|
|
|
|
|
YANLIŞLIĞIN
YALNIZLIĞI |
20.12.2010 |
|
|
Dr. MEŞFEŞŞU
Necdet Hatam |
|
|
Sayın Erol Taymaz,
“Yalnızlığın Yanlışlığı” (*) adlı, yanlışlarla bezenmiş
(!) ve kimi konulara ilişkin bilgileri bilmezden geldiği
yazısı ile “yanlışlığın yalnızlığı”nı amaçlamış sanki...
Yalnızlığı seçmek gerçekten yanlıştır. Özellikle politik
bir sorunun çözümü için çaba gösteriyorsanız.
Ancak bilinmeli ki gerçekçi olmayan birliktelikte ısrar
etmek de yanlıştır, sonucu da yanlış bulduğumuz
“yalnızlık”tır.
Sayın Taymaz;
- Çerkes-Adige konusunu açıklığa kavuşturmadığı gibi
konuya ilişkin kendi görüşünü de açıklamamıştır.
- Kimi konularda yanlış anlamaya neden olabilecek çok
önemli bilgileri eksik bırakmıştır.
- Doğru kabul edildiğinde yanlış sonuçlar verebilecek
yanıltıcı tespitlerde bulunmuştur.
- Yazısını, her halkın örgütünün kendi adını taşımasını
savunan herkesin bunu, aynı gerekçe ile savunduğu
yanlışı üzerine kurgulamıştır.
- En önemlisi hiç de yeni olmayan, her halkın örgütünün
kendi adını taşıması önerisini yeni bir sorunmuş gibi
gündeme getirmiştir. Dahası, önemli olanın, zarf (yani
ad) değil, mazruf (yani içerik) olduğunu vurgulamakla
birlikte, bakar bakmaz anlaşılması amacı ile içeriğin
ayrı zarflara konulması girişimini, mazrufun bozulması
ile, yani, kardeş halkların kendi adları ile ayrı örgüt
kurmalarını, neredeyse birbirlerine düşman olması ile eş
tutmuştur.
Kanıtlar:
“Çerkesler (...) yurtlarından kitlesel olarak sürgün
edilmişlerdir.
Çerkesler Kuzey-Batı Kafkasya halkları olarak
alınmışsa doğru ancak tüm Kuzey Kafkasya halkları
karşılığı olarak düşünülmüşse yanlıştır. Ancak doğru
olan değerlendirme de yazının ana fikrine aykırıdır.
Çerkesler, (...) Son olarak Çarlık Rusya'sının
yayılmacılığına karşı yüz yıldan fazla direnmiş, fakat
sistemli ve sürekli bir şekilde uygulanan kolonyalist
politikalara yenik düşüp yurtlarından kitlesel olarak
sürgün edilmişlerdir...”
Çerkes (Adige Abaza ve Wubıh) sürgününde asıl etken
elbetteki Çarlık Rusya’sının kolonyalist politikasıdır.
Ancak Osmanlı İmparatorluğu ve diğer büyük bölge
güçlerinin etkisi gözden uzak tutulduğu için eksiktir.
Bizce olayın özeti birkaç cümle ile şudur:
- “En güçlü olmak, koşullar elvermiyorsa, bir diğerinin
en güçlü olmasını engellemek” dünya dünya olalı beri,
büyük devletlerin evrensel, temel ilkesidir.
- Günümüz dünya güçleri nasıl ki dünyanın çeşitli
bölgelerinde, kendi çıkarları için bölge halklarını hiç
önemsemeden savaşıyor, halkları da savaştırıyorlarsa,
döneminde Kafkasya’da asıl savaşanlar, yok olması
pahasına bizleri savaştıranlar dönemin dünya güçleri
idi.
- Halklarımızın kaderini çizen büyük güçler arasındaki
antlaşmaların hiçbirinde Kafkas halklarından birinden
birinin imzasının olmayışı savımızın en kesin kanıtıdır.
Birçok tarihçinin belirttiği gibi bu devletler. Kafkas
halklarını hiçbir zaman özne olarak kabul etmemiş hep
nesne olarak görmüşlerdir.
- Savaşın asıl nedeni, Çarlık Rusya’sının genişleme, en
büyük olma temel kuralı gereğince sıcak denizlere inme,
Hindistan ticaret yollarını ele geçirme ve sayılabilecek
daha bir çok nedenle Kafkasya’yı, özellikle de
Kuzey-Batı Kafkasya’yı ele geçirmek istemesidir.
- Osmanlı, İran, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın asıl
amacı Çarlık Rusya’sının genişlemesini, büyümesini
önlemektir. Başlarda Kafkas halklarının Rusya’yı
durdurabileceği sanılmış, yardım edilir gibi yapılmış
ancak Rusya’yı Kafkasya’da durdurmanın mümkün olmadığı
görüldüğünde de savunma hattı olarak Osmanlı
topraklarını seçmişlerdir. Böylece Osmanlı’nın
güçlendirilmesi gündeme gelmiştir.
- Dolayısı ile savaşın son bulmasından çok önce,
özellikle Kuzey-Batı Kafkasya halklarının Osmanlı
topraklarına göçürmek planları ve antlaşmaları
yapılmıştır.
Özetle Çerkes'siz bir Kuzey-Batı Kafkasya amaçlayan
Çarlık Rusya’sı itmiş, bu coğrafyadaki insanların gücüne
ihtiyacı olan Osmanlı Devleti çekmiş, gücü takviye
edilmeyen Osmanlı Devleti’nin Rusya’nın daha da
büyümesini engelleyemeyeceği tehlikesini gören Avrupa
ülkeleri de sürgünü desteklemişlerdir.
Sürgünümüzde rol alan devletlerin varislerine yüksek
sesle “çeşitli ülkelere dağıttığınız halklarımızı
anavatanına dönüşünü sağlamalısınız” deme hakkını da
verecek, Anavatana dönüşe katkılarını sağlayacak bu
yaklaşımın ön plana çıkartılmamış olması ayrıca
şaşırtıcıdır.
“Hepimizin çok iyi bildiği bu insanlık trajedisinin en
önemli dersi, birlik olunmadığı zaman güçlü
olunamayacağı gerçeğidir.”
Ulusal devletini kuramamış, uluslaşamamış halkların
birlik oluşturabildiği tarihte çok sık görülen bir olgu
değildir. Anlatılan dönem öncesinde de Çerkeslerin,
ulusal devletlerini kurma aşamasına henüz gelmemiş
oldukları da bilinen bir gerçektir. Dolayısı ile
değerlendirme yanlıştır.
Dahası, “birik olunabilseydi sonuç yenilgi ve sürgün
olmazdı” gibi de anlaşılabilecek bu söylem, Çarlık
Rusya’sının, Osmanlı’nın, İngiltere, Almanya ve
Fransa’nın sürgünümüzde oynadıkları rolün payını
azaltacaktır.
Burada sayın Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün, “Günümüz
olaylarını anlayamayanlar geçmişi sağlıklı
değerlendiremezler” anlamındaki yaklaşımını anımsamak
konuyu daha anlaşılır kılacaktır.
Buradan hareketle diyebiliriz ki;, bölgede çatışan dünya
güçleri günümüzde, Ortadoğu ve Filistin bağlamında nasıl
ki Arapların birlik oluşturmasını engelliyorlarsa, bizim
olayımızda da dönemim dünya güçleri kendi çıkarları için
halklarımızın birlik oluşturmasını engellemişlerdir.
