|
|
|
|
|
HER YER
KARANLIK, PÜR NUR BİZİM MEVKİ...
RÜYA DEĞİL BU AYNİYLE VAKİ... |
11.08.2010 |
|
|
Dr. MEŞFEŞŞU
Necdet Hatam |
|
|
Uzun yıllardan beri
Nalçik’te yaşamakta olan ve “dönüşçü” bilinen sayın
İmdat Kip meğer “dönüşçü” değil, kendi deyimleri ile
dönüşçülük yandaşı imiş. Gerçekte sayın Kip’in durumu;
anavatana dönmüş olmanın, dönüşçü olmak için yeterli
olmadığının en güzel kanıtı. Dahası birinci ağızdan ve
benim için pek de sürpriz olmayan itirafı.
Gerçekte sayın Kip, dönüşün ruhunu kavrayamadığı gibi
çok yakınında olmasına karşın, DÇB’yi de anlayamamış,
kendi özel konumları ile uyumlu ve de cehalet örneği
keskin değerlendirmelerde bulunmuştur. Ayrıca, DÇB’ye
ilişkin yazdıkları “DÇB... Yıkılamayan Kale” yazı
serimizi bilgilenmek, anlamak, kavramak amacı ile
okumadığı belki de sadece başlığı okuduğu kuşkusunu
uyandırmıştır.
Yine sayın Kip, kendi deyimleri ile çökmüş biri. Tüm
öngörülerinde yanılmış biri.
Peki geçmişte gerçekleri hiç görememiş, sağlıklı
değerlendirme yapamamış birinin, şimdiki
değerlendirmeleri sağlıklı olabilir mi? Bu ruh hali
içindeki birinin hezeyanlarını hiç sorgulamadan “gerçek”
kabul etmenin akıllıca olduğu savunulabilir mi? Hem
doğru sonuca varmanın, gerçeklere ulaşmanın yolu,
sorgulamak değil midir?
Örneğin Türkiye’de ya da dünyanın herhangi bir ülkesinde
doğup, elli yıl ya da daha fazla bir süre yaşamış
herkes, doğup büyüdüğü, eğitimini aldığı ülkedeki
olayları, doğru algılayıp doğru anlatabiliyor mu ki, son
yirmi yıldır yaşıyor olması sayın İmdat Kip’in anavatanı
mutlaka doğru algılandığına, mutlaka gerçekleri
anlattığına gerekçe olabilsin?
Herhangi bir siyasal hareketin içindeki her birey
hareketin ruhunu anlayabiliyor mu ki dönüşün içinde de
olmamış “dönüşçülük yandaşı” sayın Kip, dönüşün ruhunu
mutlaka anlayabilmiş olsun?
Ayrıca, objektif bir gözle değerlendirildiğinde sayın
Kip’in uzun yazılarının somut hiçbir olay ve belgeye
dayanmadığı, bütünü ile öznel oldukları yani
“eleştirimsi” oldukları görülecektir.
Bu arada tüm öngörülerinde yanıldığının bilincinde
olmasına karşın sayın Kip’in, yeni değerlendirmelerinin
önemseneceğini sanması bizi şaşırtmış ancak kendileri de
konunun cahili kimi “Eski Yeniyetmelerin”,
örneğin Talebe ve benzerlerinin, sayın Kip’in
söylediklerini “gerçek” saymaları, önemsemeleri ise bizi
hiç şaşırtmamıştır. Hani ara sıra dile getirdiğim
“birbirini ağırlama” meselesi...
Yine belirtmeliyim ki, eleştirimsilerini gündeme alma
nedenim; “dönüşçülük yandaşı” sayın KİP’in ruh halini
yansıtan “Bu dönüşçülüğü -ben dönüş okuyorum-
de bir ulusal çözüm projesi olarak sunmaya devam etmek,
bence saflık değilse artık riyanın ta kendisidir”
sanrısı değil, yalan yanlışın bildik çevrelerce
önemsenmesidir.
Bu kısa girişten sonra uzun yazmak zorunda kaldığım için
özür diliyor, yazıyı sonuna kadar okuyabileceklere
özellikle teşekkür ediyor ve sabrınıza sığınarak
başlayalım diyorum. İtalik (eğik) yazılar sayın Kip’e
aittir.
“Dönüşçülüğü çökmüş, Abhazlarla ortak gelecek projesi
çökmüş, üniterizme giden RF'nun içinde mutlu bir gelecek
umudu çökmüş, yani manifestoları çökmüş birinin
yapabileceği şey galiba neyin olmadığını, neyin
olmayacağını ortaya koymak olacaktır.”
Sayın Kip, bizce her konudaki öngörüleri çökmüş, gelecek
umudu tükenmiş birinin yapabileceği en doğru şey
çökmüşlüklerini sineye çekmektir. Sizin durumunuz, tüm
tüccarların iflas etmesini dileyen kimi müflis
tüccarların, herkesler kendisinden önce ölsün dileyen,
kimi ölümcül hastaların ruh hali ile açıklanabilir
ancak. Böyle bir yaklaşımın ne sağlıklı olduğu
söylenebilir ne de insanca olduğu...
“Bunu yapmak şu an daha kolaydır, zira bazı şeyler
yaşanmış ve gerçekler ortaya çıkmıştır. Bu tespitleri
yapmak ayrıca gereklidir. Çünkü doğru çözüm önerileri de
ancak doğru tespitler üzerine kurulabilir. Neleri yapmak
gerektiğini belirlemeden önce neleri yapmamak
gerektiğini tespit etmek bence gereklidir. Ben işte bu
konuda katkıda bulunmaya çalışacağım.”
Sayın Kip “ortaya çıkan gerçekler” sizin öznel
gerçekleriniz olmalı. Ancak aynı zamanda dün olduğu gibi
bugün de sağlıklı durum değerlendirmesi yapamadığınızın,
dünya gerçeklerini, halkımızın gerçeklerini
bilmediğinizin, uzağı hiç göremediğinizin de kanıtları.
“Bu manifestolar zincirine ben şimdilik bir katkıda
bulunamayacağım. Benim şimdiye kadar, içinde Abhazya ve
Abazaların olmadığı çözüm projelerim olmamıştır.
