Halkının değerlerine
yabancı olan kişiler, yabancı düştükleri kültürlerine
göre çok doğru olan olayları yanlış algılayabilirler.
‘’Herkes benim gibi düşünmek zorunda değil’’ deseler de
ne kadar demokrat olduklarını yineleyip dursalar da
kimilerinin, “benim dediğim gibi olmazsa ben burada
olmam” tavrı, savundukları değerlerden çok kendilerini
önemsediklerini ele verir. Başkalarının yanlış yapma
özgürlüğü, “demokrasi, kişi hakları savunucularının”,
“her şeyi bilenin bile göremediklerini görenlerin”
yanlış yapma özgürlüğü ile sınırlıdır. Onlar ise
alabildiğine özgürdür. Öyle ki, egolarını okşadığı için
olsa gerek doğrudan kişisel sataşmaları, (forumlara
yazılan Hasan Kanbolat yazıları) hoş gördüklerinde de,
beğenmeme hakları olan eleştiri üslubunu temel alıp,
duygularına tutsak olduklarında da haklıdırlar.
Ben tutarsız tavır
takınanların, halkımızın değerlerini yaşamamış olmasına,
yaşamıyor olmasına bağlıyorum. Örneğin, dil
bilmeyenlerin de toplumu için çalışabileceği, çok
yararlı işler yapabileceği dile getiriliyor. Elbette,
aklıselim herkesin katılacağını sandığım, kendimin de
sonuna kadar katıldığım bir tespit bu. Birinden biri de
Adigece’yi bilmeyen üç çalışkan, yetenekli, özverili
arkadaşımızın kurduğu ve her birimize sesimizi duyurmak
olanağı sağlayan, katılımlar ayrılmalarla, yıllardır
bunu, alanında alternatifsiz kalacak derecede başarılı
bir şekilde sürdüren CC bunun en yakın kanıtı.
Ancak bir başka
sosyolojik gerçek daha var. Dilini bilmediğiniz,
anlamadığınız, konuşmadığınız, dili ile beslenmediğiniz
toplumun ruhunu anlayamazsınız. Dilini bilmediğiniz
halk, kendi halkınız da olsa bu gerçek değişmez. Çünkü
halkların yaşam felsefesi dilleri ile taşınır. Bir yaşam
biçimi olan xabze özünde dilde yaşar. Halkının dilini
bilmeyen kişi bu eksikliğin de bilincinde olmalı, bu
eksikliğin kendisini yanlış tavırlara sürükleyebileceği
korkusunu duymalıdır. Bu arkadaşlar, olayları,
bilincinde olmadığı eksikliğinin olası öfkesi ile değil,
bilincinde olduğu eksikliğin gerektirdiği özenle
değerlendirebildiğinde ancak, bilgi ve deneyim
birikimini halkın yararına sunabilecektir. Bu özeni
gösteremeyenler halkını, birikim ve deneyimlerinden
yoksun bırakacak, kendileri de mutluluğu
yakalayamayacaktır.
Konumuzu ilgilendirdiği
ölçüde xabzeye de değinelim.
CC forumunda çok
tartışılmasına, tartışmacıların çoğunun xabzemizin
binlerce yıldan beri değişmeden geldiğini, neredeyse
değişmemesi gerektiğini savunmasına karşın, kendi
değerimiz, Sayın Yrd. Doç. Dr. Cahit Aslan, xabze ve
değişimi bakın nasıl vurguluyor. (*)
"Ne zaman Çerkesler kendi aralarında konuşmaya
başlasalar sitemlerin ardı arkası kesilmez. Hep bir
ağızdan değişiyoruz, yok oluyoruz, kayboluyoruz demeye
varan sözler sarf ederler. Sanki değişilmemesi
gerekiyormuş gibi tepkiler gösterilmekte: varlıklarını
değişmezliğin içinde aramaktadırlar. Bu bağrışmalar,
doğruluk payları olduğu kadar eksiktir de. Bir kere
değişmezlik eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü her şey
hareket halindedir, değişmek zorundadır. Yalnız
aralarında bir fark vardır, o da değişmenin niteliği,
değişmenin hızı ve değişen birimlerin tüm yapıya olan
etkisidir.