Halkların birlik olamaması dahası birbirlerini kırması
için, gerçekte önemli olmayan, ancak halklara
önemsetilebilecek gerekçeler bulmak, büyük güçler hiçbir
zaman diliminde zor olmamıştır.
19. yüzyılda Çerkeslerin birlik olması belki nesnel
olarak mümkün değildi.
Doğru hem de “belki”siz. Ancak yazınızda
amaçladığınız “birlik” in bugün
gerçekleştirilemeyeceğinin de en kesin kanıtı değil mi
bu tespit. Ayrıca buradan hareketle günümüzde birliğin
nesnel koşullarının olduğu sonucu nasıl çıkartılabilir
anlamak çok güç.
Tarih, topraklarında toplu halde yaşarken yurtlarını
işgal eden düşmana karşı nesnel koşullar ek vermediği
için birlik oluşturamayanların günümüzde sosyo-ekonomik,
politik ve hukuksal yapıları birinden çok farklı çok
sayıda ülkeye dağılmış, anavatanda da parçalanmış ve
hiçbir coğrafyada çoğunluk halk olmayan halklarımızın
birlik oluşturabileceğini ummak...
Diaspora ülkelerinde entegrasyondan öte asimilasyonu
seçmiş olanların kendilerini süren ve sürgüne katkıda
bulunan ülkelerin mirasçısı ülkelere ve birbirlerine
karşı çok farklı konumda olanların, birey olarak vatan
bildiği ve uğruna ölümü göze aldığı diaspora ülkesinin
Çerkeslerin vatanı olamayacağının bilincinde olanların
hem de bütün Kuzey Kafkasya halklarının birlik
oluşturabileceklerini ummak düş değil de nedir? Ayrıca
birliğin ne için oluşturulacağı, gelecek kurgusu
vurgulanmamışken.
Bilinmeli ki, neden ve ne için birlik sorusu gerçekçi
olarak yanıtlanamadığı sürece “birlik “ sözcüğü içi boş
soyut bir kavram olarak kalacaktır.
“(...) fakat savaşın son yıllarında direnişe devam
edebilen kabilelerin örgütlülüğü bile birlikteliğin ve
ortak tutumun yaşamsal önemini göstermiştir.”
Olayın anlaşılması zorlaştırılmıştır.
“Savaşın son yılları” demekle hangi yılların
anlaşılması gerektiği belirtilmemiştir. Örneğin, Şeyh
Şamil’in teslimi ve onunla birlikte hareket eden
Muhammed Emin’in, Osmanlı’ya göçüp Çarlık Rusya’sının
bağladığı maaşla geçinmeye başladığı yıllar mıdır sözü
edilen son yıllar? Sözü edilen yıllarda hangi halkların
birlik olmanın önemini kavradığı da belirtilmemiştir.
Ya da “son yıllar” ile1838 de toplanan Çerkes Meclisi’ne
mi atıf yapılmaktadır. Eğer söz konusu olan bu meclisin
toplandığı dönem ise meclise hangi halkların
temsilcileri katılmış birlikte ne gibi kararlar
almışlardır? En önemlisi de birlik olmanın önemi
anlaşıldıktan sonra nasıl bir birlik oluşturulduğu ve
sonucunda ne gibi kazanımlarımızın olduğu
belirtilmemiştir.
“İşte bu ders 1992-93'de tarihin tekerrür etmesini
engellemiştir. Abhaz halkı, gerek Kuzey Kafkasya'daki,
gerekse diasporadaki kardeşlerinin de desteği ile
Gürcistan'ın şoven yöneticilerinin başlattığı
soykırımdan korunabilmiştir”.
Gerçeklerden uzak bir yaklaşım:
Peki alınan bu ders Çeçenleri neden koruyamamıştır.
Neden diasporadaki kardeşlerinin ve daha fazlasının
desteği ile Çeçen trajedisi önlenememiştir. Kuzey
Kafkasya Çeçen desteği, neden Abhazlara desteğe oranla
çok cılız kalmış yada Abhazya’ya destek nasıl
örgütlenebilmiştir?
Bizce, görülmesi, bilincinde olunması gereken Abhazya
savaşının, öncelik ve özellikle Rusya Federasyonu’nun,
sonrasında diğer kardeş halkların desteği ile kazanılmış
olduğudur. Dahası gönüllüler hareketinde de, RF’nun
olayı yönlendirmesinin payı büyüktür. Gürcü saldırısı
ile birlikte, dönemin DÇB Başkanı rahmetli KALMIK
Yura’nın, tüm Kuzey Kafkasya halklarını silah başı
yapmaya çağıran sesi Rusya Federasyonu başkenti
Moskova’dan ve devlet radyosundan duyulmuştur. Yine RF
artık sesi duyulmaz olan Kafkas Halkları
Konfederasyonu’na gönüllüler ordusu kurdurmuştur.
Dönemin Adigey Adige Xase Başkanı ŞHALAXHUE Abu’nun
“gönüllüdür” belgesi vermesi ve bu belgenin Gürcülere
esir düşen bir Adige gencinin üzerinde çıkması, olağan
bir olay gibi karşılanmıştır.. Savaş boyunca özellikle
ilk günlerde Devlet radyo ve televizyonları Gürcü
tarafının moralini bozacak Abhaz tarafını
yüreklendirecek yayın yapmıştır.
Burada da savaşın asıl tarafları dünya güçleridir. Dünya
güçleri kendi çıkarı için uygun gördüğü tarafı
desteklemişlerdir.
Abhazya, RF ve kardeş halkların desteği ile Gürcistan’a
karşı kazanmış, Çeçenistan ise küçümsenemeyecek
uluslararası desteğe karşın Rusya Federasyonu’na karşı
kaybetmiştir.
Bizce Abhazya, Gamsakurdiya, Şevardnadze ve
Sakaşvili’nin, özetle, Gürcü milliyetçilerinin bizlere
hediyesidir. Eğer bu saydığımız yöneticiler ve iyi durum
değerlendirmesi yapabilselerdi, RF’nun hepten bittiği
gibi bir yanılgıya kapılmasalardı, kendi kara kaş kara
gözleri için Amerika'nın, Batılı güçlerin Rusya ile
savaşı göze alamayacaklarını görebilselerdi, RF ile
Amerika’nın dünya enerji yatakları bağlamında doğunun
devi Çin ve batının AB sine karşı ittifak içinde
olabileceklerini sezebilselerdi ve gerçekçi bir durum
değerlendirmesi yapabilselerdi; Abhazya’nın
bağımsızlığının tanınması bu kadar kolay olamazdı ya da
bugün Abhazya bağımsızlığını tanımayı hiç gündeme
almayan Batı, eğer başarılı olsaydı Çeçenya’nın
bağımsızlığını tanıma konusunda Abhazya’nın tanınmasında
olduğu müşkülpesent davranmazdı?
Özetle, Abhazya’nın bağımsızlığını getiren RF çıkarları
ile Abhazya’nın çıkarının örtüşmüş olmasıdır.