Özellikle son yıllarda kuzeydeki olumsuz gelişmelerin de
etkisi ile, bari Abhazya’yı da kaptırmayalım, bir tane
özgür yerimiz kalsın, özellikle diaspora tamamen
Abhazya’ya yoğunlaşsın diye savunduğum görüşler de yakın
tarihte çöktü. Yeni gelişmelerle kendimi hariçten gazel
okurken buldum. Hayatım boyunca vatanımın bir parçası
olarak gördüğüm Abhazya’nın artık “Kardeş ülke Pakistan”
olduğunu, bir Adige olarak da Abazalara dost, kardeş
halk, fakat sonuç itibariyle yabancı olduğumu kabullenip
alışmaya çalışıyorum.”
Sayın Kip, keşke Abhazya ve Abhazların da içinde olduğu
çözüm projelerinin içeriğini ve kimlerin projeleri
olduğunu açıklasaydınız. Bunu yapsaydınız görüş
belirtmek daha kolay, daha anlamlı olacaktı.
Ancak, “Adige-Abazaların köken birliği olan kardeş
halklar oldukları, birbirlerinin sevinç ve tasalarını
paylaşmaları, birbirinin yardımına koşmaları,
aydınlarımızın, yönetimlerimizin Adige-Abaza ayrımı
yapmamaları gerektiği” dünkü dönüş çizgisinin, bugün de
değişmediği, değişmemesi gerektiğini eklemeden
geçemeyeceğim. Yine bilinmeli ki bu konudaki
eleştirilerimiz, Abaza derneklerinin federasyonlaşması
çalışmalarını destekleyişimiz, ayrılık değil daha
sağlıklı birlikteliğin sağlam zeminini oluşturmak
içindir.
“Söyleyeceklerimin birçok insanı rahatsız
edebileceğini, hayallerini zedeleyebileceğini biliyorum.
Ancak yen içinde kırık kol taşımanın kolu
iyileştirmediği gibi, kendimizi aldatmak dışında bir işe
yaramadığını artık net olarak görmemiz gerekiyor.
Olmayacak dualara amin dememeyi öğrenmek belki bir
başlangıç olabilir.”
Bu nasıl bir kendine güven duygusu sayın Kip. “Cahil
cesareti, cahil böbürlenmesi” dedikleri böyle bir
şey olmalı. Her projesi çökmüş birinin yeni
değerlendirmelerini hangi gerekçe ile sağlıklı bulalım.
Ayrıca kendinizi “dönüşçülük yandaşı” olarak
tanımlamanızı, ancak ve ancak, “dönüş” yeni
içinde hiç bulunmamış olmak, dönüşün ruhunu anlamamak
ile açıklanabileceğini düşünüyorum.
“Öncelikle Sn. Hapae'nin manifestosundaki tespitlerin
çoğuna katıldığımı söylemeliyim. Demokrasi, ve savaşsız
çözüm öneriyor. Evet gerek diasporada gerekse anavatanda
Çerkeslerin varlığını idame ettirebilecek tek ortam
gerçek demokrasidir. Ancak bence bu da yeterli değil.
Çerkeslerin durumu, artık sadece özgürlük değil özel
koruma ve pozitif ayrımcılık da gerektiriyor.”
Pozitif ayrımcılık gerekliliği konusunda çok haklısınız.
Ancak bu haklılık bu konunun yıllardır birçok platformda
dile getirdiğimizi bilmeyişinize ve ilk kez dile
getiriliyormuş gibi önermenize gerekçe olamaz. Sanırım
her şeyleri bildiğinizi sandığınız için olup bitenlerle
ilgilenmeye olayın merkezine alıp eleştirdiğiniz
kişilerle konuyu irdelemeye hiç gerek görmüyorsunuz.
“Diasporada ne olur bilemem ama RF'na demokrasi
gelinceye kadar kurbağanın gözü patlar. RF sarhoş
kafayla kısa bir dönem demokrasiye yönünü çevirdikten
sonra, ayıkmış, tamamen tersi istikamette yol
almaktadır. Bu yolculuğun en olumsuz faturaları da
maalesef Kafkasya’ya yansımaktadır. Demokrasiye umut
besleyen pek kimse olmadığı gibi, daha da kötüsü,
demokrasi talebi bile yok denecek kadar cılızdır.''
Nasıl bu kadar kesin konuşabiliyorsunuz anlamak çok güç.
Ayrıca etnisiteleri tanıma anlamında demokrasisi Rusya
Federasyonu ile karşılaştırılabilecek diaspora ülkesi
olmadığını bilmiyor olamazsınız. Hem bugün olumsuza
doğru yön değiştirdiğini söylediğiniz okun yönü
gelecekte neden olumluya doğru yön değiştirmesin sayın
Kip. Bizlere düşen yaşadığımız sürece daha iyiye daha
güzele ulaşmak amacı ile sürekli bir çaba içinde olmak
değil midir?
Bu yazdıklarınızı okuyunca, anavatan bekçilerinin
yürekleri iyi ki bizlerin yürekleri gibi küçük değilmiş
demekten kendimi alamadım. Halen diasporada yaşıyor
olsanız bilmediğinizden diyeceğim ama çok uzun zamandır
anavatandasınız. Bu kazanımlar için ne gibi bedeller
ödendiğini, neler çekildiğini hiç mi merak edip
anlattırmadınız, hiç mi dinlemediniz, yazılanları hiç mi
okumadınız?
“Çerkesya Yurtseverleri ve sayın Özden’in
estirdikleri rüzgar ruhumu biraz okşamakla beraber,
gerek uluslaşma projeleri, bunun haritası, unsurları ve
örgütlenme biçimlerini henüz kafamda bir yere
oturtamadım.”
Hiçbir dönemde örgütlerimiz yönetimlerinde yer
aldığını duymadığım, bugüne kadar anavatana ayak
basmamış, havasını solumamış, halkımızı hiç tanımadığına
bahse girebileceğim sayın Özden’in estirdikleri rüzgar,
ancak iflas etmiş olanların ruhunu okşayabilir desem.
“Biraz zamana ihtiyaç var galiba, bu rüzgarın gazına
henüz gelemiyorum. İçerik açısından olmasa da metot
açısından Çerkesya yurtseverlerine bir eleştiride
bulunmak istiyorum. O da sırf amaçlanan şeye hizmet
ediyor diye yanlış desteklerden istifade edilmesidir.
