Ortak Akıl Toplantısı “Sonuç Bildirisi”nin
katılımcıların ortak görüşü olmadığı kuşkuya yer
bırakmayacak şekilde anlaşıldı sanırım.
Toplantının başarılı olup olmadığına gelince…
Eğer halkımız adına bir gelecek beklentimiz ve gelecek
planlamamız varsa; değerlendirme öznel değil nesnel
ölçütlere göre yapılmalıdır kuşkusuz.
Toplantının başarılı olup olmadığı öncelikli
olarak toplantının beklentilere yanıt olup olamadığı ile
ilişkilidir.
Eğer, kimi okulların nostaljik mezunlar toplantısı
benzeri gibi düşünürsek toplantı gerçekten son derece
başarılı. İnanın en çok eleştirenlerden biri olarak
toplantıya katılmış olmaktan ben de çok mutluyum. Çok
uzun yıllardır göremediğim arkadaşlarla görüşmüş oldum.
Dahası yazılarını okuduğum. Adlarını duyduğum
kendilerini henüz tanımadığım arkadaşlarla da tanışmış
oldum.
Toplantı yine belirli bir amacı ve bu amacı
gerçekleştirme iradesi olan bir grup bir kurumca, amaca
ilişkin kimlerin ne düşündüğünü, kişilerin nerelerden
nereye geldiğini, toplantıda söyleyeceklerinin yıllarca
önce söyledikleri ile ne denli tutarlı olup olmadığının
ortaya çıkartılması, bundan böyle kimlerle
yürünebileceğinin anlaşılması için veri toplama amacı
ile yapılmışsa yine çok başarılı… çok yararlı… Bu açıdan
kendimin de çok yararlandığımı söyleyebilirim.
Ancak İkinci gün –hava muhalefeti nedeni bile
olsa- toplantı daha bitmeden ayrılmaları, oturum
süresinin kısaltılması, kimi katılımcıların tartışmalar
sürerken, olayla ilintili ancak toplantının dışında
konularla ilgilenmeleri, ( Sayın Hapae Erhan
değerlendirmesi), elde kronometre konuşmacıların
saniyelerini sayan Sayın Candemir’in gündemde olmayan
yarım saat sürecek bir magazin programını kimseye
sormadan programa dahil etmeye kalkışması… da
toplantının sadece kimi katılımcılarca değil kimi
sorumlularca da ciddiye alınmadığının bir göstergesi
idi.
125. Yıl sonuç bildirisi, Sayın Candemir’in 2006
yılında, ulusal gazetelerde de yayımlanan -kendileri
yönetimde değilmiş gibi- DÇB yönetimini eleştiren genel
kurul konuşmasını, Gençlik toplantıları sonuç
bildirilerini, Kaf-Fed Genel sekreteri Sayın Cumhur
Bal’ın yıllarca önce dönüş konulu ancak “laf ola beri
gele” dozunda olduğu ortaya çıkan girişimlerini, 2008
yılında İstanbul derneğimizde gerçekleştirilen “yüzleri
anavatana döndürme” amacı ile yapılmış toplantıyı ve
Sayın Candemir’in toplantıdaki benim de çok beğendiğim
konuşmasını, en kısa sürede yalnızca Dönüş’ün konu
edileceği konferans yapılacağı kararını bilenelerin ise,
bu toplantı ve sonuç bildirisini başarılı bulmaları en
azından öncekilere haksızlık olur diye düşünüyorum.
Toplantı programı ile sonuç bildirisi
karşılaştırıldığında programdaki birçok konunun
tartışılamadığı da anlaşılacaktır… Örneğin ilk
tartışılması gereken “...Ne için ve neye göre
örgütlenme?” konusu yeterince tartışılmadığı
için, ne için bir araya geldiğimiz de anlaşılmamış,
sonuç bildirisinde de yer almamış, özetle bilinmeyen bir
amaç için ortak akıl arama görüntüsü oluşmuştur.
Ancak tüm bu eksikliklerine karşın bu topantı;
Ulusal sorunla ilgilenen en azından ilgilenmek
isteyen insanlarımızın az olmadığını ortaya koymuştur.