Saldırganların "15 bin gencini öldürürsek bütün Abhaz
halkının genetik varlığını yok ederiz" diyerek
Abhazya'ya girmesinden sadece bir gün sonra gönüllüler
Abhazya'nın yardımına koşmuş, Kuzey Kafkasya'da
düzenlenen kitlesel etkinlikler Rusya'nın Abhazya'ya
karşı tutumunu değiştirmeye zorlamıştır. 19. yüzyılda
Çerkeslerin birlik olması belki nesnel olarak mümkün
değildi.
Akademisyenimize yakıştıramadığımız çocukça bir
değerlendirme:
Gürcü helikopterini düşüren, gürcü donanmasının
saldırılarını engelleyebilen RF’nun, eğer kendi
planlarının bir parçası olmasaydı da gönüllülerin
Abhazya’ya gidişini engelleyemeyeceğini düşünebilmek ya
da çıkarları için Rusya’nın gönüllülere izin verdiğini
dahası gönüllüler hareketini yönlendirdiğini o günlerde
değilse bile günümüzde görememek...
Bize göre ise gerçek şudur:
Gürcistan Batı ve NATO’yu seçtiğini çok erken ve
kararlı bir şekilde ortaya koymuştur. Bu durumda Rusya
Federasyonu konumunda olan hiçbir dünya gücü eli bağlı
oturmaz, Gürcistan ile birlikte Abhazya’nın da
kaybedilmesine, dahası diğer dünya güçlerinin daha da
içine girmesine seyirci kalamazdı. Ancak Sovyetler
Birliği dağılma aşamasında ortaya çıkan on beş bağımsız
cumhuriyetin aralarında imzalamış olduğu sınırlara saygı
anlaşması vardı. Rusya Federasyonu’nun aktif
müdahalesini en azından isteyenlerin haklı görebileceği
bir zemin oluşturmak gerekiyordu.
Anımsayın bir, Irak’a girmeye, Irak’ı parçalamaya,
Irak’ın kuzeyinde Kürt Devleti kurdurmaya kararlı
Amerika’nın bölgede ne gibi oyunlar oynadığını, ne gibi
bir zemin oluşturduğunu. Kimlere ne görevler verdiğini.
Yıllarca Saddam’ın güçlü ordusu konuşulmadı mı?
Ankara’nın Saddam toplarının menzilinde olduğu yazılmadı
mı? Dahası, su borusu benzeri uzun çok uzun güya top
namlusu borular güya yakalanmadı mı?
Sonunda yol gösterip teşvik edilerek Saddam Kuveyt’e
sokulmadı mı? Arkasından Saddam'ın idamı ile sonuçlanan
olaylar gelişme di mi?
Kürt Devletinin kurulmasına yönelik en somut adım olan
“Irak Merkez güçlerinin 36. Paralel'in kuzeyine geçme
yasağı” konmadı mı?
Oluşturmaya başladığı Kürt Devleti’ni koruma görevini de
kırmızı çizgisi, Kürt Devleti kurdurmamak olan Türkiye
Cumhuriyeti Çevik Kuvveti’ne vermedi mi?
Amacımız, Irak'ta olan bitenin görebildiğimiz kadarını
yeniden yazmak değil. Konumuzla ilgili olan bölümüne
dikkat çekmek.
İşte olaya seyirci kalamayacak olan Rusya Federasyonu da
bana göre Gürcistan’ı Abhazya’ya girmesi konusunda
teşvik etmiştir. Güvence vermiştir. Abhazya’yı işgal
eder etmez de ensesine tokadı vurmuştur. Başlarda
Gürcistan’dan yana görünen Rusya, Abhazya ve Güney
Osetya için hem savaşı göze almış hem de ülkelerin
bağımsızlığını tanımıştır. Yani müdahaleden önce
saldırgan bir ülkeye karşı daha zayıf bir halkın
kendisini savunmasına yardımcı olma meşru zeminini
oluşturmuştur.
Peki RF başından beri mi Abhazya’nın yanındaydı?
Elbetteki hayır. Devletler özellikle de başrol
oynayabilecek güçte olanlar önce kendilerinden
yanadırlar. Sonrası çıkarlarına zaman zemine o günün
koşullarına göre kimileyin şundan, kimileyin bundan
yanadırlar. Çıkarları neyi gerektiriyorsa ondan
yanadırlar... İşte RF'nda ne Gürcistan'dan yana ne de
Abhazya’dan yana idi. RF kendisinden yanaydı. Her
ülkenin olduğu gibi kendi politikası, kendi çıkarları
vardı. Bu çıkarları da Abhazya’nın bağımsızlığını
kazanması yönünde değildi. RF için en optimal olanı
Abhazya’nın bir bölümünün Gürcülerin, diğer bölümünün de
Abhazların denetiminde olması idi. Asıl amaç, Abhazya
havucu ile Gürcistan’ın Batı’ya ve NATO’ya yanaşmasını
önlemekti.
Ablukaya alındığında Şvarnadze’ye dokunulmayacağı
ültimatomunu çekmesi bundandı.
Ancak RF’nun planlamadığı istemediği bir durum ortaya
çıktı. Abhazya’nın önce tama yakını daha sonra da tümü
Abhazların kontrolüne alındı. İlk yıllardaki ambargo
destek kararları, planladığını gerçekleştirememiş
olmanın kızgınlığı ile alınmış kararlardır. Daha sonra
da Gürcistan'ın geri dönülmez yolda olduğu kanaati hasıl
olunca da tam destek ve bağımsızlık geldi.
Zarf ...
Kuzey Kafkasya halklarının adlandırılmasına ilişkin bir
tartışma son bir kaç yıldır devam ediyor. Kavramlar
tarihsel ve toplumsal bağlamından kopartılarak
"Çerkes"in kim olduğu yeniden tanımlanmaya çalışılıyor.
İşin ilginç yanı, bu tartışma Çerkeslerin kendilerini
nasıl tanımladığı üzerinden değil, diğer dillerde
Çerkeslerin nasıl tanımlandığı üzerinden yapılıyor.
Yanlış, yanıltıcı:
Anavatan ve diğer diaspora ülkelerinde Çerkes Adige
olarak biliniyor. Aslında Türkiye’de de hiçbir zaman
yeniden tanımlamayı gerektirecek ortak bir tanım
oluşmamıştır. Konu üzerinde yazan, düşünen her birimizin
içeriğini kendimizin bildiği bir Çerkes’imiz olmuştur.
Örneğin benim için ve genelde Dönüş için Çerkes
Adige-Abaza karşılığı olarak kullanıla gelmiştir.
Anavatan’da tartışılan, Çerkes sözcüğünün Adigelerin
dışındaki halkları da içerip içermediği değil, diğer
dillerde tüm Adigelere ad olup olamayacağıdır. Son
dönemlerde Türkiye ve uzantısı Kuzey Kafkasyalılar
arasında Çerkes sözcüğü dolayında aslında tartışılan
paradigmadır. Dayatılan ''Türkiyelilik Paradigması''dır.
Paradigmanın belirleyeni “Gelecek Kurgusu”dur.
Kuzey-batı Kafkasya halkları için diğer dillerde en
yaygın olarak kullanılan terim, "Çerkes". Farklı
dillerde veya tarihsel dönemlerde Şerkas, Tarkasiey,
Circassian gibi farklı şekillerde söylenmiş/yazılmış bu
kelimenin kökeni kesin olarak saptanabilmiş değil.
Tarihçiler bu terimin kökeninin Latin, Fars veya Türkçe
olabileceğini söylüyorlar. Bu terim en erken 13.
yüzyılda kullanılmış. İngilizce ilk yazılı kullanımı ise
çok daha sonra, 1555 yılında.