Bunun örneklerinden biri, sırf yakamızdan düşsünler
anlayışı ile aslında Abhazya ve sorunlarından Adigeleri,
sürgün ve soykırım söyleminden de Abazaları
uzaklaştırmak için kurdurulduğu ortaya çıkan Abhaz-Fed’in
desteklenmesidir.”
“(...) yanlış desteklemeden istifade edilmesidir”
dediğinizde ben, Gürcistan ve Amerika’da düzenlenmeye
çalışılan, sayın Babakuş’un deyimi ile “soykırım
partileri”nden söz edeceğinizi sanmıştım. Zaten
yıllardır ayrı örgütlenmiş olan Abazaların
federasyonlaşmalarına verilen desteğin itici gücü, neden
sağlıklı örgütlenmenin sağlıklı birlikteliğe temel
olabileceği umudu olmasın?
Hem neden olayları anlamamakta direnirsiniz?
Defalarca yazıldı. Tarihler belli. Abazaların kendi
adları ile örgüt kurmaları altmışlı yılların sonlarına
rastlar. 1946 yılında Dosteli Yardımlaşma Derneği adı
ile kurulup 1952’de Kafkas adını alan dernekten
ayrılanların ayrı örgütlenmesidir. Kafkas Abhaz Kültür
Derneği. 1992 yılında kurulan Dünya Abhaz Abazin Birliği
zaten ayrı bir örgüttür ve dünyadaki yapılanma da ona
göre gelişecektir, gelişmektedir. “Yakamızdan
düşsünler” yaklaşımı ise günümüzde Adigelere değil
daha çok sizler gibi konuyu iyi değerlendiremeyen
Abazalara yakıştırılabilir ancak.
“Görülmüştür ki, ilk hareketleri önce kendi
tarihlerini inkar, ardından da bizim tarih ve
bayrağımıza saldırmak olmuştur. Diğeri de Rusya Bilimler
Akademisi'nin Çerkes fetvasından medet umulmasıdır.”
Bilimler akademisinin fetvasından kimlerin ne gibi bir
medet umduğunu açıklamadığınız için bilemem. Ancak
görünen o ki, olayları anlamak için biraz gözünüzü
açmadığınız gibi, hemen yanı başınızdaki DÇB’nin neyi ne
için yaptığını anlamamak için de gözünüzü
kapatıyorsunuz. DÇB’nin kuruluşundan beri bu yaklaşımı
benimsediğini, bu yaklaşımı her nüfus sayımı öncesi
gündeme getirdiğini bilmiyor olabilir misiniz? Dahası bu
yaklaşım DÇB daha kurulmazdan önce 1989’da Kueşhable
Forumu’nda dile getirilmedi mi? Anavatanda yaşayan
birisi olarak buradaki amacın Adigelerin Abazalardan
ayrılığını vurgulamak olduğunu nasıl düşünebilirsiniz?
Çerkes sözcüğünü tüm Kuzey Kafkasyalı halklar
karşılığı ya da en azından Adige-Abaza karşılığı
kullanan tek bir kişiye rastladınız mı anavatanda?
Asıl amacın farklı tanımlanan Adige grupların (Adigey’de
yaşayanlar), Kabardey (Kabardey-Balkar’da yaşayanlar)
Çerkes (Karaçay-Çerkes’de yaşayanlar), Shapsugh (kıyı
boyu Adigeleri)... tamamının Adige-Çerkes olduklarını
herkeslere ilan etmek olduğunu nasıl görmezden
gelirsiniz? Bu günlerde yeniden gündeme gelmesinin
nedeninin 2010 yılında yapılacak sayımlar olduğunu
bilmiyor olabilir misiniz?
Yineleyelim:
Anavatanda Çerkes sadece Adige karşılığı olarak
kullanılmış ve kullanılmaktadır.
Kuruluşundan beri DÇB Adigeler için anadilde Adige diğer
dillerde Çerkes terimini uygun bulur.
DÇB dünya Adige Birliği olarak yola çıkmıştır. Çerkes
terimini tüm Kuzey Kafkasyalılar karşılığı kullanmak
hiçbir delegenin aklının köşesinden bile geçmemiştir.
Abazaların üye kabul edilip edilmeyecekleri neredeyse
bir gün tartışılmıştır. Türkiye ve Avrupa delegelerinin
baskısı ile kabul edilmişlerdir. Ancak daha çok içinde
Abazaların bulunduğu durumun nezaketi ve Çerkes çatısı
altına girmeyi kabul ederiz yaklaşımı etkili olmuştur.
İki halk bir nevi siyasal ittifak yapmıştır.
Nitekim DÇB kurulduğu günden beri antetli kağıdını
değiştirmemiştir. (Dunéypso Adige Xase. Mejdunarodnaya
Çerkeskoy Assosiatse.) 1992 de kurulan Dünya Abhaz
Abazin örgütünün ne anadilde olanında ne de Rusça,
Türkçe İngilizce’sinde Çerkes sözcüğü kullanılmıştır.
“Çerkesler kendi kavramlarını kendileri
tanımlamalıdır.”
Hiç kuşkunuz olmasın Çerkesler kendi kavramlarını
kendileri tanımlamışlardır. Ancak, DÇB, halkımızın her
bireyine “ben Adige'yim” dedirtemeyeceğini, halkımızın
ulusal bilincinin bunu kavrayacak düzeyde olmadığını
bildiği ve de sayımı yapıp sonuçları yayımlayacak
istatistik kurumunun daha çok önemseyeceğini bildiği
için sayın İmdat Kip’ten değil adı geçen akademiden
görüş almıştır.
“Bu akademi yarın soykırım yoktur fetvası verebilir,
o zaman ne yapacağız. Fetvayı isteyen DÇB’nin de son on
senede hayırlı bir iş yaptığı görülmediğine göre bu
işten zaten kıllanmamak elde değil. RF'nun istemediği
bir kararı, bırakın akademiyi, DÇB'nin kendisi dahi
vermez. Bu gerçeği bilmemek mümkün değildir.”
