Türkiye’de son günlerin en önemli gündem maddesi elbette
ki açılım. İster Kürt açılımı deyin ister demokrasi
açılımı. İster bu açılımın milli birliği
güçlendireceğinden söz edin, ister Türkiye’yi
böleceğinden... Çok açık olanı bu sürecin sonunda
Türkiye’nin eski Türkiye olmayacağı, çok kültürlülük ve
demokrasi konularında büyük adımlar atılmış olacağı...
Konuya ilişkin okuyabildiğim yazılar. İzleyebildiğim Tv
programlarından edindiğim izlenim bu...
Açılımın Türkiye’nin bölünmesine yol açacağı korkusunu
taşıyanların bile anadillerin yaşatılması geliştirilmesi
konularındaki söylemleri, dünkü söylemlerinden ne kadar
farklı değil mi? Ancak ne demişler “hafıza-i beşer
nisyan ile maluldür- insanlık belleği unutmak ile
özürlüdür.” Bu deyişi anımsatan şeyin anadilleri
konusundaki bu unutkanlık olduğu ya da bu unutkanlığı
sorguladığım sanılmasın sakın. Deyişi bana anımsatan şey
bugün PKK’nın arkasındaki gücün başından beri Amerika ve
Avrupa olduğunu söyleyenlerden hemen herkesin daha dün
Amerika dostu ve Sovyetler Birliği karşıtı olduklarını
unutmuş olmaları... Kendilerini “Amerika Go Home” diye
bağırtanların Amerika'nın kendisi olduğunu hiç
anımsamamaları... Sadece bu tek örnek, dünya egemen
güçlerinin bilinçsiz halkları kendi amaçları uğruna
nasıl kullandıklarını kanıtlamaya yetmez mi sizce de?
Bence yeter de artar...
Evet son gelişmeler ve bu gelişmelerin dillendiriliş
biçimi, gündeme alınma, alınır gibi yapılma biçemi ya da
gündemde tutulma süreleri, dileyen için çok öğretici
derslerle dolu. Örneğin Radikal yazarı sayın Hasan Celal
Güzel, Çevik Kuvvet’in kurulmasını onaylamakla sayın
Özal’ın hata yaptığı görüşünde. Gerçek ise Amerika'nın
Kuzey Irak Kürt Devleti'ni oluşturma programında her
adımda böylesi bir oluşuma karşı olduğunu açıklayan
TC’ne en önemli görevi yüklediği yönünde değil mi? 36.
Kuzey paralelinin kuzeyini merkezi Irak güçlerinden
korumakla görevlendirilen Çevik Kuvvet’i desteklemesi
bugünlerde konuşulan değişiklikleri, sayın Özal’ın daha
o günlerde onayladığı anlamına gelmez mi ya da
bugünlerde yapılmak istenenler Özal döneminde yarım
kalmış değişiklikler olamaz mı?
Peki Doğu Türkistan olayları, binlerce Uygur Türk’ünün
tutuklanması, yüzlercesinin olaylar sırasında
öldürülmesi, yüzlercesinin de sonradan kurşuna dizilmesi
neden RF’nda öldürülen insan hakları savunucusu bir
gazeteci kadar önemsenmez? Ülkede barış sağlandığı için
olabilir mi medyadaki sessizlik?
İnsan hakları ve demokrasi savunucularının üç yüz bin
Suriyeli Kürt’ün hala vatandaş sayılmadıklarını, bu
ailelerin çocuklarını okula gönderebilmek için başka
ailelerin nüfuslarına kayıt ettirmek zorunda
kaldıklarını, Arap kökenli üniversite mezunları subay
olabilirken Kürtlere bu hakkın tanınmadığını bilmiyor
olmaları düşünülebilir mi?
Kast sisteminin bütün katılığı ile sürdüğü, yüz
milyonlarca insanın insan sayılmadığı Hindistan’da ne
menem bir demokrasi vardır dersiniz?
Bu kadarcık örneğin bile büyük güçlerin söylem ve
eylemlerinin birbiri ile çelişebileceğini ancak kendi
çıkarları ile hiç çelişmeyeceğini kanıtlamak için
yeterli olacağını düşünürken gazete ve televizyonlarda
görmezden gelinemeyecek bir haber: “Lockerbie hükümlüsü
Abdülbaset Ali Muhammed El Megrahi sağlık nedenleri ile
İskoçya Hükümeti tarafından serbest bırakıldı. Kaddafi
de Megrahi ve ailesini coşku ile kabul etti.
Londra-New York seferini yapan Pan Amerikan yolcu uçağı
düzenlenen bombalı saldırı sonucunda, 10 bin metre
yükseklikteyken İskoçya’nın Lockerbie kasabası üzerinde
infilak etmiş, faciada 270 kişi ölmüştü. Davada suçlu
bulunan El Megrahi ömür boyu hapse mahkum edilmişti...”
Haber burada bitseydi bir hükümlünün sağlık nedenleri
ile salıverilmesinin insani yönü ağırlık kazanabilirdi.
Ancak Kaddafi’nin oğlu Seyfulislam’ın Büyük Biritanya
ile yapılan bütün ticari görüşmelerde El Mergahi’nin de
konu edildiği demeci, salıverilmenin gerçek nedeninin
sağlık sorunu olmadığı, yine çıkar ilişkisi olduğu
anlamına gelmez mi? Peki ülke televizyonunun ana haber
bülteninde haberi görüntüleri ile verip, Seyfulislam’ın
demecinden hiç söz etmemesine ne demeli?