Konuyu önemsediklerinde insanlarımızın uzun
yolları, denizleri aşarak yol ve konaklama giderlerini
de kendileri karşılayarak gelebileceklerini
kanıtlamıştır.
Katılımcıların her birimize akademisyen bakış
açısının konumuza küçümsenemeyecek katkıları
olabileceğini kavratmıştır.
Öyle sanıyorum ki genel çerçeveyi çok güzel çizen
akademisyenlerimize de sağlıklı değerlendirme için
konunun özelini de bilmek gerektiği ve bu konuda bir
hayli eksik olduklarını düşündürmüştür.
Kimilerimize konu bağlamında görüşlerimizi
açıklama, toplantının çektiği ilgi çerçevesinde daha çok
insanımıza ulaşabilme olanağı sağlamıştır.
Karar alındığı gibi daha sık aralarla ve
eksiklikler de giderilerek toplantıların sürmesi halinde
sağlıklı sonuçlara da ulaşlacağı umudunu vermiştir.
Yine de eleştiriyorsam arkadaşlarımı hırpalıyor,
kurumlarımızı önemsemiyorum gibi anlaşılacağı korkusunu,
dostlarmca da yeterince anlaşılmaycağım kaygısını
yaşamadığım sanılmasın… Dileğim dostlar, eleştirilerimi,
daha çok olumsuzu görme huyuma, daha olumluya daha kısa
sürede ulaşma aceleciğime, dilerlerse huysuzluğuma
versin… Ama eksiği gidermede alkışlardan çok acıyı dile
getirenlerin katkısının daha büyük olduğu da hiç
unutulmasın… Yanlış bulabilecekleri yöntemim, içerği
görmelerine engel olmasın…
Ve Sonuç Bildirisi bağlamında “saklı kalan
düşünce ve ifade nüansları”ım:
·
1864’de
biten Kafkas savaşı sonrasında yurtlarından sürgün
edilen Adığeler, Abazalar ve Ubıhlar (ve diğer Kuzey
Kafkas halkları) bugün dünyanın en büyük ve en geniş
diasporalarından birini teşkil etmektedir. Nüfuslarının
büyük çoğunluğu diasporada yaşayan Adığe, Abaza ve
Ubıhların, tarih boyunca sürdürdükleri kader birliği
devam etmektedir. Birlikte yaşama ve birlikte mücadele
etme ihtiyacı eskisinden daha yakıcıdır ve daha
vazgeçilmezdir. Adığeler, Abazalar, Ubıhlar ve diğer
kardeş Kuzey Kafkas halkları için, hem diasporada hem
anavatanda toplumsal-ulusal varlığı sürdürmek, birlik ve
dayanışma içinde mümkündür.
“Adığeler,
Abazalar ve Ubıhlar (ve diğer Kuzey Kafkas halkları)”
kurugusu itici bir kurgu. “Diğer kuzey kafkasya
halkları”nın, sonuç bildirisini yazanlarca da eşit
sayılmadıklarının kanıtı. Yada bilinç altının bilince
yansıması.
...
Adıghe,
Abaza ve Uıbıxlerin sorunları ortak olduğu için birlikte
mücadele etmeleri anlaşılır bir şey de birlikte
yaşamaları epeyce zor değil midir? Birlikte yaşamayı
amaçlamak hep diasporada kalmayı amaçlamak gibi değil
mi, anavatana dönüşle herkes kendi evine gitmeyecek mi?
Daha
ilginci birliktelikler de belirleyici olan siyaset değil
midir? Sağolsunlar moderatör olarak da konuşmaları ile
de toplantımıza büyük katkıları olan değerli
akademisyenlerimizin benim bildiğimi bilmiyor
olabilmeleri mümkün mü?
Rusya
Federasyonu’nun katkıları ile bağımsızlığını elde
ettiğinin bilincinde olan ve bu bağımsızlığı çok
önemseyen Abazalar ile Rusya ile birlikte daha özgür
bir yaşamı planlayan Adıgheler ve direnişten yana
Çeçenler’in birlikte olabilmeleri mümkün müdür sizce?
