Ortak Akıl Toplantısı'na
çağrıldığım için mutlu, program bağlamında katılımcılara
sunduğum değerlendirmelerimde ne denli haklı olduğumu gözlemlediğim
için de üzgünüm.
Ancak toplantıyı başarılı bulanlar da az
değil. Daha önceleri daha iyilerini gerçekleştirmiş
olanlar bile, önceki konuşmalar, toplantı sonuç
bildirileri, topluma verilen sözler anımsanmasın, bir
arpa boyu yol almadıkları, dahası geriledikleri ortaya
çıkmasın istedikleri için olsa gerek, bu toplantıyı
önemsiyor, başarılı buluyorlar.
Bense benzeri toplantıları profosyonel
bir anlayışla gerçekleştiren ve Türkiye’ye çok önemli
isimler getirebilen konusunda uzman arkadaşlarımızın ve
akdemisyenlerin katkıları dışında toplantının takdir
edilecek bir yönünü bulamadım.
Program, toplantının içerik olarak
doyurucu olamayacağının kanıtı idi aslında. Bu durumda
katılmayı yersiz bulacakların, yanlış bulacakların
olduğunu da bilmiyor değilim. Buna karşın, çabalarım ve
dönüşçülerin
(!)
destekleri ile toplantıyı daha gerçekçi ve somut
sonuçlar alınabilecek yönde etkileyebleceğim umudu,
umudum gerçekleşmez ise eğer, yıllardır bu işin içinde
olduğu savında olanlara “samimi olmadıkları”ını topluca
ve yüzlerine söyleyebilme fırsatı,
toplantıya katılmam için yeterli gerekçelerdi.
Programa göre konuşma sürelerinin
görüşleri açıklamaya yetmeyecek kadar kısa olması,
toplantı sırasında söyleyebileceklerim dışında konuya
ilişkin görüşlerimi yazılı olarak sunmanın da yararlı
olacağını düşündürdü. Görüşlerini yazılı olarak sunma
konusunda yalnız kalmadığımı görmek benim için
sevindirici idi.
Toplantı başlamazdan önce katılımcılara
ulaşmasını sağladığım sunumda toplantının özeline
ilişkin söylediklerim şunlardı:
“Konunun
içinde olanlarla zaten birbirimizi biliyoruz, konuya
yakın olanlarla da artık tanışıyor olduğumuzu sanıyorum.
Kendi halkım konusunda bilinçlendiğim
çocukluk denebilecek günlerimden beri
dönüşü
düşündüm, dönüşü
yıllarca diasporada yaşadım, 1992 Mayıs ayından beri de
dönüşü
anavatanda yaşıyorum.
Bilindiği gibi
dönüş
sürgünle başlamıştır. Anavatana dönebilmek için çok
çeşitli yollar aranmış ancak elbirliği ile bizleri
vatanımızdan kopartan dünya güçleri yine el birliği ile
anavatana dönüşümüzü de engellemişlerdir.
Altmış sonrası Türkiye’deki
sosyal-kültürel-siyasal değişimle birlikte
dönüş,
yeniden gündem almış ve bu kadar yıldır da ulusal
sorunumuzun çözümü konusunda
dönüş
dışında gerçekçi çözüm önerisi getirilememiştir.
Sovyetler Birliği'nin
dağılması ve sonrasında dünya ölçeğinde her anlamdaki
büyük değişiklikler
dönüşün
sadece olabilirliğini değil olmazsa olmazlığını da net
bir şekilde ortaya koymuştur. Ancak üzücüdür ki,
bu arada doğan çok büyük fırsatlar yeterince
değerlendirilememiştir. 1991'de
kabul edilen dokuz yıl yürürlükte kalan ve önemlisi TC
vatandaşlığının bırakılması ve RF’na yerleşme koşulu da
getirmeden vatandaşlık sunan Rusya Federasyonu
Vatandaşlık Yasası değerlendirlemeyen bu fırsatların en
büyüğüdür. Dokuz yıl süresince bu yasanın yeterince
değerlendirilmemiş olması da
değil, Türkiye’den bir kişinin bile usulüne uygun
başvuru yapmasının sağlanmamsı, kendisini dönüşçü sayan
Türkiyeli Çerkesler için çok zor açıklanır, zor
affedilir bir durumdur.