Bizleri çıkarmamız gereken ders mi?
İnsan hakları, demokrasi savunucusu güçlü ülkeler bu
değerleri kendi ülke çıkarlarını ilgilendirdiği ölçüde
ancak önemserler.
Dünya konjonktürü ile uyumlu olmayan, en azından bir
büyük dünya gücünün desteklemediği siyasal hareketlerin
başarı şansı yoktur.
Büyük güçler ancak kendi çıkarlarına bir başka ülkeyi
karıştıracak potansiyeli olan halkları desteklerler.
Çerkes halkının ulusal amacı olarak gördüğümüz anavatana
dönüş, hem diaspora ülkelerimiz hem de anavatan
cumhuriyetlerimizin üyesi olduğu RF çıkarları ile
örtüştüğü için bu ülkelerimizden destek bulacaktır.
Asıl muhatabımızın RF, ikincil olarak da diaspora
ülkelerimiz olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Çaba zaten var olan dönüş hakkını genişletmek,
cumhuriyetlerimizi dönüş yardımından yararlanan bölgeler
kapsamına aldırmak, halkımıza sürgün statüsü, çifte
vatandaşlık hakkı, diaspora ülkelerinde yaşayan RF
vatandaşlığı hakkını kazandırmak yönünde olmalıdır.
Bunlar ve halkımızın yararına olacak başka kazanımların
Amerika ve Batı'nın desteği, bu ülkelerin RF’na baskısı
ile kazanılabileceği ise hiçbir zaman akla gelmemelidir.
Bilindiği gibi, asıl muhatabımızın RF olduğu gerçeğini
ilk kez dile getirmiyorum. Her gündeme getirdiğimde de
gıyabi milliyetçilerce, en hafifi “Ruhunu Ruslara
satmışlık” olan güzel sıfatlarla ödüllendirildim. Ancak
bu kez yalnız değilim. Ulussever olduğundan kimsenin
kuşku duymadığı, Abhazya Kahramanı ve Kabardey’de yeni
kurulan Xase’nin başkanı sayın Yağan İbrahim de asıl
muhatabımızın RF olduğunu dile getiriyor. İşte, arada
sırada güzel şeyler de yazan Sayın Hapi’nin
http://circassiancanada.com/tr/arastirma/0259-adige.htm
yazısından bir bölüm:
“Adige
sözcülerin son sözleri
“RF’nun/Kremlin’in Adigelerin sorunlarıyla ilgilenmeyişi,
bazı kişilerin ABD ve Batı’dan destek arayışlarına
kalkışmalarına yol açabilir. Sizce, Adige ulusal
sorununun çözümü için anahtar kimin/hangi ülkenin elinde”
sorusuna, YAĞAN İbrahim: “Çözümün adresi
tarihsel anayurdumuzdur. Adige anayurdu Rusya
Federasyonu toprakları içinde bulunduğuna göre, sorunu
Kremlin’in çözmesi gerekir. Kuşkusuz Adigelerin
bulundukları AB ülkeleri ile ABD’nin de desteği gerekir,
ancak anahtar o ülkelerin elinde değil, Rusya’nın
elindedir…”
ŞIHO Zamir: “Kremlin’in Adigelerin sorunlarını çözmek
istemediğini söyleyemem. Çerkeslerin asıl kendileri
henüz bir karara varmış ve ne istediklerini tam olarak
ortaya koymuş değiller. Halkın ne diyeceğini öğrenmek ve
ona göre hareket etmek gerekir. Olumlu yönde bir gelişme
var, bunu algılıyor ve seviniyoruz. Diyalog başladı,
olumlu bir sonuca ulaşacağımızı umuyorum”. “
Nerden nereye geldik.
Aslında bu yazıda ben Sinoplu Diojen’den söz edecektim.
Hayır Bizans İmparatoru Romen Diojen’den değil, düşünür
Diojen’den. Büyük İskender’e “gölge etme başka iyilik
istemez” diyen, gündüz gözü ile elinde fener “dürüst
adam aradığı” söylenen Diojen’den.
Peki Sinoplu Diojen Çerkes olsaydı ve günümüzde
yaşasaydı gündüz gözüyle elde fener Anadolu’da ne arardı
sizce? Bence Çerkes Aydını arayacak ama bulamayacaktı.
Anavatandakilerden daha özverili olduklarını düşünen,
konu anavatan olunca hariçten gazel okuyan, bol keseden
akıl veren, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin
bizler için toplanabileceğini düşleyen, internet
ortamında protesto metinleri hazırlayan, her yirmi bir
Mayıs’ta “sürgünümsü” olduklarını anımsayan ancak
Türkiye’deki hakları başkalarınca savunulan
“aydınımsıları” ise, yüzünü döndüğü her yönde, her
gözünü açtığında görecekti.
Evet, Sinoplu Çerkes Diojen “Kürt açılımının”,
“demokrasi açılımının”, “çok kültürlülüğün” her alanda
tartışıldığı günümüzde aramaktan bitap düşecek, üzücüdür
ki Çerkes aydını bulmakta zorlanacaktı...
Yanılıyor olabilir miyim, bulabilecek miydi yoksa? |