Yada Abhazya’nın bağımsızlığı için herşeylerini göze
alan abazalarla Gürcülerle federatif biryapı kurmanın
daha doğru olduğunu düşünenler ne gibi etkinliklerde
birlikte olabilirler dersiniz? Dahası bizce birlikte
olabilmek için sorunların sadece ortak olması da
yetmeyecektir. Gerçek birliktelik için sorunları çözme
iradesi olanların, çözümiçin uygulanacak strateji ve
taktikte de anlaşmaları gerekecektir.
·
Diasporada
ve anavatanda yaşayan kardeş Kafkas halklarının kendi
etnik-ulusal adlarını kullanmaları ve öne çıkarmaya
çalışmaları elbette doğal haklarıdır ve teşvik
edilmelidir. Ancak bunun diğerini dışlayıcı,
ayrıştırıcı, birbirinden uzaklaştırıcı olması
kabul edilemez. Bu bağlamda, 1908’deki ilk örgütlenmemizden bu
yana olduğu üzere, özellikle diasporada Adığe, Abaza,
Ubıh ve diğer Kuzey Kafkas halklarını bütünleştiren,
onlara siyasi hüviyet kazandıran ‘Çerkes’in ortak ad ve
ortak siyasi tanım olarak kalması doğru olacaktır.
(ve diğer
Kuzey Kafkas Halkları’nın) katılımcı olarak çağrılı
olmadıkları –Sayın Alankuş akademisyen kimliği ile
katılmıştır- bir toplantının sonuç bildirisi tüm
halklarca neden benimsensin? Adlarını bile anmadığımız,
“diğer” parantezine aldığımız kardeş halkların “akil
adamlar madem böyle buyurdular-peki” demelerini beklemek
biraz saflık olmaz mı?
·
Kuzey
Kafkasya coğrafyası, merkezi konumu ve geçiş güzergahı
vasfıyla çok sayıda halka, etnik topluluğa ev sahipliği
yaptı, yapıyor. Bu ‘çok parçalı’ yapı, tarihi ve siyasi
süreçlerle, savaş ve sürgünlerle, toplu nüfus
hareketleriyle ve suni idare sınırlarla daha da karmaşık
hale getirilmiştir. Kuzey Kafkasya’da otokhtan halkların
haklarını teminat altına alacak ve bölgede yaşayan tüm
halklara barış, demokrasi ve refah sağlayacak bir
yapının kurulması, sürdürülebilir bir istikrarın
sağlanması önceliklidir.
Böyle genel
konuşulduğunda söylenenler güzel dilekler olarak kalmaya
mahkum değil midir? Önemli olan “ bu yapının kurulması,
sürdürülebilir bir istikrarın sağlanması”na nasıl
katkıda bulunulacağı değil midir? Asıl ayrışma da dönüşü
önceleyen ve artık anlatmayıp yaşayan, anavatana dönüş
yapıp her alandaki bilgi ve birikimini sözü edilen
yapının kurulabilmesi hizmetine sunanlar ile estikçe
yapılan toplantıları, öncekileri unutup yeniden
başlamaları, yadsınması uzun sürmeyecek sonuç
bildirileri yayımlamayı, bu yapının kurulmasına katkı
olduğunu sananlar arasında yaşanmıyor mu?
·
Kuzey
Kafkasya, tıpkı yüzelli yıl önce olduğu gibi bugün de
uluslararası rekabetin merkezi konumundadır. Hem küresel
hem bölgesel güçler, Kuzey Kafkasya’yı kendi istekleri
doğrultusunda etkilemek, yönlendirmek ve dizayn etmek
çabasındadır. Bu mücadele her geçen gün, bölgede yaşayan
halklara büyük bedeller ödetme pahasına artmaktadır.
Yanısıra, bölge yine eskisi gibi dini mücadele alanı
haline getirilmektedir. Kuzey Kafkas halkları ve onların
temsilcileri, küresel ve bölgesel emperyal güçlerin ve
dini yayılmacıların oyunlarına alet olmadan, kendi
geleceklerine ve kendi çıkarlarına odaklanmalıdır.
Çıkar
örtüşmesinin doğal sonucu birlikteliğin “oyuna gelmek”
olarak alınmadığında doğru bir değerlendirme. Gerçekte
ise devleti olmayan, devletleşmek isteyen halklar,
güçleri sınırlı devletler, emperyal güç olamayan
devletler, emperyal-bölgesel güçlerden birini tercih
etmek zorundadırlar ve etmektedirler.
