YANLIŞLIĞIN YALNIZLIĞI

20.12.2010

                               
Dr. MEŞFEŞŞU Necdet Hatam
                                             
                                             
Sayın Erol Taymaz, “Yalnızlığın Yanlışlığı” (*) adlı, yanlışlarla bezenmiş (!) ve kimi konulara ilişkin bilgileri bilmezden geldiği yazısı ile “yanlışlığın yalnızlığı”nı amaçlamış sanki...

Yalnızlığı seçmek gerçekten yanlıştır. Özellikle politik bir sorunun çözümü için çaba gösteriyorsanız.

Ancak bilinmeli ki gerçekçi olmayan birliktelikte ısrar etmek de yanlıştır, sonucu da yanlış bulduğumuz “yalnızlık”tır.

Sayın Taymaz;

- Çerkes-Adige konusunu açıklığa kavuşturmadığı gibi konuya ilişkin kendi görüşünü de açıklamamıştır.

- Kimi konularda yanlış anlamaya neden olabilecek çok önemli bilgileri eksik bırakmıştır.

- Doğru kabul edildiğinde yanlış sonuçlar verebilecek yanıltıcı tespitlerde bulunmuştur.

- Yazısını, her halkın örgütünün kendi adını taşımasını savunan herkesin bunu, aynı gerekçe ile savunduğu yanlışı üzerine kurgulamıştır.

- En önemlisi hiç de yeni olmayan, her halkın örgütünün kendi adını taşıması önerisini yeni bir sorunmuş gibi gündeme getirmiştir. Dahası, önemli olanın, zarf (yani ad) değil, mazruf (yani içerik) olduğunu vurgulamakla birlikte, bakar bakmaz anlaşılması amacı ile içeriğin ayrı zarflara konulması girişimini, mazrufun bozulması ile, yani, kardeş halkların kendi adları ile ayrı örgüt kurmalarını, neredeyse birbirlerine düşman olması ile eş tutmuştur.

Kanıtlar:

“Çerkesler (...) yurtlarından kitlesel olarak sürgün edilmişlerdir.

Çerkesler Kuzey-Batı Kafkasya halkları olarak alınmışsa doğru ancak tüm Kuzey Kafkasya halkları karşılığı olarak düşünülmüşse yanlıştır. Ancak doğru olan değerlendirme de yazının ana fikrine aykırıdır.

Çerkesler, (...) Son olarak Çarlık Rusya'sının yayılmacılığına karşı yüz yıldan fazla direnmiş, fakat sistemli ve sürekli bir şekilde uygulanan kolonyalist politikalara yenik düşüp yurtlarından kitlesel olarak sürgün edilmişlerdir...”

Çerkes (Adige Abaza ve Wubıh) sürgününde asıl etken elbetteki Çarlık Rusya’sının kolonyalist politikasıdır. Ancak Osmanlı İmparatorluğu ve diğer büyük bölge güçlerinin etkisi gözden uzak tutulduğu için eksiktir.

Bizce olayın özeti birkaç cümle ile şudur:

- “En güçlü olmak, koşullar elvermiyorsa, bir diğerinin en güçlü olmasını engellemek” dünya dünya olalı beri, büyük devletlerin evrensel, temel ilkesidir.

- Günümüz dünya güçleri nasıl ki dünyanın çeşitli bölgelerinde, kendi çıkarları için bölge halklarını hiç önemsemeden savaşıyor, halkları da savaştırıyorlarsa, döneminde Kafkasya’da asıl savaşanlar, yok olması pahasına bizleri savaştıranlar dönemin dünya güçleri idi.

- Halklarımızın kaderini çizen büyük güçler arasındaki antlaşmaların hiçbirinde Kafkas halklarından birinden birinin imzasının olmayışı savımızın en kesin kanıtıdır.

Birçok tarihçinin belirttiği gibi bu devletler. Kafkas halklarını hiçbir zaman özne olarak kabul etmemiş hep nesne olarak görmüşlerdir.

- Savaşın asıl nedeni, Çarlık Rusya’sının genişleme, en büyük olma temel kuralı gereğince sıcak denizlere inme, Hindistan ticaret yollarını ele geçirme ve sayılabilecek daha bir çok nedenle Kafkasya’yı, özellikle de Kuzey-Batı Kafkasya’yı ele geçirmek istemesidir.

- Osmanlı, İran, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın asıl amacı Çarlık Rusya’sının genişlemesini, büyümesini önlemektir. Başlarda Kafkas halklarının Rusya’yı durdurabileceği sanılmış, yardım edilir gibi yapılmış ancak Rusya’yı Kafkasya’da durdurmanın mümkün olmadığı görüldüğünde de savunma hattı olarak Osmanlı topraklarını seçmişlerdir. Böylece Osmanlı’nın güçlendirilmesi gündeme gelmiştir.

- Dolayısı ile savaşın son bulmasından çok önce, özellikle Kuzey-Batı Kafkasya halklarının Osmanlı topraklarına göçürmek planları ve antlaşmaları yapılmıştır.

Özetle Çerkes'siz bir Kuzey-Batı Kafkasya amaçlayan Çarlık Rusya’sı itmiş, bu coğrafyadaki insanların gücüne ihtiyacı olan Osmanlı Devleti çekmiş, gücü takviye edilmeyen Osmanlı Devleti’nin Rusya’nın daha da büyümesini engelleyemeyeceği tehlikesini gören Avrupa ülkeleri de sürgünü desteklemişlerdir.

Sürgünümüzde rol alan devletlerin varislerine yüksek sesle “çeşitli ülkelere dağıttığınız halklarımızı anavatanına dönüşünü sağlamalısınız” deme hakkını da verecek, Anavatana dönüşe katkılarını sağlayacak bu yaklaşımın ön plana çıkartılmamış olması ayrıca şaşırtıcıdır.

“Hepimizin çok iyi bildiği bu insanlık trajedisinin en önemli dersi, birlik olunmadığı zaman güçlü olunamayacağı gerçeğidir.”

Ulusal devletini kuramamış, uluslaşamamış halkların birlik oluşturabildiği tarihte çok sık görülen bir olgu değildir. Anlatılan dönem öncesinde de Çerkeslerin, ulusal devletlerini kurma aşamasına henüz gelmemiş oldukları da bilinen bir gerçektir. Dolayısı ile değerlendirme yanlıştır.

Dahası, “birik olunabilseydi sonuç yenilgi ve sürgün olmazdı” gibi de anlaşılabilecek bu söylem, Çarlık Rusya’sının, Osmanlı’nın, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın sürgünümüzde oynadıkları rolün payını azaltacaktır.

Burada sayın Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün, “Günümüz olaylarını anlayamayanlar geçmişi sağlıklı değerlendiremezler” anlamındaki yaklaşımını anımsamak konuyu daha anlaşılır kılacaktır.

