Son günlerde biliyorsunuz “Eski Yeniyetmeler” çıktı
meydane. Her biri sadece birbirinden değil, herkeslerden
–güya- merdane... “Eski Yeniyetmeler” mi kim?
Aslında çoğu bizlerle aynı ya da bizlere yakın yaşlarda.
Peki niye mi yeniyetme? Akıl baliğ oldukları yıllarda
başka kulvarlarda yüzüyorlardı ya. Havuzlarında su
kalmadığı için çaresiz bizim havuza, suyu olan suyu
çoğalan bizim havuza döndüler ya... Özetle
“yeniyetme”likleri eski olmalarına karşın bizim kulvarda
yeni olmalarından kaynaklı.
Evet, hala yüzülebilecek suyu olan tek havuz ulusal
havuz ve tek kulvar da dönüş kulvarı. Ancak ne
yazık ki pek kurallara uymuyorlar. Hamaset yaparak, hiç
yağmadan sadece gürleyerek düşledikleri bile kuşkulu
sonuçları elde edebileceklerini sanıyorlar.
Örneğin hayatının hiçbir döneminde derneklerimizde görev
almamış, günümüzde bulunduğu kentteki insanlarımızı bile
tanımayan kimileri, somutu bilmediği halkımıza yol
haritaları çizmeye yelteniyor.
Kimileri de “Çırpınırdı Karadeniz...” türküsü eşliğinde
denizin karşı kıyısına bakmak, buğulu gözlerle bakmak,
sadece bakmak için toplanmış on binleri, Taksim’de
yürüyen binleri, silahlı ulusal mücadele timleriymiş
gibi yutturmaya kalkıyorlar. Hedeflerinin “bağımsızlık”
olduğunu yazabiliyorlar. Daha dün yaşanan bağımsızlık
savaşlarında neden silahlarını kuşanıp siperlere
girmediklerinin sorgulanmayacağından emin (hani tencere
dibin kara seninki benimkinden kara örneği) atıp
tutuyorlar.
Örgütçülüğü çok iyi bildiği havasını atan ve onların
örgütçülüğü gerçekten bildiklerine inananlar bu konudaki
en büyük yanlışı yapıyor, yapılanması gereği
yapabilecekleri sınırlı bir STK’yı, DÇB’yi kimileyin bir
parti, kimileyin bir ordunun yapabileceklerini yapmadığı
için eleştiriyorlar.
Yani, derneklere ilişkin yasaları farklı, farklı dil ve
kültürlere yaklaşımları benzemez, demokrasi anlayışları
örtüşmez ülkelerde kurulu derneklerin üst örgütü DÇB’nin
politik örgüt olma yolunda atacağı ilk adımın kendisini
dağıtma sürecinin de ilk adımı olacağını bilmeyecek
kadar örgütçülüğe uzaktırlar. Özetle az bildikleri
konularda derin süsü verilmiş görüşler ileri sürerler.
Bunları da “tabii yersen” diyen şu ünlü fındık
reklamında olduğu gibi bizlerin yutmasını beklerler.
Bu arkadaşlarımızın bir diğer özelliği ünlü
jargonlarıdır. Nasıl yer etmişse belleklerinde şöyle iki
cümlecikte tanırlar birbirlerini. Aslında geçmişte
olduğu gibi şimdi de ayrıdır dünyaları. Tartışma konusu
somutlaştığında anlaşamayacaklarını kendileri de
bilirler. Bir tek acıları ortaktır bunların. Daha önce
yüzmeye çalıştıkları havuzlarının susuz kalmış olması.
Çektikleri ortak acı ile ayrı şeyleri terennüm eder ama
yakın dururlar birbirlerine ve de ağırlarlar
birbirlerini...
