|
|
|
|
|
BİZLER NE
UZAK GÖRÜŞLÜYMÜŞÜZ |
19.08.2010 |
|
|
Dr. MEŞFEŞŞU
Necdet Hatam |
|
|
Sayın Kip “hodri
meydanımızı” hep yapılageldiği gibi yandan yanıtladılar.
“Her muhalifi ağırlar” sayın Hatko Şamis de destekte geç
kalmadılar. Kişileri eleştiriyor görünmek istemediğinden
midir ya da “biraz akrabası” Hatam’ı adını anmaya değer
bulmadığından mıdır bilinmez, sayın Kip’i ağırlarken
şunları da söylemiş:
“İşte son durum: Yavaş yavaş taşlar yerine oturmaya
başladı ya, şimdi hepsi “biz zaten ezelden beridir
Çerkes=Adige, Adigeler ve Abazalar ayrı örgütlenmelidir”
diyorduk, “en büyük Çerkesya, başka büyük yok” yarışına
girmişler. Yamçılardan, Kamçılardan alıntılarla bunu
ispatlamaya çalışıyorlar. Biz sanki geçen seneye kadar
kiminle neyi tartıştık unuttuk ve millet aptal ya!''
Yani Çerkes, Adige sözcüklerini düne kadar ulusal
sorunun çok uzağında olanları dayatması ile kullanır
olmuşuz. Bugün de sayın Hatko Şamis ve arkadaşlarının
dayatması ile 1991 de hazırladığımız metni yayımlayalım.
DÇB kuruluşunu gerçekleştirdiğimiz Genel Kurula sözcümüz
sayın Fahri Huvaj tarafından sunulmuştu. Ekte de DÇB
tüzük taslağı vardı. Ayrıntılı bir tüzük hazırlamıştık.
Kimler mi dönemin dönüşçüleri. Aslında tüm dönüşçüler
hazırlık çalışmalarına katılamamıştı. Ancak biliyorduk
ki çok uzağımızda olanlarla da görüş birliği içinde
idik. Evet görüş dönüş. Ancak en çok yorulan metni ve
taslağı Türkçe ve hem Latin hem de Kiril alfabesi ile
kaleme alan sayın Fahri Huvaj.
Ancak denli uzak görüşlüymüşüz ki yirmi yıl sonra esecek
yalancı rüzgarın havasına kaptırmışız kendimizi Çerkes'i
Adige karşılığı kullanmışız.
GÜNÜMÜZDE ÇERKESLERİN ULUSAL - KÜLTÜREL SORUNLARI
1. Anayurt - Muhaceret (Diaspora) ikilemi,
Bilindiği gibi Çerkesler;
1.1. Birinci derecede Rus Çarlığı’ndan; Rus
Çarlığı’nın koloniyalist ve
emperyalist eğilimli politikalarından kaynaklanan ve
doğrudan doğruya Çerkeslerin fiziksel ve ulusal
varlıklarına, toprak bütünlüklerine yöneltilen somut ve
haksız maddi baskılarla,
1.2. İkinci derecede, Osmanlı İmparatorluğunun
yine koloniyalist ve emperyalist emellerle yürüttüğü
Kafkasya politikalarından kaynaklanan ve Çerkeslerin
iradelerine, karar verme süreçlerine yöneltilen politik,
sosyal ve moral baskılarla toprak birliği ve birlikte
yaşama olanağından yoksun bırakılmışlar, Anayurt kesimi
ve Muhaceret kesimi kesimi olarak iki ana parçaya
bölünmüşlerdir.
Çerkes halkının, hiçbir zaman gözardı edilmemesi gereken
ve diğer bütün sorunlarının da ana kaynağı ve kökeni
olan temel ulusal sorun, işte bu anayurt-muhaceret
ikilemidir. Bu anayurt-muhaceret ikilemi ortadan
kaldırılmadıkça veya Çerkes halkı tümüyle yok
edilmedikçe, dünyada Çerkes ulusal sorunu daima var
olmaya devam edecektir.
