlarımıza çare aramadığımıza, bu konuda samimi
çalışmalar yapmadığımıza, gereği kadar tartışmadığımıza
ve fikirlerimizi birleştirmediğimize” göre sizin
çözüm önerileriniz neden daha doğru olsun ya da sizinle
birlikte bu sorunları düşünmemiş olanların var olması
neden dönüşü dönüşü önerenlerin de düşünmediği anlamına
gelsin? Dönüşçülerin “coğrafya değişikliği”
önerirken bunlara gerek duymadığı kanısına nasıl
vardınız? “Coğrafyada kalmanın” bütün bu
problemleri çözeceği ve hepinizi rahatlatacağına neden
inanılsın? Dönüş, anafor, geleceğimizi
yutmasın diye önerilmiyor mu? “Kararsızlıkların,
kavgaların, hırçınlıkların, belirsizliklerin perişan
ettiği nesillere” rağmen değil, özellikle böylesine
sefil durumda oldukları için değil mi Yüce Allah,
Kuran’ı Kerim’de kendisini tekrar edip durmamış mıdır ve
Yüce Allah’ın kelamı binlerce yıldır tekrar edilip
durmuyor mu? Yüce Allah daha iyi anlaşılsın diye kendini
tekrarı, uygun görmüşken biz büyük saydıklarınızın
“kendidmizi tekrar” etmeyeceğimizi amaçlamamız,
kendimizi çok büyük gördüğümüz anlamına gelmez mi? Yoksa
çok tekrar artık iyi eğitimin, bilgiyi içselleştirmenin
yöntemlerinden biri değil mi? İki bin yılda adanmış
topraklarına kavuşabilenler sizce, bu başarıyı
kendilerini tekrarlamadan mı, hep yeni şeyler üreterek
mi sağladılar?
Sevgili
Nevzat biline ki Dönüş, anavatandan uzak düşürüldüğümüz
ilk gün bestelenen ve diasporada vatan hasreti çeken
halkımızdan tek bir kişi bile kalmayıncaya kadar tekrar
edilecektir. Yılların sunduğu olanaklara göre söylemler,
yöntemler yenilenebilecek ama dönüş şarkısı ağızlardan
hiç düşmeyecektir. Nasıl ki sevilen şarkının tekrar,
tekrar dinlenmesi kişiye mutluluk veriyor, güç veriyor,
yaşama sevinci veriyorsa dönüşün olabilirliğinin
bilinmesi, tekrarı da dili ile kültürü ile var olmak
isteyen insanımızın yaşama umudur.
Sevgili
Nevzat dönüşü eleştirenlerin bir çoğunun yapmadığını
yaptınız siz. Tersten okunabilecek de olsa ÇÖZÜM
önerdiniz. Örneğin;
“Çözüm,
gelecek neslin zihnindeki bu ikilemi yok etmekte”
dediniz. Hiçbir halkın, günümüze kadar ikilemleri,
üçlemleri yok edemediğini, halkımızın birçok halkın
başardıklarını bile henüz başaramadığını bildiğimiz
halde peki diyelim.
Yine; “Çözüm, zihinlerdeki karmaşaya son vermekte.”
“Çözüm,
gelecek nesle mantıklı, tutarlı yol göstermekte,
inançlı, kültürlü nesil yetiştirmekte.”
Çözüm,
her konuda büyüklerin küçüklere model olmasında.
Çözüm,
acı da olsa doğrularla yüzleşmekte.” diye,
genelde hemen herkesin katılacağı şeyleri yazıp
eklemişsiniz: “Biz bu topraklarda yetiştik bu topraklara
aidiz! Ama Kafkas’lardan gelen kökümüz var bizim!”
demeli ve bu kökten beslenmeli bu nesil.
Peki bu
cümleniz, neden şöyle olmasın: “Biz bu topraklarda
yetiştik, kişi olarak bu topraklara aidim ancak bu
topraklar halkımın tarihsel toprakları değil. Bir
Uzunyayla Adige'sinin toplumsal hafızasında çok büyük
bir yer tutabilen Azizey’in Türkiye’nin diğer
bölgelerindeki Adigeler için hiç bir önemi yoktur.