Değişmeyi bir kültür için problem haline getiren
değişmenin ardından bir çözülmenin gelip gelmediğidir ya
da değişen birimin kültür bütününe bozucu etkide bulunup
bulunmadığıdır. Değişmenin bir problem haline gelmesinin
bir diğer yönü de o'nun olan ile olması gereken
arasındaki çelişkisidir. Toplumların normal koşullarında
olan değişimi, kendi iç çelişkilerinin bir ürünüdür ve
olması gerekeni yansıtır. Yani olan aynı zamanda olması
gerekendir. Şayet olan, olması gerekenden uzaklaşıyorsa
normal değişim sürecinden sapma var demektir. Göç
(zorunlu göç-sürgün) buna en açık bir örnektir. Çünkü
göç, kültürleri uymak zorunda veya bir süreliğine
çatışmak zorunda bırakan yeni bir sosyal hayat alanıyla
bir sosyal yapıyla yüz yüze getirmektedir. Diğer
taraftan yeni sosyal mekan da kendi değişimini
yaşamakta ve bu da değişimin boyutlarının anlaşılmasını
biraz daha zorlaştırmaktadır. Her şeyden önce Çerkesler
de değişmek zorundadır. Yalnız çözülmeden kültürel
kimliği sürdürerekten.
"Ne zaman Çerkesler kendi aralarında konuşmaya
başlasalar sitemlerin ardı arkası kesilmez. Hep bir
ağızdan değişiyoruz, yok oluyoruz, kayboluyoruz demeye
varan sözler sarf ederler. Sanki değişilmemesi
gerekiyormuş gibi tepkiler gösterilmekte: varlıklarını
değişmezliğin içinde aramaktadırlar. Bu bağrışmalar,
doğruluk payları olduğu kadar eksiktir de. Bir kere
değişmezlik eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü her şey
hareket halindedir, değişmek zorundadır. Yalnız
aralarında bir fark vardır, o da değişmenin niteliği,
değişmenin hızı ve değişen birimlerin tüm yapıya olan
etkisidir.
İşte kimi
arkadaşlarımızdaki değişimde, “olan, olması gerekenden
çok uzaklaşmış” çözülmeye yaklaşmış olmalı.
Örnekleyelim:
Çerkes yaşam felsefesini
-ki, birçok kültürde de böyle olmalı- içselleştirebilmiş
olanlar, sonradan katkıda bulunmaya başladığı işlerde
söz söyleme ve düşüncelerini açıklama hakkı olduğunu,
ancak ‘’böyle olmazsa ben giderim’’ sözünün xabzemize
aykırı olduğunu bilir.
Kendim de aynı konumda olduğum için; CC’ya yaptığım
katkının bana dayatma hakkı vermediğinin bilincindeyim.
Çünkü kuruluş aşamasında CC yöneticileri ile
tanışmıyorduk. Yayın ilklerini birlikte tespit etmedik.
Yazmaya başlarken bir anlaşma imzalamadık. CC bana,
görüşlerimi büyük bir kitleye ulaştırma olanağı sağladı.
Bilmediğim birçok bilgiyi sundu. Bilinçlendiğim ilk
günlerden beri tutsağı olduğum dönüş düşüncesinin
yeniden gündeme alınmasında çok ama çok büyük katkısı
oldu. Hiç bitmeyen gelecek umudumu tazeledi. Üçüncü
dalganın gümbür, gümbür ayak sesleri ile yürek
atışlarımı hızlandırdı.
Bütün bunlara karşın
günün birinde CC’da yazmamın gereksizliğine inanırsam,
görüşlerimin halkıma ulaşmasına aracı oldukları için,
katkıları için teşekkür eder, başarıların sürmesini
diler sessizce ayrılırdım. Güç gösterisinde bulunmaz,
“şöyle olmaz ise” dayatması ise hiç aklıma gelmezdi.