İnsanlık, Çerkes halkının uğratıldığı bu trajedinin
büyük ayıbını ve utancını taşımaktadır. Bu halkın
tümüyle yok edilmesi gibi ikinci bir büyük insanlık
ayıbını ve utancını artık yaşamamalıdır.
Sorunun çözümü tektir: Çerkes halkının, kendi ulusal
bilinç ve özgür iradesi ile dünya ülkelerinin ve
insanlığın politik destekleriyle yeniden kendi tarihsel
topraklarında birleşip bütünleşerek kendi kaderini kendi
tayin eden bir ulus olma hak ve olanağına
kavuşturulmasıdır.
Başta da belirtildiği gibi, Çerkes halkının bugün içinde
bulunduğu tüm sorunların temel kökeni de, geçerli,
kalıcı, adil ve nihai tek doğru çözümü de budur. Bütün
çabalarımız bu amaca yönelik olmalı, her şeyi bu amaca
etkileri ve katkıları açısından değerlendirmeliyiz. Bu
amaca olumlu katkıları olan her şey, katkıları ölçüsünde
iyi, yararlı, gerekli, olumlu sayılmalı; bu amaca
olumsuz etkileri olan her şey de o ölçüde kötü, zararlı,
gereksiz ve olumsuz kabul edilmelidir. Öyleyse şimdi
hepimizi bekleyen temel görev; en kısa zamanda en çok
sayıda insanımızı anavatanımızda nasıl
toplayabileceğimizi, orada en az sorunla nasıl birleşip
kaynaşabileceğimizi, potansiyel güç ve olanaklarımızı
halkımız ve ülkemiz için nasıl en etkili ve verimli
biçimde kullanıp değerlendirebileceğimizi düşünmek,
bunun yollarını aramak ve bulmaktır. Evet, önümüzdeki
temel tarihsel görev ve sorumluluk budur.
Değerli arkadaşlar,
Bu sorunun, bugünden yarına, bir anda bu düzeyde
çözülemeyeceğini hepimiz biliyoruz. Ancak, bu çözümü hem
her an her fırsatta ve her düzeyde gerçekleştirmeye
çalışmalı, hem gelecekte ulaşılması gereken en kutsal
ulusal amaç ve hedef olarak her an canlı tutmalı, hem de
diğer yandan, bu çözümü kolaylaştırabilecek ve bu çözüm
gerçekleşinceye kadar ayakta kalmamızı sağlayabilecek
ivedi çözümlere hızla yönelmeliyiz.
Şimdi anayurt-muhaceret ikileminden kaynaklanan diğer
sorunlarımıza gelelim.
2. Anayurtta birbirinden kopuk ayrı yönetim
birimlerine bölünmüşlük, Toprak birliğimize yöneltilen
baskılar, bizi sadece anayurt-muhaceret olarak iki
parçaya ayırmakla kanılmamış, Çerkes halkını anayurtta
hem azınlık durumuna düşürmüş, hem de birbirinden uzak
ve kopuk parçalara ayırmıştır. Bu da sorunlarımızı
arttıran ve çözümlerini güçleştiren ve geciktiren bir
olgu olmaktadır.
Abhazya'daki durumu ve orada yaşananları biliyoruz.
Wubıh bölgesi Wubıhlardan tümüyle boşaltılmış
durumdadır. Kıyı Shapsugh bölgesi, bir avuç insanıyla
ulusal yaşam savaşı vermektedir. Adigey, kötü akıbetini
görmüş ve bir mücadeleye girişmiştir. Çerkesk'te, belki
çok daha geri bir yapı, çok daha karmaşık sorunlar
yaşanmaktadır. Kabardey tehlike çanlarını duymaya, "bana
dokunmayan yılan, boş ver yaşasın" demenin yanlışlığını
kavramaya henüz başlamış görünüyor. Mezdegu
Adigelerinden sözeden bile yok.