En mahir oldukları konu geçmişi bilmedikleri halde
biliyormuş gibi görünebilmeleridir. Eleştirmek
istedikleri konuları bu arada ruhunu anlamadıkları
dönüşü, eleştirilerinde haklı çıkabilecek şekilde
tanımlarlar. Dönüşün ‘D’sini kavramamış dönüşçü
geçinenlerin söz ve eylemlerini ‘dönüş’e yamamaya
kalkarlar. Nüfusları, örgütlülükleri, güçleri en
önemlisi sorumluluk anlayışları, bedel ödemişlikleri,
halkın, ulusal sorununu sahiplenmesi konularında
Çerkeslerle kıyaslanamayacak olan Kürtlerin, bağımsızlık
hedefini yanlış -ki ben de yanlış buluyorum- bulur ama
kendi halkımız için bağımsızlık çığırtkanlığı yaparlar.
Bir de Allah var, dün yazdıklarını bugün unutsalar da
kalem erbabıdırlar. Yalanı-doğruyu, düşü-gerçeği
karıştırır, kimselerin yazmadığını yazıyormuş edası ile
yazarlar da yazarlar. Kendileri okumadıkları, okunacak
kadar ciddiye almadıkları yazılarımızda defalarca
söylenmişleri ilk kez kendileri söylüyormuş gibi
kostaklanarak yineleyip dururlar. Çok yinelemeyi
kendilerinin olmayan bir söylemi sahiplenmenin bir
yöntemi olarak seçmişlerdir sanki... Dönemin dergilerini
gerçekten görmemiş, okumamış gerçek yeni yetmeleri,
umudumuz yeni yetmeleri, ayak seslerini duyduğumuz ‘Üçüncü
Dalga’yı etkileyebildikleri de olur, ancak bu
etkilenişin yoğun olmadığının kendileri de farkındadır.
Yazılarını yanıtlamamızın nedeni de önemli oldukları
değil, tanıyanları olarak, ne denli önemsiz olduklarını
‘Üçüncü Dalga’nın daha kolay anlamasına yardımcı
olma sorumluluğumuzdur.
Ancak nedense kendilerinin o sıralar, başkalarına akıl
vermekle meşgul olduklarını bir türlü itiraf edemezler.
Ağabeylerinin kendilerini gaflette bıraktığını,
kandırdıklarını, aldattıklarını, yineleyip dururlar. Biz
olayları yaşamış olanları bile neredeyse inandıracak
kadar kalem ustasıdırlar. En sık da Adige, Çerkes
adlarının kendilerinden önce pek söylenip yazılmadığı
üzerinde durular.
Halbuki, “Yamçı”da yapılacak küçük bir gezinti bu
savlarının ne kadar temelsiz olduğunu kanıtlamaya
yeterli olacaktır. Örneğin açalım Yamçı’nın,
Kasım 1975 ilk sayısını. “Kuzey Kafkasya Halkları”,
“Çerkesler bütün Kafkasyalılardır” gibi terim ve
tanımlamaların hiç geçmediği ilk sayfalarda Adige ve
Çerkes sözcüklerinin kullanımı şöyle:
“s.1: Çerkes Halkı’nın, (...) tüm Çerkeslerin
anılarına saygıyla;
s.2: (...) muhaceretteki Adige halkının: (...)
muhacerette Adige Halkı’nın yazgısından bir kesit (...)
muhaceretteki Adige Ulusu için bugünden yarına bir yol
çizdiriyor güneşe;
s.3: (...) Adige Ulusunun yetenekleri (...) Adige Ulusu
(...) Adige kadrosunun azlığı (...) ve
Yamçı imzası ile okuyucuya yönelik yazının son cümlesi:
s.5: Ulusal birlik ve beraberlikten doğan güçle
tüm sorunlarımızı çözümleyebileceğimize olan inancımız
ve güvencimiz tamdır”
Nart Sawsır (Rahmetli Süleyman Yançatoral) “Çağrı”
başlıklı yazısında şöyle sesleniyor:
s.6: Dünyada hiçbir toplum Çerkesler kadar ulusal
sorunlarına yabancılaşmamıştır. Tarihte emperyalist
olmayan ve türlü siyasal sorunlar için bir maşa gibi
kullanılan bizler, ulusumuzun geleceğini düşünmek
zorundayız. Muhaceretteki geçmişleri bizim kadar olmayan
Filistinlilerin “kendi kaderlerini tayin hakkı”
konusundaki yiğit girişimlerini örnek alarak tüm aydın
güçleri, partili partisiz tüm Çerkesleri, ulus, ulusal
sorunlar, ulusumuzun geleceği asimilasyon, kendi
kaderimizi tayin hakkı konularında demokratik tartışma
forumu olan “Yamçı”da fikirlerini görüşlerini açıklamaya
çağırırken tüm omuzdaşlara selamlar ve sevgiler.
