Profesyonel
olmayan bir yazar kendi görüşleri ile profesyonellerin
görüşleri örtüştüğünde “Böyle düşünen bir ben
değilmişim” der, sevinir ya da söylemek istediklerinin
daha güzel daha etkileyici söylendiğinin ayırdında
olduğu bu güzel yazıları kendi okurları ile de paylaşmak
ister.
Kimileyin başka bir konuda yazılmış olsa da kimi
yazıların kendi konusuna uyarlanabileceğini görür ve
küçük değişikliklerle köşesine taşır…
Kişi psikolojisine ilişkin söylenen şeyler de genellikle
örtüşür…
Her zaman her düşündüğünü yazdığını, yazabildiğini,
yazabileceğini ve bunun doğru olduğunu sanan köşe
yazarları olabildiği gibi, her koşulda istediğini
söyleyip yapabildiğini sanan, bunu da özgür
kişiliklerinin kanıtı gören, başkalarını da buna
inandırmaya çalışan memurlar, aile bireyleri, örgüt
elemanları vb. hep olagelmiştir.
Ancak ben her insanın her konuda söylem ve eylemlerinin
bir sınırı olması gerektiğine ve olduğuna inanırım.
Aslında her koşulda ve her zaman özgür davrandıklarını
sananlar kendilerini sınırladıklarının bilincinde
olmayanlardır. Her bireyin bilincinde ya da değil böyle
bir sınırı vardır.
Bu konudaki görüşlerimi de “Özgürlük, Sorumluluk,
İnsanlık” başlığı ile “dağarcık” ta sizlerle
paylaşmıştım: http://circassiancanada.com/tr/yorum/nh/148_ozgurluk.htm
“Kimileri özgürlük duygusunu daha vazgeçilmez bulur
insan için. Bense, sorumluluk duygusunu insan olmanın
olmazsa olmaz özelliği sayanlardanım.
(...)
Özetle, insan olduğunuz ölçüde, özgürlük alanınızın
genişlemesi gerekirken, içinde yaşadığımız dünyada
özgürlük alanını kendiniz sınırlamak zorunda
kalıyorsunuz. Çünkü insan olduğunuz ölçüde sorumluluk
yükleniyorsunuz.”
İşte, Sayın Serdar Turgut’un, otuz Ağustos 2009 günlü
yazısındaki (http://www.aksam.com.tr/2009/08/30/yazar/14100/
serdar_turgut/problemli_yazar_meselesi.html) yazar
merkezli sorumluluk anlayışını benimsiyor, hemen her
konuya uyarlanabileceğini düşünüyor ve kimi bölümlerini
sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Bunca yıllık yazarlık ve kısa da sayılamayacak
yöneticilik deneyiminden sonra toplam deneyimim bana
gösterdi ki; yazarlar ile gazete yönetimleri arasında
çıkan sorunlarda olgun ve alttan alarak davranan daima
yönetim tarafı oluyor.
Yazarlar
(yazar yerine kurum elemanı, yönetim kurulu üyesi, örgüt
sorumlusu, toplumsal bir davanın savunucusu vb..
düşünülebilir)
ergenlikten bir türlü kurtulamayan şımarık çocuklar gibi
davranmaya devam etmeliler mi?
Yazarlar
(her birimiz)
bu hayatımıza gökten zembille indirilmiş kutsallık
mertebesinde önemli varlıklar değildir.
Bizlere yazmamız için verilen köşeler
(kendi sorumluluk anlayışımız sonucu yüklendiğimiz,
bizlere yüklenen görevler),
orada biz her gün yazıyoruz
(şimdi bu görevdeyiz diye)
diye babamızın malı değildir.
Evet iyi bir yazar olabilmek için insanın egosunun biraz
şişmesi kaçınılmaz olabilir ama onun o şişkinliği
başkalarını rahatsız etmeyecek şekilde kontrol altına
almak da kendisini bilen yazarın işidir. Yazar kendi
egosunun üstüne 'Etrafa verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı
özür dileriz' yazısı asmayı bilmelidir.
Ne yazık ki, ülkemizde kendisini bilen yazar sayısı
hayli azdır. Aksine her yazar kendi yazdıklarının kutsal
ve dokunulmaz olduğunu düşünmekte, egosu şişkin ergen
çocuklar gibi davranmaktadır. Bu karışım yani egosu
şişkin ve aynı zamanda ergen olmak hayatta en rahatsız
edici, en itici insan tipinin ortaya çıkmasına yetecek
formüldür.
Yayın yönetmenlerinin asıl görevleri, işlerinin aslı zor
olan yanı, haberlerin ve köşe yazılarının
'dokunulmazlığı' ile bulunduğu kurumun genel çıkarı
arasında uzlaşma sağlamaktır.
Eğer binlerce insanın ekmek yediği, büyük riskler
alınarak, büyük paralar harcanarak oluşturulmuş bir
kurum bir gün yazarın 'Ben istediğim her şeyi istediğim
gibi gibi yazarım, bana kimse karışamaz' tavrı
nedeniyle eğer risk altına alınacaksa, o zaman yayın
yönetmeni, ilk önce yazarı nedenlerini ortaya koyarak
yazısını değiştirmeye veya geri çekmesine ikna
edecektir. Ancak karşısındaki 'Çocukluk
hastalıklarından' kurtulamamış bir kişi ise ve
direniyorsa o zaman da yazıyı kendi inisiyatifini
kullanarak yayınlamayacaktır.
Mütevazı olmamla tanınan insan değilim ben. Ancak
gazetelerin de sadece benim gibi insanların yazı
yazabilmesi için çıktığını filan düşünmüyorum. Egomun
içinde boğulmadım, dünyanın en önemli insanı da değilim.
Yazıma karşı sorumluluğum olduğu kadar içinde çalıştığım
kurumlara da karşı sorumluluklarım var. Aslında bu basit
bir iç denge tavrıdır, herkese de bunu tavsiye ediyorum.
İsteyene dengeye ulaşması için yardımcı da
olabilirim...”
Evet işimizin asıl zor yanı görüşlerimizin,
yaklaşımlarımızın “kişiselliği, dokunulmazlığı, egomuzu
tatmin aracı” olması ile amacımızın çıkarları
sorumluluğumuzun gerekleri arasında uzlaşma sağlamaktır.
Ancak bu zor iş, sorumluluğunuz gereği kendi özgürlük
alanınızı kendiniz sınırlayabilecek olgunluğa
eriştiğinizde kolaylaşmaktadır.
ÖNEMLİ NOT:
1) Kurum CC değil, dönüştür.
2) Yazar da CC köşe yazarlarının biri değil, her
koşulda dilediği gibi yazabileceğini, dilediği gibi
konuşabileceğini, dilediği gibi davranabileceğini sanan
ve bu böylesi bir sorumsuzlukla da dönüşün
sağlanabileceğini, bu yaklaşımla da büyük amaçların
gerçekleştirilebileceğini düşleyen herkestir.
3) Egosu şişkin yazar da kendilerinin daha sabiy
olduğu günler dahil, yaklaşık kırk yıldır yinelediğimiz
şeylerin kendileri için yazıldığını sanan, bu egosu
yazıların ana fikrini anlamasını engelleyen ya da
anlamasına karşın çarpıtan kişilerdir. |