Bu yörelerdeki insanlarımız doğru-dürüst bir araya bile
gelemiyorlar. Oysa bunlar aynı atanın çocukları; ya
kardeş, ya da kardeş çocukları. Ancak bunlar, görüşmeye
görüşmeye, öylesine uzaklaşmışlar, birbirlerine öylesine
yabancılaşmışlar ki, ara sıra bir araya gelişlerinde de
anadilleriyle anlaşamaz duruma düşmüşler. O kadar ki,
basit günlük konularda bile Adigece olarak
anlaşamıyorlar.
Özerk yönetim birimlerinde 70 yıldan bu yana anadil, bir
iletişim, edebiyat ve eğitim dili olarak
kullanılabildiği halde, ulusal, politik, teknik vb.
alanlarda kimse anadilde rahat konuşabilir, iletişim
kurabilir durumda değil. Ne yazık ki bu konularda özgün
bir terminoloji üretebilmiş değiliz. Dahası alfabede
bile birlik sağlanabilmiş değil.
Anayurttaki bu durumlar, bir yandan artık Anayurtta da
ciddi bir asimilasyon sürecinin yaşandığını ortaya
koymakta, bir yandan da hem buna karşı koyacak, hem de
dünyadaki bölük-pörçük Çerkes hareketlerini toparlayıp
birleştirebilecek güçlü bir merkezi yapı beklentileri
içindeki can çekişen muhaceret Adigelerinde büyük bir
düş kırıklığı ve umutsuzluk yaratmaktadır.
Oysa anayurt kökendir, anayurt temeldir. Anadilin,
kültürün, ulusal varlığın en güçlü olduğu yer, en güçlü
olması gerektiği yer anayurttur. Anayurttaki her şey
daime diasporayı etkiler. Anayurttaki olumsuzluklar,
kopukluklar, dağınıklık, ilgisizlik ve güçsüzlükler
daima ulusal hareketleri olumsuz etkilediği, ulusal
idealleri köreltebildiği gibi, anayurttaki birlik,
bütünlük girişimleri, canlılık ve duyarlıklar da büyük
moral ve güç kaynağı olmaktadır.
Dolayısıyla anayurtta alfabe ve dil birliği başta olmak
üzere bölgesel küçük yönetim birimlerinin hiç değilse
federal veya konfederal bir yapı içinde
birleştirilmeleri yoluna gidilmelidir. Böyle bir oluşum
son derece etkili ve dünya Çerkeslik hareketlerini
sürükleyici ve yönlendirici bir rol oynayabilecektir.
3. Muhacerette de çok sayıda ayrı ülke sınırları
içerisinde, aynı ülkede de birbirinden çok uzak ve kopuk
bölgelere dağıtılmışlık, toprak birliğimize yöneltilen
sözkonusu maddi ve politik baskıların yol açtığı bir
başka ulusal sorunumuzu oluşturmaktadır. 127 yıl önce
yapılan zorunlu göçler, dönemin Osmanlı topraklarına
yapılmış olmakla birlikte, gerek bu ülkenin kendi içinde
uyguladığı, asimilasyonu kolaylaştırıcı ve hızlandırıcı
özel iskan politikaları nedeniyle, gerekse
imparatorluğun parçalanmasından sonra oluşan farklı
ulusal sınırlar nedeniyle insanlarımız birbirinden uzak
bölgelerde ve birbirlerinden kopuk ve hatta habersiz bir
biçimde yokoluş sürecine kapılmış durumdadırlar. Zira
uzaklık ve etkileşim olanaklarından yoksunluk, tek
başına, ulusal direnci kıran ve asimilasyonu hızlandıran
en etkili faktörlerdendir. Nitekim temel ulusal
haklardan yoksun bulunduğu halde, bir arada bulunmaktan,
karşılıklı ilişki ve etkileşim olanaklarını kaybetmemiş
olmalarından dolayı ulusal dirençlerini koruyabilen ve
ulusal varoluş mücadelelerini onurla sürdürebilen
halklar, dağınıklık ve kopukluğun önemini somut bir
biçimde örneklemektedirler. Çerkes halkı da belirtilen
bu dağınık durumda bulunmasaydı belki bu denli hızlı bir
asimilasyon süreci yaşamayacak, daha direngen bir ulusal
yapı sergileyebilecekti.