Ermeni tarihçi Arsen Avagyan'ın Çerkesler isimli
kitabında kapsamlı olarak anlatıldığı gibi, "Çerkes"
terimi seyyahlar ve eski tarihçiler tarafından çok
farklı anlamlarda, kimi zaman bazı Adige kabileleri
için, kimi zaman tüm Adigeler için, çoğu kez de
Kuzey-batı Kafkasya'nın ve hatta Kuzey Kafkasya'nın
(kimi kapsadığı açık bir şekilde tanımlanmadan) tüm
yerli halkları için kullanılmış. Çerkes teriminin
kullanımında belirsizlik ve karmaşa olması aslında çok
doğal, çünkü yazılı kültürün olmadığı Kuzey Kafkasya ve
halkları 19. yüzyıl sonlarına kadar kapsamlı olarak
tanınmamış, bilinmemiş. Öyle ki, 19. yüzyılda Çerkesler
üzerine en önemli çalışmaları yapan Kafkasya
uzmanlarından Adolf Berje bile 1858'de yayımladığı
Kafkasyalı Dağlı Kavimlerin Kısa Tasviri kitabında,
Kafkasya'nın kendileri için terra incognita (bilinmeyen
ülke) olduğunu söylemekte. Doğal olarak, bilinmeyen
halkların net bir şekilde tanımlanması da mümkün değil.
18. ve 19. yüzyılda Çerkesler ve Kafkasya, Rusya ve
Avrupa'nın ilgisini giderek daha fazla çekmiş,
seyyahların ve Puşkin, Lermentov, Byron gibi şairlerin
de katkılarıyla egzotik, vahşi ve saf güzelliğin simgesi
haline gelen bir "Çerkes imgesi" oluşturulmuştur. Beyaz
ırka "Kafkas" ırkı denilmesi Avrupa'da ve hatta Kuzey
Amerika'da yaygınlaşan bu Çerkes imgesinin sonucudur.
Tahmin edilebileceği gibi bu dönemde "Çerkes" terimi,
genellikle belirli bir kabile veya halkı değil, muğlak
bir "Kafkas Dağlısı"nı tanımlamış. Bu nedenle, Kuzey
Kafkasya'nın yerli halkları için "dağlı" terimi de
yaygın olarak kullanılmaya başlanmış.
Olayı içinden çıkılmaz hale getiren bir sürü doğru
yanlış bilgi. Bize göre asıl tartışılması gereken
terimlerin tarihsel ve bilimsel anlamı değildir. Gelecek
kurgumuza temel olacak, tarihsel ve bilimsel anlama da
uzak düşmeyecek bir adlandırmadır. Ayrıca Türkiye
diasporasının şu ya da bu kararının anavatandaki yapıyı
değiştiremeyeceği de bilinmelidir.
Ancak bu laf kalabalığı içindeki en büyük yanlışın
mutlaka altı çizilmelidir. Kendimize “Dağlı”lığı
yakıştırdığımızda asıl, kendimizi başkalarının gözü ile
tanımlamış olacağımızın farkında olunmalıdır.
Çerkes soykırımı kitabında kolonyalist tarihçilerin
dağlıyı, “vahşi ekzotik bir güzellik karşılığı” değil,
bilinen vahşilik anlamında kullandıkları yazılıdır.
Dağlı Halklar Konfederasyonu’nun adı, rahmetli ÇUIŞHE
İzzet ile birlikte yaptığımız uyarılardan sonra Kafkas
Halkları Konfederasyonu olarak değiştirilmiştir.
Çerkes teriminin sadece Adige halkını içerecek şekilde
kullanılması, 19. yy sonlarından itibaren Rus ve Batılı
tarihçilerin ve dilbilimcilerin çalışmaları sonucu
olmuştur. Dilbilimcilerin çalışmaları ile Kafkas dilleri
ayrı bir dil ailesi olarak ele alınmış ve Kafkas dilleri
sınıflanmaya başlanmıştır. Bu sınıflama ile birlikte,
Kafkas halkları da daha net bir şekilde tanımlanmış,
Adige dili için Rusça Cherkess ve İngilizce Circassian
terimlerinin kullanılması yaygınlaşmıştır. Kafkas
dilleri uzmanı Rieks Smeets, "Çerkes [Circassian] terimi
çeşitli anlamlarda kullanılmaktadır; en az belirsiz olan
anlam, dilbilimsel olanıdır: Çerkesler, ana dili -veya,
günümüzde, ikinci dili- Çerkesce olan gruplara mensup
insanlardır" derken bu gerçeği dile getirmektedir. Bu
evrim sonucu günümüzde Rusça (черкес) ve İngilizce (Circassian)
"Çerkes" terimi, genellikle Adigeler için
kullanılmaktadır.
Peki günümüzdeki bu durumu değiştirebilme gücümüz,
evrimi yok sayma gücümüz var mıdır ya da hangi sosyal,
siyasal gereklilik bizi farklı bir adlandırmaya
itmektedir? Türkiye’de hangi anlamda kullanılacağı bu
sorunun yanıtında düğümlenmektedir.
Türkçe’de de Çerkes teriminin kullanımı tarih içerisinde
bir evrim geçirmiştir. 19. yy ortalarına kadar "Çerkes"
terimi, bazen sadece Adigeler, bazen sadece Kuzey-batı
Kafkasya halkları (Adige-Abaza-Wubıh), bazen de tüm
Kuzey Kafkas halkları için kullanılmıştır. Çerkes
Sürgünü'nden sonra Osmanlı topraklarına Adigelerin ve
Abazaların kitlesel olarak, Oset, Çeçen ve Dağıstan
halklarının da daha küçük ölçeklerde yerleştirilmesi
sonucu, benzer/ortak kültürel özelliklere sahip olan,
sürgün, muhaceret ve kültürel yok oluş süreçlerinde aynı
potada birleşen bu toplumların hepsine "Çerkes"
denilmeye başlanmıştır. Ve bu kullanım günümüze kadar
devam etmiştir.
Yanlış:
“Bazen” yerine “kimileri” denseydi doğru
olabilecekti. Çünkü bu yaklaşımlar şimdilerde olduğu
gibi hep kullanımda olmuş ve hiçbir zaman diliminde de
Türkiye’nin genelini kapsamamıştır. Adapazarı ve Düzce
yöresinde hala yaygın olan Çerkes-Abaza söylemi bunun
günümüzde de görülen kanıtıdır. Kişiler farkında
oldukları ya da olmadıkları paradigmalarına göre
birinden birini tercih etmişlerdir. Paradigmanın
oluşmasında en büyük pay da hep politik yaklaşım
olmuştur.
Her toplumun, halkın, ulusun, kendi dilinde, kendisini
tanımlamak için kullandığı bir terim vardır. Toplumlar
genel olarak bu isimleri önemserler, başka dillerdeki
tanımlamalarla ilgilenmezler. Örneğin Türkçe,
İngilizlere "İngiliz" denilir. Türk Dil Kurumu'na göre
bu kelime Türkçe'ye İtalyanca'dan (inglese) geçmiştir.