Buradan hareketle diyebiliriz ki;, bölgede çatışan dünya güçleri günümüzde, Ortadoğu ve Filistin bağlamında nasıl ki Arapların birlik oluşturmasını engelliyorlarsa, bizim olayımızda da dönemim dünya güçleri kendi çıkarları için halklarımızın birlik oluşturmasını engellemişlerdir. Halkların birlik olamaması dahası birbirlerini kırması için, gerçekte önemli olmayan, ancak halklara önemsetilebilecek gerekçeler bulmak, büyük güçler hiçbir zaman diliminde zor olmamıştır.


19. yüzyılda Çerkeslerin birlik olması belki nesnel olarak mümkün değildi.

Doğru hem de “belki”siz. Ancak yazınızda amaçladığınız “birlik” in bugün gerçekleştirilemeyeceğinin de en kesin kanıtı değil mi bu tespit. Ayrıca buradan hareketle günümüzde birliğin nesnel koşullarının olduğu sonucu nasıl çıkartılabilir anlamak çok güç.

Tarih, topraklarında toplu halde yaşarken yurtlarını işgal eden düşmana karşı nesnel koşullar ek vermediği için birlik oluşturamayanların günümüzde sosyo-ekonomik, politik ve hukuksal yapıları birinden çok farklı çok sayıda ülkeye dağılmış, anavatanda da parçalanmış ve hiçbir coğrafyada çoğunluk halk olmayan halklarımızın birlik oluşturabileceğini ummak...

Diaspora ülkelerinde entegrasyondan öte asimilasyonu seçmiş olanların kendilerini süren ve sürgüne katkıda bulunan ülkelerin mirasçısı ülkelere ve birbirlerine karşı çok farklı konumda olanların, birey olarak vatan bildiği ve uğruna ölümü göze aldığı diaspora ülkesinin Çerkeslerin vatanı olamayacağının bilincinde olanların hem de bütün Kuzey Kafkasya halklarının birlik oluşturabileceklerini ummak düş değil de nedir? Ayrıca birliğin ne için oluşturulacağı, gelecek kurgusu vurgulanmamışken.

Bilinmeli ki, neden ve ne için birlik sorusu gerçekçi olarak yanıtlanamadığı sürece “birlik “ sözcüğü içi boş soyut bir kavram olarak kalacaktır.


“(...) fakat savaşın son yıllarında direnişe devam edebilen kabilelerin örgütlülüğü bile birlikteliğin ve ortak tutumun yaşamsal önemini göstermiştir.”

Olayın anlaşılması zorlaştırılmıştır.

“Savaşın son yılları” demekle hangi yılların anlaşılması gerektiği belirtilmemiştir. Örneğin, Şeyh Şamil’in teslimi ve onunla birlikte hareket eden Muhammed Emin’in, Osmanlı’ya göçüp Çarlık Rusya’sının bağladığı maaşla geçinmeye başladığı yıllar mıdır sözü edilen son yıllar? Sözü edilen yıllarda hangi halkların birlik olmanın önemini kavradığı da belirtilmemiştir.

Ya da “son yıllar” ile1838 de toplanan Çerkes Meclisi’ne mi atıf yapılmaktadır. Eğer söz konusu olan bu meclisin toplandığı dönem ise meclise hangi halkların temsilcileri katılmış birlikte ne gibi kararlar almışlardır? En önemlisi de birlik olmanın önemi anlaşıldıktan sonra nasıl bir birlik oluşturulduğu ve sonucunda ne gibi kazanımlarımızın olduğu belirtilmemiştir.


“İşte bu ders 1992-93'de tarihin tekerrür etmesini engellemiştir. Abhaz halkı, gerek Kuzey Kafkasya'daki, gerekse diasporadaki kardeşlerinin de desteği ile Gürcistan'ın şoven yöneticilerinin başlattığı soykırımdan korunabilmiştir”.

Gerçeklerden uzak bir yaklaşım:

Peki alınan bu ders Çeçenleri neden koruyamamıştır. Neden diasporadaki kardeşlerinin ve daha fazlasının desteği ile Çeçen trajedisi önlenememiştir. Kuzey Kafkasya Çeçen desteği, neden Abhazlara desteğe oranla çok cılız kalmış yada Abhazya’ya destek nasıl örgütlenebilmiştir?

Bizce, görülmesi, bilincinde olunması gereken Abhazya savaşının, öncelik ve özellikle Rusya Federasyonu’nun, sonrasında diğer kardeş halkların desteği ile kazanılmış olduğudur. Dahası gönüllüler hareketinde de, RF’nun olayı yönlendirmesinin payı büyüktür. Gürcü saldırısı ile birlikte, dönemin DÇB Başkanı rahmetli KALMIK Yura’nın, tüm Kuzey Kafkasya halklarını silah başı yapmaya çağıran sesi Rusya Federasyonu başkenti Moskova’dan ve devlet radyosundan duyulmuştur. Yine RF artık sesi duyulmaz olan Kafkas Halkları Konfederasyonu’na gönüllüler ordusu kurdurmuştur. Dönemin Adigey Adige Xase Başkanı ŞHALAXHUE Abu’nun “gönüllüdür” belgesi vermesi ve bu belgenin Gürcülere esir düşen bir Adige gencinin üzerinde çıkması, olağan bir olay gibi karşılanmıştır.. Savaş boyunca özellikle ilk günlerde Devlet radyo ve televizyonları Gürcü tarafının moralini bozacak Abhaz tarafını yüreklendirecek yayın yapmıştır.
Burada da savaşın asıl tarafları dünya güçleridir. Dünya güçleri kendi çıkarı için uygun gördüğü tarafı desteklemişlerdir.

Abhazya, RF ve kardeş halkların desteği ile Gürcistan’a karşı kazanmış, Çeçenistan ise küçümsenemeyecek uluslararası desteğe karşın Rusya Federasyonu’na karşı kaybetmiştir.

Bizce Abhazya, Gamsakurdiya, Şevardnadze ve Sakaşvili’nin, özetle, Gürcü milliyetçilerinin bizlere hediyesidir. Eğer bu saydığımız yöneticiler ve iyi durum değerlendirmesi yapabilselerdi, RF’nun hepten bittiği gibi bir yanılgıya kapılmasalardı, kendi kara kaş kara gözleri için Amerika'nın, Batılı güçlerin Rusya ile savaşı göze alamayacaklarını görebilselerdi, RF ile Amerika’nın dünya enerji yatakları bağlamında doğunun devi Çin ve batının AB sine karşı ittifak içinde olabileceklerini sezebilselerdi ve gerçekçi bir durum değerlendirmesi yapabilselerdi; Abhazya’nın bağımsızlığının tanınması bu kadar kolay olamazdı ya da bugün Abhazya bağımsızlığını tanımayı hiç gündeme almayan Batı, eğer başarılı olsaydı Çeçenya’nın bağımsızlığını tanıma konusunda Abhazya’nın tanınmasında olduğu müşkülpesent davranmazdı?

Özetle, Abhazya’nın bağımsızlığını getiren RF çıkarları ile Abhazya’nın çıkarının örtüşmüş olmasıdır.