Sayın Kip sizin “Soykırım ve Sürgün” gerçeğiniz, kimi
kurumların aksi yönde verecekleri kararla sarsılacak
kadar temelsizmiş demek ki. Yine de sizin
tespitinizi doğru kabul etmenin, Rusya Federasyonu’nun
“Soykırım ve Sürgün”ü kabul ettiği anlamına geldiğini
söylemeden geçemeyeceğim. Öyle ya, “RF'nun istemediği
bir kararı, bırakın akademiyi, DÇB'nin kendisi dahi...”
veremeyeceğinden emin olduğunuza göre, DÇB’nin, Kabardey
Parlamentosu’na iki, Adigey Parlamentosu’na bir ve
UNPO’ya üç kez Soykırım ve Sürgün kararı aldırabilmesi
sizin yaklaşımınıza göre, RF’nun Soykırım ve Sürgünü
kabullendiği anlamına gelmez mi? Sayın Kip sanırım
sorunu temelden çözdüğünüzün ve ulusal tarihimize büyük
bir katkıda bulunduğunuzun farkında değilsiniz?
“Olmayacak dualardan biri, benimde içinde bulunduğum
dönüşçülük anlayışıdır.”
Katılıyorum Sayın Kip. Çünkü bizler dönüşü savunduk,
dönüşçü olduk ama hiçbir zaman “dönüşçülük yandaşı”
olmadık.
“Son 20 yıllık performansın özeti sadece
başarısızlıktır. 20 yılda tüm Çerkesya topraklarına
buradaki ortalama bir köyü oluşturacak kadar insan
dönmemiştir. Bunun son on yılda gelen kısmı çok az olup
şimdi dönmekte olanlar da iyice seyrekleşmiştir.
Dönenlerin bir kısmı da geri gitmiştir. Şartların, en
azından hukuki altyapı ve bürokrasi açısından çok
elverişli olduğu ilk yıllarda dönmeyenlerin, şimdi
tamamen aleyhe dönen ve kat kat zorlaşan ortamda
döneceklerini beklemek te bence gerçekçi değildir.”
Dönüşün başarısını dönebilen kişi sayısına bağlayarak
dönüşün ruhunu anlamamış olanların yanlışını
yinelemişsiniz ama küçük bir sorun var gibi. Sizi
desteklemekte gecikmeyen sayın Talebe dönüşü başarılı
buluyor. Ne olacak şimdi...
“Bu dönemde zaten demografik açıdan çok bozuk olan
Çerkesya topraklarına yaklaşık 300 bin ile 500 bin
arasında tahmin edilen Ermeni daha yerleşerek demografik
yapı daha da bozulmuştur. Bu rakam dönen Çerkes
sayısının 100 katından fazladır.
Dönmüş olanların büyük çoğunluğunun da ulusal
kaygıları olan dönmesi beklenen kişiler olmaması da
ilginç bir ayrıntıdır. Özellikle Çerkes halkının
içindeki maceracılar, sahtekarlar kapıdan ilk girenler
olmuşlardır. Bunların bir kısmı birkaç vukuattan sonra
terketmişlerse de bir kısmı da kalıcı olmuştur. Bu
açıdan bakıldığı zaman dönmüş olanların dışarıya
verdikleri ilk izlenim de pek parlak değildir. Bu
özellikle Kabardey için böyledir. Adigey’de ki durum
için çok fazla bir şey söyleyemem. Aslında bu durum da
çok doğaldır. Açılan bir kapıdan ilk dalanların bu tip
insanlar olması normaldir. Benim burada vurgulamak
istediğim dönüşçülüğün bu nüfus hareketinde de
önemsenecek bir payının olmamasıdır.”
Rakamların tartışılabilir olması en büyük sorunumuzun
demografik sorun olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Ancak biliyoruz ki sorun dönüşçülük yandaşlarının
kılavuzluğunda çözülemez. Dönüşlerde dönüşün önemsenecek
bir payı olmadığı yargınız da büyük en büyük
yanılgılarınızdan biri. Sürgünün ilk günlerinden beri
ulusseverler, yurtseverler dönüşü gündemde tutmasaydı,
koşullar zorlanmasaydı, yaya atlı dönülmeseydi, Çerkes
Teavün Cemiyeti dönüşü öncelemeseydi bile kendilerine
gelen vahiy ile yine de dönenler olurdu demek istemiş
olamazsınız sanırım.
“Neden böyle olmuştur. Neden bu kadar başarısız
olunmuştur. Bunu çok iyi sorgulamak gerekir.”
Neden sorgulamıyorsunuz Sayın Kip. Yıllardan beri her
platformda “hodri meydan” diyorum. İstediğiniz yerde,
istediğiniz zaman, istediğiniz kişilerle sorgulayalım,
ben hazırım diyorum. Duymamış olabilir misiniz? Ama
dönülebilir koşulların oluştuğu yıllardan beri, dönüş
yapanların sayısındaki artış oranında küçülen, yan gelip
yatmak bir yana dönüşe engel eylemlerde bulunan “kıdemli
dönüşçüler”in bu konuyu çok sorgulayabileceklerini,
sorgulanacağı platformlarda bulunabileceklerini mi
sanıyorsunuz?
“Bunların muhtelif cevapları olmakla beraber bence
temel sorun kurgunun başından yanlış kurulmuş olmasıdır.”
Çok büyük bir yanılgı. Bize göre kurgu bütünü ile
sağlamdı Sayın Kip. Yine sağlam. Dönebilen kişi
sayısının dönüşün başarısı büyüklüğünce çok olmamasının
temel nedeni “kıdemli dönüşçü”lerin Dönüşten vazgeçip
sizin gibi “dönüşçülük” oynamakla yetinmeleridir.
“Dönüşçülük düşüncesi Sovyet Sistemi'nin ayakta
olduğu dönemde bu sisteme uyumlu argümanlarla
oluşturulmuş bir düşüncedir. Temel önermeleri şöyledir.”
- Çerkesler muhacerette hızla asimile olmaktadırlar
ve böyle giderse yakın bir gelecekte yok olacaklardır.
- Sovyet sistemi halkların kendi kaderlerini tayin hakkı
çerçevesinde bizlere özerk cumhuriyetler ihdas etmiş,
halkımız kendi topraklarında kültürel varlıkları garanti
altında mutlu yaşamaktadırlar.
- Ulusal sorunlarımızın çaresi çantalarımızı alıp oraya
dönmektir.
Oradan nasıl çıkarıldığımız konusunda da dönülecek
yerden ithal bir tarih anlayışı ortaya konuyordu.”
Sayın Kip sanırım kendi yazdıklarınız dışında hiç
yazı okumuyor ya da kendi görüşleriniz dışında
kimselerin görüşünü önemsemiyorsunuz ki, dönüşle ilgili
olmayan “önermeleri” belgeleme gereği duymadan dönüşe
yamamaya çalışıyorsunuz.
