“Gelceklenmiş Geçmiş...
Geçmişi yorumlamak geleceğimizi kurmak için önemlidir.”
Ahmed İnam
Ünlü ozan-yazarımız MEŞHEBE İshak’ın. yetmişinci yaşını
kutladığımız günlerde şiirlerinin, özellikle “Xıway”
poeminin beni sürüklediği duygu fırtınasını anlatmaya
çalıştığım uzunca bir yazı yazmıştım. Yazı çok sevilmiş
Zequeşnığ, Adige Mak, Adige Psalh ve çevirisi de
cumhuriyetlerimizde çıkan Rusça gazetelerde
yayımlanmıştı. Daha sonra da Adigey Tv. şimdilerde arada
bir Nart Tv'de yayımlanan ve Dönüş Tv sürekli
izlenebilen bir program çıkarmıştı yazıdan...
Bu yazının şöyle bir paragrafı var çok
sevdiğim:
“ Sıdiğua bcıre txılhım: wısem nah wıziğatxherer,
wızız’eḉilhherer? Qızeresş́öş́ıremḉe txaḱuem
qıtxıharem yeplhıḉew fıriemre: we wiyeplhıḉere zetéfe
zıxhuıḉ... Wıguı qéuemi wıbze qımıhırer, nah zeğefağew,
nah daxew, nah wıriğeguıpşısew qıuağe zıxhuıḉ...
Wızığeguımeḉıre wızézıdzere uefığuexer zeş́uexığen
zerilheḉışt ğueguıpexer zıwiğelheğuıḉ... Yeplhıḉew
wiemḉe nah téwbıtağe wiğeş́ew wıziğeguışxueḉ...”
“Okuduğun bir kitap ne zaman daha bir
mutluluk verir sana, ne zaman tutsak eder seni? Öyle
sanıyorum ki yazarın olayları tanımlarkenki bakış açısı
ile senin bakış açın çakıştığında, düşündüğün halde
dile getiremediğin konuları daha güzel daha düzenli daha
düşündürücü olarak dile getirdiğinde… Seni sağa sola
savuran sorunların çözüm yollarını gösterdiğinde...
Ayırdında olamadığın bir konun ayırdına varmanı
sağladığında... Görüşlerinin doğruluğuna seni daha bir
inandırdığında, bundan coşku duymanı sağladığında..”
Son yıllarda kadim dostum Sayın Prof. Dr.
Balkancı’nın bana tanıttığı, tanıttığı için de
kendilerine müteşekkir olduğum bir yazarın, Prof Ahmed
İnam’ın hemen her yazısında bu duyguları yaşıyorum.
Sayın İnam’ın halen CC arka sayfalarında bulabileceğiniz
“Tarih Geleceğe Yazılır” adlı yazısı da bizce anlam
yüklü, akıl yüklü, yol gösterici, yeniden yeniden
okunması gerekli bir yazı... Son günlerde Akşam’daki
köşesinde yayımlanan iki yazısının da geçmişini
unutamayan, günümüzde geçmişini yaşamaya çalışan,
geçmişsiz bir gelecek düşleyemeyen herkesleri sarıp
sarmalayacağını düşünüyorum.
Sayın İnam’ın bu yazıları da beni sarıp
sarmaladı, rüzgarının önüne kattı, geçmiş, günümüz ve
gelecek kurgumuz arasında savurup durdu. Yazıların
önemsenemeyecek, şöyle bir göz atılıp geçilecek tek bir
cümlesi, tek bir sözcüğü yok gibi...
Okuduğunuzda göreceksiniz yazılar, hep geçmişi anan,
geçmişte kalmış, salt geçmişi ile öğünen, mutluluğu
başka halkları küçümsemekte bulan, sadece geçmişimizin
değil günümüz gerçeklerinden de kaçan, geleceğimizi
kurgulama çabası içinde olmayanlarımızın durumunu
anlatıyor sanki. Unutulamayacağının, yok
sayılamayacağının altını defalarca çizdiği geçmişi
unutmak, unutturmak değil sayın yazarın önerisi:
”(...) Yiten geçmiş, geçmiş değildir. Şimdiye
uzanamayan, bize ulaşamayan! Geçmiş şu ana ulaşıyorsa
geçmiştir. Etkileyebiliyorsa, bizimle bir diyalogu varsa
biz ona, o bize seslenebiliyorsa. 'Bizim ona
seslenmemiz' sözünden, geçmişten gelen sesi duyup ona
yanıt vermemiz, geçmişte olanlara yorum katma olgusunu
anlıyorum. Geçmişini doğuramayan, geçmişine
seslenemediği, onu yorumlayamadığı için geçmişini ölü
doğuran, geçmişinin enkazı altında kalmış, geçmişten
kopmuş, geçmişiyle beslenememiş, beslenemeyen,
beslenmekte olmayan kültür, ölmekte olan kültürdür.