Önemli
olan, hangi emperyal - bölgesel güçle birlikte olmanın,
çıkarımıza olduğu tercihini doğru yapabilmektir. Hiç
unutulmamalı ki Abhazya bugün bağımsız ise
eğer bu
tercihi doğru yapabildiği içindir.
·
Diasporadan
anavatana dönüş vazgeçilmez hak ve yükümlülüktür.
Dönüşün fiziki koşullarının yaratılması, toplumda daha
geniş kesimlere dönüş fikrinin yayılması ve pilot
çalışmalarla desteklenmesi, çok sayıda insanın dönüşünü
mümkün kılacak maddi ve manevi altyapının oluşturulması,
hem Rusya Federasyonu’ndan hem uluslararası
kuruluşlardan fon desteği sağlanması önceliklidir.
Kafkasya’daki cumhuriyet yönetimlerimizin, sivil toplum
kuruluşlarımızın ve diasporadaki örgütlerimizin dönüşe
öncelik verecek ortak çalışmalar yürütmesi
sağlanmalıdır. Bu alanda yönlendirici ve sürükleyici güç
anavatandır. Anavatan, dünyanın dört bir yanına yayılmış
evlatlarını kendine çekmek için daha etkin bir irade ve
çalışma ortaya koymalıdır.
Sanki Dönüş
yeni gündeme geliyor sanırsınız. Sanki yetmişli yıllarda
bunlar tartışışmadı. Sanki diaspora izlemedi ise de bu
konuda çok yol alınmadı…Yine daha önce defalarca
yazılarda, sonuç bildirilerinde yer almış ve daha belki
de toplantı bitmeden unutulmuş güzel dilekler ve “Anavatan,
dünyanın dört bir yanına yayılmış evlatlarını kendine
çekmek için daha etkin bir irade ve çalışma ortaya
koymalıdır” diyerek pası anavatana atmalalar…
Öyle ya;
diaspora
kendisine sunulan ve kullanmadığı haklarının üzüntüsünü
bile dumayacak, pişmanlığını dile getirmeyi zul
sayacak;
namazda
gözü olmadığı halde ezanın neden kulağına okunmadığından
dönemin diapora yetkililerini, toplumun öncüsü olarak
kendilerini değil de anavatanı sorumlu tutacak;
şu anda
bulunduğu ülkeden oturma izni başvurusu yapma hakkına
işlerlik kazandırmayacak;
akil
adamlar da içlerinde olmak üzere tatil yapabilme gücü
olanlar oteller yeteri kadar konforlu olmadığı (artık
pahalı olduğu) gerekçesi ile tatile bile gelmeyecek;
her
Çerkesin beş yılda bir, yada yaşam boyu bir kez olsun
anavatana ziyaretini sağlamayı programına almayacak;
yaz kampı
davetlerine gelecek genç bulamayacak;
TC kimliği
ile tapu alabilmek mümkünken ekonomik durumu iyi olanlar
birer konut edinmeyecek;
Burslu
öğrenci kontenjanlarını bile doldurmayacak;
öğrencilere
destek sağlamayacak ama Türkiye’de sınav kazanamayan
öğrencilerin gönderilmesini eleştirecek;
yetmeyecek,
dönüşün yavaş olmasını “dönüş yapanların Türkiye’de bir
baltaya sap olamayanlar olduğu” ile açıklayacak;
dönüş
yapanlar için düşünülen geçici konaklama konutuna
katkıda bulunmayacak:
Yugoslavya’dan getirilenlerin kimilerinin tekrar
Yugoslavya’ya döndüğünü bilecek ama nedenlerini
araştırmayacak, sorunların giderilmesine çalışmayacak,
bu tarihi olaya nüfusuna oranla en az katkıda bulunanın
Türkiye Çerkes Daisporası olduğunu hiç aklına
getirmeyecek;
konutları
bitirilemeyen iki ailenin konutlarını bitirmeyi
üstlenmeyecek;
sağlıklı
haberleşme için ajans kurmayacak,
AB’den
sağlanan kredi ile öğretmenler yetiştirilmiş olmasına
karşın anavatanla yazışabilecek dercede anadil bilir,
Rrusça bilir bir kişi olsun istihdam etmeyecek;
anavatan
sanatçılarının CD lerini çoğaltıp çoğaltıp satacak,
sayısız uyarımıza karşın bu utanılası uygulamadan
vazgeçmeyecek;
şehit
çocuklarının eğitimine katkıda bulunmayacak;
DÇB’ye
ilişkin soruları yönetim kurulu, başkanlar kurulu
üyelerine sorma cesareti göstermeyecek ama toplantıda
bir eda ile dile getirecek;
dönüş
vakıflarına katkıda bulunmayacak;
yapılabilecek daha bir çok şeyi yapmayacak;
dahası
dönüşün anavatanda ilmik, ilmik, tuğle, tuğla
.örüldüğünü, alt yapının oluşturulmaya çalışıldığını,
küşümsenemeyecek adımlar da atıldığını bilmeyecek ama
akıl verecek..