Altını çizerek söyleyebileceğimiz şey, kendilerini
dönüşçü sansalar da sizin gibi düşünenlerin dönüşü
anlamadıkları, dönüşün ruhundan uzak oldukları en
azından dönüşü kendi dünya görüşlerine uygun
yorumladıklarıdır.
Yineleyelim dönüş Sovyetler Birliği döneminde ortaya
atılmış bir çözüm önerisi değildir. Dönüş düşüncesi
sürgünün ilk günlerinde doğmuştur. Kitlesel dönüş
başvuruları Çarlık Rusya’sınca kabul edilmemiş yola
çıkanlar da Osmanlı Devleti tarafından, kimileyin silah
gücü ile engellenmiştir. Yine de atlı, yaya bireysel
olarak anavatana dönenler olmuştur.
Çerkes Teavun Cemiyeti kuşağı “altın kuşak” Sovyetler
Birliği kurulmazdan çok daha önce dönüş felsefesini
kristalize etmiştir:
Dön kendinden olana karış
Halkların için çalış
Çalışmazsan ne bulursun
El kapısında durursun
Sovyetler Birliği dönemimde de yapı çok farklı olmasına
karşın dönüş yine savunulmuştur. Yani dönüşün değişmez
ilkesi anavatan ya da diaspora ülkelerindeki siyasal
düzen ya da yönetim şekline bağlı olmaksızın “mümkün
olan en kısa sürede en çok sayıda insanın anavatana
sağlıklı dönüşünü sağlamaktır”. Çünkü muhacerette yok
oluş mukadder anavatanda ulusal kültürel değerlerin
geliştirilerek yaşatılabilmesi en azından muhtemeldir.
“Çarlık Rusya'sının işgalci politikası nedenlerden
biri olmakla beraber, asıl sorun İngilizin,
Osmanlı'nın, feodallerimizin ve din adamlarının
çıkarları ve kandırmacıları idi. Bu açıklama ile
toprağımızı işgal edip bizi oradan atan gücün suçu iyice
hafifliyordu. Ne de olsa dönmemize izin verecekti.”
Yine öznel bir çıkarım. Çarlık Rusya’sının kolonyalist
politikası hep en önemli etken olarak sayılmış ancak
Osmanlı, İngiltere ve Fransa’nın rolleri de göz ardı
edilmemiştir.
“Sorunu tanımlayan birinci madde dışında kalan bütün
tespitler sakat olmakla birlikte, Sovyetlerin var olduğu
bir ortamda kendi içinde tutarlıydı. Anavatandaki durumu
benimseyip dönecek bir irade ve onu kabul edip
yerleştirecek diğer bir iradenin birleşmesi çözüm için
yeterli idi. Ancak Sovyetlerin bir anda çökmesiyle
ortaya çıkan tablo karşısında Çerkesler tamamen
hazırlıksızdı. Dönüşçüler de eski anlayış ve
alışkanlıklarla yeni duruma uyum sağlayamadılar.”
İşte zurnanın (isterseniz vuvuzelanın) o malum sesi
çıkardığı yer sayın Kip. Yıllardan beri genel
platformlarda olsun özel yazışmalarda olsun yeni
koşullara uyum sağlama çağrıları yapıyoruz ama siz de
dönüşçü değil dönüşçülük yandaşı olduğunuz için olsa
gerek bu çağrıyı duymadınız. Ancak çağrı halen
geçerli, zaman aşımına da uğramadı, uğramayacak. Yapalım
bu sorgulamayı. Sorgulama gerçekleştirilebilirse bizler
neyi niçin yaptığımızı, neyi ne için yazdığımızı
açıklarız. “Kıdemli dönüşçüler” ve “dönüşçülük
yandaşları” da neden dönüş ilkelerine temelden ters
eylemlerde bulunduklarını,yapılması gerekenleri neden
yapmadıklarını, anlatırlar bizlere.
“Kargaşanın otorite boşluğunun ve ekonomik çöküntünün
hüküm sürdüğü ilk yıllarda, yasal zemin çok uygundu.”
Yasal zemin uygunluğu kendiliğinden mi oluştu sayın Kip.
Nasıl daha uygun hale geldiği defalarca anlatılmadı mı?
Uygun olduğu dönemlerde de işiniz zeminin hazırlayıcısı
DÇB’yi eleştirmek değil miydi?
“Yerel yönetimlerin bir takım güçleri, federal
özellikleri vardı. Soydaşlarının dönmesi konusunda
istekli idiler. Yerel parlamentolarda Sürgün ve soykırım
kabul edildi , dönüş yasaları çıktı.”
Tüm bunlar hangi yıllarda nasıl gerçekleştiğini,
yasaları kimlerin önerdiğini, kimlerin ısrarcı olduğunu
bir araştırsanız derim.
“2000'ere doğru değişen yönetim anlayışı ile birlikte
işler tamamen tersine döndü. Dönüş yasaları federal
yasalara aykırılık gerekçesi kaldırıldı. Bürokratik
engeller kat kat arttırıldı, vatandaşlık işlemleri çok
zorlaştırıldı. Çeçenistan’daki durum bahane edilerek,
Çerkeslerin bırakın geri dönüşünü, rahat turistik
seyahat bile yaptırılmadı.”
Yukarıda değindiğim gibi kötüye doğru olan bu değişim
neden daha iyiye dönmesin? Ayrıca çizdiğiniz kapkaranlık
tabloya da katılmıyorum. Halen bir diaspora
Çerkes’inin en kolay oturma izni alabileceği ve vatandaş
olabileceği ülke Rusya Federasyonu'dur. Haklılığınıza
inanıyorsanız belgeleyin lütfen.
Doksanlı yıllardan beri kaç başvuru olmuştur? Kaç
kişinin başvurusu kabul edilmiş kaçı ret edilmiştir?
Kabul edilip belgesini almayanlar kaç kişidir?