Burada belirtmek gerekir ki, gizli-açık birtakım
hesaplarla bu dağınıklığın sorumluluğu halkımıza,
büyüklerimize yükletilerek, halkımızda, egemen ulusla
kaynaşıp yok oluş sürecini hızlandıracak bir umutsuzluk
ve ulusal kompleks yaratılmak istenmektedir.
Nitekim bugün çok elverişsiz yerlerde yerleşik olarak
yaşamakta olan insanlarımızın pek çoğu, buralarda
yerleşmiş olmanın sorumluluğunu kendi büyüklerinde
arama, buna daha kolay inanma eğiliminde
görünmektedirler.
Oysa bu dağınıklık, daha doğrusu dağıtılmışlık, aslında
atalarımızın yanlış yerleşim yeri tercihlerinin bir
sonucu değil, özellikle Osmanlı yönetiminin Çerkes
Halkını sessizce özümleyip yok etme amacına yönelik
bilinçli iskan politikalarının ürünüdür.
4. Ulusal-kültürel kimliğimizin, içinde
yaşadığımız ülkelerin pek çoğunda, neredeyse hemen
hiçbirinde kabul edilmemesi, muhaceret koşullarında yok
oluşumuzu hızlandıran en önemli etmenlerden biridir.
Bugün İsrail ve Ürdün gibi, çok az sayıda Çerkes nüfus
barındıran bir-iki ülkedeki nispi kültürel haklar
dışında, hiçbir muhaceret ülkesinde Çerkeslerin ulusal
kimlikleri tanınmamakta, daha doğrusu kabul edilmemekte,
inkar edilmektedir.
Muhaceret ülkelerinde ulusal varlığın, hiç değilse
Anayurda dönüş olanakları sağlanıncaya kadar
korunabilmesinde bu ülkelerde, nispi de olsa, birtakım
ulusal kültürel hakların tanınmasının büyük önemi ve
etkisi olacaktır. Bu da her şeyden önce içinde yaşanılan
ülkelerde ulusal-kültürel kimliğin kabul edilmesinden
geçecektir. Bu sonuç ise, uluslararası düzeyde ciddi bir
dayanışma ve etkili bir politik mücadeleyle ancak
sağlanabilir.
5. Şimdiye kadar saydığımız, çok kısa olarak
üzerinde durduğumuz sorunların bir sonucu olarak
değerlendirilebilecek olan ve son çözümlemede bardağı
taşıran damla durumundaki asıl sorun, dil, kültür ve
diğer ulusal değerlerimizin hızla yok oluşudur.
Özellikle muhaceret ülkelerinde öylesine hızlı bir
asimilasyon süreci yaşanmaktadır ki, pekçok yerde anadil
artık işlevsel olmaktan çıkmış, anadil açısından
neredeyse yokoluş çizgisine yaklaşılmıştır. Dilin
nispeten korunabildiğinin sanıldığı yerlerde bile
anadille iletişim kurma olanakları hızla azalmaktadır.
Geleneksel ulusal-kültürel değerlerin korunması ve
geliştirilerek sürdürülmesi açısından da durum farklı
değildir. Kültürel açıdan yozlaşma ve yabancılaşma
tehlikeli boyutlarda tırmanış halindedir.
Daha da kötüsü, halkın ulusal kimlik bilinci giderek
törpülenmekte ve ulusal yaşam istemleri tümüyle yok
edilmektedir.
Görünen odur ki, bu yok oluş süreci böyle devam ederse,
yakın bir gelecekte, gerçekten, kültür verilerini
arşivlerde korumak, derlemek için bile bulmak mümkün
olmayacaktır.
6. Bu denli olumsuz koşullar içerisinde belki
lüks bir talep gibi görünebilecek olan bir başka sorun,
aslında bu sorunların doğal bir uzantısı durumunda
görülebilecek olan dilimizi kültürümüzü, yaratıcı ulusal
yeteneklerimizi geliştirme ve kendimiz için
değerlendirme hak ve olanaklarından yoksunluk sorunudur.