Saldırganların "15 bin gencini öldürürsek bütün Abhaz halkının genetik varlığını yok ederiz" diyerek Abhazya'ya girmesinden sadece bir gün sonra gönüllüler Abhazya'nın yardımına koşmuş, Kuzey Kafkasya'da düzenlenen kitlesel etkinlikler Rusya'nın Abhazya'ya karşı tutumunu değiştirmeye zorlamıştır. 19. yüzyılda Çerkeslerin birlik olması belki nesnel olarak mümkün değildi.

Akademisyenimize yakıştıramadığımız çocukça bir değerlendirme:
Gürcü helikopterini düşüren, gürcü donanmasının saldırılarını engelleyebilen RF’nun, eğer kendi planlarının bir parçası olmasaydı da gönüllülerin Abhazya’ya gidişini engelleyemeyeceğini düşünebilmek ya da çıkarları için Rusya’nın gönüllülere izin verdiğini dahası gönüllüler hareketini yönlendirdiğini o günlerde değilse bile günümüzde görememek...

Bize göre ise gerçek şudur:

Gürcistan Batı ve NATO’yu seçtiğini çok erken ve kararlı bir şekilde ortaya koymuştur. Bu durumda Rusya Federasyonu konumunda olan hiçbir dünya gücü eli bağlı oturmaz, Gürcistan ile birlikte Abhazya’nın da kaybedilmesine, dahası diğer dünya güçlerinin daha da içine girmesine seyirci kalamazdı. Ancak Sovyetler Birliği dağılma aşamasında ortaya çıkan on beş bağımsız cumhuriyetin aralarında imzalamış olduğu sınırlara saygı anlaşması vardı. Rusya Federasyonu’nun aktif müdahalesini en azından isteyenlerin haklı görebileceği bir zemin oluşturmak gerekiyordu.

Anımsayın bir, Irak’a girmeye, Irak’ı parçalamaya, Irak’ın kuzeyinde Kürt Devleti kurdurmaya kararlı Amerika’nın bölgede ne gibi oyunlar oynadığını, ne gibi bir zemin oluşturduğunu. Kimlere ne görevler verdiğini.

Yıllarca Saddam’ın güçlü ordusu konuşulmadı mı? Ankara’nın Saddam toplarının menzilinde olduğu yazılmadı mı? Dahası, su borusu benzeri uzun çok uzun güya top namlusu borular güya yakalanmadı mı?

Sonunda yol gösterip teşvik edilerek Saddam Kuveyt’e sokulmadı mı? Arkasından Saddam'ın idamı ile sonuçlanan olaylar gelişme di mi?

Kürt Devletinin kurulmasına yönelik en somut adım olan “Irak Merkez güçlerinin 36. Paralel'in kuzeyine geçme yasağı” konmadı mı?

Oluşturmaya başladığı Kürt Devleti’ni koruma görevini de kırmızı çizgisi, Kürt Devleti kurdurmamak olan Türkiye Cumhuriyeti Çevik Kuvveti’ne vermedi mi?

Amacımız, Irak'ta olan bitenin görebildiğimiz kadarını yeniden yazmak değil. Konumuzla ilgili olan bölümüne dikkat çekmek.

İşte olaya seyirci kalamayacak olan Rusya Federasyonu da bana göre Gürcistan’ı Abhazya’ya girmesi konusunda teşvik etmiştir. Güvence vermiştir. Abhazya’yı işgal eder etmez de ensesine tokadı vurmuştur. Başlarda Gürcistan’dan yana görünen Rusya, Abhazya ve Güney Osetya için hem savaşı göze almış hem de ülkelerin bağımsızlığını tanımıştır. Yani müdahaleden önce saldırgan bir ülkeye karşı daha zayıf bir halkın kendisini savunmasına yardımcı olma meşru zeminini oluşturmuştur.

Peki RF başından beri mi Abhazya’nın yanındaydı? Elbetteki hayır. Devletler özellikle de başrol oynayabilecek güçte olanlar önce kendilerinden yanadırlar. Sonrası çıkarlarına zaman zemine o günün koşullarına göre kimileyin şundan, kimileyin bundan yanadırlar. Çıkarları neyi gerektiriyorsa ondan yanadırlar... İşte RF'nda ne Gürcistan'dan yana ne de Abhazya’dan yana idi. RF kendisinden yanaydı. Her ülkenin olduğu gibi kendi politikası, kendi çıkarları vardı. Bu çıkarları da Abhazya’nın bağımsızlığını kazanması yönünde değildi. RF için en optimal olanı Abhazya’nın bir bölümünün Gürcülerin, diğer bölümünün de Abhazların denetiminde olması idi. Asıl amaç, Abhazya havucu ile Gürcistan’ın Batı’ya ve NATO’ya yanaşmasını önlemekti.

Ablukaya alındığında Şvarnadze’ye dokunulmayacağı ültimatomunu çekmesi bundandı.

Ancak RF’nun planlamadığı istemediği bir durum ortaya çıktı. Abhazya’nın önce tama yakını daha sonra da tümü Abhazların kontrolüne alındı. İlk yıllardaki ambargo destek kararları, planladığını gerçekleştirememiş olmanın kızgınlığı ile alınmış kararlardır. Daha sonra da Gürcistan'ın geri dönülmez yolda olduğu kanaati hasıl olunca da tam destek ve bağımsızlık geldi.

Zarf ...


Kuzey Kafkasya halklarının adlandırılmasına ilişkin bir tartışma son bir kaç yıldır devam ediyor. Kavramlar tarihsel ve toplumsal bağlamından kopartılarak "Çerkes"in kim olduğu yeniden tanımlanmaya çalışılıyor. İşin ilginç yanı, bu tartışma Çerkeslerin kendilerini nasıl tanımladığı üzerinden değil, diğer dillerde Çerkeslerin nasıl tanımlandığı üzerinden yapılıyor.

Yanlış, yanıltıcı:

Anavatan ve diğer diaspora ülkelerinde Çerkes Adige olarak biliniyor. Aslında Türkiye’de de hiçbir zaman yeniden tanımlamayı gerektirecek ortak bir tanım oluşmamıştır. Konu üzerinde yazan, düşünen her birimizin içeriğini kendimizin bildiği bir Çerkes’imiz olmuştur. Örneğin benim için ve genelde Dönüş için Çerkes Adige-Abaza karşılığı olarak kullanıla gelmiştir.

Anavatan’da tartışılan, Çerkes sözcüğünün Adigelerin dışındaki halkları da içerip içermediği değil, diğer dillerde tüm Adigelere ad olup olamayacağıdır. Son dönemlerde Türkiye ve uzantısı Kuzey Kafkasyalılar arasında Çerkes sözcüğü dolayında aslında tartışılan paradigmadır. Dayatılan ''Türkiyelilik Paradigması''dır. Paradigmanın belirleyeni “Gelecek Kurgusu”dur.

Kuzey-batı Kafkasya halkları için diğer dillerde en yaygın olarak kullanılan terim, "Çerkes". Farklı dillerde veya tarihsel dönemlerde Şerkas, Tarkasiey, Circassian gibi farklı şekillerde söylenmiş/yazılmış bu kelimenin kökeni kesin olarak saptanabilmiş değil. Tarihçiler bu terimin kökeninin Latin, Fars veya Türkçe olabileceğini söylüyorlar. Bu terim en erken 13. yüzyılda kullanılmış. İngilizce ilk yazılı kullanımı ise çok daha sonra, 1555 yılında.