''Otorite boşluğunun olduğu dönemde de, merkezi idare
yasaların uygunluğuna rağmen oyalama taktiklerini
uyguluyor, sürece birtakım engeller koyuyordu. Ancak
sonradan ortaya koyduğu irade son derece açıktır. RF'nda
Çarlık Rusya'sı gibi içinde Çerkes olmayan Çerkesya’yı
tercih etmektedir. Geriye dönüş diye bir hak artık
hukuken yoktur. Sadece her türlü bürokratik engeli aşıp,
sayısı her yıl arttırılan bir sürü belgeyi toplayarak
uyumlu yaşamak kaydıyla yaklaşık 5 ile 10 yıl arasında
değişen sürede RF vatandaşlığını talep etme hakkı vardır
ki, bu haktan Hakkari’li bir Kürt'te yararlanabilir. Ve
bu amaç Kafkasya dışında Rusya içlerinde bir bölgede çok
daha zahmetsiz gerçekleştirilebilir.''
Gene yanıltıcı bir dizi sanrı. Adigey’de geçen yıl
diaspora Adigelerine ayrılan kota bin beş yüzün üzerinde
idi. Bu yıl da beş yüz. Sayıyı doldurursanız önümüzdeki
yıl sayının arttırılacağı garantisi de cabası.
En anlaşılmazı yazdığınız sitedeki yazıları da takip
etmeyişiniz. Halbuki sayın AÇMIZ Hilmi Rusya
Federasyonu Soydaşlar Yasası değişiklik taslağını
önemsemiş, önemsetmek istemişti. Değişiklikler 23 Temmuz
2010 tarihinde RF Devlet Başkanı sayın Medvedev
tarafından imzalanıp yürürlüğe girmiştir. Buna göre
de dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun her Çerkes
Rusya Federasyonu soydaşıdır. Dilini kültürünü
koruyup geliştirebilmesine yardımcı olunacaktır.
Vatandaşlık başvuruları soydaş kategorisinde
değerlendirilecek ve de bekleme süresi de
kısaltılabilecektir.
“Dönüşçü hareket bütün bu sürecin içinde varlık
göstermedi.”
Kendiniz için söylüyorsanız “doğru söze ne denir”
derim. Ancak tüm bu süreçte olumlu her gelişmeye
dönüş hareketinin katkısının olduğunu bilmiyor olmanızı
nasıl açıklarsınız bilemem. Siz olumlu gelişmeleri sayın
ben de her bir gelişmenin nasıl başlayıp nasıl
sonuçlandığını belgeleri ile açıklayayım ya da siz
dönüşün gündeme getirmediği, katkıda bulunmadığı bir tek
gelişme bulmaya çalışın. Bakalım bulabilecek misiniz?
“(...) ya da sanki Sovyetler hala varmış gibi hareket
etti, eski söylem ve anlayışına sadık kaldı.”
Sayın Kip sizin öylece kalakalmış olmanız herkeslerin de
öyle kaldığı anlamına mı gelir. Yani siz herkes misiniz?
“Sovyet sosyalizmine olan platonik aşkını, bunca
süreçten geçerek içinde faşist motifleri de barındıran
bir diktatörlüğe yaklaşmış RF için de korumayı başardı.
Bu anlayışın belki de en ciddiye alınabilir yıkılmaz
abidesi Dr. Nejdet Hatam'dır. Yıkılmaz kalesi DÇB ile
beraber halen ayaktadır. Geçen zaman, yaşanmış olaylar
onu hiç değiştirmiyor, söylemlerini aynen muhafaza
ediyor. Kendilerine altın tepsiyle uzatılmış, vatana
dönüp mutlu yaşama hakkını bir türlü kullanmayan
“sürgünümsü”lere, “aydınımsı”lara, “yutseverimsi”lere
kızıyor.”
Kime neden kızdığımı bile anlamamış olabilir misiniz
sayın Kip. Sürgünümsü dediğimiz kişiler sürgün
olmadıkları halde sürgün rolü oynayanlardır. Tıpkı
sizin şimdi anladığınız halde anlamazdan geldiğiniz
gibi. Siz hiç, sürüldüğü ülkeye fırsatlar kendisine
sunulduğu halde dönmeyen, dönme girişiminde bulunmayan,
turistik ziyarette bulunmayan, belki bir gün dönerim,
dönemesem de vatanımın insanı olurum demeyen sürgün
tipine rastladınız mı? Tarih böyle bir sürgüne tanık
oldu mu sizce?
Ya da halkı için gelecek kaygısı duymayan, halkı için
gelecek kurgusu olmayan okumuşları, “aydınım” dedikleri
için aydın mı sayalım. Ayrıca Necdet Hatam’ın
aydınımsıları tam otuz dört yıl önce de “Yamçı”da
eleştirdiğini anımsamayışınız hiçbir dönemde “dönüş
yeni” içinde olmadığınızın, dönüşün ruhunu
kavrayamadığınızın kanıtı değil mi? Evet Yamçı 7-16
birleşik sayısında halkımızın içinde bulunduğu durumun
sorumlularına sayın Fahri Huvaj’ın da katkıları ile
şöyle gündeme almışız:
“Bunun sorumluluğu da elbette halkımızın değil. Bunun
sorumluluğu Anayurdumuz Kuzey Kafkasya’dan koparılıp
başka ülkelere serpiştirilerek muhaceret yaşamına
itildiği günden beri halkımızı insafsızca yok etme
politikası uygulayanların... Halkımız üzerinde oynanan
oyunları sezebilmesine görebilmesine karşın,
rahatlarının bozulacağı gibi kaygılarla parmaklarını
oynatmayan, aydın geçinen okumuşlarımızın. Son olarak da
eşitlik, özgürlük deyimlerinden günümüzde bile sadece
ekonomik hak ve özgürlükleri anlayan, ulusal
özgürlükleri, ulusal hak ve olanak eşitsizliklerini
teoride olmasa bile pratikte gözardı eden, kendi küçük
klik çıkarlarını ön planda tutan sözde sosyalistlerin.”
“Bunlara sanki biraz dargınımsı, kırgınımsı gibi.
