|
|
|
|
|
BELLEĞİMDEKİ ARDZINBA |
02.03.2010 |
|
|
Dr. MEŞFEŞŞU
Necdet Hatam |
|
|
Anavatana dönüşüm on Mayıs
1992. Dönüşümün ilk dört ayı Haḉel Adigey’de konuktum.
Yani Gürcistan’ın Abhazya’ya saldırdığı 14 Ağustos 1992
günü hala otelde idim. İki gözlü odamın oturma bölümü
alabildiğine hareketliydi o gece. Gelenler, gidenler
konuşmalar, öneriler kararlar. Özellikle de telefonlar…
Haḉeş Adigey’deki odam dünyanın birçok köşesindeki çok
hareketli, çok endişeli mekanlardan biriydi. Çerkes'in
bulunduğu hemen her ülkeden arıyordu dostlar.
Korkularını, endişelerini belirtiyor “ne olacak” diye
soruyorlardı. Bilgi edinmek istiyorlardı. Gerçekte
bizlerdeki bilgi de yeterli değildi. Bizler de endişeli
idik. Ancak Adigey’den xase üyelerinin mutlaka yardıma
gidilmesi gerekliliği ile biten konuşmaları, kararlı
tutumları umudumuzu büyütüyor, zaferin bizim olacağına
inandırıyordu bizleri. Arayanları dostları da bu inanç
ve coşku ile yanıtlıyordum…
Rahmetli Yasin Çelikkıran'da o günlerde Maykop’ta idi ve
aynı otelde kalıyordu. O da izliyordu konuşmaları,
hareketliliği, telefon görüşmelerini… Epeyce bir süre
izlemede kaldıktan sonra kaygı, korku, coşku, umut ve
inancın her rengini yansıtan bir yüz ifadesi ve sesle
“Artık hiç korkmuyorum. İnanıyorum sonuç mutlaka
lehimize olacak, mutlaka güzel olacak'' demişti.
Dönemin Adige Xase Başkanı ABREC Almir ve Yönetim Kurulu
Üyesi XEKUJ Adam'da o gece görüştüğümüz sorumlulardan
ikisi idi. Bu arada BİDANUK Nihat Nalçik ile görüşmüş
otuz beş kişilik ilk gönüllü grubun gece on iki gibi
yola çıkacağını öğrenmişti. Hemen ilk gruba katılma
kararı aldık. Nihat’la birlikte ikimiz kafileye
katılacaktık, kalan arkadaşlar da gönüllü
toplayacaklardı… Öyle de yaptık sabah saat altı gibi
kafileye katıldık… Naçik’ten yola çıkanlar arsında bir
yıl kadar önce Bandırma yöresinden anavatana
uğurladığımız rahmetli Esat Cankurt’un görmek sürpriz
olmamıştı benim için.
Sadece bizler değil Abhazya’nın Rusya tarafını da
kontrol eden Gürcü milisleri de ilk günün şaşkınlığını
daha üzerlerinden atamamışlardı. İnturistten alınan
otobüsümüz Gürcü milislerce aralıklarla dört kez
durdurulmuş ancak, Abhazya’da dinlencede olan
çocuklarımızı getirmek üzere gittiğimiz gerekçesini,
yolculuğumuza izin vermeleri için yeterli saymışlardı.
Milislerin izni otobüsümüzün uzaktan açılan ateşle taciz
edilmesini engellememişti. Yine de kazasız Gudawıte’ye
varmıştık.
“İlk günün kaygıları, şaşkınlığı sinmişti cephede olup
bitenleri bilmeyen kentte kalmışların yüzlerine… En
önemlisi silah, cephane yokluğu idi… Tek silahı su
matarası olan askerler de görmüştük örneğin.
Aynı gece Guıdawıte’de gördük ilk kez Ardzınbe’yi. İlk
gönüllü grubu karşılamaya gelmişti. Gruptakilerden çoğu
ile önceden tanışıklığı dostlukları vardı… Daha sonra
savaş sırasında savaştan sonra da görüşmelerimiz oldu
Ardzınbe ile. DÇB sorumluları olarak ziyaretlerimizde
kimileyin çalışma odasında kabul etti, kimileyin de
yazlığında ağırladı… Hemen her görüşmemizde aramızda
eski dostlarından en az birkaç kişinin bulunuşu ve benim
Rusça bilmeyişim ilişkilerimizi sınırladı ise de
defalarca aynı mekanda bulunduk, kucaklaştık.
Buna karşın Ardzınba’nın az sayıda olmayan bu yakın
görüşmelerimizdeki görünümünden çok savaşın üçüncü günü
halka yaptığı konuşmadaki görüntüsü belleğime çakılı
kaldı. Abhaz, Abhazya, Ardzınba adlarını duyduğumda ya
da ulusal mücadeleyi çağrıştıran her konumda
Ardzınba’nın o vakur o inançlı o karizmatik, o güven
veren görünümü gelir gözümün önüne… Yeniden yaşarım o
günleri… Çaresizlikten kaynaklanan kaygının, korkunun,
umutsuzluğun, bir anda umuda güven duygusuna coşkuya
dönüştüğü halkı sarıp sarmaladığı o anı yeniden yaşarım…
Evet, savaşın üçüncü günü idi. Rusya Federasyonu'nun
çeşitli cumhuriyetlerinden parlamento üyeleri, hükümet
yetkilileri gelmiş Abhazları, elbette ki lider
Ardzınba’yı Gürcülerle barışa, özünde teslime
zorluyorlardı. Kapalı kapılar ardında konuşulanları
gerçek boyutları ile bilemezdik. Ancak fısıltı
gazetesinin her kulağa fısıldadığı şey Ardzıba’ya baskı
yapıldığı idi..
Bu konuşma, Abhazya halkına topluca ilk seslenişi idi
büyük liderin. Konuklar da dinleyiciler arasında idi.
Yüksekçe bir yerden seslenmişti. Her birimiz onu rahatça
görebiliyorduk… Konuştukça topluluk içten içe
hareketleniyor, güven dalga, dalga yayılıyordu.
Ve vurucu son cümleler…
“İnsanımızın yeterli olmadığı söyleniyor… Güçsüz
olduğumuz söyleniyor… Yenilmemizin mukadder olduğu dile
getiriliyor… Bunların hepsinde doğruluk payı olabilir.
Gerçekten cephede yenilebiliriz de… (sözünün burasında
dağlara bakıp, gözleri vücudu ve sağ kolu ile dağları
tarayıp yüzünü tekrar topluluğa dönüyor. Sağ eli arkada
dağları gösterirken) Ancak bu dağlar bizim, bizim
dağlarımız. Şu biline ki cephede yenilsek bile
dağlarımız bizi saklayacak besleyecek, güç verecektir.
Kendi dağlarımızdan aldığımız güçle de düşmanı
topraklarımızdan temizleyeceğimiz günler gelecektir.
Saygıdeğer halkım, sevgili halkım hiç kuşkunuz olmasın
zafer bizimdir, bizim olacaktır…”
Ve zafer bizim oldu…
Vladislav Ardzınba'da tarihin onur sayfalarındaki yerini
aldı.
Vizyonun önderlerimize vizyon, yaşamın önderlerimize
örnek olsun
büyük tarihçi, büyük komutan, büyük politikacı, büyük
lider ve elbette ki büyük insan Vladislav Ardzınba…
Ruhun Şad Olsun! |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|