Ermeni tarihçi Arsen Avagyan'ın Çerkesler isimli kitabında kapsamlı olarak anlatıldığı gibi, "Çerkes" terimi seyyahlar ve eski tarihçiler tarafından çok farklı anlamlarda, kimi zaman bazı Adige kabileleri için, kimi zaman tüm Adigeler için, çoğu kez de Kuzey-batı Kafkasya'nın ve hatta Kuzey Kafkasya'nın (kimi kapsadığı açık bir şekilde tanımlanmadan) tüm yerli halkları için kullanılmış. Çerkes teriminin kullanımında belirsizlik ve karmaşa olması aslında çok doğal, çünkü yazılı kültürün olmadığı Kuzey Kafkasya ve halkları 19. yüzyıl sonlarına kadar kapsamlı olarak tanınmamış, bilinmemiş. Öyle ki, 19. yüzyılda Çerkesler üzerine en önemli çalışmaları yapan Kafkasya uzmanlarından Adolf Berje bile 1858'de yayımladığı Kafkasyalı Dağlı Kavimlerin Kısa Tasviri kitabında, Kafkasya'nın kendileri için terra incognita (bilinmeyen ülke) olduğunu söylemekte. Doğal olarak, bilinmeyen halkların net bir şekilde tanımlanması da mümkün değil.

18. ve 19. yüzyılda Çerkesler ve Kafkasya, Rusya ve Avrupa'nın ilgisini giderek daha fazla çekmiş, seyyahların ve Puşkin, Lermentov, Byron gibi şairlerin de katkılarıyla egzotik, vahşi ve saf güzelliğin simgesi haline gelen bir "Çerkes imgesi" oluşturulmuştur. Beyaz ırka "Kafkas" ırkı denilmesi Avrupa'da ve hatta Kuzey Amerika'da yaygınlaşan bu Çerkes imgesinin sonucudur. Tahmin edilebileceği gibi bu dönemde "Çerkes" terimi, genellikle belirli bir kabile veya halkı değil, muğlak bir "Kafkas Dağlısı"nı tanımlamış. Bu nedenle, Kuzey Kafkasya'nın yerli halkları için "dağlı" terimi de yaygın olarak kullanılmaya başlanmış.

Olayı içinden çıkılmaz hale getiren bir sürü doğru yanlış bilgi. Bize göre asıl tartışılması gereken terimlerin tarihsel ve bilimsel anlamı değildir. Gelecek kurgumuza temel olacak, tarihsel ve bilimsel anlama da uzak düşmeyecek bir adlandırmadır. Ayrıca Türkiye diasporasının şu ya da bu kararının anavatandaki yapıyı değiştiremeyeceği de bilinmelidir.

Ancak bu laf kalabalığı içindeki en büyük yanlışın mutlaka altı çizilmelidir. Kendimize “Dağlı”lığı yakıştırdığımızda asıl, kendimizi başkalarının gözü ile tanımlamış olacağımızın farkında olunmalıdır.

Çerkes soykırımı kitabında kolonyalist tarihçilerin dağlıyı, “vahşi ekzotik bir güzellik karşılığı” değil, bilinen vahşilik anlamında kullandıkları yazılıdır.

Dağlı Halklar Konfederasyonu’nun adı, rahmetli ÇUIŞHE İzzet ile birlikte yaptığımız uyarılardan sonra Kafkas Halkları Konfederasyonu olarak değiştirilmiştir.

Çerkes teriminin sadece Adige halkını içerecek şekilde kullanılması, 19. yy sonlarından itibaren Rus ve Batılı tarihçilerin ve dilbilimcilerin çalışmaları sonucu olmuştur. Dilbilimcilerin çalışmaları ile Kafkas dilleri ayrı bir dil ailesi olarak ele alınmış ve Kafkas dilleri sınıflanmaya başlanmıştır. Bu sınıflama ile birlikte, Kafkas halkları da daha net bir şekilde tanımlanmış, Adige dili için Rusça Cherkess ve İngilizce Circassian terimlerinin kullanılması yaygınlaşmıştır. Kafkas dilleri uzmanı Rieks Smeets, "Çerkes [Circassian] terimi çeşitli anlamlarda kullanılmaktadır; en az belirsiz olan anlam, dilbilimsel olanıdır: Çerkesler, ana dili -veya, günümüzde, ikinci dili- Çerkesce olan gruplara mensup insanlardır" derken bu gerçeği dile getirmektedir. Bu evrim sonucu günümüzde Rusça (черкес) ve İngilizce (Circassian) "Çerkes" terimi, genellikle Adigeler için kullanılmaktadır.

Peki günümüzdeki bu durumu değiştirebilme gücümüz, evrimi yok sayma gücümüz var mıdır ya da hangi sosyal, siyasal gereklilik bizi farklı bir adlandırmaya itmektedir? Türkiye’de hangi anlamda kullanılacağı bu sorunun yanıtında düğümlenmektedir.

Türkçe’de de Çerkes teriminin kullanımı tarih içerisinde bir evrim geçirmiştir. 19. yy ortalarına kadar "Çerkes" terimi, bazen sadece Adigeler, bazen sadece Kuzey-batı Kafkasya halkları (Adige-Abaza-Wubıh), bazen de tüm Kuzey Kafkas halkları için kullanılmıştır. Çerkes Sürgünü'nden sonra Osmanlı topraklarına Adigelerin ve Abazaların kitlesel olarak, Oset, Çeçen ve Dağıstan halklarının da daha küçük ölçeklerde yerleştirilmesi sonucu, benzer/ortak kültürel özelliklere sahip olan, sürgün, muhaceret ve kültürel yok oluş süreçlerinde aynı potada birleşen bu toplumların hepsine "Çerkes" denilmeye başlanmıştır. Ve bu kullanım günümüze kadar devam etmiştir.

Yanlış:

“Bazen” yerine “kimileri” denseydi doğru olabilecekti. Çünkü bu yaklaşımlar şimdilerde olduğu gibi hep kullanımda olmuş ve hiçbir zaman diliminde de Türkiye’nin genelini kapsamamıştır. Adapazarı ve Düzce yöresinde hala yaygın olan Çerkes-Abaza söylemi bunun günümüzde de görülen kanıtıdır. Kişiler farkında oldukları ya da olmadıkları paradigmalarına göre birinden birini tercih etmişlerdir. Paradigmanın oluşmasında en büyük pay da hep politik yaklaşım olmuştur.

Her toplumun, halkın, ulusun, kendi dilinde, kendisini tanımlamak için kullandığı bir terim vardır. Toplumlar genel olarak bu isimleri önemserler, başka dillerdeki tanımlamalarla ilgilenmezler. Örneğin Türkçe, İngilizlere "İngiliz" denilir. Türk Dil Kurumu'na göre bu kelime Türkçe'ye İtalyanca'dan (inglese) geçmiştir. Türkçe'de İngiliz terimi genellikle Britanya adasında yaşayan tüm insanlar için ("British"in karşılığı olarak) kullanılır, fakat kelimenin aslı bu adada yaşayan halklardan sadece birini tanımlamaktadır ("English"; diğerleri Galler ve İskoçlar). Bir başka deyişle, Türkçe'de "British" ve "English" arasında net bir ayrım yoktur, fakat herhalde hiç bir İngiliz'in aklına "Türkler niye hepimize İngiliz diyor" diye tasa etmek gelmez.