Özetle, ulusal sorunun çözümü konusunda kendilerini
sorumlu sayanlar, özellikle de dönüşçüler için her yönü
ile çok olumlu ama çok da farklı bir durum çıkmıştı
ortaya. Dönüşçülere düşen hemen yeni koşullara göre en
sağlıklı dönüşün
nasıl olacağını tartışmak ve bir
dönüş
programı oluşturmaktı. Ancak sözlü, yazılı çok sayıdaki
çağrılarımız, Kaf-Fed yetkililerince yapılan girişimler,
dönüşün, DÇB’nin hemen her toplantısında gündeme
alınması, sanal ortamda kurulan dönüş platformları
özlenen çalışmanın yapılmasına yetmemiştir.
Yine üzücüdür ki,
bu başarısızlıktaki en büyük etken, daha 1989’da 125.yıl
etkinlikleri ile ulusal harekete, tüm dünyada ivme
kazandıran kurumun varisi durumundaki kurumlarımızın
ilgisizliğidir.
Ama işte sonunda yıllardır beklenen olay
gerçekleşiyordu.
İşin güzel tarafı kurumumuz, bu çalışma için konunun
profesyoneli arkadaşlarımızı görevlendirmişti. Tam da
hazırlık döneminde, toplantımızı hazırlayacak kadronun
düzenlediği Abhazya’ya ilişkin konferanstaki konuşmaları
derleyen, Abhazya’nın
Bağımsızlığı
ve Kafkasya'nın
Geleceği adlı kitabı gördüm.
Ne aradığını bilenler, aranana yanıt
olabilecek konuşmacıları bir araya getirebilmişlerdi.
Konunun doğrudan sorumlusu olmayan konuşmacılar da
Abhazya bağımsızlığına en büyük desteğin en kısa sürede
Abhazya’ya dönüş olduğunu çok güzel vurgulamışlardı.
Bu iki olay toplantı için umutlanmam,
beklentiye germem, mutlu olmam için yeterli idi.
Gerçekte bu kadar yıl sonra elliye yakın insanın hem de
kurumlarımıza yük olmadan bir araya gelebilmesi, sadece
toplanabilmek bile mutluluk için yeterli idi ve bunu
sağlayan arkadaşlarımız da teşekkürü hak ediyordu.
Ancak çok üzülerek belirtmeliyim ki,
program bende hayal kırıklığı yaratmıştır.
Bu hayal kırıklığının nedenleri ise
şöyle:
Öncelikli neden, gündeme alınan hemen tüm
konuların nasıl ele alınması gerektiğini belirleyecek
olan, dahası, kimi konuların gündeme alınmasını gereksiz
kılacak olan amaç belirtilmemiştir.
Gündem sürgünden bu yana ulusal sorunun
çözümüne ilişkin hiç çalışma yapılmamış izlenimini
vermektedir.
Gündem
dönüşü
dönüş yapan arkadaşların kendilerini inkarıdır.
Gündem 125. yılı etkinliklerini
düzenleyen sonuç bildirisini hazırlayan ve bu bildiriyi
destekleyenlerin kendilerini inkarıdır.
Gündem öncelikli hedefi dönüş olan
DÇB’nin kurucu üyesi Kaf-Fed’in kendisini inkardır.
Gündem yukarıda sözünü ettiğimiz
konferansta dönüşü önceleyen ve vurgulayanların
kendilerini inkarıdır.
Gündem Türkiyeli Çerkes diasporasının
gelişmeleri yeterince izlemediğinin göstergesidir.
Bilimsel
olmadığı kadar üzücü de olan daha önce tartışılması
düşünülen bütün konularda belirleyicisi, “gelecek
kurgusu” da diyebileceğimiz “Gelecek Beklentisi- Gelecek
Planlaması”nın sonlarda tartışılacak olması. Öyle ki,
bu konunun tartışılacağı oturumda ortaya çıkacak
sonuçlar,
daha
önceki tartışmalar için boşa zaman harcandığı anlamına
bile gelebilecektir.
