Birgün yazarı sayın Hakan Aksay’dan mülhem bir önceki
yazımda:
“(...) daha güzel bir gelecek için; halkımız adına,
halkımız için, anadilimizin yaşatılıp geliştirilmesi
için, uluslaşmamız için, özetle halkımızın mutluluğu
için söz söyleyenlerimizin, yazanlarımızın, örgütlerde
sorumluluk alanlarımızın, etkinliklerde bulunanlarımızın
mutlaka ama mutlaka poligraf-yalan makinesi ile
denetlenmemizi gerekli görüyor, zorunlu buluyorum.
Halkımızın kaderini belirlemeye soyunmuş, bedel ödemeye
hazır şahsiyetlerimiz de bu uğurda ölümü bile göze
aldıklarına göre bu kadarcık sıkıntıya katlanacak,
kendilerine olan güvenle de poligrafi-yalan makinesi ile
denetlenmekten kaçınmayacaklardır” demiş, soruların
hazırlanması konusunda yardım ve katkı dileğinde
bulunmuştum. Sonuç dilediğim gibi değil, beklediğim gibi
oldu ve hiç öneri gelmedi.
İş başa düşmüştü. Anlaşıldı ki, soruları da kendim
hazırlayacaktım. Derken, 07 Temmuz 2010’da, TBMM’nde
yaşanan olay imdadıma yetişti, soru hazırlamama da yalan
makinesine de gerek kalmadı.
Sanal kahramanlarımızın olayı anımsamak
istemeyeceklerini bilmiyor değilim. Çünkü böylesi
durumlarda ruhsal savunma mekanizmalarından biri, “yadsıma-inkar”
devreye girer. Yadsıma, kişinin bilinç dışı bir işlemle,
dayanılması zor kaygı ve çatışma duygularını, bunları
doğuran olay ve eylemleri bilmezlikten gelmesi,
unutması, anımsamamasıdır. Dahası kişi, olayı anımsatana
kızabilir de. Çünkü doğrudan kendisini ilgilendirmesine
karşı olayın gerektirdiği tepkiyi vermemiş,
verememiştir. Söylenmesi gerekeni söyleyememiş yapılması
gerekeni yapamamıştır. Gereken tepkiyi verememiş olmak
takdir edeceğiniz gibi son derece rahatsız edici bir
duygudur. Dolayısı ile kişi kimileyin, olayı anımsamak
bir yana belleğine bile almaz.
Ayrıca bilindiği gibi sanal kahramanlar sadece günümüzün
değil, her dönemin gerçeği. Kendileri sanal, yani
yalancı ama varlıkları da bir o kadar gerçek.
Yazdıklarımızın doğrulanması için on yıllar öncesine
gitmeye, derneklerde, dergilerde gürleyenlerin nasıl çok
kısa bir sürede yok olduklarını araştırmaya, söyleyip
yazdıklarının tam tersi davranışlarda bulunduklarını
belgelemeye de gerek yok. İnternetin moda olmasından bu
yana web sayfalarından, platformlardan akıp giden
hamaset destanlarını yazanları, eleştiri yapıyorum diye
küfredenleri anımsamanın, kanıt için yeterli olacağını
sanıyorum.
İşte, her dönemin gerçeği sanal kahramanlarımızın, bu
“önemli şahsiyetlerin” benliklerinin bu ruhsal savunma
mekanizmalarına neden gereksinme duydukları konusuna
yıllar önce de sayın Fahri Huvaj’ın sorumluluğunda
yayımlanan “Yamçı” nın 1977-78; 7-16 birleşik sayısında,
Psemıt mahlası ile şöyle değinmiştim:
“(...) İnsan ruhu kendini eleştirmekten, kusurlu
görmekten sürekli olarak çekindiğinden bu gerekçeleri
bulacaktı Özellikle toplumun suçlamalarından,
alaylarından korktuğu için. Ruhun parçalanmamak için
geliştirdiği bir savunma mekanizmasıydı bu. Psikiatride
“akla uydurma – rasyonalizasyon” (olgumuzda
yadsıma) deniyordu buna. Ters davranışta bulunan
kişi, ancak bu mekanizma sayesinde kendisini gerçekte
olduğundan daha içten daha onurlu, daha güçlü ve daha
saygın biri sanacaktır. Bu akla uydurma (bu
olguda yadsıma) kimileyin o kadar ileri gidecektir
ki Sayın Prof. Dr. Rasim Adasl’ın dediği gibi “ ortaya
çıkmış fikrin ana kaynaklarını kişinin kendisinin bile
bulabilmesi olanaksızdır.
Sence kimilerinin ulus yararına çabalarda bulunmak
amacı ile gerçekleştiremeyecekleri gün gibi açık olan
kimi kararlara varmalarının temelinde yatan yine bu
ruhsal savunma mekanizmasıdır.