Laf kalabalığı:

Ancak yine de vurgulamak gerekir ki, Türkler kullanmadığı için Galler ve İskoçlar kendi adlarından vazgeçmemiş ya da geneline İngiliz dedikleri için İngiliz adını almak kimsenin aklına gelmemiştir. Ayrıca Çerkes, Adigelere sadece Türklerin taktığı bir ad değildir. Sayın Taymaz’ın da yukarıda belirttikleri gibi, Adigece dışındaki bütün dillerde Adige karşılığında kullanılmaktadır.

Başka dillerdeki adlandırmayı tasa etmek konusunda bir istisna Türkiye'de yaşanmıştır. Türkiye'de bazı kişiler ve hükümetler, Türkiye'ye İngilizce Turkey denmesinden, "Turkey"in aynı zamanda hindi anlamına gelmesinden dolayı rahatsız olmuş, İngilizce "Turkey" yerine "Türkiye" kelimesinin kullanılmasını istemiş, bu konuda kampanyalar düzenlemiş, hatta üzerinde "Turkey" yazan mektupların Türkiye'de dağıtılmamasını talep etmişlerdir. Bütün bu çalışmaların sonucu ortada...

“Teşbihte hata olmaz” dense de üzerinde durulmayı gerektirmeyecek kadar hatalı bir teşbih.

Bu konuda ikinci istisna yine Türkiye'de yaşanıyor. Bazı arkadaşlarımız Türkçe'deki "Çerkes" kelimesinin sadece Adigeleri kapsayacak şekilde kullanılmasını istiyorlar. "Çerkes" kavramının sahip olduğu siyasal içerik boşaltılıyor, Çerkeslerin hiç bir demokratik talebi telaffuz dahi edilmiyor ve tüm sorun dernek tabelası haline indirgeniyor. Hatta, Çerkes kültürünün en önemli unsurları, örneğin Çerkeslere yüzyıllardır kucak açan dağların ve ülkenin ismi (Kafkasya) ve Çerkes kültürünün en önemli ve özgün unsurlarından biri olan mitoloji (Nart) gibi ulusal-kültürel unsurlar, "Çerkes" kelimesine yer açmak için küçümseniyor, göz ardı ediliyor. Adigelerin kendilerini nasıl tanımladığı değil (ki doğal olarak bu konuda hiç bir belirsizlik yok), Türkçe'de Adigelerin nasıl tanımlandığı, Adigelerin uluslaşmasının en önemli koşulu olarak görülüyor. Herhalde bu post-modern bir uluslaşma süreci...

Yine gereksiz bir genelleme yapılmış:

Türkiye’de Çerkes sözcüğünün herkesler tarafından kabul edilmiş siyasal bir içeriği var mı ki birileri içeriğini boşaltılmak istesin? Adlandırma tartışması gündeme gelmezden önce demokratik haklar talep ediliyordu da ondan sonra mı vazgeçildi? Ayrıca, Çerkes’i önemsemek neden Nartları Kafkas’ı küçümsemek anlamına gelsin? “Kafkaslı Çerkes karşılığı değildir” diyenler neden Kafkas adını küçümsemiş olsun? Günümüzde Çerkes Adige halkının anadil dışındaki dillerde söylenişidir. Halkın adıdır. Kafkasya da Çerkesya da birer bölge adıdır. Türklerin yaşadığı yere, Türk ülkesi anlamına Türkiye dendiği gibi Çerkeslerin yaşadığı yere de, Çerkes ülkesi anlamına Çerkesya denmiştir. Anadildeki karşılığı Adigey’dir. Ancak Adigey de sadece günümüz Adigey Cumhuriyeti topraklarını değil, Adigelerin tarihsel topraklarını kapsar.

Nart ise destanımızdır. Tüm Kuzey Kafkasya Halkları Nart destanlarını sahiplense kimi yazarların tüm halkaların ortak üretimidir deseler de destanların gerçek sahipleri uzak geçmişte aynı dili konuşan Adige, Abaza, Wubıh grubudur. Çünkü destan demek dil demektedir. Aynı zaman diliminde, hele de okulun eğitim kurumlarının olmadığı dönemde, farklı dillerde aynı destanın üretilmesi mümkün değildir. Diğer halklar, komşuluk ilişkileri sonucu destanları edinmiş belki de üretmişlerdir.

Destanlarda geçen yer adları da halen sözünü ettiğimiz bu halkarın tarihi topraklarındadır.

Bu adlandırma sorununun, gündemdeki konular açısından çok önemli olmadığını düşünüyorum, çünkü önemli olan zarf değil, mazruftur.

Her sözcüğüne katıldığım bir yargı:

Gerçekten son yıllarda önemli mazrufları olmayanlar, hep zarfı tartışıp duruyorlar.

... ve mazruf

Adlandırma konusundaki tartışmaların özü, kime Çerkes denildiği değil, kimlerin ortak sorunları olduğu ve ortak örgütlenmesi gerektiği konusudur. Konuya Kaf-Fed özelinde bakarsak, sorun Kaf-Fed'in kimin sesi/sözcüsü olacağıdır. Diasporada kurulmuş bir yapı olarak Kaf-Fed sadece Adigelerin (veya Abazaların) sesi/sözcüsü olacaksa adlandırma sorunu zaten ortadan kalkar, adını Adige Dernekleri Federasyonu veya Abaza Dernekleri Federasyonu yapar, konu biter. Şayet Kaf-Fed, Türkiye'de yaşayan Adigelerin, Abazaların ve diğer Kuzey Kafkasyalıların sesi/sözcüsü olacaksa, adlandırma konusu ancak bu durumda gündeme gelir, fakat bu durumda da adlandırma sadece bir teferruattır. Türkiye'de yaşayan tüm bu insanlara, şimdiye kadar kullanıldığı gibi, Çerkes diasporası da denilebilir, Kuzey Kafkasya diasporası da, Nart da, dağlı da, Adige-Abaza da, Çerkes-Abaza da... İnsanlar birlikte örgütlenmek istediği zaman ortak bir ismi her zaman bulacaklardır.

Tamamen doğru bulduğum bir yaklaşım. İnsanların, halkların birlikte örgütlenme nedeni sadece istek, akrabalık ilişkileri, birbirini sevme vb. değildir. Birlikte örgütlenmek için sorunların da ortak olması, benzer olması da yeterli değildir. Eğer politik bir yaklaşımınız varsa birlikte örgütlenmek için sorunun çözümü konusunda da görüş birliği olmalı, dahası, sorunları çözme iradesi de gösterilmelidir. Sorunları ortak olsa bile sorunları çözme iradesini göstermeyenlerin o şu yada bu zarfın içinde olmaları sonucu etkilemeyecektir.

