DÇB dizisi
sürecek... Yazdıklarımı, eleştirmek için bekleyenlerin
olduğunu biliyor, gerçekten bilgilenmek isteyenlerin
sayılarının da az olmadığını umuyorum...
Ancak araya,
yine ulusal mücadele kapsamında saydığım başka konular
girdi. Adigey TV ile birlikte dolmenleri anlatan bir TV
programı için kıyı boyuna gitmiştik. Her gün, belki de
her saat define avcıları, kültür düşmanları tarafından
yok edilen dolmenlerden, henüz sağlam olanları
belgelemek istemişlerdi. TV ekibi ile birlikte, iki gün
gizemli bir dünyada gezindik...
Şu an artık
Perşembe ve saat 03:14. Üniversitenin yayımlamakta
olduğu “Psalh” dergisi için Adighabzenin ses-harf
ilişkisini konu ettiğim makaleyi henüz bitirdim. Yazıyı
bitirir bitirmez de uyumayı düşünüyordum. Hemen
öncesinde göz attığım CC’de sayın Nartan’ın “Haddinizi
Bilin Beyler!” başlıklı yazısını okumasaydım
uyuyacaktım da...
Sayın Nartan
edebiyatçı alışkanlığı ile olsa gerek yine açık
yazmamış. Gizem yönü ağır basıyor yazının. Hani romanlar
olur okuru düşünmeye kendi çözümünü aramaya çağıran.
Filmler olur sonunu izleyicinin bilgi bilinç, algılama
düzeyine bırakan... Örneğin “Haddinizi Bilin Beyler!”
başlığı. Kahramanlık yaptığı yıllarda, kendilerine
yöneltilen bir tehdidin anımsatılması mı... Yoksa
birilerinden aldığı emirle kendisine had bildirmeye
kalkan Hatam’a bir salvo mu? Gelin de çıkın işin
içinden... Peki yazıdaki kahramanlar, filler kimler
acaba... Ucu açık söylemler değil mi bunların her
biri...
Ancak
gizleyemedikleri de var yazının: Sayın Nartan’ın dün de
bugün de ne kadar büyük bir kahraman olduğu... Hiç geme
azıya gelmediği... Her dönem haddi aşma çabası içinde
olduğu... Dolayısı ile hep engellendiği, engellendiği...
Kendi
başlığımıza dönelim... Adige dili ortamında büyüyenler,
bu arada sayın Nartan da çok iyi bilir, uyarılara karşın
yaramazlığı elden bırakmayan çocukların hep böyle
uyarıldığını. “Wımışefıba si ç’al – Satın alma
çocuğum...” Ancak yaramazlığını sürdüren çocuklar
genelde çok bekletilmez illaki satın almak istedikleri
şeye büyüklerince kavuşturulurlar... Sonrası bir ağıt
bir ağıt... Çevreden birileri “carı wımıwçüme” der.
Birileri de, çocuğun bildikleri yaramazlıklarını
bilmezden gelir, “yapılır mı bu, bu güzel çocuk
ağlatılır mı” derler.
Bakın, sanırım
ben de etkisinde kaldım. Ben de az anlaşılır yazmaya
başladım. Halbuki bilirsiniz üslubum değildir. İyisi mi
ben kendim gibi yazayım. Kişisel denecek de olsa daha
açık...
Sayın Nartan olayı elbetteki hatırladım. Gürcistan’ın ne
kadar haklı olduğunun güya propagandasını yapmak amacı
zıpkın gibi yanlış anımsamıyorsam dört delikanlı
gönderilmişti. İngilizce’yi de gayet iyi biliyorlardı.
Konularında eğitim aldıkları da çok belli idi.
Yanlarında da bir profesyonel kameraman.
Ankara’da
bizim derneğin salonunda toplanmıştık. Adamlar, bana
göre asıl siz gibileri gayet güzel provoke etmişlerdi.
Her kafadan bir ses, bağırtı çağırtı, gürültü... Sanki
delikanlılar pes ettirildiğinde savaşı kazanacağız
havası... Ne olursa olsun gürcü gençlerin bizim derneğin
salonunda, yani bizlerin konuğu olduğunun unutulması...
Hani Çerkes
dediğin evine konuk olan kendi oğlunun katilini bile
takipçilerinden korurdu... Ve bu ilkel halimizin kamera
ile tespiti... Aynı hatayı yapan daha büyüklere gücüm
yetmemiş demek ki sizi odaya kitlemişim... Ancak
yazdıklarınızdan sizi neden odaya kapattığımı bu olgun
çağınızda bile anlamamış olduğunuzu çıkarıyor ve
üzülüyorum... Sorun anlaşılmayacak kadar çetrefilli
görünmüyor bana. Ama kimileyin kişi tepeden tırnağa
yürek olunca ya da tabiri caizse mangal yürekli olunca,
algılama kanalları çok açık olmayabiliyormuş... Yürek
büyüklüğü bu kanalları daraltabiliyormuş... Sanırım
sizinki böyle bir şey... Çok yürekli olmak...
Bir de şu kimi
muzur okuyucular olmasa: “Be kardeşim şu Gürcülere karşı
savaş alanını, neden dernek salonu ile sınırladın diye,
odaya kapatılma nedeniniz Abhazya’ya gidişinizi
engellemek için miydi diye sormasalar.... Kendi sanrınız
kahramanlıklarınız ile ne kadar mutlu olurdunuz kim
bilir?
Sayın Nartan,
iki iş olmasın diye CC Forum’daki gizemli
dokunuşlarınıza da biraz değineyim:
20 Ekim 2009
tarihinde
“Ne güzel
söylemiş Mevlana:
Dün dünde
kaldı cancağazım.
Artık yeni
şeyler söylemek lazım ....” demişsiniz... Sayın
Demirel’de “Dün dündür, bu gün de bugündür’’ dememiş
miydi?
Neden böyle
bizleri bilmece çözmek zorunda bırakırsınız bilmem
ki.... Bir başka sayfada dönüşün kısırlığından da söz
ettiğinizi anımsayarak, “dün dönüşçü idim bugün değil”
olarak mı algılayalım. bu iletinizdeki Mevlana’dan
alıntıyı. Peki yeni şeyler... Onları sizler mi
söyleyeceksiniz yoksa bizlere söylenmesi gerektiği
aklını mı mı veriyorsunuz onu da anlamadım.
Bir sonraki
iletide Şamil Jane’nin de sizlerle aynı görüşte
olabileceğini, arama toplantısından maksadının sizin
maksadınız olduğunu ima etmişsiniz. Neden olmasın? Ancak
bu yeni şey on beş yirmi yıldır neden söylenmez anlamak
güç değil mi?
Bizler eski
kafalıyız sayın Nartan. Kırk yıldır aynı şeyi
söylüyoruz, dönüyor dönüyor yine söylüyoruz... Allah
sağlık verdiği sürece de söyleyeceğiz... Şu yeninizi bir
söyleyebilseniz eğer çok rahatlayacağız Muhtemelen ayrı
düşeceğiz ve “siz yolunuza biz yolumuza” diyeceğiz...
Ancak yeni bir şey söylemeyi, az bildiğiniz,
kavrayamadığınız konularda yanlış anlaşılabilecek,
olumsuz sonuç verebilecek, derin imajı verilmiş görüş
belirtmek olarak algıladığınız sürece de gereken yanıtı
alacaksınız... |