Gülünç duruma düşmeyi göze almadan bir diaspora Adige
bölgesinin, toplumsal hafızamızdaki önemi bir başka
diaspora Adige'sine sorulamaz ama her ülkedeki Adige'nin
toplumsal hafızamızdaki ata toprağının izleri silinemez.
Evet biz bu topraklarda doğduk ama dedelerimiz
Çerkesya’dan zor ve aldatmayla koparıldı. Kökümüz hala
ata topraklarımızda. Bizim onlara onların bize
gereksinimi var. Bu nesil köküne dönüp köküyle hayat
bulurken kendisi de kökünü güçlendirmelidir.”
Peki
sevgili Nevzat, “Yani bu güzel diyarda, gönüllerdeki
Kafkasya gelişmeli, büyümeli” cümlesine göre “bu
güzel diyarda gönüllerdeki Kafkasya gelişemez”
cümlesi daha gerçekçi değil mi?
“Şüphesiz, mesleğine kavuşmuş, işini kurmuş, kafası
rahat, eşi, işi, olan insanlarla kültürü yaşamak çok
daha kolay.
Çok daha
kolay düşünmek, üretmek, uygulamak.”demişsiniz.
Peki
sizce, “eşi olan” soru işareti taşımakla birlikte,
saydığınız özellikleri olan biri için kültürünü
yaşatabileceği koşulları oluşturma mücadelesini, olası
riskleri göze almak mı daha kolaydır, yoksa kültürünü
anavatanında yaşayanlara karışmak mı? Hem rahmetli
Fetgerey Şoenu’nun bu konudaki düşüncesinin sizin
düşüncenizden çok farklı olduğunu bilmiyor olabilir
misiniz? Daha yakınlarda bizden biraz farklı bir
algılama ile de olsa sayın Soner Koçsav tarafından CC’da
yayımlanmadı mı? “...Hele bunlara güvenlik ile güven,
huzur, refah ve varlık da eklenirse iş kendiliğinden
ortaya çıkar. Çünkü birçok
insanların ulusal sevgileri, onların biraz fazlaca
kişisel olan çıkarlarının sınırını aşamaz”
“İşi
olmayan, gurbet hikayeleriyle kafası
karmakarışık, yarınını göremeyen, her daim karşısına
karanlık, karmakarışık tablolar konan bir gençlik, nasıl
sağlıklı düşünülebilir, bu kafayla gençlik nereye
varabilir?” demişsiniz ama biz dönüşün karmaşık tablo
değil, geleceğimizin, gençliğimizin yol göstericisi
olarak görüyoruz. Anavatanımızın bir parçası olduğu
Rusya Federasyonu’nun, uzak olmayan bir gelecekte,
ulusal kaygısı olmayanlara da umut kapısı olacağını
görüyoruz.
Sevgili
Nevzat, benim açtığım, hararetli tartışmaların
yapıldığı, kapatılmadığı halde ikinci sayfaya düşen
“Türkiye’deki Çerkes Nüfusu” başlığı ve sevgili Mahmut
Bağ’ın noktayı koyan yanıtı gözünüzden kaçmış olmalı ki
“İyi niyetin ötesine geçebilmek umuduyla…” diye
bitirmişsiniz yazınızı. Evet sevgili Mahmut, ekteki
bilgiyi vermiş kimseler de yanıtlamamıştı:
“Türkiyeden anavatana dönmüş birkaç yüz kişinin kurduğu
ailelerden bugün 14 yaşın altında 100 den fazla
anadilini konuşan, o dilde düşünen, o toplumun ruhunu
kazanmış çocuğu vardır. Sanırım niceliği milyonlarla
ifade edilen Türkiye Çerkeslerinin bugün 100 anadilini
konuşan çocuğunun olmadığını söylersem yanılmış olmam.”
Sevgili
Nevzat sadece yukarıdaki bilgi bile iyi niyetin ötesine
çoktan geçildiğinin kanıtı değil mi? Ne dersiniz?
Diğer
arkadaşlarımın vereceği acıyı da izninizle daha sonraki
yazılara erteleyeyim... |