Yazarın yanlış bulduğu geçmişin geleceğe
kelepçe vurmasıdır. Gelecek beklentilerinden bağımsız
ele alınmasıdır. Alınabileceğinin sanılmasıdır. Sayın
İnam, gelecek kurgusu ve kurgunun başarısı için
“geçmiş”in doğru anlaşılması, özellikle de doğru
yorumlanması gerektiğinin altını çizer ve birbirinden
farklı üç geçmiş algısı tanımlar:
1) Üzerimize abanan geçmiş,
2) Keşfedeceğimiz Geçmiş,
3) İcat edilecek Geçmiş
“1) Üzerimize abanan geçmiş;
Bizi durduran, elimizi kolumuzu bağlayan, sarıp
sarmalayan, kımıldatmayan, zincirleyen, tutsak edici
geçmiş.
Bu geçmiş, bizi etkileyen ama bizim onu
etkileyemediğimiz geçmiştir. Olumsuz anlamıyla, bu kara,
bu 'meş'um' geçmişin en azından beş ayrı etkisinden söz
edebilirim,
1.1) Bir
yara olan geçmiş: Bireylerin ya da toplumların
tarihlerinde sürekli olarak kanayıp bir türlü
iyileştirilmeyen bir yara gibi yaşanan geçmiş, bizde;
intikam, hınç, suçluluk, kıskançlık ve umutsuzluk
duyguları yaratabilir. Abanan geçmiş, örneğin Batı
kültürünün köklerinde bulunuyor; ilk günah duygusuyla.
Abanan geçmişin 'yaşadığımız şimdi'de oluşturabileceği
olumsuzlukları yorum gücümüzle alt edebiliriz. Geçmişten
kaçtıkça, geçmiş bizi kovalar; kovaladıkça paradoksal
bir deyişle geçmişimizle buluşamayız, onunla
yüzleşemeyiz, barışamayız, ona gidemeyiz, 0nu geleceğe
götüremeyiz. Geçmiş bizi kovaladıkça, şimdiye tıkılırız,
sıkışırız. Şimdiyi yorumlamaktan aciz, geçmiş bağımlısı,
geçmiş korkağı, geçmiş; tutsağı biri oluruz: Ölüm
tutsağı!
1.2) Bir
özlem olan geçmiş: Adını hepimiz biliyoruz artık.
Nostalgia. Geçmişin abartılıp bir daha geri gelmemek
üzere yitip gittiğini, böylesine 'anlı şanlı' neredeyse
bir cennet olan geçmişten giderek uzaklaştığımızı, bir
daha böylesine yetkin bir geçmişe sahip olamayacağımızı
bize düşündüren duygularla yaşanan geçmiş. Bir özlem
olan geçmiş, gidip görüp şimdiye hele hele geleceğe
götüremediğim, hiçbir zaman da getireceğimi düşünmediğim
geçmiş olduğu için 'abanan' geçmiştir, durdurucu
geçmiştir. Övünüp övünüp de geleceğe taşıyamadığım
geçmişim beni ezer. Hamasi avunmaların, boş
böbürlenmelerin, hastalıklı bir koruma mekanizmasıyla
kendimden saklamaya uğraştığım gerçeklerle yüzleşmemi
engellediğini unutmamam gerekiyor.
Geçmişleri belirleme çabamızı gelecek yazımızda
sürdüreceğiz.
1.3) Utanılan Geçmiş:
Saklanılan. Söylenmeyen. Üstü örtülen. Gidemediğim
geçmiş. Yüzleşmekten korktuğum. Hesaplaşmaktan. Ben
geçmişe gidemezsem, gidemediğim geçmişi de yok sayarsam
geçmiş farkına varmadan üstüme gelir; sanki bir
'hortlak' olarak 'şimdimde' dolaşır. Geçmişten kaçış
yok. Üstü örtülmüşse de, örtüyü kaldırma yürekliliğini
taşımadıkça geleceğe yürüyüşümüz, sendelemelerle,
düşmelerle, tuzaklarla dolu olur.
1.4) Yok Sayılan Geçmiş: Önü kesilmiş, akışı
durdurulmuş, şimdiyle arasına uçurumlar konmuş, surlar
çekilmiş geçmiş. Oysa geçmiş durdurulamaz. Biz ona
gitmesek de o bize gelir. Kimse, hiçbir kültür geçmişini
yok sayamaz. Saysa ne olur? Geçmişiy1e farkına varmadan
yaşar. Bilinçsizce yaşar. Farkına varmaktan korkma,
farkına varmayı erteleme, geçmiş-simdi-gelecek arasında
kurulacak bütünlüğün parçalanması anlamına gelir. Yok
sayılan geçmiş, geçmişin farkına varmadığımız tehdidi
demektir. Bir benzetmeyle: Bedenimizin bir bölümünü yok
saymak demektir. Oysa yok saydığımız şey oradadır.
Özgür, yapıcı, kurucu, kurgulayıcı seçenekler bulucu,
yenilikler oluşturucu bir insan yaşamı için yok sayılan
bir geçmiş büyük bir ayıptır.
1.5) Pişmanlık Duyulan Geçmiş: Keşke yapmasaydık
dedirten. Neden yapmadık? 'Keşke yapmasaydık, neden
yapmadık' yaşantısı, geçmişe gitmemizi engelliyorsa,
sağlıklı değil. Şimdiden geleceğe uzanmamızda
zorluklardan, sorunlardan kaçışa olanak sağlıyorsa,
'sığınılan bir avuntu' ise geçmişi ağır bir yük olarak
sırtımıza vuruyorsa tehlikeli.