Öyle ya, gerçekleştirilmesi olanağı yüzde yüz olan bir
karar alıp gerçekleştirmemek... Bundan daha onur kırıcı
bir şey olabilir mi, kendini öncü sayan bir grubun
üyeleri için . Kararlaştırılan, yapılabileceği de kesin
bir işi yapmamak da yapamadığını itiraf etmek de önce
kendi gözünde, sonra toplum gözünde saygınlığını
yitirmesine neden olmayacak mıdır? Onurun, saygınlığın
kurtuluşu, ulus yararının kuramsal tartışmalarda
olduğuna kendini inandırmasındadır ve kendilerini bu
inanca o kadar kaptıracaklardır ki, temelinde, belki
birazcık korku, tembellik ya da azıcık eğlencelerinden
fedakarlık edemediğinin yattığının hiçbir zaman farkına
varamayacaktır.”
Ben bugün de her gerçek aydınlarımızın, demokrat
değilken demokrasi havarisi kesilenleri, bedelin en
küçüğünü ödeme riskini göze alamazken, her köşesinde
ölümün pusu kurduğu bilinen bir mücadeleye hazır
olduklarını yineleyip duranları, özetle sanal
kahramanları, halkımızın tanımasına, ayıklamasına
katkıda bulunma sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Çünkü,
ayaklar yere basmadığında, bulutlar üzerinde gezinilen
düşler dünyasından, gerçekler dünyasına inilmediğinde,
bilgisayar oyunlarına benzer oyunlardan
vazgeçilmediğinde başarı da sanal kalacak hiçbir şekilde
de gerçekleşmeyecektir...
Peki olay mı ne:
TBMM’nin 07 Temmuz 2010 günkü oturumunda BDP
Milletvekili Sebahat Tuncel, Türkiye’de etnik sayım için
meclis araştırması açılması önerisini gündeme aldırmak
ister ve kıyamet kopar. Faşist olmakla suçlanır. BDP
milletvekillerinden Sırrı Sakık olaya karışır.
Küfürleşmeler olur. Büyük usta Aziz Nesin’in “Yaşar, ne
yaşar ne yaşamaz”ı bütün gerçekliği ile yaşanır. Önce
“Demokratik Açılım”a daha sonra “Milli Birlik Projesi”ne
dönüştürülen “Kürt Açılımı”nın, “Türkiye’de
etnisitelerin var olduğunu sözde kabul ama özde yok
saymak” olduğu bütün gerçekliği ile ortaya çıkar. Buraya
kadarı Türkiye gerçeğinin çoktandır bilinen bir yönü...
Olayın, bizi daha çok ilgilendiren yönü ise DTP Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan’ın, TBMM Plan Bütçe
Komisyonu’nun 21 Kasım 2009 günkü toplantısında, Türkiye
İstatistik Kurumu’nun, 2011 yılı sonunda yapılacak
sayımda vatandaşların etnik kökenlerinin tespit edilmesi
önerisinden sonra da yedi Temmuz’daki olaylardan sonra
da ''Türkiyeli Çerkes Çemberini'' kıramayanların
sessizliğini korumaları. Yani ortam, Adigece anlatımı
ile “кIым-сым (ḉım-sım), “къурэ сысырэп (quıre sısırep)”
ya da daha önce de dile getirdiğimiz gibi “ağızları su
ile dolu”, (яжэ псы дэгъэхъуагъ - yaje psı değexhuağ)”
Halbuki sayın AÇMIZ Hilmi, daha dün gibi, bizleri de
doğrudan ilgilendiren RF soydaşlarına ilişkin gelişmeler
bağlamında, Çerkes olarak tescil edilmenin önemini
vurgulamış, kendinizi Çerkes olarak tescil ettirmeniz
çağrısında bulunmuştu.
Peki bu sessizlik şu soruları çağrıştırmaz mı:
Siz ey, “dönüşçülük” oynayan ama bir türlü dönüşçü
olamayan, dönüş ruhunu kavrayamamış (örneğin Sayın KİP
İmdat) Türkiyeli Çerkesler!
Sayınızın ne kadar olduğunu, halkın sosyo-ekonomik
özelliklerini bilmez, Çerkes olduğunuzu tescil ettirme
çabası göstermezseniz eğer, “Dönüşü kitleselleştirmek,
devletler arası platforma taşımak” gibi bir amacınız
olduğuna kimleri inandırabileceksiniz?
Siz ey, Çerkes’i Türkiye etnik mozaiğinin bir rengi
olduğunu sanan Türkiyeli Çerkesler!