Bu nedenle sorulması gereken temel soru, "Türkiye'de Adigeler, Abazalar, Wubıhlar ve diğer Kuzey Kafkasyalılar ortak örgütlenmeli mi?" sorusudur. Bu sorunun yanıtı bence açık; evet, ortak örgütlenmeli.

Bu yargınızı doğru kabul edebilmemiz için yukarıda doru söylediğiniz yargıya dönme gerekliliği vardır.

Adlandırma konusundaki tartışmaların özü, kime Çerkes denildiği değil, kimlerin ortak sorunları olduğu ve ortak örgütlenmesi gerektiği konusudur. Konuya Kaf-Fed özelinde bakarsak, sorun Kaf-Fed'in kimin sesi/sözcüsü olacağıdır.

Yani ilk sorulması gereken soru, Adigeler, Abazalar ve Wubıhlar Abazalar ve diğer Kuzey Kafkasyalı halkların sorunların ortak olup olmadığıdır.

Çerkeslerin sürgünden günümüze kadar muhaceretteki en yaygın örgütlenme biçimi dernekler düzeyinde olmuştur. Bu derneklerin bir araya federasyon çatısı altında toplanması ise, tüm engellemelere karşın, 1990'lardan sonra başarılmıştır. Bu derneklerin iki temel işlevi olmuştur. İlk olarak, dernekler kültürün yeniden-üretilmesini, yani sürekliliğini sağlamaya çalışmaktadır. Kültür ve dil ancak insan ilişkilerinde var olur. Dernekler de hem kültürün yeniden-üretimi için insanların bir araya geldiği, hem de belirli kültürel unsurların (halk oyunları, müzik, el sanatları, dil, vb) öğretildiği/aktarıldığı bir ortam sağlamaktadır. Bu derneklerin kültürel işlevidir. Kültürün korunması ve geliştirilmesi doğal olarak sadece bu etkinlikler ile sağlanamaz. Özellikle dilin öğrenilmesi/ kullanılması başta olmak üzere kültürel hakların güvence altına alınması, anayurt ile ilişkilerin geliştirilmesi ve dönüş hakkı gibi siyasal hakların tanınması derneklerin siyasal işlevleri arasındadır. Kültürel ve özellikle siyasal taleplere ilişkin etkinliklerin bir elden yürütülmesi, hem taleplerin daha güçlü bir şekilde dile getirilmesini sağlayacak, hem de etkinliklerin eşgüdüm içerisinde daha etkili olmasına katkıda bulunacaktır. Derneklerin bir üst çatı (federasyon) kurması bu nedenlerle gereklidir.

Halkların gelecek kurgusu çok önemli bize göre asıl belirleyici olan da budur. Eğer adı sayılan sayılmayan tüm kuzey Kafkasya halkları Türkiye'de yaşamayı tercih ederse geleceğini Türkiyelik üzerine kurmuş ise en kısa ürede en çok sayıda halkı bir araya getiren bir örgütlenmeye gidilmelidir. Ortak dil Türkçe'dir. Hak talepleri tek bir ülkeden Türkiye’den olacaktır. Ne kadar kalabalık olunur ne kadar örgütlü olunursa partiler ve devlet nezdinde daha güçlü olacakladır.
Anayurt ile ilişkilerin geliştirilmesi ve dönüş temel alındığında sorun benzerliği olmadığı için ortak örgütlenme sorumluluğu hemen son bulmaktadır.

Çünkü Abhazya artık bağımsızdır. Engel çıkartan bağımsızlığını kabul etmeyen Ambargo koyan Rusya değil Türkiye’dir. Yani Abazaların önceliği TC ye durumu anlatmaktır. Anlatabilmektir.

Abazaların dışındaki halkları ise dert anlatacakları merci önce RF daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti'dir.

Hele dönüşe gelince ve de Türkiye’de bağımsızlığı tanırsa Abazalar için dönüş sorun olmayacaktır, dahası RF ile de hiç ilgili değildir. Zaten her Abaza dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun Abhazya vatandaşı sayılmakta ve Abhazya’ya ayak bastıkları gün kendilerine belgeleri verilmektedir.

Diğer kuzey Kafkasyalı Halklara gelince dönüş için örgüt kurma zorunlulukları bile yoktur. Çeçen İnguş Oset ve Dağıstanların anavatan örgütlülük ve gücü diasporanın katkısına gerek kalmadan bu sorunu çözebilecek güçtedir. Tüm diasporayı bir yıl gibi bir zaman diliminde bilemediniz iki yılda taşıyabilecek güç ve örgütlülüktedirler.

Dahası anavatan kesiminin ulusal kültürel varlığına büyük katkıları olmayacaktır. Olmazsa olmaz değildir. Dolayısı ile bu halkalarımızın anavatanındaki kesimin gündeminde değildir dönüş. Bu cumhuriyetler için diasporanın anavatana dönmesindense anavatanın sesi olarak muhacerette kalmaları tercih edilebilecektir.

Adige ve Abaza halkları için ise Dönüşün hem anavatan kesimi için hem de diaspora için yaşamsal önemi vardır.

Diaspora da kalan Adige ve Abaza yok olmaya mahkumdur. Dönüş ile hem kendi ulusal yaşamını garanti altına alacak aynı zamanda anavatan kesimini de güçlendirecektir.

Dönüşün önemi konusunda sorunları aynı olmakla birlikte somutları farklı olduğu için aynı çatı altında olmanın zorunluluğu yoktur.

Sorunları bu denli faklı iken ortak örgüte zorlamak yalnızlık sonucunu verecek yanlışlıktır.

Bu iki işlev açısından değerlendirildiğinde, Türkiye'deki Kuzey Kafkasyalıların ortak örgütlenmesinin herkesin yararına olacağı açıktır.

Biz de diyoruz ki bu işlev açısından değerlendirildiğinde, Türkiyeli Kuzey Kafkasyalıların ortak örgütlenmesinin herkesin zararına olacağı açıktır.

Çünkü tüm Kuzey Kafkasyalılar gündelik pratikte benzer kültürel değerleri ve davranış biçimlerini paylaşmakta, bu nedenle aynı dernek çatısında bir araya geldiklerinde herhangi bir yabancılık çekmemektedir.

Gerçekte ise Türkleştikleri ölçüde yabancılık çekmemektedirler. Türkçe'yi bilmez az bilir kişileri bir araya getirelim de nasıl anlaştıklarını bir görelim ister misiniz?

Ayrıca, özellikle diasporadaki nüfusları anayurttan daha fazla olan Adige, Abaza ve Wubıhlar açısından, sorunlar, çözüm yolları ve talepler aynıdır.

Yukarıda sorunları ortak olanları ortak örgütlenmeleri ancak sorunları ortak olanların birlikte örgüt kurabilecekleri gibi doğru bir tespitiniz vardı. O halde birlikte örgütlenmesi gerekenler size göre de sorunları ortak olan Adige Abaza ve Wubıhlardır.

İşte bu nedenlerledir ki, muhaceret tarihindeki en önemli örgütlenmelerden biri olan Çerkes Teavün Cemiyeti'nden günümüze tüm bu toplumlar ortak bir isim altında ve bir arada örgütlenmeyi tercih etmişlerdir.