Türkçe'de İngiliz terimi genellikle Britanya adasında
yaşayan tüm insanlar için ("British"in karşılığı olarak)
kullanılır, fakat kelimenin aslı bu adada yaşayan
halklardan sadece birini tanımlamaktadır ("English";
diğerleri Galler ve İskoçlar). Bir başka deyişle,
Türkçe'de "British" ve "English" arasında net bir ayrım
yoktur, fakat herhalde hiç bir İngiliz'in aklına
"Türkler niye hepimize İngiliz diyor" diye tasa etmek
gelmez.
Laf kalabalığı:
Ancak yine de vurgulamak gerekir ki, Türkler
kullanmadığı için Galler ve İskoçlar kendi adlarından
vazgeçmemiş ya da geneline İngiliz dedikleri için
İngiliz adını almak kimsenin aklına gelmemiştir. Ayrıca
Çerkes, Adigelere sadece Türklerin taktığı bir ad
değildir. Sayın Taymaz’ın da yukarıda belirttikleri
gibi, Adigece dışındaki bütün dillerde Adige
karşılığında kullanılmaktadır.
Başka dillerdeki adlandırmayı tasa etmek konusunda
bir istisna Türkiye'de yaşanmıştır. Türkiye'de bazı
kişiler ve hükümetler, Türkiye'ye İngilizce Turkey
denmesinden, "Turkey"in aynı zamanda hindi anlamına
gelmesinden dolayı rahatsız olmuş, İngilizce "Turkey"
yerine "Türkiye" kelimesinin kullanılmasını istemiş, bu
konuda kampanyalar düzenlemiş, hatta üzerinde "Turkey"
yazan mektupların Türkiye'de dağıtılmamasını talep
etmişlerdir. Bütün bu çalışmaların sonucu ortada...
“Teşbihte hata olmaz” dense de üzerinde durulmayı
gerektirmeyecek kadar hatalı bir teşbih.
Bu konuda ikinci istisna yine Türkiye'de yaşanıyor. Bazı
arkadaşlarımız Türkçe'deki "Çerkes" kelimesinin sadece
Adigeleri kapsayacak şekilde kullanılmasını istiyorlar.
"Çerkes" kavramının sahip olduğu siyasal içerik
boşaltılıyor, Çerkeslerin hiç bir demokratik talebi
telaffuz dahi edilmiyor ve tüm sorun dernek tabelası
haline indirgeniyor. Hatta, Çerkes kültürünün en önemli
unsurları, örneğin Çerkeslere yüzyıllardır kucak açan
dağların ve ülkenin ismi (Kafkasya) ve Çerkes kültürünün
en önemli ve özgün unsurlarından biri olan mitoloji (Nart)
gibi ulusal-kültürel unsurlar, "Çerkes" kelimesine yer
açmak için küçümseniyor, göz ardı ediliyor. Adigelerin
kendilerini nasıl tanımladığı değil (ki doğal olarak bu
konuda hiç bir belirsizlik yok), Türkçe'de Adigelerin
nasıl tanımlandığı, Adigelerin uluslaşmasının en önemli
koşulu olarak görülüyor. Herhalde bu post-modern bir
uluslaşma süreci...
Yine gereksiz bir genelleme yapılmış:
Türkiye’de Çerkes sözcüğünün herkesler tarafından
kabul edilmiş siyasal bir içeriği var mı ki birileri
içeriğini boşaltılmak istesin? Adlandırma tartışması
gündeme gelmezden önce demokratik haklar talep
ediliyordu da ondan sonra mı vazgeçildi? Ayrıca,
Çerkes’i önemsemek neden Nartları Kafkas’ı küçümsemek
anlamına gelsin? “Kafkaslı Çerkes karşılığı değildir”
diyenler neden Kafkas adını küçümsemiş olsun? Günümüzde
Çerkes Adige halkının anadil dışındaki dillerde
söylenişidir. Halkın adıdır. Kafkasya da Çerkesya da
birer bölge adıdır. Türklerin yaşadığı yere, Türk ülkesi
anlamına Türkiye dendiği gibi Çerkeslerin yaşadığı yere
de, Çerkes ülkesi anlamına Çerkesya denmiştir.
Anadildeki karşılığı Adigey’dir. Ancak Adigey de sadece
günümüz Adigey Cumhuriyeti topraklarını değil,
Adigelerin tarihsel topraklarını kapsar.
Nart ise destanımızdır. Tüm Kuzey Kafkasya Halkları Nart
destanlarını sahiplense kimi yazarların tüm halkaların
ortak üretimidir deseler de destanların gerçek sahipleri
uzak geçmişte aynı dili konuşan Adige, Abaza, Wubıh
grubudur. Çünkü destan demek dil demektedir. Aynı zaman
diliminde, hele de okulun eğitim kurumlarının olmadığı
dönemde, farklı dillerde aynı destanın üretilmesi mümkün
değildir. Diğer halklar, komşuluk ilişkileri sonucu
destanları edinmiş belki de üretmişlerdir.
Destanlarda geçen yer adları da halen sözünü ettiğimiz
bu halkarın tarihi topraklarındadır.
Bu adlandırma sorununun, gündemdeki konular açısından
çok önemli olmadığını düşünüyorum, çünkü önemli olan
zarf değil, mazruftur.
Her sözcüğüne katıldığım bir yargı:
Gerçekten son yıllarda önemli mazrufları olmayanlar, hep
zarfı tartışıp duruyorlar.
... ve mazruf
Adlandırma konusundaki tartışmaların özü, kime Çerkes
denildiği değil, kimlerin ortak sorunları olduğu ve
ortak örgütlenmesi gerektiği konusudur. Konuya Kaf-Fed
özelinde bakarsak, sorun Kaf-Fed'in kimin sesi/sözcüsü
olacağıdır. Diasporada kurulmuş bir yapı olarak Kaf-Fed
sadece Adigelerin (veya Abazaların) sesi/sözcüsü
olacaksa adlandırma sorunu zaten ortadan kalkar, adını
Adige Dernekleri Federasyonu veya Abaza Dernekleri
Federasyonu yapar, konu biter. Şayet Kaf-Fed, Türkiye'de
yaşayan Adigelerin, Abazaların ve diğer Kuzey
Kafkasyalıların sesi/sözcüsü olacaksa, adlandırma konusu
ancak bu durumda gündeme gelir, fakat bu durumda da
adlandırma sadece bir teferruattır. Türkiye'de yaşayan
tüm bu insanlara, şimdiye kadar kullanıldığı gibi,
Çerkes diasporası da denilebilir, Kuzey Kafkasya
diasporası da, Nart da, dağlı da, Adige-Abaza da,
Çerkes-Abaza da... İnsanlar birlikte örgütlenmek
istediği zaman ortak bir ismi her zaman bulacaklardır.
Tamamen doğru bulduğum bir yaklaşım. İnsanların,
halkların birlikte örgütlenme nedeni sadece istek,
akrabalık ilişkileri, birbirini sevme vb. değildir.
Birlikte örgütlenmek için sorunların da ortak olması,
benzer olması da yeterli değildir. Eğer politik bir
yaklaşımınız varsa birlikte örgütlenmek için sorunun
çözümü konusunda da görüş birliği olmalı, dahası,
sorunları çözme iradesi de gösterilmelidir. Sorunları
ortak olsa bile sorunları çözme iradesini
göstermeyenlerin o şu yada bu zarfın içinde olmaları
sonucu etkilemeyecektir.
