“Kişi anlamaktan korkar mı?
Herkesler dinlediğini, gördüğünü, okuduğunu anlama
çabası içinde değil mi?” dediğinizi duyar gibiyim. Ancak
bilim kimileyin anlamaktan korkulabileceğini söylüyor.
Sayın Prof Ahmet İnam Okumak adlı Akşam’da yayımlanan
yazısında bu konuda bakın ne diyor:
(…)
“Okuruz anlayamayız, alfabesini bilsek de, bilmediğimiz
bir dilin.
Okuruz anlayamayız, dilini bildiğimiz halde konusu
hakkında bilgimiz olmayan bir metni. (Örneğin, katı hal
fiziğini bilmiyorsak, bu konuda yazılmış bir teknik
yazı, ana dilimizle de anlatılmış olsa, bizim için
anlaşılmaz olur.)
Sayın İnam bu yazısında, okuduğumuz bir şiirin tüm
sözcüklerinin anlamını bildiğimiz, dahası tek, tek
dizelerini anladığımız halde şiirin bütünü ile ne
anlatmak istediğini anlamayabileceğimizi vurgular,
anlamadığımız halde anlamış görünmenin tehlikelerinden
de söz eder.
Bense yazının kimi tümcelerini okuduğumda, “dönüş
karşıtı olmamalarına karşın” nasıl anlatılırsa
anlatılsın dönüşü anlamayanları, çalı dolanır gibi
dönüşü dolananları düşünmezlik edemedim. Evet, yazının
bu bölümü böyleleri için yazılmıştı sanki.
Örneğin;
Dönüş düşüncesinin sürgünün ilk günlerinden beri var
olduğunu, ilk dönüşçülerin Çarlık Rusya’sı ve Osmanlı
işbirliği ile engellendiğini, yine de bireysel
dönüşlerin gerçekleştiğini, defalarca okumuş belgelerini
görmüşlerdir. Buna karşın daha dün başlamış gibi dönüş
üzerine yazar konuşurlar.
Anavatana anavatan olduğu için, diasporanın anavatana,
anavatanın da diasporaya muhtaç olduğu için dönülmesi
gerektiğinin altı çizilir. Yanıt anavatanın yaşanılır
bir ülke olmadığıdır.
Anadilin korunup geliştirilebileceği tek yerin anavatan
olduğu bilinir, kendileri de itiraf ederler. Ancak
nedense, dil eğitimine nasıl katkıda bulunabileceğini
değil sadece yetersizliği çiklet gibi çiğneyip dururlar.
Sorunların ana nedeninin nüfus azlığı olduğunu bilir,
zaman, zaman çarenin dönüş olduğunu da söylemek zorunda
kalır, ancak dönüş olmasın diye de neredeyse özel çaba
gösterirler.
Dönüş yapmadıkları için kendilerine küsülmediğini bilir
buna karşın dönüş yapmayanların ötelendiklerini,
eleştirildiklerini yazıp dururlar.
“Tatile gelin”, “Bir kez olsun anavatanınızı görün”,
“Kültürünüzü seviyorsanız, kültür çalışanlarına katkıda
bulunun”, “Eğitim gören öğrencilere yardımcı olun”,
“Aynı meslekten olanların toplanmasına ön ayak olun,
toplantılara katılın”, “Ekonomik durumu iyi olanlar
tapusunu da alabildiklerine göre bir konut alsın,
anavatanda ayak basacak kadar kendi yeriniz olsun”,
“Kardeş köyler, kardeş kentler oluşturalım”, “Akraba
ilişkilerini geliştirelim”, “İmkanı olanlar iş kursun”
gibi gerçekleştirilmesi dönüş ön koşuluna bağlı olmayan
çağrılara dönüşün kitleselleşemediği, şartların
oluşmadığı, maaşların azlığı, ülkenin yerleşmek işin
güvenilir olmadığı gibi yanıtlar verir, anavatanın
kendileri için yaşanır bir ülke haline gelmesi için de
anavatan kesiminin neler yapması gerektiğini bir güzel
sıralarlar.
Katkıya her çağrıyı “pılınızı pırtınızı toplayıp hemen
dönmelisiniz” denmiş gibi algılarlar.
İşte sayın İnam'da bu yaklaşımların nedenin bilimsel
açıklamasını yapar:
“Konu anlamaktan açıldığına göre, anlama korkusu
diyebileceğim, belki Batı dillerinde karşılığının
comprehension-phobia olabileceği bir duygudan, bu
duygunun yaşandığı durumdan söz etmeliyim. Karşı
çıktığımız, beğenmediğimiz görüşleri anlamaktan
korkabiliriz.
Anlarsak, karşı çıktığımız düşünceyi kabul edeceğimiz
korkusudur bu. Düşmanımızı anlamaktan korkabiliriz:
Anlarsak ona hak vermek zorunda kalacağımızı düşünürüz.
Anlama korkusu da, bizi daraltan, sığlaştıran bir
duygudur. Anlama cesareti, anlama yiğitliği, şu
düşmanlıklarla dolu dünyamızı daha yaşanır hale
getirmede büyük bir güç olabilirdi, yine de olabilir.”
Evet, ne yapılıp ne edilse de nasıl anlatılsa da
arkadaşlarımızın Dönüşü anlamamakta ısrar etmelerinin
nedeni, anladıklarında kabullenecekleri korkusu ve bu
kabulün de kendilerine eleştirinin ötesinde bir
sorumluluk yükleyeceği, mutlaka katkıda bulunmak zorunda
kalacağı, çok boyutlu dönüş programına olanakları
ölçüsünde katkıda bulunmadıklarının utancını
yaşayacakları, toplum gözünde değer yitirecekleri
bilinci olamaz mı sizce de?
Ne dersiniz? |