Anavatan da
uygulayacak…
Böylece bir
dahaki toplantıya kadar da parmak kımıldatmamanın
grekeçesi de bugünden hazır olacak…
Oh ne ala…
·
Kuşkusuz
ulusal-siyasal varlığın ilelebet yaşayacağı-yaşatılacağı
yegane yer anavatandır. Bu bakımdan, diaspora gücü ve
kabiliyetinin anavatanın tahkimine ‘artı değer’ katması
zorunluluktur. Nüfus, yetişmiş insan gücü, bilgi ve
sermaye gücünün anavatana yönlendirilmesi hayati önem
arzetmektedir. Yanısıra, çifte vatandaşlık hakkının
sağlanması ve yaygın olarak kullanılması
diaspora-anavatan etkileşimini ve işbirliğini azami
seviyeye çıkaracaktır.
Bütünü ile katıldığım bir paragraf. Ancak, “cek,
cak”ların ne anlama geldiği çok iyi bilinir. Kaf-Fed’in
2008’de İstanbul Derneği ev sahipliğinde “en kısa sürede
dönüşün tartışılacağı toplantı” kararını anımsayanlar
bizi ön yargılı bulmayacaklardır. Ayrıca öncekiler
anımsanmasa da bu paragrafta olsun biraz daha samimi
olunmaması, yakın geçmişte uzatılan çifte vatandaşlık
hakkını kullanmamış olmanın üzüntüsünün, pişmanlığının
dile getirilmemesi bu çok güzel paragrafın da
inandırıcılığına gölge düşürmektedir.
·
Demokrasi ve hukuk düzeni, nerede yaşarsak yaşayalım,
varlığımızın ve geleceğimizin güvence altına alınmasının
ilk koşuludur. Dolayısıyla yaşamakta olduğumuz tüm
topraklarda demokrasinin geliştirilmesi, hukukun hakim
kılınması, refahın artırılması ve adil paylaşılması için
çalışmak, kendimiz için olduğu kadar, tüm insanlık adına
bir görevdir. Kendimiz için ne istiyorsak, birlikte
yaşadığımız insanlar için de aynısını istemek, çağdaş
insan anlayışı olmasının yanında, tarihi
geleneklerimizin de temel felsefesidir.
Bu kapsamda Anavatandaki nüfus azlığı yanında
demokratikleşmenin ve modern yönetim anlayışının
yeterince kökleşmemesi önemli bir zafiyettir.
Cumhuriyetlerimizde demokrasinin gelişmesi ve çağdaş
hukuk standartlarına ulaşılması, anavatanda yaşayanların
ihtiyacı olduğu kadar diasporadan anavatana dönüşün de
itici gücü olacaktır."
Sanırım bu güzel bölümden de dönüşün “modern
yönetim anlayışının yeterince kökleşmemesi önemli
zafiyeti”nin
giderilmesinden sonraya ertelendiğini anlamalıyız. Öyle
sanıyorum ki bu paragrafı bizim gibi güzide bir toplumun
anavatana dönüşüne üzeleceğini toplantıda dile getiren
Sayın Prof. Ahmet Kaya da benim anladığım gibi anlamış
“bunların bir yere gideceği yok, boşuna korkmuş,
üzülmüşüm”
demiş rahat bir nefes almıştır.