Bu nedenle sorulması gereken temel soru, "Türkiye'de
Adigeler, Abazalar, Wubıhlar ve diğer Kuzey
Kafkasyalılar ortak örgütlenmeli mi?" sorusudur. Bu
sorunun yanıtı bence açık; evet, ortak örgütlenmeli.
Bu yargınızı doğru kabul edebilmemiz için yukarıda
doru söylediğiniz yargıya dönme gerekliliği vardır.
Adlandırma konusundaki tartışmaların özü, kime Çerkes
denildiği değil, kimlerin ortak sorunları olduğu ve
ortak örgütlenmesi gerektiği konusudur. Konuya Kaf-Fed
özelinde bakarsak, sorun Kaf-Fed'in kimin sesi/sözcüsü
olacağıdır.
Yani ilk sorulması gereken soru, Adigeler, Abazalar ve
Wubıhlar Abazalar ve diğer Kuzey Kafkasyalı halkların
sorunların ortak olup olmadığıdır.
Çerkeslerin sürgünden günümüze kadar muhaceretteki en
yaygın örgütlenme biçimi dernekler düzeyinde olmuştur.
Bu derneklerin bir araya federasyon çatısı altında
toplanması ise, tüm engellemelere karşın, 1990'lardan
sonra başarılmıştır. Bu derneklerin iki temel işlevi
olmuştur. İlk olarak, dernekler kültürün
yeniden-üretilmesini, yani sürekliliğini sağlamaya
çalışmaktadır. Kültür ve dil ancak insan ilişkilerinde
var olur. Dernekler de hem kültürün yeniden-üretimi için
insanların bir araya geldiği, hem de belirli kültürel
unsurların (halk oyunları, müzik, el sanatları, dil, vb)
öğretildiği/aktarıldığı bir ortam sağlamaktadır. Bu
derneklerin kültürel işlevidir. Kültürün korunması ve
geliştirilmesi doğal olarak sadece bu etkinlikler ile
sağlanamaz. Özellikle dilin öğrenilmesi/ kullanılması
başta olmak üzere kültürel hakların güvence altına
alınması, anayurt ile ilişkilerin geliştirilmesi ve
dönüş hakkı gibi siyasal hakların tanınması derneklerin
siyasal işlevleri arasındadır. Kültürel ve özellikle
siyasal taleplere ilişkin etkinliklerin bir elden
yürütülmesi, hem taleplerin daha güçlü bir şekilde dile
getirilmesini sağlayacak, hem de etkinliklerin eşgüdüm
içerisinde daha etkili olmasına katkıda bulunacaktır.
Derneklerin bir üst çatı (federasyon) kurması bu
nedenlerle gereklidir.
Halkların gelecek kurgusu çok önemli bize göre asıl
belirleyici olan da budur. Eğer adı sayılan sayılmayan
tüm kuzey Kafkasya halkları Türkiye'de yaşamayı tercih
ederse geleceğini Türkiyelik üzerine kurmuş ise en kısa
ürede en çok sayıda halkı bir araya getiren bir
örgütlenmeye gidilmelidir. Ortak dil Türkçe'dir. Hak
talepleri tek bir ülkeden Türkiye’den olacaktır. Ne
kadar kalabalık olunur ne kadar örgütlü olunursa
partiler ve devlet nezdinde daha güçlü olacakladır.
Anayurt ile ilişkilerin geliştirilmesi ve dönüş temel
alındığında sorun benzerliği olmadığı için ortak
örgütlenme sorumluluğu hemen son bulmaktadır.
Çünkü Abhazya artık bağımsızdır. Engel çıkartan
bağımsızlığını kabul etmeyen Ambargo koyan Rusya değil
Türkiye’dir. Yani Abazaların önceliği TC ye durumu
anlatmaktır. Anlatabilmektir.
Abazaların dışındaki halkları ise dert anlatacakları
merci önce RF daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti'dir.
Hele dönüşe gelince ve de Türkiye’de bağımsızlığı
tanırsa Abazalar için dönüş sorun olmayacaktır, dahası
RF ile de hiç ilgili değildir. Zaten her Abaza dünyanın
hangi ülkesinde olursa olsun Abhazya vatandaşı
sayılmakta ve Abhazya’ya ayak bastıkları gün kendilerine
belgeleri verilmektedir.
Diğer kuzey Kafkasyalı Halklara gelince dönüş için örgüt
kurma zorunlulukları bile yoktur. Çeçen İnguş Oset ve
Dağıstanların anavatan örgütlülük ve gücü diasporanın
katkısına gerek kalmadan bu sorunu çözebilecek güçtedir.
Tüm diasporayı bir yıl gibi bir zaman diliminde
bilemediniz iki yılda taşıyabilecek güç ve
örgütlülüktedirler.
Dahası anavatan kesiminin ulusal kültürel varlığına
büyük katkıları olmayacaktır. Olmazsa olmaz değildir.
Dolayısı ile bu halkalarımızın anavatanındaki kesimin
gündeminde değildir dönüş. Bu cumhuriyetler için
diasporanın anavatana dönmesindense anavatanın sesi
olarak muhacerette kalmaları tercih edilebilecektir.
Adige ve Abaza halkları için ise Dönüşün hem anavatan
kesimi için hem de diaspora için yaşamsal önemi vardır.
Diaspora da kalan Adige ve Abaza yok olmaya mahkumdur.
Dönüş ile hem kendi ulusal yaşamını garanti altına
alacak aynı zamanda anavatan kesimini de
güçlendirecektir.
Dönüşün önemi konusunda sorunları aynı olmakla birlikte
somutları farklı olduğu için aynı çatı altında olmanın
zorunluluğu yoktur.
Sorunları bu denli faklı iken ortak örgüte zorlamak
yalnızlık sonucunu verecek yanlışlıktır.
Bu iki işlev açısından değerlendirildiğinde,
Türkiye'deki Kuzey Kafkasyalıların ortak örgütlenmesinin
herkesin yararına olacağı açıktır.
Biz de diyoruz ki bu işlev açısından
değerlendirildiğinde, Türkiyeli Kuzey Kafkasyalıların
ortak örgütlenmesinin herkesin zararına olacağı açıktır.
Çünkü tüm Kuzey Kafkasyalılar gündelik pratikte benzer
kültürel değerleri ve davranış biçimlerini paylaşmakta,
bu nedenle aynı dernek çatısında bir araya geldiklerinde
herhangi bir yabancılık çekmemektedir.
Gerçekte ise Türkleştikleri ölçüde yabancılık
çekmemektedirler. Türkçe'yi bilmez az bilir kişileri bir
araya getirelim de nasıl anlaştıklarını bir görelim
ister misiniz?
Ayrıca, özellikle diasporadaki nüfusları anayurttan
daha fazla olan Adige, Abaza ve Wubıhlar açısından,
sorunlar, çözüm yolları ve talepler aynıdır.
Yukarıda sorunları ortak olanları ortak
örgütlenmeleri ancak sorunları ortak olanların birlikte
örgüt kurabilecekleri gibi doğru bir tespitiniz vardı. O
halde birlikte örgütlenmesi gerekenler size göre de
sorunları ortak olan Adige Abaza ve Wubıhlardır.
İşte bu nedenlerledir ki, muhaceret tarihindeki en
önemli örgütlenmelerden biri olan Çerkes Teavün
Cemiyeti'nden günümüze tüm bu toplumlar ortak bir isim
altında ve bir arada örgütlenmeyi tercih etmişlerdir.