Geçmişin olumsuzluklarından öğrenmeliyiz. Ölmüş, bitmiş,
yaşamayan geçmişe değil, yaşayan bizi geleceğe taşıyacak
geçmişe gidiyoruz. Gidip geleceğe getireceğiz geçmişi.
2) Keşfedeceğimiz Geçmiş:
Üzerimize abanan, tutsak edici geçmişten farklıdır.
Geçmiş artık bizim için bir yük, bir zincir, bir
tutsaklık değil, bir olanaklar alanıdır. Oradadır.
Yaşayandır. Doğrusu; biz ona gidebilirsek yaşayacaktır.
Eremezsek. Yoktur, ölüdür. Dokunmamızı bekler. İzini
sürmemizi ister. Görülmeyi. Görür, onu zaten gelmiş
olduğumuz geleceğe taşırız. Şimdinin dar kalıpları içine
takılmışsak görüşsüz, umutsuz, düşsüz, hayal düşkünü,
yaşama yorgunu, umut bıkkını, karamsar, özür bulucu
(eleştirel olmakla özür bulmayı karıştırmamak gerek!)
isek 'bizden adam olmazcı' isek bizden adam olmaz.
Geçmişin olanağını kullanmayı bilmektir, geçmişten
devşirebilmek. Oysa geçmiş bir olanak olarak algılanmaz
pek, 'bitmiş'tir; artık ona bir şey yapamadığımızdır.
Geçmişe yapabileceklerimizdir, geçmişin olanağı. Geçmişe
gider onunla karşılaşır, yüzleşir, söyleşir,
hesaplaşabiliriz. Neden? Çünkü gelecekten geliyoruzdur.
Geçmişin bizimle geleceğe gelmesine çalışıyoruzdur; ne
kadarı, nasıl gelebilir; bu, çabalarımıza, geçmişin
gelecekle ilişkisine, geçmişin kendine özgü yapısına
bağlıdır. Geleceğin ışığını, geleceğin
(geçmişin olsa gerek n.h.)
karanlığına tutabiliriz. Belgeler
aydınlanır, arşivler tozlarından arınır, unutulmuş,
çözülmemiş metinler ortaya çıkar, henüz ortaya
çıkmamışların izleri sürülür.
Geçmişimizdeki yitikler aranır; metinler,
belgeler, kalıntılar, işaretler... Bulunanlar okunmaya,
yaşayan dillere, dilimize aktarılmaya çalışılır.
Çözümlemeleri yapılır, tartışmalı noktaları gün ışığına
çıkarılır, metinler, belgeler arasındaki ilişkiler ağı
kurulur. Bu ağ sürekli olarak gözden geçirilir,
yenilenir, yeni ağlar oluşturulur. Geçmiş orada, bir
ortamdır; gidilir, aranılır, görüşülür, bulunulur,
keşfedilir. Bu keşif, Gazali'nin deyimiyle 'mukaşefe'
ile tasavvufi anlamıyla olmasa da, 'keşefe' fiilinin
anlamları içinde, geçmişe tutacağımız ışıkla
olanaklıdır.
3) İcat Edilecek Geçmiş:
Geçmiş nasıl olur da icat edilebilir diyeceksiniz.
Hiçbir şey yoktan icat edilmez. Geçmişin belgeleri
üzerine, gelecek bakışıyla kazanılan güç, geçmiş
mucitlerini ortaya çıkarabilir. Geçmiş mucitleri mazinin
keşfedilmiş, gözden geçirilmiş, irdelenmiş, eleştirilmiş
belgeler üstünde kurgulama yaparlar. Geleceklenmiş
geçmiştir bu: Yaşayan geçmiş değildir sadece, yaşatan
geçmiştir de. Bir bireyin ya da bir topluluğun ya da bir
toplumun geçmişi olarak onun hayatıyla bütünleşmiştir;
yaşayan bir parçası, ona can katan bir öğesi olmuştur.
Evet salt geçmiş değil,. geleceği kurma
kaygısı olanlarımız için özellikle geçmişi yorumlayış da
çok önemliymiş... Peki bu önemi kavramaya, geçmiş
algımızı, sayın İnam’ın bu yaklaşımı ile irdelemeye,
gelecek bakışının gücü ile geçmiş muctilerimizi arayıp
bulmaya, bilince çıkartmaya ne dersiniz? Ne dersiniz
geçmişimizi, toplumumuzun hayatına can katan bir öğesi
yapmaya?
Ya da bir soru: “mazinin keşfedilmiş,
gözden geçirilmiş, irdelenmiş, eleştirilmiş belgeler
üstünde kurgulama yapan kendi muctilerini” keşfedemeyen,
geçmişilerini geleceklemeyen toplumlar var olabilir
gelişebilir mi?
Ne dersiniz?
http://www.aksam.com.tr/2010/03/12/yazar/16443/ahmet_inam
/gecmisten_devsirmek.html |