Adlandırma, diaspora tanımlaması, dönüşün
öncelikli olup olmadığıi sürgün, azınlık, göçmen
tanımlamaları gibi tartışılacak hemen her şey, gelecek
kurgumuza, paradigmamıza göre biçimlenecektir.
Sonuç:
Güzel düşünülmüş, güzel düzenlenmiş,
camiamızda ilgi ile karşılanmış,
beklentilerimizi-umutlarımızı büyütmüş bu toplantının
verimli olabilmesi, Türkiye diasporasının yeniden
dirilişinin ilk büyük adımı olabilmesi için gündemin ve
konu sıralamasının toplantı öncesi gözden geçirilmesi
gerektiğine inanıyor ve uygun karşılanacağı umuduyla
öneriyorum...
Saygılarımla...
Necdet hatam
Adigey
Cumhuriyeti Fesıjapşi-Dönüş Vakfı Eş Başkanı”
Gerçekte “Gelecek Kurgusu”nun belirleyici
olduğu, terminolojinin, önceliklerimizin, siyasetimizin,
kimden ne isteyeceğimizin gelecek kurgumuza göre
biçimlendiği, aralarında akademisyenlerin de bulunduğu
katılımcılarca anlaşılmayacak kadar karmaşık bir konu
değildi.
İzninizle bir örnek:
Tartışılacak alt başlıkların biri
kendimizi nasıl adlandıracağımız idi.
Sürgün, Azınlık, Göçmen...
Yanıt
da
üçlü değil mi gerçekte?
Ulusal
kültürel
değerlerin ancak anavatanda yaşatılıp
geliştirilebileceğine inanan, ulusal sorunumuzun çözümü
dönüştür diyen biri için doğru adlandırma:
Sürgün
değil
midir?
Ulusal sorunun çözümü Türkiye’dedir.
Alınacak haklarla ulusal kültürler değerlerimiz
diasporada da yaşatılabilir görüşünde olan biri için
doğru adlandırma:
Azınlık
değil
midir?
Siyasal hiçbir talebi olmayan, yok
olmalaına üzülmekle birlikte, dilini kültürünü geleceğe
taşıma kaygısı olmayan biri için doğru adlandırma:
Göçmen,
değil
midir?
Ancak üzülerek belirtmeliyim ki,
çabalarımız programdaki sıralamayı değitirmeye,
belirleyici olan gelecek planlamasının öncelikle
tartışılmasını sağlamaya yetmedi. Bence bu,
katılımcıların en azından çoğunluğunun ulusal sorunun
çözümü konusnda samimi olmadıklarının kesin kanıtı idi
ve daha önce birçok platformda olduğu gibi bu toplantıda
da bu tespitimi dile getirdim.
Bunu benden ilk duyanlar özellikle de
bizleri böyle topluca ve belki de ilk kez gören
akademisyenler bu çıkışıma çok şaşırmışlardır. Gereksiz
de görmüşlerdir bu çıkışımı. Büyük olasılıkla beni,
“pişmiş aşa su katan” biri olarak değerlendirmişlerdir.
Akademisyenlerimiz yıllardır yapılan
çalışmaları, daha önceki toplantılarımızı, sonuç
bildirilerimizi, birbirimize verdiğimiz sözleri,
toplantı biter bitmez sözlerimizi unutuşumuzu,
kimilerimizin, gerçekleştirme çabasına bile
girmeyecekleri sözlerini bilmedikleri için haklı da
olabilirler. Ancak, akademisyenlerimiz de mücadele
geçmişimizi bilmediklerinde değerlendirmelerinin
kariyerleri ile uyumlu olamayacak denli eksik kalacağını
bilmelidir. Çünkü özelimizi bildiklerinde ancak, çok
gerçekçi bulduğum genel değerlendirmelerini özelimize
uygulayabilecek, bu da bizler için gerçek anlamda yol
gösterici olacaktır. Ki,
asıl katkı da budur.
Konuya elbette yeniden dönmeyi ve
tuttuğum notlar kılavuzluğunda, sonuç bildirisini de göz
önüne alarak görüş paylaşımını sürdürmeyi,
ilgilenenlerle özelimizde de yazışmayı düşünüyorum.