Bir kez Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti olarak
örgütlenenler arasında Adige Abaza ve Wubıh dışında
halkaların temsilcilerinin olup olmadığı araştırılmaya
değer bir konu. Ancak söylenebilecek olan yaptıkları tüm
çalışmaların yayınladıkları gazetelerin okullardaki
eğitim dilinin elimize geçen şiir ve bestelerinin hep
Çerkes saydıkları halklara yani Adige, Abaza, halklarına
yönelik olduğudur. Aynı kadrodan kişilerin de içinde
bulunduğu ve tüm Kuzey Kafkasya Halklarını ilgilendiren
örgüt kurulduğunda da adı Çerkes sözcüğünü içermemmiş
Şimali Kafkasya adını almıştır.
Cumhuriyetten sonra ilk kurulan derneğimiz 1946 da ancak
Dosteli Yardımlaşma Derneği adı altında kurulmuş hemen
sonra daha 1950 de ayrılan bir grup Kuzey Kafkas Türk
Kültür Derneğini kurmuşlardır. Bağlarbaşı Çerkes
derneğinin adının Kuzey Kafkas değil de Kafkas olmasının
en büyük nedeni çok büyük bir olasılıkla 1950 de kurulan
ve adı Kuzey Kafkasya’yı içeren dernekle karıştırılma
korkusudur.
Nitekim 1950 de kurulan Kuzey Kafkas Türk Kültür Derneği
öncekilerin yayınlamakta oldukları dergiye rakip”
Birlik” adlı bir de dergi yayılamaya başlamışlardır.
Yani o günden bugüne Kuzey Kafkasyalıların birlik
oluşturabildikleri tespiti de gerçekçi değildir.
Tamamen çarpıtmadır.
Diasporada dağınık bir yerleşim sergileyen ve var
oldukları bölgelerde iç içe yaşayan Kuzey
Kafkasyalıların ortak örgütlenmesinden ve (ne olursa
olsun) ortak bir isimle anılmasından daha doğal ne
olabilir?
Daha doğalı her halkın kendi adını taşıyan
örgütlerini kurup bunların da sorunları ortak olanların
yani Adige Abaza ve Wubıhların bir federasyon ya da
konfederasyon yada adı her ne olabilecekse bir örgüt
çatısı altında toplanmalarıdır.
Tarihin bize acımasız bir şekilde öğrettiği bu yalın
gerçeğe rağmen, aslında aynı siyaseti izleyen, bir
madalyonun iki yüzünü oluşturan bazı Abaza ve Adigeler,
birbirlerini bahane ederek, "artık beraber olamayız"
diye sesleniyor. "Anayurttaki gerçeklere, Kafkasya'daki
yapılanmalara bakın! Kafkasya'da olduğu gibi artık
Abhazlar (Abazalar? Apsuwalar?) ve Çerkesler (Adigeler?)
ayrı örgütlenmeli, bu uluslaşmamız için zorunlu"
diyorlar. Burada da ayrı örgütlenme yeni başlamış gibi
bir çarpıtma var. Abazaların Abhaz adı ile örgüt kurma
çalışmaları 1960'lı yılların sonunda kurulmuştur. Şamil
vakfı varken Alan vakfı kurulmuştur. Daha sonra da
bunların bir ve beraber olmadığı bilici ile Kafkas
Eğitim Vakfı kurulmuştur. Dağıstanlılar Derneği, Çeçen
dernekleri de daha öncedir.
Anacak benim asıl anlamadığım ayrı dernek kuruluşunun
neden illaki ayrılığı getireceği, getirmesi
gerektiğidir. Yanlış olan ayrı derneklerin birlik
olamayacaklarını sanmak bunun propagandasını yapmaktır.
Bırakın dernekleri bağımsız devletler bile stratejik
ortaklıklar kurmuyor mu?
İki STK, üç ya da daha fazlası amaçları ortak ise neden
birlikte hareket edemesinler? Asıl sorgulanması gereken
bu değil midir? Size bütünü ile katıldığım bir tespiti
yinelemiştiniz yukarıda, asıl olan zarf değil mazruftur
diye.
Diasporadaki kültürel erozyon ve yok oluş gerçeği
görünmezden gelinip, diasporada darmadağınık yaşayan
Abazaların ve Adigelerin "kendi" kültür derneklerine
sığınarak uluslaşacakları düşünülüyor.
Bir kez hep gözardı edilen gerçek burada da göz ardı
edilmiş. A be kardeşim kendi adına örgütü ilk Adigeler
mi kurdu? Diğer kardeş halklar kendi adları ile
örgütlerini kurarlarken neredeydiniz? Ayrıca ayrı örgüt
kurmak neden illaki ortak politika yapılamayacağı olarak
algılanıyor ki. Adige ve Abhazya’nın ayrı devlet olması
ortak çıkarlar için ortak politika uygulamalarını
engelliyor mu. Dahası bir halk adları çok farklı ancak
aynı amaca kilitlenmiş sayısız örgüt parti şirket vakıf
daha başka kuruluşlar kuramaz mı?
Abhazya ve Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinin çıkarlarının
farklı olduğu, Abhazya'nın Rusya yanında, Kuzey Kafkasya
cumhuriyetlerinin de Rusya'ya karşı tavır alması
gerektiği iddia ediliyor.
Adige örgütleri kurulsun diyen herkes mi?
Kafkasya'ya içeriden, Kafkas halklarının gözüyle değil,
dışarıdan, Kafkas halklarını piyon olarak görenlerin
gözüyle bakan bu yaklaşım, tüm Kafkas halklarının ortak
çıkarının bölgede barış ve istikrarın tesis edilmesi
olduğunu inkâr edip, Kafkas halklarını çatışma ve
savaşların bir aracı olarak görüyor. Kafkasya'da Abhaz,
Adige ve diğer halkların çıkarları hiç bir zaman çelişik
değildir, tüm bu halkların ortak çıkarı, içinde
yaşadıkları bölgede demokrasi, huzur ve refahın
gelişimidir. Kafkasya'yı büyük satranç tahtasının bir
parçası olarak görenler ise, 19. yüzyılda olduğu gibi
günümüzde de Kafkasya'da çatışma ve savaşların
sürdürülmesini isteyecekler, bu amaçla da Kafkasya'nın
halklarını birbirlerine düşürmek için her yolu
deneyeceklerdir.
Her kelimesine katılıyorum ancak ayrı örgütlenme
birlikte çalışmanın bu dediğinize daha büyük katkıda
bulunacağını düşünüyorum. Halkların birbirine düşmemesi
için örgütlenmelerinin de gerçelçi olması gerekliliği
vardır.
İşte bu nedenle Gürcistan, Abaza-Adige ve
anayurt-diaspora arasındaki işbirliğini bozmak için tüm
gücüyle çalışmaktadır. Gürcistan'ın şoven yöneticileri
de tarihten kendilerine göre ders almaktadır. Gürcistan,
"işgal altındaki bölgelere ilişkin" yeni stratejisinde
açıkça ilan ettiği gibi bir taşla iki kuşu vurmak,
Abaza-Adige birlikteliğini engelleyerek hem Abhazya'yı
yalnızlaştırmak, hem de Kuzey Kafkasya'da Adigeler
üzerinden yeni bir çatışma ve savaş ortamı yaratarak
Rusya'yı zorlamak istemektedir. Gürcistan'ın ABD'deki
akıl hocaları da bu konuda aktif olarak çalışmakta,
Adigeler için yeni gündemler yaratarak Abaza-Adige
birlikteliğini dinamitlemeye çalışmaktadır. Başarılı
olduğu taktirde bu sürecin Abhazya'nın zararına olduğu
açık, tarihten dersler alanlar için Adigelere getireceği
yıkım da ortada.