Çerkes olduğunuzu tescil ettirme çabası göstermezseniz
eğer, tahayyül edilen mozaikte Çerkes olarak yer almak
gibi bir bir derdiniz olduğuna kimleri
inandırabileceksiniz?
Siz ey, Türkiye’ye temel olduğunu sanan Türkiyeli
Çerkesler!
Çerkes olduğunuzu tescil ettirme çabası göstermezseniz
eğer, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelinde
Çerkeslerin de olduğunu kime anlatabileceksiniz?
Siz ey, “Demokrasi İçin Çerkes Girişimci”si Türkiyeli
Çerkesler!
Çerkes olduğunuzu, sayınızı tescil ettirme çabası içinde
olmazsanız eğer; çağrınızdaki; “Demokratik yeniden
yapılanma sürecinin, sadece belirli bir etnik grubun
siyasi ve kültürel hakları konusuna indirgeyen algıdan
kurtarılıp, tutarlı argümanları ile olması gereken
boyutuna çekilmesi için” söyleminin, “açılım”
adına piyasaya sürüldüğünüzü örtme amacı taşımadığını
kime, nasıl anlatabileceksiniz?
Siz ey, Rusya Federasyonu’na ''Çerkes Soykırımı''nı
kabul ettirmeyi öncelediğini söyleyen ve soykırımı,
RF’nu karıştırmak amacı herkeslerce bilinen kimi
vakıflar ve kendisini RF’na karşı koruyamayan Gürcistan
benzeri ülkelerin yardımları ile RF’na kabul
ettirebileceğini sanan Türkiyeli Çerkesler!
Güvendiğiniz vakıf ve ülkelerin yardımı ile de olsa
Çerkes olduğunuzu tescil ettirme çabası göstermezseniz
eğer, asıl amacının RF’nu karıştırmak olduğunu
saklamayan vakıflarla birlikte olduğunuz sanısının
yaygınlaşmasını nasıl engelleyebileceksiniz?
Siz ey, diasporanın anavatanın kültürel birikimi ile
beslenmediğinde daha büyük bir hızla yok olacağının
bilincinde olduğu halde, Çerkes ulusal sorununu ancak ve
ancak diasporanın hem de Türkiye diasporasının
çözebileceğini savunan Türkiyeli Çerkesler!
Yaşadığınız ülkede Çerkes olduğunuzu tescil ettirme
çabası içinde olmazsanız eğer, iddianızın bir safsata
olmadığını anlatabilecek kimse bulabilecek misiniz?
Siz ey, başarısızlığı tescil edilmiş “halka rağmen halk
için” ilkesini günümüzde, “anavatana rağmen anavatan
için”e dönüştüren, anavatan bekçilerinin görüşünü alma
gereği duymadan çözümün “Bağımsız Çerkesya” olduğunu ve
haklarını söke söke alacakları rüyası gören, kendisini
diasporaya mahkum etmiş “yurtsever” Türkiyeli Çerkesler!
Çerkes olduğunuzu tescil ettirme çabası içinde olmaz,
bunun için en küçük bedeli ödeme riskini göze almazsanız
eğer, Çerkes'siz bir Çerkesya’da, Çerkes ulusunu yeniden
inşa edebileceğinize, “Bağımsız Çerkesya”yı uzaktan
kumanda ile kurabileceğinize, “Bağımsız Çerkesya” için,
ödenmesi mutlak, büyük bedelleri göze alabileceğinize,
özetle, kendinizin bile inanmadığı düşlere halkımızın
inanacağını mı sanıyorsunuz?
Sizi bilmem ama ben, Türkiye’de değil bir başka ülkede
yaşıyor olsa da, dahası yıllar öncesi anavatana dönmüş
olsa da Türkiyeli Çerkes çemberini kıramamış Çerkesleri,
hemen yanı başındaki taş parçasını kaldıramazken,
kendisinde var olduğuna inandığı doğaüstü bir güçle
uzaklardaki dağlara yer değiştirtebileceğini sananlara
benzetiyorum. Öyle ya, demokratik açılımın doğal sonucu
olması gereken etnik nüfus sayımın yapılabilmesi,
Çerkesliklerinin tescil edilmesi için gereğini devlete
kabul ettirmeyi dillendiremezken, büyük bedeller
gerektiren eylemleri amaçlamak...
Kimileri saftır bunların ve aradaki çelişkinin ayırdında
değillerdir. Kaldırılması gerekli taş parçalarını
görmez, onlardan hiç söz etmez, dağları da yerinden
oynatabileceklerine gerçekten inanırlar. Ancak
gerçeklere yüz-yüze geldiklerinde, güçlerinin neye yetip
neye yetmeyeceğini anlayacak, akıllı çizgiyi seçecek,
koşulların el verdiğince ayakta kalma mücadelesine
girişecek ya da yok oluşa teslim olacaklardır. Her
koşulda ayakta kalma çabasını seçtiklerinde Dönüşe güç
katacak, yok oluşa teslim olduklarında da daha önce
teslim olmuşlara karışacaklardır. Yok oluşu seçtikleri
için ayıplanmayacak, küçümsenmeyecek, mücadeleyi
sürdürenler için de sorun olmayacaklardır.