Ancak bu ilk yazıda
sayın
Cihan Candemir’in,
xabzemizle
hiç bağdaşmayan, Kaf-Fed Başkanı olarak taşıdığı
sorumluluğa ters düşen, toplantı düzenleyicilerini,
moderatörleri ve katılımcıları hiçe sayan saygısızlığını
belirtmeden geçemeyeceğim.
Anımsayalım bir; dilimizden
düşürmediğimiz xabzemiz,
uzaklardan gelenlerin daha bir önemsenmesini, onore
edilmesini emretmez mi? Bizde
thamadeye
yakın yer uzaktan gelen konukların değil mi? Bısımler
konuşmaz konukları konuşturmazlar mı? Kendileri bunu
anavatanda sıkça yaşamıyorlar mı? Yine anavatanda,
adlarına yapılan konuşmalarda uzaklardan gelen konuklar
için, attıkları her adımın karşılığı bol şans bulmaları
için dua edildiğini defalarca duymadılar mı?
Toplantılarda saçmalayan konukların bile sözlerinin
kesilmediğine defalarca tanık olmamışlar mı?
Hemen Ortak Akıl Toplantısı formatının
başka olduğu bilinen gerçeğe sığınılmasın lütfen. Bize
göre xabzemizin
her formata uyarlanabilir özellikleri vardır. Dilimizi,
kültürümüzü yaşatma geleceğe taşıma amacı ile
gerçekleştirilen bir toplantıda böyle bir beklentinin
hiç te yadırganacak bir şey olmadığını düşünüyorum.
Ayrıca ben, toplantının huzurlu geçmesi
konusunda en sorumlu olan kişi olmasına karşın, “ters
bir yanıt alabilirim, toplantının huzurunu kaçıracak,
toplantıyı yarım bırakabilecek olaylara neden
olabilirim” korkusunu hiç duymayışını, ancak,
sayın
Candemir’in, Ortak Akıl Toplantısı ile Genel Müdürü
olduğu şirket toplantılarını karıştırmış olmakla
açıklanabileceğini düşünüyorum.
Yine elde kronometre konuşmacıların ne
söylediğinden çok, süreyi ne kadar aştıklarını
önemseyen, anadilde iki dakikalık bir şiir sunumuna
ancak oturmun birinde konuşturmama koşulu ile izin veren
sayın
Candemir’in, katılımcılara danışma gereği duymadan,
program gündeminde olmayan en az yarım saat sürecek bir
tv
yayınını, “başkan benim sizler hiçsiniz” edası ile
izletmeye kalkması, toplumu hiçe saymak dışında başka
bir gerekçe ile açıklanamayacağını düşünüyorum.
Başkanımız bu saygısız girişimi ile
dikkatleri dağıtmış, toplantının çok daha anlamlı
olabilecek, akılda kalabilecek belki de yeni bir
başlangıca temel olabilecek bir sonla kapanışına da
engel olmuştur.
Ayrıca
Türkiye’de iş güç sahibi, tuzları kuru ve anavatana
dönüş bir yana anavatanı ziyaret bile etmeyen kendini
bilmezlerin,
dönen sayısının az oluşunu, “önce burada bir baltaya
sahip olamayanlar döndüğü için” gerekçesi ile
açıklayanlara sayın
Başkan da dahil anavatana her gelişlerinde dönüş
yapmışların sofralarda ağırlananların gerekli yanıtı
vermeyişine de şaşıp kaldığımı belirtmeliyim.
Özetle
sayın
Candemir ve saygıdeğer
katılımcı arkadaşlar bilmeli ki,
başkanlık makamını hak ettiği şekilde yanıtlamayışımızın
nedeni, sayın Candemir’den korkumuz ya da
sayın
Candemir karşılık hak etmediği için değil, önce
halkımıza sonra da toplantıya olan saygımızdır.
Ve... Sayın Candemir’in, genelde topluma,
özelde de bana özür borcu vardır.
Toplanıtıya
ilişkin yazılar sürecek... |