Mevcudu bile koruyamadığımızdan söz ettiğimiz dilin,
kültürün geliştirilmesi ve yeniden üretilmesi doğal
olarak olanaksızdır.
Ulusal kültürel kimliğimizin tanınması nedeniyle, ulusal
yaratıcı yeteneklerimizi kendi dilimizle geliştirip
kendimiz için değerlendiremediğimiz bir yana, insan
olarak, içinde bulunduğumuz ülkenin sıradan bir bireyi
olarak sahip olduğumuz yeteneklerimizi de ancak olumsuz,
kötü bir sonuç verdiği zaman Adige veya Çerkes
kimliğinizle kendimiz adına değerlendirebiliyoruz.
Olumlu, iyi şeyler yaptığımızda, bunları yapan ulusal
anlamda biz değil, o ülkenin insanı olduğumuz
vurgulanmak koşuluyla belki ve ancak birey olarak biz
olabiliyoruz.
7. Belki de bütün sorunlarımızın çözümünde bir ip
ucu bir başlangıç noktası olarak ele almamız gereken
bir başka sorunumuz da kendimizi; yani "Dünya'da
Adigeleri" tam olarak tanımayışımızdır. Evet gerçekten
dünyadaki nüfus ve konumumuzla, ulusal ve bireysel
açılardan özelliklerimizle, eğitim, kültür, iş ve meslek
v.b. bakımlardan sahip olduğumuz potansiyel güç ve
olanaklarla kendimizi tanımıyoruz. Birtakım tahminlere
dayanan varsayımlarla bir bakıma kendimizi avutuyoruz.
Oysa bireyin olduğu gibi, halkın, ulusun da kendisini
tanıması, sorunların çözümünde, amaçların
gerçekleştirilmesinde ilk hareket noktasıdır.
Bu sorunun temelinde de esas olarak, ulusal-kültürel
varlığımızın kabul edilmemesi vardır. Bazı ülkelerdeki
istatistiksel çalışma ve araştırma yasakları yanında
Çerkes halkı ve aydınları olarak kendimizden kaynaklanan
nedenlerinin bulunduğunu da kabul etmek gerekir.
8. Bu sorunun bir uzantısı olan bir başka
sorunumuz da kendimizi; genel olarak Adige halkını,
ulusal-kültürel özellikleri, sorunları ve talepleriyle
dünya kamu oyuna tanıtamamışlığımızdır. Kendini
yeterince tanımayan bir halkın başkasına tanıtması
elbette düşünülemez ama bunun ne denli önemli bir sorun
olduğunu da vurgulamak gerekir. Çünkü bu son iki sorun,
kısa ve uzun vadeli çözümler için, özellikle
uluslararası siyasal destek gerektiren ulusal çözümler
için, son derece önemli bir hareket ve dayanak noktası
olacaktır.
9. Dünya ulusları arasında Adige ulusu olarak
layık olduğumuz yeri alamayışımız, tarihsel süreçler
içerisinde yaşadığımız her türlü baskı ve haksızlıkların
zorunlu bir sonucu olarak oluşmuş bir genel sorun
olmakla birlikte, bütün sorunlarımızın çözülmesinden
sonra zaman içerisinde gerçekleştirebileceğimiz ideal
bir ulusal ve evrensel hedef olarak da
değerlendirilebilecektir.
Şu kadarını eklemek gerekir ki, içinde bulunduğumuz tüm
olumsuzluklara karşın, merkezi bir yapının yönetiminde,
veya en azından eşgüdümünde yürütebileceğimiz anti-şovenist,
anti-asimilasyonist onurlu bir demokratik ulusal
mücadele, şimdiden bize evrensel ölçüde layık
olabileceğimiz saygın bir yer kazandırmaya
başlayabilecektir.