Yine ayrı örgüt kurmak ile ayrılmak birbirine düşman
olmak birbirine sırt çevirmek ile karıştırılmış.
İşin ilginç yanı, ABD ve Gürcistan'daki soğuk savaş
yanlısı şoven siyasetçilerin bu politikası, Rusya'daki
soğuk savaş yanlısı ve federalizm düşmanı siyasetçilerin
politikası ile çakışıyor. Onlar da Abaza-Adige
birlikteliğinin parçalanmasını, Kuzey Kafkasya'daki
halklar ve cumhuriyetler arasındaki ilişkilerin
zayıflamasını istiyorlar. Çünkü onlar da çok iyi
biliyorlar ki Rusya Federasyonu'ndaki cumhuriyetlerin
yalnızlaşması ve ortak hareket edememesi,
cumhuriyetlerin fesh edilmesi ve demokratik hakların
ortadan kaldırılmasını kolaylaştıracaktır.
El hak bu da doğru. Ancak ayrı örgütlenme birlikte
çalışmaya engel değil.
Hiç şüpheniz olmasın, bugün "Anayurttaki gerçeklere,
Kafkasya'daki yapılanmalara bakın! Abazalar ve Adigeler
uluslaşmak için diasporada ayrı örgütlenmelidir"
diyenler, çok yakında aynı mantıkla Adigey
Cumhuriyeti'ni de yalnızlaştırmaya çalışacaklar.
Ayrılıklar için bahane bulma konusunda sonsuz bir
yaratıcılığa sahip kişiler çıkacaklar, yine,
"Anayurttaki gerçeklere, Kafkasya'daki yapılanmalara
bakın! Adigey ve Kabardey iki ayrı cumhuriyet.
Kabardeylerin hiç bir sorunu yok, onlar kendi
cumhuriyetlerinde zaten çoğunluk. Biz sadece Adigey'e
bakalım, bunun için diasporada öz Adige örgütlerini
kuralım" diyecekler. Bu da gerçekleşirse, Krasnodar
Eyaleti içerisinde yer alan 450 bin nüfuslu Adigey
Cumhuriyeti'nde yaşayan 120 bin Adige'nin geleceği ne
olacak? Bu soruyu yanıtlamak için tarihe bakmaya bile
gerek yok sanırım.
Eğer anavatan ayrışırsa bu yaklaşımınızı benimserse
daiasporanın etkilenmemesi mümkün değil. Ancak Ne mutlu
ki ayrı yapılanma olsa da ''nasıl birlikte oluruz''un
politikası var anavatanda. Onun için böyle bir korkuya
kapılmanıza gerek yok. Şimdiye kadar da birçok
saçmalıklar söylenmiş yapılmış ancak anavatan bunlardan
etkilenmemiştir...
Bugün diasporadaki Kuzey Kafkasyalıların, özellikle
Adige, Abaza ve Wubıhların öncelikli hedefi, ortak
sorunlarına ortak çözüm bulmak için ortak
örgütlülüklerini güçlendirmek olmalı.
Ortak örgütlülük. Mesela tüm Kuzey Kafkasya
Halklarının örgütleri örgütlerini feshetsin ve Çerkes ya
da Kuzey Kafkasya adını alsın Eğer Çerkes’in tüm Kuzey
Kafkasyalılar olduğuna inanılıyorsa. Yada Çerkes sadece
Adige Abaza ve Wubıhlar ise tüm Abaza ve Adige
dernekleri Çerkes adını alsın. Abhazya da Çerkes
Cumhuriyeti adını alsın. Bağımsızdır kararını verebilir.
Örnek olur diğerleri da hak talebinde bulunabilir.
Bu, hem kültürlerini korumak ve yaşatmak için, hem
yaşadıkları ülkelerde demokrasi ve insan haklarının
gelişmesine katkıda bulunmak için, hem de anayurtları
ile bütünleşmek için zorunludur. Bütün bir muhaceret
tarihinin kanıtladığı gibi böylesi bir örgütlülüğün
nesnel ve öznel koşulları mevcuttur.
Anayurtta yaşayan Kuzey Kafkasyalıların öncelikli
hedefi, kendi aralarındaki birlikteliği ve işbirliğini
güçlendirmek, Kafkasya dışındaki diğer cumhuriyetlerin
halkları ile güçbirliğine gitmek ve Rusya'daki demokrat
kesimlerle dayanışma içinde demokrasi ve federalizmi
güçlendirmek olmalıdır. Ancak bu şekilde Kafkas halkları
tarihte nesne değil özne olarak yer alabilir,
başkalarının çıkarları için ölmek yerine, kendi
ülkelerinde yaşamlarını sürdürebilirler.
Aynen öyle yapıyorlar hiç kuşkunuz olmasın.
Sonuç olarak, diasporada iç içe yaşayan, kültürel
pratikleri aynı olan, sorunları ve talepleri ortak olan
Kuzey Kafkasyalılar, sorunları ve taleplerinin farklı
olduğunu yukarıda siz söylemiştiniz ya?
Bu sorunlarına çözüm yolları bulabilmek için ortak
örgütlerde bir araya gelmekte, kendi yollarında hep
beraber, omuz omuza yürümektedirler.
Ortak örgütlülük, birlikte iş yapma neden neden aynı
çatı altında olmayı zorunlu kılsın. Aileler gerekli
gördüklerinde aile çıkarını gözeten bir çok farklı
şirket kurmuyor mu, holdingler oluşmuyor mu? Bırakın
ayrı dernekleri, bağımsız devletler stratejik
ortaklıklar yerine göre daha ileri ittifaklar
kurmuyorlar mı?
Önemli olan bu somut gerçektir, bu gerçeği tanımlamak
için kullanılacak herhangi bir sözcük, gerçeği
değiştirmeyecektir.
Doğru söze ne denir ama “kullanılacak sözcüğün
gerçeği değiştirmeyeceğinden...” pek emin olmamalısınız
ki, birbiri ile çelişen görüşleri içeren böyle bir yazı
yazdınız. Bizce kullanılacak sözcüğün gerçeği
değiştirmeyeceğinden emin olanların yapması gereken, her
yörenin kendi derneğinin adını seçmekte özgür olmasını
savunmasıdır.
Yapılması gereken özlenen değil de gerçekçi “birlik”
tanımıdır. O da sorunları ortak olan, gelecek kurguları
benzer olan halklarımızın her birinin kendi adıyla
kuracakları örgütlerin gelecek politikaları çakıştığında
“ortak hareket birliği”dir. Bunun ötesini zorlamak biz
göre “birlik”i oluşturmayacağı gibi halkları da
birbirinden uzaklaştıracaktır.
Çünkü sağlıklı birlikteliklerin temel harcı halkların
ortak çıkarı, ortak siyasettir.
(*)
http://kafkasfederasyonu.org/dokuman/kose_yazi_e_taymaz.htm
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|