Kimileri de riyakardır bunların. Yok oluşa teslim olma
hakları olduğu halde dönüşçü değilken “dönüşçülük”
yapar, demokrat değilken demokrasiyi savunurmuş gibi
yapar, inanmıyorken inanıyormuş görüntüsü verirler.
Dönüş yoluna dikenler döşeyenler bunlardır, sorunumuz da
böyleleri iledir. Sorun dediysem böylelerinin halkımızca
benimseneceğinden, alternatif olabileceklerinden
koktuğumu sanmayın sakın. Ben hayatımın hiçbir döneminde
dönüş dışında hiçbir görüşün halkımızca
benimseneceği kitleselleşeceği korkusu yaşamadım.
Şimdi yaşadığımız, Rus nasyonalistlerin, kendileri de
gerçekçi bulmadıkları bu söylemleri, nüfusça az
halkların haklarını kısma, asimile etme, dönüşü
engelleme politikalarına gerekçe yaptıklarıdır.
Yine de saf mı ya da riyakar mı olduğunuza karar
vermekte zorlanırsanız bir uzmana örneğin sayın KİP
İmdat'a sorabilirsiniz.
Ancak bana sorarsanız, Çerkes olduğunu tescil ettirme
çabası gösteremiyorsanız eğer; dönüşü, bir “dönüşçülük”
oyunu sanacak kadar dönüşün ruhundan uzak, izin
verildiği ölçüde Türkiye mozaiğinin parçası, yok
olduğunuz ölçüde Türkiye’ye temel, gerekli görülen
zaman diliminde göreve sürülen güdümlü demokrat ve de
olmazsa olmaz gördüğünüz mücadele için cepheye gitmeyi
göze alamayacak kadar korkaksınız...
“Haklarımızı söke söke alacağız” benzeri hamaset
yaparak, karalayarak, birbirinizi ağırlayarak,
birbirinize gaz vererek de bu gerçekleri
değiştiremezsiniz.
Bir de öneri:
Çerkes olduğumuzun devletçe kabul edilmesi, tescil
edilmesinin ne denli önemli olduğu ve görüşleri farklı
tüm gruplar için ortak payda olduğu yadsınamayacağına
göre, TBMM önünde etnik sayıma destek mitingi
düzenlensin derim. Böyle bir etkinlik gücümüzü
sınamamıza yardımcı olacağı gibi, ulusal sevgi
konusunda samimi olanların sayısını, kimlerin
ulusalcılığı sadece deplasmanda olursa alkışlayacağını
da ortaya koyacaktır.
Mitingin ilgi görmeyeceği, kalabalık olmayacağı gibi bir
korkuya kapılmayı da yersiz buluyorum. Daha dün 21 Mayıs
Sürgünü anma etkinliğinde on bine yakın farklı
görüşlerden insanımız toplanmadı mı? Buğulu gözlerle
Karadeniz’in karşı kıyılarına bakılmadı mı? Ağıtlar
dinlenmedi mi? Gözyaşları pınar olmadı mı?
Peki “geçmişe ağıt yakmak için” on bine yakın
insan toplanabildiğine göre, “geleceğe temel olacak”
böylesi önemli bir etkinlik için bir araya gelecek
Çerkeslerin sayısı, bir kaç on bin olmaz mı? Bu da dosta
düşmana ne kadar güçlü ve ne kadar önemsenmesi gereken
bir halk olduğumuzu göstermez mi?
Tersi olur, geleceğimizi kurma düşüncesi insanlarımızı
heyecanlandırmaz, miting Kefken’den daha kalabalık olmaz
ise de, kimilerimize derslerle yüklü “arımılh mışaşüem
guaşer şımığeguığ, wiğuıse wışıguığew mışem wémıben –
Prensesi henüz elde olmayan post ile umutlandırma,
arkadaşına güvenip ayı ile boğuşma” atalar sözümüzü,
kimilerimize de “büyük lokma ye büyük söz söyleme” Türk
atasözünü anımsatabilecek ve etkinlik birçok yönden çok
yararlı olacaktır.
Ne dersiniz denemeye değmez mi?
Sonuç:
Halk yararına üretme zahmetine katlanmayanlar, susarak
ya da Rus nasyonalistlerine malzeme olacak söylemlerden
kaçınarak uluslaşma mücadelemize olumlu katkıda
bulunabilirler. |