Genel Yönetmen Sayın Fahri Huvaj da şunları söylemişti
“Başlarken”de:
s.7-8: Ancak bu uyanış, muhaceret kesimini bekleyen
asimilasyon çekincesine ne denli bir karşıt güç
olabilecektir. Söz gelişi koşulların çaktırdığı bir
kıvılcım olarak sönüp geçecek mi, yoksa “ulusal bilinç”e
sürekli ışık tutan bir meş’alemi olacaktır?
Kuşkusuz bu uyanışı yararlı hale getirmek “ulusal
bilinç”e ulaşmış bireylerden oluşan “kadro”nun “geçmiş,
bugün, gelecek” üçlüsünün ışığında ortaya koyacağı
olumlu çabanın ürünü olacaktır. Basit bir yaklaşımla bu
üçlü ele alındığında şu görünüm çıkar ortaya:
Dün: salt kendi açımızdan gözlenirse, “ulusal bilinç” ve
“ulusal çıkar” kavramlarından, hele bu kavramların
bugünkü anlamlarından çok uzaktır. Bu dönem içinde
bulunulan toplumların ulusal bütünlüğüne ters düştüğü
sanılan, Adige Halkı’nın çıkarlarının savunulması
yerine, onların statü üstünlüklerini onlardan daha çok
koruyan eylemsiz bir tutum içinde geçirmişlerdir.
Gerçekte geçmiş devrede; a-kendi halkımızdan, b- içinde
yaşadığımız toplumlardan, c- dünya kamuoyundan istenmesi
gerekenler somut olarak belirlenmemiş, “ulusal
haklarımız” siyasal boyutları içeren bir ulusal sav
biçimine dönüştürülememiştir.
Bugün dünya sömürgen güçlerinin çeşitli baskılarla
şartlandırdığı, sosyo-ekonomi, kültür, özgürlük gibi
temel haklarından yoksun bırakılmış halkların, ulusal
bağımsızlığı amaçlayan tüm eylemlerinin temeli “kendi
topraklarında kendi kaderini kendi tayin eden toplum”
ilkesidir.
Günümüzde Adige ulusu, anayurt ve muhaceret olmak üzere
birbirinden farklı iki dünyaya kendi istemi olmaksızın
bölünmüştür. Doğaldır ki bu temel ilke bir uyanıştan
umutlanan muhaceretteki Adige halkının da düşünce ve
eylemlerinin temel ilkesi olacaktır yirminci yüzyılın
üçüncü çeyreğini uğurladığımız yıl içinde.
Gelecek için söyleyebileceklerimiz ulus sorumluluğunu
yüklenmesi gereken tüm aydınlarımızın görevidir
kanımızca. Doğru ve yararlı bildiklerimizi birleştirmek
için okumamız, eleştirmemiz ve birlikte yarınlara
varabilmemiz umut ve dileğiyle...
Bu küçücük anımsatmadan sonra;
Dönüşçüler ‘’Adige’’, ‘’Adige halkı’’,
‘’Çerkes’’, ‘’Ulusal mücadele’’ derken
sizler hangi kulvarlarda yüzmeye çabalıyordunuz?
Halkımızın geleceği sorumluluğunu ilk hangi yıllarda
duydunuz?
Bu sorumlulukla ne gibi yazılar yazdınız, ne gibi
eylemlerde bulundunuz?
Evet sayın “Eski Yeniyetmeler”; yukarıdaki
soruları ve benzerlerini yanıtlamaya, tartışmaya böyle
eskilerden başlamaya ne dersiniz?
Ha ne dersiniz? |