ANLAMAKTAN KORKMAK…

07.02.2010

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             

“Kişi anlamaktan korkar mı? Herkesler dinlediğini, gördüğünü, okuduğunu anlama çabası içinde değil mi?” dediğinizi duyar gibiyim. Ancak bilim kimileyin anlamaktan korkulabileceğini söylüyor. Sayın Prof Ahmet İnam Okumak adlı Akşam’da yayımlanan yazısında bu konuda bakın ne diyor:
 
(…)

“Okuruz anlayamayız, alfabesini bilsek de, bilmediğimiz bir dilin.
Okuruz anlayamayız, dilini bildiğimiz halde konusu hakkında bilgimiz olmayan bir metni. (Örneğin, katı hal fiziğini bilmiyorsak, bu konuda yazılmış bir teknik yazı, ana dilimizle de anlatılmış olsa, bizim için anlaşılmaz olur.)

Sayın İnam bu yazısında, okuduğumuz bir şiirin tüm sözcüklerinin anlamını bildiğimiz, dahası tek, tek dizelerini anladığımız halde şiirin bütünü ile ne anlatmak istediğini anlamayabileceğimizi vurgular, anlamadığımız halde anlamış görünmenin tehlikelerinden de söz eder.
Bense yazının kimi tümcelerini okuduğumda, “dönüş karşıtı olmamalarına karşın” nasıl anlatılırsa anlatılsın dönüşü anlamayanları, çalı dolanır gibi dönüşü dolananları düşünmezlik edemedim. Evet, yazının bu bölümü böyleleri için yazılmıştı sanki.

Örneğin;

Dönüş düşüncesinin sürgünün ilk günlerinden beri var olduğunu, ilk dönüşçülerin Çarlık Rusya’sı ve Osmanlı işbirliği ile engellendiğini, yine de bireysel dönüşlerin gerçekleştiğini, defalarca okumuş belgelerini görmüşlerdir. Buna karşın daha dün başlamış gibi dönüş üzerine yazar konuşurlar.

Anavatana anavatan olduğu için, diasporanın anavatana, anavatanın da diasporaya muhtaç olduğu için dönülmesi gerektiğinin altı çizilir. Yanıt anavatanın yaşanılır bir ülke olmadığıdır.

Anadilin korunup geliştirilebileceği tek yerin anavatan olduğu bilinir, kendileri de itiraf ederler. Ancak nedense, dil eğitimine nasıl katkıda bulunabileceğini değil sadece yetersizliği çiklet gibi çiğneyip dururlar.
Sorunların ana nedeninin nüfus azlığı olduğunu bilir, zaman, zaman çarenin dönüş olduğunu da söylemek zorunda kalır, ancak dönüş olmasın diye de neredeyse özel çaba gösterirler.

Dönüş yapmadıkları için kendilerine küsülmediğini bilir buna karşın dönüş yapmayanların ötelendiklerini, eleştirildiklerini yazıp dururlar.
“Tatile gelin”, “Bir kez olsun anavatanınızı görün”, “Kültürünüzü seviyorsanız, kültür çalışanlarına katkıda bulunun”, “Eğitim gören öğrencilere yardımcı olun”, “Aynı meslekten olanların toplanmasına ön ayak olun, toplantılara katılın”, “Ekonomik durumu iyi olanlar tapusunu da alabildiklerine göre bir konut alsın, anavatanda ayak basacak kadar kendi yeriniz olsun”, “Kardeş köyler, kardeş kentler oluşturalım”, “Akraba ilişkilerini geliştirelim”, “İmkanı olanlar iş kursun” gibi gerçekleştirilmesi dönüş ön koşuluna bağlı olmayan çağrılara dönüşün kitleselleşemediği, şartların oluşmadığı, maaşların azlığı, ülkenin yerleşmek işin güvenilir olmadığı gibi yanıtlar verir, anavatanın kendileri için yaşanır bir ülke haline gelmesi için de anavatan kesiminin neler yapması gerektiğini bir güzel sıralarlar.

Katkıya her çağrıyı “pılınızı pırtınızı toplayıp hemen dönmelisiniz” denmiş gibi algılarlar.

İşte sayın İnam'da bu yaklaşımların nedenin bilimsel açıklamasını yapar:

“Konu anlamaktan açıldığına göre, anlama korkusu diyebileceğim, belki Batı dillerinde karşılığının comprehension-phobia olabileceği bir duygudan, bu duygunun yaşandığı durumdan söz etmeliyim. Karşı çıktığımız, beğenmediğimiz görüşleri anlamaktan korkabiliriz.

Anlarsak, karşı çıktığımız düşünceyi kabul edeceğimiz korkusudur bu. Düşmanımızı anlamaktan korkabiliriz: Anlarsak ona hak vermek zorunda kalacağımızı düşünürüz. Anlama korkusu da, bizi daraltan, sığlaştıran bir duygudur. Anlama cesareti, anlama yiğitliği, şu düşmanlıklarla dolu dünyamızı daha yaşanır hale getirmede büyük bir güç olabilirdi, yine de olabilir.”

Evet, ne yapılıp ne edilse de nasıl anlatılsa da arkadaşlarımızın Dönüşü anlamamakta ısrar etmelerinin nedeni, anladıklarında kabullenecekleri korkusu ve bu kabulün de kendilerine eleştirinin ötesinde bir sorumluluk yükleyeceği, mutlaka katkıda bulunmak zorunda kalacağı, çok boyutlu dönüş programına olanakları ölçüsünde katkıda bulunmadıklarının utancını yaşayacakları, toplum gözünde değer yitirecekleri bilinci olamaz mı sizce de?

Ne dersiniz?