RF’nun artık federasyon olmaktan çıkmış olması,
cumhuriyetlerin içinin boşaltılmış olması, adlarından
başka hiçbir özelliklerinin kalmamış olması, sivil
toplum örgütlerinin yokedilmesi, insan hakkı ihlalleri,
bu uygulamalarla istikrasızlığın artması, bu atmosferden
beslenen radikal hareketlerin büyümesi, vs, vs, onu hiç
ilgilendirmiyor”
Sayın Kip, sizin Nalçik’te benim Maykop'ta
yaşadığımız yaklaşık yirmi yılda kaç kez görüşüp
tartışabildik ki, beni neyin ilgilendirip neyin
ilgilendirmediğini bilebileceksiniz? Örneğin Hatam,
o yıllar için çok iyi denebilecek bir kapital ile dönüş
yaptığı halde neden paraya para kazandırma yolunu
seçmemiştir. Anavatana getirdiği o günlerin Maykop’taki
en ileri ultrasonografi cihazı ile neden Devlet Çocuk
Hastanesi’nde aylık on beş Dolar'la işe başlamış,
çalıştığı sürece binlerce çocuğa bakmıştır.
Ancak en önemlisi kendisi için ne söylenirse söylensin
kurumlarımızı, yönetimlerimizi desteklemiş ve
desteklemektedir. Yurdunu halkını seven her insan gibi
cumhuriyetlerimizin daha iyi bir düzeye gelmesi için
çaba göstermektedir... Her adımda da cumhuriyetlerin
içinin boşaltılıyor olmasına karşı çıkan, engellemeye
çalışan ulusalcı gruplarla birlikte olmuştur.
Toplantılarda konuşmakta gazete dergi radyo ve
televizyonda görüşlerini açıklamakta, bilgisi, birikimi,
yüreğinin çapı ölçüsünde olumlu gelişmelere katkıda
bulunmaktadır.
“Kısacası vatanın gittikçe daha yaşanmaz hale geliyor
olması onun sahasına girmiyor. Bunların dile
getirilmesine bile karşı. Bunları dile getiren Hatajuko
gibi vatanseverleri RF’nun destabilizasyonunu
(istikrarsızlaştırılmasını) istemekle suçluyor.''
Bakın bu söylediğiniz çok ayıp. Benim için vatanın
yaşanmaz hale gelmesinden daha çok kaygı duyulacak ne
olabilir ki... Ancak ben sizler güzel bulmasanız da
anamı güzel buluyorum. Sağlıklı yaşasın, uzun
yaşasın istiyorum. Sağlığı bozulura elimden geldiğince
sağlığına kavuşması için çaba gösteriyorum. Yataklara
düştüğünde bir gün daha iyi olacağı, yeniden ayağa
kalkacağı beni sarıp sarmalayacağı günlerin uzak
olmadığı umudunu taşıyorum. Anaların yavrularının
ilgisince sağlıklı, güçlü ve mutlu olduğunu biliyorum.
Biliyorum tüm analar gibi benim anamın da sonsuza kadar
yaşayamayacağını ama bu bilinç veriyor bana karanlıklar
içindeki aydınlığı görme gücünü... Alaca karanlıklarda
yürekleri kararan ve yüreklerinin karasını çevreye
saçan, benim yüreğim karardıysa herkeslerin de kararmalı
diyenlerden değilim ben.
Defalarca yazdığımız bir kez daha yineleyeyim. Ben
olumsuzlukların dile getirilmesine değil -izleyenler
olumsuzlukları en acımasız şekilde dile getirdiğimi de
bilirler- dile getiriliş yöntemine, dile getirmek için
seçilen mekanlara ve seçilen müttefiklere karşıyım.
Hatejıque ile ayrıldığımız noktayı da daha 2005 yılında
Marje sanal tartışma platformunda şöyle dile
getirmiştim:
“Nihat Bidanuk ve ben de Hat’ajukhue’nin sözünü ettiği
Abhazya’ya varan ilk grupta kendisi ile birlikteydik.
Kuzey Kafkasya halkları arasındaki sorunların çözümü
konusundaki çabalarını, Şenibe Yura’nın tutuklanmasına
bağlı çıkan olaylarda, karışıklığı önlemeye yönelik
basiretini, daha başka bir çok olumlu çabasını görmemek
için insanın kendi gözlerini oyması, hiç vicdanının
olmaması gerekir.
Ancak kişiler yaşam boyu aynı performansı
gösteremeyebiliyor. Dönem, dönem yanlış değerlendirmeler
de yapabiliyorlar. Ben Hat’ajıkhue’nin ABD tarafından
finanse edilen Radyo Liberti’de çalışmasını ve Rusya
Federasyonu’nun destabilizasyonu, parçalanması için
çalışan gruplarla, devletlerle birlikte olmasını yanlış
buluyorum. Rusya Federasyonu’nun parçalanmasının
Adigelere çok büyük zararlar getireceği Adigelerin sonu
bile olabileceğinden endişe ediyorum.”
Evet sayın Kip, Amerika'nın, Serbest Radyo’nun, kimi
vakıfların, Abhazya’yı yutmaya kalkıp Çerkes soykırımına
üzülen (!) Gürcistan’ın bizlerle kaşımız gözümüz için
ilgilendiklerini, sanacak kadar saf değilsinizdir.
Bir kez daha yineliyorum. Haklarımızı savunmadığımız tek
bir günüm bile geçmiyor. Ancak bir gün haklarımızı bir
dış gücün yardımı ile katkısı ile alabileceğimizi
düşlediğimde. Yazdığımda, biline ki yeni yolum
yanlıştır, çıkmazdır.
“RF’nun istikrar müdürü gibi büyük bir sadakatle
çalışıyor.”
Keşke öyle bir görev verseler. Çünkü RF istikralı
olmasının halkımızın yararına olduğunun bilincindeyim.
İstikrarın bozulacağından kokmayan bir RF’nun da
demokrasinin gelişeceği ve federalizmin kökleşeceğine
inanıyor işaretlerini de görüyorum.
“Ne yazık ki sürgünümsü, aydınımsılar onu bir türlü
anlamıyorlar. Diğer yandan RF’da onu anlamıyor,
istikrarı Çerkeslerin dönmemesinde görüyor olmalı ki,
işi durmadan zorlaştırıyor.”
Sayın Kip “sürgünümsü”, “aydınımsı”ların beni
anlayacağı beklentisi ile yazmıyorum. Tıpkı bu yazıyı
sizin yanlışınızı anlayacağınız, hemen imana döneceğiniz
ve dönüşçülük yandaşlığını bırakıp gerçek bir dönüşçü
olacağınız beklentisi ile yazmadığım gibi. Çünkü
adını hemen anımsayamadığım büyük bir düşünürün “gerçekten
uyuyan birini uyandırmak kolaydır, uyur gibi yapanı
uyandırma çabası ise boşunadır” görüşünü yürekten
benimsiyorum. Dolayısı ile ben sürgünümsü, aydınımsı ve
dönüşçülük yandaşlarının şerrinden, gümbür, gümbür gelen
üçüncü dalgayı korumak amacı ile yazıyorum.