10. Son olarak, her ne kadar bizim dışımızdaki
başka nedenlerden kaynaklanıyor olsa da, son çözümlemede
kendi kişisel ya da toplumsal kusurumuzdan kaynaklı
görünen bir özelliğimize değinmek istiyoruz. O da içinde
bulunduğumuz:
a) Ekonomik ve sosyal olanaksızlık ve zorluklar
ile bunların yanı sıra,
b) İnsanlarımızın artık kendilerini bırakmış, yok
oluşa boyun eğmiş ulusal sorunlarımıza yabancılaşmış,
duyarsızlaşmış, Adige olarak yaşama isteminden adeta
vazgeçmiş, insan olarak rahat yaşayabilme olanakları ile
yetinir ve doyum sağlar hale getirilmiş olması, başka
deyişle, geniş toplum kesimlerinde ulusal direncimizin
önemli ölçüde kırılmış olmasıdır.
Öyle anlaşılıyor ki, bütün sorunlarımızın en başında
toprak bütünlüğümüze ve bir arada yaşama olanaklarımıza
yöneltilen koloniyalist ve emperyalist eğilimli maddi ve
politik baskılar bulunduğu gibi, bütün çözümlerimizin
başında da bu son sorunun çözümü bulunmaktadır. Zira,
ister ulusal olsun, isterse toplumsal olsun, sahip
çıkılmayan hiçbir sorunun kendiliğinden çözülmesi
beklenemez, önce kendimizi, sorunlarımıza sahip çıkmaya
ikna etmeli, bunun gereklerini yerine getirmeli, sonra
başkalarından belirli ölçülerde yardım ve destek
istemeliyiz.
Bu denli kendini bırakmış, yabancılaşmış olmayan, daha
duyarlı insanlarımızın çabaları da hem çok cılız ve hem
de son derece ilişkisiz ve koordinesizdir. Her
iyiniyetli çabayı saygı ve takdirle anıyoruz. Ancak
artık içtenlikti ve iyiniyetli çabaların tek başına
yeterli olmadığını, çok daha ciddi ve profesyonelce bir
anlayış ve yaklaşımla örgütlenmek ve mücadele etmek
mecburiyetinde olduğumuzu anlamalı ve kabul etmeliyiz.
Buraya kadar oldukça karamsar olarak nitelenebilecek bir
yaklaşım sergilediğimizin farkındayız. Ne var ki
amacımız asla karamsarlık yaratmak değildir.
Asıl amacımız, bugün burada oluşumuzun temel nedeni olan
DÇB kuruluşunun ne denli önemli, hatta zorunlu bir
gereksinme olduğunu vurgulamak, nasıl bir yapı
içerisinde kurulması ve temel olarak ne tür sorunlarla
mücadele etmesi gerektiği konusundaki görüş ve
önerilerimizi somutlayabilmektir. Zira, ciddi bir
organizasyon ve koordinasyon içerisinde, sahip olduğumuz
güç ve olanakları birleştirdiğimiz takdirde tüm
sorunlarımızı mümkün olan en iyi düzeyde ve en kısa
zamanda çözebileceğimize inancımız kesin ve tamdır.
Sahip olduğumuz potansiyel güç ve olanaklar asla
küçümsenecek düzeyde değildir. Ne var ki bu güç ve
olanakları nasıl birleştirebileceğimiz ve en etkili
biçimde nasıl değerlendirebileceğimiz konusunda iyi
düşünmeli ve sağlıklı somut adımlar atmalıyız.
Bugün burada atılmakta olan adımı, tüm dünya ölçüsünde
ulusal kurtuluşumuz doğrultusunda atılmış en ciddi adım
olarak değerlendiriyor, düşünüp önerenleri, hazırlayıp
düzenleyenleri, katılan ve katkıda bulunan herkesi saygı
ve takdirle anıyor, kendilerine içtenlikle teşekkür
ediyoruz.
DÇB'nin yapısını ve çalışmalarına ilişkin ana tüzük
önerisi olarak hazırladığımız taslak çalışmayı da
sunmak, konuya ilişkin görüşlerimizi ve gerekçelerimizi
zaman içerisinde açıklayacağız.
Sayın Hapae’den ödünç “CARI” diye bitirelim. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|