Bir kez Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti olarak örgütlenenler arasında Adige Abaza ve Wubıh dışında halkaların temsilcilerinin olup olmadığı araştırılmaya değer bir konu. Ancak söylenebilecek olan yaptıkları tüm çalışmaların yayınladıkları gazetelerin okullardaki eğitim dilinin elimize geçen şiir ve bestelerinin hep Çerkes saydıkları halklara yani Adige, Abaza, halklarına yönelik olduğudur. Aynı kadrodan kişilerin de içinde bulunduğu ve tüm Kuzey Kafkasya Halklarını ilgilendiren örgüt kurulduğunda da adı Çerkes sözcüğünü içermemmiş Şimali Kafkasya adını almıştır.

Cumhuriyetten sonra ilk kurulan derneğimiz 1946 da ancak Dosteli Yardımlaşma Derneği adı altında kurulmuş hemen sonra daha 1950 de ayrılan bir grup Kuzey Kafkas Türk Kültür Derneğini kurmuşlardır. Bağlarbaşı Çerkes derneğinin adının Kuzey Kafkas değil de Kafkas olmasının en büyük nedeni çok büyük bir olasılıkla 1950 de kurulan ve adı Kuzey Kafkasya’yı içeren dernekle karıştırılma korkusudur.

Nitekim 1950 de kurulan Kuzey Kafkas Türk Kültür Derneği öncekilerin yayınlamakta oldukları dergiye rakip” Birlik” adlı bir de dergi yayılamaya başlamışlardır. Yani o günden bugüne Kuzey Kafkasyalıların birlik oluşturabildikleri tespiti de gerçekçi değildir.

Tamamen çarpıtmadır.

Diasporada dağınık bir yerleşim sergileyen ve var oldukları bölgelerde iç içe yaşayan Kuzey Kafkasyalıların ortak örgütlenmesinden ve (ne olursa olsun) ortak bir isimle anılmasından daha doğal ne olabilir?

Daha doğalı her halkın kendi adını taşıyan örgütlerini kurup bunların da sorunları ortak olanların yani Adige Abaza ve Wubıhların bir federasyon ya da konfederasyon yada adı her ne olabilecekse bir örgüt çatısı altında toplanmalarıdır.

Tarihin bize acımasız bir şekilde öğrettiği bu yalın gerçeğe rağmen, aslında aynı siyaseti izleyen, bir madalyonun iki yüzünü oluşturan bazı Abaza ve Adigeler, birbirlerini bahane ederek, "artık beraber olamayız" diye sesleniyor. "Anayurttaki gerçeklere, Kafkasya'daki yapılanmalara bakın! Kafkasya'da olduğu gibi artık Abhazlar (Abazalar? Apsuwalar?) ve Çerkesler (Adigeler?) ayrı örgütlenmeli, bu uluslaşmamız için zorunlu" diyorlar. Burada da ayrı örgütlenme yeni başlamış gibi bir çarpıtma var. Abazaların Abhaz adı ile örgüt kurma çalışmaları 1960'lı yılların sonunda kurulmuştur. Şamil vakfı varken Alan vakfı kurulmuştur. Daha sonra da bunların bir ve beraber olmadığı bilici ile Kafkas Eğitim Vakfı kurulmuştur. Dağıstanlılar Derneği, Çeçen dernekleri de daha öncedir.

Anacak benim asıl anlamadığım ayrı dernek kuruluşunun neden illaki ayrılığı getireceği, getirmesi gerektiğidir. Yanlış olan ayrı derneklerin birlik olamayacaklarını sanmak bunun propagandasını yapmaktır. Bırakın dernekleri bağımsız devletler bile stratejik ortaklıklar kurmuyor mu?

İki STK, üç ya da daha fazlası amaçları ortak ise neden birlikte hareket edemesinler? Asıl sorgulanması gereken bu değil midir? Size bütünü ile katıldığım bir tespiti yinelemiştiniz yukarıda, asıl olan zarf değil mazruftur diye.

Diasporadaki kültürel erozyon ve yok oluş gerçeği görünmezden gelinip, diasporada darmadağınık yaşayan Abazaların ve Adigelerin "kendi" kültür derneklerine sığınarak uluslaşacakları düşünülüyor.

Bir kez hep gözardı edilen gerçek burada da göz ardı edilmiş. A be kardeşim kendi adına örgütü ilk Adigeler mi kurdu? Diğer kardeş halklar kendi adları ile örgütlerini kurarlarken neredeydiniz? Ayrıca ayrı örgüt kurmak neden illaki ortak politika yapılamayacağı olarak algılanıyor ki. Adige ve Abhazya’nın ayrı devlet olması ortak çıkarlar için ortak politika uygulamalarını engelliyor mu. Dahası bir halk adları çok farklı ancak aynı amaca kilitlenmiş sayısız örgüt parti şirket vakıf daha başka kuruluşlar kuramaz mı?

Abhazya ve Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinin çıkarlarının farklı olduğu, Abhazya'nın Rusya yanında, Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinin de Rusya'ya karşı tavır alması gerektiği iddia ediliyor.

Adige örgütleri kurulsun diyen herkes mi?

Kafkasya'ya içeriden, Kafkas halklarının gözüyle değil, dışarıdan, Kafkas halklarını piyon olarak görenlerin gözüyle bakan bu yaklaşım, tüm Kafkas halklarının ortak çıkarının bölgede barış ve istikrarın tesis edilmesi olduğunu inkâr edip, Kafkas halklarını çatışma ve savaşların bir aracı olarak görüyor. Kafkasya'da Abhaz, Adige ve diğer halkların çıkarları hiç bir zaman çelişik değildir, tüm bu halkların ortak çıkarı, içinde yaşadıkları bölgede demokrasi, huzur ve refahın gelişimidir. Kafkasya'yı büyük satranç tahtasının bir parçası olarak görenler ise, 19. yüzyılda olduğu gibi günümüzde de Kafkasya'da çatışma ve savaşların sürdürülmesini isteyecekler, bu amaçla da Kafkasya'nın halklarını birbirlerine düşürmek için her yolu deneyeceklerdir.

Her kelimesine katılıyorum ancak ayrı örgütlenme birlikte çalışmanın bu dediğinize daha büyük katkıda bulunacağını düşünüyorum. Halkların birbirine düşmemesi için örgütlenmelerinin de gerçelçi olması gerekliliği vardır.

İşte bu nedenle Gürcistan, Abaza-Adige ve anayurt-diaspora arasındaki işbirliğini bozmak için tüm gücüyle çalışmaktadır. Gürcistan'ın şoven yöneticileri de tarihten kendilerine göre ders almaktadır. Gürcistan, "işgal altındaki bölgelere ilişkin" yeni stratejisinde açıkça ilan ettiği gibi bir taşla iki kuşu vurmak, Abaza-Adige birlikteliğini engelleyerek hem Abhazya'yı yalnızlaştırmak, hem de Kuzey Kafkasya'da Adigeler üzerinden yeni bir çatışma ve savaş ortamı yaratarak Rusya'yı zorlamak istemektedir. Gürcistan'ın ABD'deki akıl hocaları da bu konuda aktif olarak çalışmakta, Adigeler için yeni gündemler yaratarak Abaza-Adige birlikteliğini dinamitlemeye çalışmaktadır. Başarılı olduğu taktirde bu sürecin Abhazya'nın zararına olduğu açık, tarihten dersler alanlar için Adigelere getireceği yıkım da ortada.