Ayrıca dönüş koşullarının yeniden kolaylaşmaya
başlamasını Rusya Federasyonu’nun beni sizlerden daha
çok anlamaya başladığı şeklinde yorumlasam ne dersiniz?
''Neyse konuyu çok genişletmeden özüne dönersek,
dönüşçü düşüncenin oluştuğu koşullar tamamen değiştiği
için, kendisini yenileyemeyen, dönüştürüp yeniden
üretemeyen dönüşçülüğün hiç bir sağlam ayağı kalmamıştır.''
Dönüşçülük oynayanlar bu oyunlarını sürdüre dursunlar.
Biz dönüşçüler geçmişte söylediklerimizin,
yazdıklarımızın ne kadar doğru olduğunun coşkusu,
dönüşün seçeneksiz olduğunun herkesçe kabul edildiğinin
mutluluğu, dönüşün mutlaka gerçekleşeceği inancı ve
dönüş adına her yeni günümüzün bir öncekinden daha iyi
olduğunu yaşıyor olmanın verdiği güçle çalışmalarımızı
sürdürüyouz.
“Diasporada yokoluşun tehlikesi gerçek olmakla
beraber, dönüş bu işin çözümü değildir.”
Dönüş en azından tutunabilecek tek daldır sayın Kıp.
Sizin moral çöküntünüz bu gerçeği değiştiremeyecektir.
“Anavatanda da aynı asimilasyon süreci hızlanarak devam
etmektedir. Ayrıca buralardaki yapı ve kazanımları da
koruyamama sıkıntısı vardır. Kültüre, dile, bilime
Sovyetlerdeki gibi yeterli kaynak ayrılmamakta kalite
gittikçe düşmektedir. Kültür ve bilimle uğraşan
insanların hayat standartları düşmüş, eskiden toplumun
en rahat ve prestijli kesimi iken en sıkıntılı
kesimlerinden biri haline gelmişlerdir. Kısacası
kültürle uğraşmak para kazandırmamaktadır.”
Oldu olacak, çözümün “ölmeye yatmak” olduğunu da
söyleseydiniz keşke sayın Kip.
“Dönüşçülerin istediği dönüş hukuki nitelik olarak da
sakattır. Sürgün ve soykırımın acı sonuçlarını telafi
etmeye yönelik bir hakkın iadesi olmayıp sadece
dönülecek devletten istenen bireysel bir sadaka
niteliğindedir. Rusya’nın açıkça ortaya koyduğu irade
dönüşün karşısındadır. Bir hak olarak kabul ettirilip
özel düzenlemelerle tescil edilmedikçe, Rusya’ya rağmen
kitlesel dönüş mümkün değildir.”
Yanıtları yukarıda verilmiş yanlış tespitler. Dönüşün
bireysellikten kurtulup kitleselleşeceği günler uzak
değildir. Rusya’nın açıkça ortaya koyduğu irade de dönüş
karşıtlığı değil dönüşe katkıdır.
“Dönüş için belki de en önemli sorun bu işin ekonomik
portresi olmuştur ve şimdide öyledir. Ekonomik açıdan
dönüp anavatanda yeni bir hayata başlamak eskisinden çok
daha büyük kaynaklar gerektirmektedir. Bu da ancak
gönüllü bir devlet iradesi ve desteği ile çözülebilir.
Görülüyor ki, Çerkesler gerek anavatanda gerekse
diasporada yaşayacaklar, her yerde var olma mücadelesine
devam edeceklerdir. Şu anda dönüş diye bir süreç
işlememektedir. İşleyen sadece bireysel hareketlerdir.
Bu yazdıklarımdan birileri benim bu bireysel dönüşlere
karşı olduğumu çıkarmaya kalkışabilir. Hayır, tam
tersine ben bu tercihi yapanlara halen taraftarım, ve
artmasını da temenni ederim. Lakin dilek ve temenniler
bir yana, gerçeklerle yüzleşmek de gerekmektedir.”
Kendinizce aydınlığı karartı, tek umut dönüşü karalayıp,
insanları karanlığa çağırmak taraftar olmanın size özgü
yeni bir tanımı olsa gerek sayın Kip.
“Sayın Hatam son yazılarından birinde “sürgünümsü”, “yurtseverimsi”leri,
eleştirirken “riya”dan bahsediyor. Riyanın iki yüzlülük,
gösteriş için yapılan hareket olduğunu açıklıyor. Ben de
biraz katkıda bulunayım. Evliya Çelebi kendini
tanımlarken “Evliyayı bi riya” der. Yani riyasız Evliya.
Halbuki Evliya Çelebi edebiyatta abartma sanatının, yani
palavra sanatının tarihteki en büyük üstatlarından biri
olarak bilinir. Bu dönüşçülüğü de bir ulusal çözüm
projesi olarak sunmaya devam etmek, bence saflık değilse
artık riyanın ta kendisidir.”
Riya abartma değildir sayın Kip. Olmadığın gibi
görünme çabasıdır. Ben riyakar değil ancak saf
olabilirim. İnandığımı savunuyor savunduğumu yaşamaya
çalışıyorum. Yaşanması gerekli şeyleri sadece anlatarak
hem de eksik yalan yanlış anlatarak eksiltmiyorum.
Ayrıca bilmelisiniz ki, yeni bir sayfa açılmış ve
tarihimiz geçmişimizle, günümüzle yeniden yazılmakta,
geleceğimiz inşa edilmektedir. Bütün benliğimle de
inanıyorum ki bu tarih, kavrayamadığı, anlayamadığı için
dönüşe karşı olanları “saf” oldukları için affedecek,
bilinçli dönüş karşıtlarını ise “hain” olarak
niteleyecek, gelecek kuşaklara da bırakacaktır.
Yine biline ki, gerçek halksever, gerçek yurtsever
mutlaka ama mutlaka dönüşçüdür en azından dönüş
severdir.
Sizin yapacağını en iyi iş de “anavatanınız sizin
olsun, alın da başınıza çalın” diyerek cehenneminizden
kaçmaktır.
Uçak bileti de hediyemizdir... |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|