İnanıyorum ki anadilini
bilen, anadilinde destanlarını okuyabilen, dinleyebilen,
masalların özünü algılayabilen insanlarımız, güç
gösterisinin Çerkeslerde en büyük ayıplardan biri
olduğunu da bilir.
Kanıt mı? Çok.
Bakın çevremizdeki halkların hemen her biri yiğitlerini,
korkusuzlarını, ilk bakışta gücü belli olan aslana,
ayıya vb. benzetmişken Adigeler, diğerlerinden çok daha
zarif olan geyiğe benzetmiş yiğidine L’ıblan (ЛIыблaн)
demiştir. Yağlı güreş öncesi dakikalarca peşrev zorunlu
iken, Adige güreşinde gösteriye hiç yer yoktur.
Batağa saplanmış öküz
arabasını, öküzleri de salıvererek sadece kendi gücü ile
kurtaran Quınçıque Prensi, işini bitirdikten sonra, gücü
ile böbürlenmemiş, yardım ettiği delikanlıya dönüp;
“Delikanlı ben sağ kaldığım sürece, gördüklerini birine
anlatırsan eğer, canını alacağımı bil” yasağını
koymuştur.
Askalay’den Mafeque
Wırısbıy yoksulların, güçsüzlerin, haksızlığa
uğrayanların yardımcısı bir yiğit. Olaylara müdahale
etmek için haksızlığa uğrayanın şikayette bulunmasını da
beklemezmiş. Olayı duyması yeterli imiş. Akşam üzeri tek
başına şöyle bir gezinti yapacakmış gibi çıkar, sorunu
çözümler ve dönermiş. Kimselere de anlatmazmış ne
yaptığını. Yiğitliklerinin başkalarına da mal edildiği
olur ona da ses çıkartmazmış.
Özetle kültürümüzü
yaşamayan herkes bu tür hataları yapabilir.
Gelelim ad belirterek
doğrudan eleştirinin yanlış ya da doğru oluşuna.
Ad vermeden eleştiri yapmak sadece Çerkes Kültürü'ne
değil, genel yaklaşıma göre de çok yanlış bence. Hemen
her gazetede, teknik sorunları aşabilen her sitede,
okuyuculara haberleri, yazıları yorumlama olanağı
tanınması aynı görüşte olduklarımızın sayısının hiç de
az olmadığının kanıtı. Burada dikkat edilmesi gereken
nokta, eleştirinin eleştirilen yazıdaki görüşler üzerine
kurgulanmasıdır. Eleştirdiğimiz kişiye, daha doğrusu
yazısındaki düşüncelere katılmadığımızı, nedenleriyle
yazmamız daha ahlaklı bir davranış olduğunu düşünürüm
Ayrıca Çerkes kültüründe
ayıp olan, bildiğimiz tanıdığımız kişilere adı ile
seslenmemektir. Öyle ki, abi, amca, hala gibi seslenme
ünlemleri hala yoktur. Toplumumuzun çok saygın bir
bireyi Şhalaxhue Abu’ya en küçüğünden en büyüğüne kadar
Abu diye seslenilir, kimse de yadırgamaz. Sevimli torunu
İbrahim’i İbrahim diye çağırır. Yazı Reyhanlı’da geçiren
yeğenlerimin benden adımla söz etmesi “Necdet’e
gideceğiz” demeleri hala anlatılır. Yaşam felsefemize
uzak düşenler belki inanmayacak ama forumlarda olsun,
eleştirilerde olsun beni işaret eden sözcükleri kullanıp
adımı anmamalarına daha çok üzülürüm ben. Muhatap
alınmaya değmeyecek kadar küçük görüldüğüm zehabına
kapılırım.