Yine ayrı örgüt kurmak ile ayrılmak birbirine düşman olmak birbirine sırt çevirmek ile karıştırılmış.

İşin ilginç yanı, ABD ve Gürcistan'daki soğuk savaş yanlısı şoven siyasetçilerin bu politikası, Rusya'daki soğuk savaş yanlısı ve federalizm düşmanı siyasetçilerin politikası ile çakışıyor. Onlar da Abaza-Adige birlikteliğinin parçalanmasını, Kuzey Kafkasya'daki halklar ve cumhuriyetler arasındaki ilişkilerin zayıflamasını istiyorlar. Çünkü onlar da çok iyi biliyorlar ki Rusya Federasyonu'ndaki cumhuriyetlerin yalnızlaşması ve ortak hareket edememesi, cumhuriyetlerin fesh edilmesi ve demokratik hakların ortadan kaldırılmasını kolaylaştıracaktır.

El hak bu da doğru. Ancak ayrı örgütlenme birlikte çalışmaya engel değil.

Hiç şüpheniz olmasın, bugün "Anayurttaki gerçeklere, Kafkasya'daki yapılanmalara bakın! Abazalar ve Adigeler uluslaşmak için diasporada ayrı örgütlenmelidir" diyenler, çok yakında aynı mantıkla Adigey Cumhuriyeti'ni de yalnızlaştırmaya çalışacaklar. Ayrılıklar için bahane bulma konusunda sonsuz bir yaratıcılığa sahip kişiler çıkacaklar, yine, "Anayurttaki gerçeklere, Kafkasya'daki yapılanmalara bakın! Adigey ve Kabardey iki ayrı cumhuriyet. Kabardeylerin hiç bir sorunu yok, onlar kendi cumhuriyetlerinde zaten çoğunluk. Biz sadece Adigey'e bakalım, bunun için diasporada öz Adige örgütlerini kuralım" diyecekler. Bu da gerçekleşirse, Krasnodar Eyaleti içerisinde yer alan 450 bin nüfuslu Adigey Cumhuriyeti'nde yaşayan 120 bin Adige'nin geleceği ne olacak? Bu soruyu yanıtlamak için tarihe bakmaya bile gerek yok sanırım.

Eğer anavatan ayrışırsa bu yaklaşımınızı benimserse daiasporanın etkilenmemesi mümkün değil. Ancak Ne mutlu ki ayrı yapılanma olsa da ''nasıl birlikte oluruz''un politikası var anavatanda. Onun için böyle bir korkuya kapılmanıza gerek yok. Şimdiye kadar da birçok saçmalıklar söylenmiş yapılmış ancak anavatan bunlardan etkilenmemiştir...

Bugün diasporadaki Kuzey Kafkasyalıların, özellikle Adige, Abaza ve Wubıhların öncelikli hedefi, ortak sorunlarına ortak çözüm bulmak için ortak örgütlülüklerini güçlendirmek olmalı.

Ortak örgütlülük. Mesela tüm Kuzey Kafkasya Halklarının örgütleri örgütlerini feshetsin ve Çerkes ya da Kuzey Kafkasya adını alsın Eğer Çerkes’in tüm Kuzey Kafkasyalılar olduğuna inanılıyorsa. Yada Çerkes sadece Adige Abaza ve Wubıhlar ise tüm Abaza ve Adige dernekleri Çerkes adını alsın. Abhazya da Çerkes Cumhuriyeti adını alsın. Bağımsızdır kararını verebilir. Örnek olur diğerleri da hak talebinde bulunabilir.

Bu, hem kültürlerini korumak ve yaşatmak için, hem yaşadıkları ülkelerde demokrasi ve insan haklarının gelişmesine katkıda bulunmak için, hem de anayurtları ile bütünleşmek için zorunludur. Bütün bir muhaceret tarihinin kanıtladığı gibi böylesi bir örgütlülüğün nesnel ve öznel koşulları mevcuttur.

Anayurtta yaşayan Kuzey Kafkasyalıların öncelikli hedefi, kendi aralarındaki birlikteliği ve işbirliğini güçlendirmek, Kafkasya dışındaki diğer cumhuriyetlerin halkları ile güçbirliğine gitmek ve Rusya'daki demokrat kesimlerle dayanışma içinde demokrasi ve federalizmi güçlendirmek olmalıdır. Ancak bu şekilde Kafkas halkları tarihte nesne değil özne olarak yer alabilir, başkalarının çıkarları için ölmek yerine, kendi ülkelerinde yaşamlarını sürdürebilirler.

Aynen öyle yapıyorlar hiç kuşkunuz olmasın.

Sonuç olarak, diasporada iç içe yaşayan, kültürel pratikleri aynı olan, sorunları ve talepleri ortak olan Kuzey Kafkasyalılar, sorunları ve taleplerinin farklı olduğunu yukarıda siz söylemiştiniz ya?

Bu sorunlarına çözüm yolları bulabilmek için ortak örgütlerde bir araya gelmekte, kendi yollarında hep beraber, omuz omuza yürümektedirler.

Ortak örgütlülük, birlikte iş yapma neden neden aynı çatı altında olmayı zorunlu kılsın. Aileler gerekli gördüklerinde aile çıkarını gözeten bir çok farklı şirket kurmuyor mu, holdingler oluşmuyor mu? Bırakın ayrı dernekleri, bağımsız devletler stratejik ortaklıklar yerine göre daha ileri ittifaklar kurmuyorlar mı?

Önemli olan bu somut gerçektir, bu gerçeği tanımlamak için kullanılacak herhangi bir sözcük, gerçeği değiştirmeyecektir.

Doğru söze ne denir ama “kullanılacak sözcüğün gerçeği değiştirmeyeceğinden...” pek emin olmamalısınız ki, birbiri ile çelişen görüşleri içeren böyle bir yazı yazdınız. Bizce kullanılacak sözcüğün gerçeği değiştirmeyeceğinden emin olanların yapması gereken, her yörenin kendi derneğinin adını seçmekte özgür olmasını savunmasıdır.

Yapılması gereken özlenen değil de gerçekçi “birlik” tanımıdır. O da sorunları ortak olan, gelecek kurguları benzer olan halklarımızın her birinin kendi adıyla kuracakları örgütlerin gelecek politikaları çakıştığında “ortak hareket birliği”dir. Bunun ötesini zorlamak biz göre “birlik”i oluşturmayacağı gibi halkları da birbirinden uzaklaştıracaktır.

Çünkü sağlıklı birlikteliklerin temel harcı halkların ortak çıkarı, ortak siyasettir.

(*) http://kafkasfederasyonu.org/dokuman/kose_yazi_e_taymaz.htm