Aynı mecliste olan
kişilerden birinin önerisi eleştirilecekse adı ile sanı
ile şu arkadaşımızın şu önerisine şunun için karşıyım
denir. Türkçe’de “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen
duy” deyiminin çıkış nedenini bilmiyorum ama bizdeki
“sipxhuı yeseue, sinıse zexéseğexı- Kızıma söylüyor,
gelinime duyuruyorum” deyimi, gelini muhatap almama,
gelinle yüz-göz olmama temeline dayanır. Özetle
kültürümüzle bağdaşmayan davranış, aynı sitede yazan
arkadaşların birbirlerinin görüşlerini ad vererek değil
vermeyerek eleştirmeleridir. Benim yazımda da sadece
fikirler üzerinde durulmuştur.
İşte xabzemizin
gerektirdiği açık yürekli yaklaşım gösterebilseydi,
Adige Xase Başkanı’mız Hapae Armbiy röportajında yapılan
değişiklik ima edilmekle kalınmasaydı, biz olayı
bilmeyenler merakta kalmayacak, CC’nın neyi
değiştirdiğini birbirimize sormayacaktık. Bana göre
doğru olan; sayın Kuban’a bunu özelinde sormak ya da
konuya ilişkin foruma yazılan ilk yazıda, doğrudan CC
yönetimine “Başlık böyle iken neden böyle bir değişiklik
yaptınız” sorusunu sormaktı. Söylemek gerekir ki,
yazının, hiç haberi olmayanların etkisi ile
değiştirildiği imasını vermek, arkadaşlık, doğruluk,
açıklıkla bağdaşır bir tutum değildir. Bizce yararlı
olmak, hızla yol alabilmek için asıl kaçınılması gereken
yöntem, bu yöntemlerdir.
Evet değerli
okuyucular,
Her birimiz bazı
konularda eksikliğinizin olabileceğini baştan
kabullenelim. Olaylara öfke ile değil özenle yaklaşalım.
Öğrenmeye sadece açık değil, aç olalım, öğrenci kalalım.
Dünya çapında deneyim ve birikimi olan bir fizikçinin
farklı bir disipline merak sardığında çok hızlı yol
alabilecek potansiyeli olmasına karşın yani seçtiği
dalda ancak bir öğrenci olduğunun bilincinde olalım.
Kişisel olarak CC’daki tüm arkadaşlarımla maraton
koşmaktan onur duyarım. Çünkü önemli olan halkımız için
çalışmak, çalışmalara katkıda bulunmaktır. Sizin
yaklaşımınızı doğru bulanlar sizi, benim yaklaşımımı
doğru bulanlar beni okur. Zaman ayırabilenler hepimizi
okur. Objektif olabilenler her birimizin yanlışını
doğrusunu ayıklar bir senteze varır. Ayrıca belki
inanmayacaksınız ama yüz metrecilikte kalmaz maratonu
sonuna kadar koşma azmini gösterebilirseniz eğer,
“Zedaşşer aşşexı, zedaşxer aşşüı – birlikte yapılan
kolay, birlikte yenen tatlıdır” atasözümüzün, en değer
verdiğim ilkelerimden biri olduğunu da görür,
yaşarsınız...
Kalın sağlıcakla...
Kısa Not: Sayın Kuban ile tanıştığımız ilk günden bugüne
kendilerine çok sayıda yazı gönderdim Birkaç yazımı hiç
yayımlamadı, çoğu yazımı da redakte ederek, yayımcılık
açısından uygun bulduğu değişiklikleri yaparak yayına
verdi. Yayıncılık birikimine -CC tek başına kanıttır-
saygı duyduğum için uygulamadan şikayetçi olmadım.
Geriye dönüp baktığımda da “doğru yapmışım” diyorum.
(*) Sitemizde duran
xabze yazılarım:
www.circassiancanada.com/tr/yorum/nh/031_xabze_uzerine.htm
www.circassiancanada.com/tr/yorum/nh/032_xabze_uzerine_II.htm |