Anavatandaki cumhuriyetlerimizin, bölgenin hakim gücü
Rusya ile ilişkileri özel önem ve hassasiyet
arzetmektedir. Cumhuriyetlerimizin siyasi-idari yetki
alanlarını geliştirmeleri, ekonomik yeterliliklerini
geliştirmeleri ve içinde-yakınında bulundukları Rusya
Federasyonu ile siyasi-diplomatik ilişkilerin
süreçlerini iyi yönetmelerine bağlıdır. Federal yapı
içerisinde mevcut siyasal ve ekonomik yapılarını
korumaları çok önemlidir. Varlığımıza yönelik tehdit ve
tehlikeler olmadıkça, yerel çatışmalardan kaçınmak,
toplumsal barış içinde yaşamak temel politikalarımız
olmalıdır. Özgürlük ruhumuzu korumalı, ancak ölçüsüz
milliyetçiliğe kapılmamalıyız.
Gerçekten çok güzel ama yine nasılı yok...
·
Beş kuşaktır yaşadığımız diasporada varlığımız devam
etmektedir. Bu gerçekten hareketle, varlığımızı
kimliğimizi koruyarak sürdürmek, asimilasyona karşı
direnmek, dilimizi ve kültürümüzü yaşatmak
önceliklerimizdendir. Tüm dünyayı dalga dalga kucaklayan
demokrasi anlayışı ve hızla yükselen kültürel-siyasal
haklar algısı, farklılığımız korumamızda en büyük
teminat olarak değerlendirilmelidir.
Nasıl dğerlendirilecektir sorusu yine yanıtsız ve bu tip
toplantılarda da yanıtsız kalması mukadder gibi…
·
Diasporada mevcut hakları kullanmak ve hakların
sınırlarını genişletmek için örgütlü mücadeleyi
yükseltmek ve demokratik mücadele enstrümanlarını
artırmak gerekmektedir. Bu bakımdan, bugüne kadar
sürdürülen ‘kültürel dernekçilik’ anlayışını aşarak
‘siyasal örgütlülüğe’ ulaşmak ortak hedeftir. Gelecek
hedefi, talebi, umudu olmayan hiçbir toplum yaşayamaz.
Bizi geleceğe taşıyacak yol, örgütlülüğümüzü
siyasallaştırmaktan geçmektedir.
Ulusal mücadele geçmişimiz konusunda tamamen yanlış bir
değerlendirme. Bilerek yapıldı ise eğer bir çarpıtma,
yada kendimizin yer almadığı etkinlikleri yok sayma
anlayışı.
Derneklerimiz 1946’da kurulan “Dosteli Yardımlaşma
Derneği”nden bu yana hep siyaset yapmışlardır. Yasaların
izin verdiği ölçüde doğrudan, eylemlerin derneklerin
kapatılması sonucunu vereceği durumlarda dernek
kadroları sorumluluğu kendileri üstlenerek bu
çalışmaları yapmışlardır.
1989 da gerçekleştirilen ve tüm dünyada ulusal
mücadeleye yeniden ivme kazandıran Çerkes bulunan tüm
ülkelerin temsilcilerinin katılımının sağlandığı ve
anadilde konuşmaların da yapıldığı 125. Yıl Kültür
Haftası etkinlikleri Ankara’daki derneğimizin adını
kullanarak gerçekleitirdiği siyasi bir çalışmadır.
Dernek olarak sahiplenilmesinin nedeni devletçe derneğin
kapatılmasının göze alınamayacağının gerçekçi bir
şekilde öngörülebilmiş olmasıdır. Ki aynı yıllarda
Fransa’daki bir toplantıya katılan Kürt siyasiler Kürtçe
konuştukları için kovuşturmaya uğramışlardır.
Derneğimizin yöneticileri de bu etkinlikler için
sorgulanmışlardır.
Dönemin dernek kadrolarının, “Nartlar’ın Sesi”
gazetesinin sorumluluğunu dernekten alıp üstlenmeleri
de ikinci kategoriye giren bir örnektiri
Konuya İlşkin Sayın Sefer Ersin Berzeg’in “Kafkasya
Bibliyografyası” adlı yapıtına bakanlar ne kadar haklı
olduğumuzu göreceklerdir.
“Nartların Sesi (1978-1980)
Ankara'da yayınlanan aylık gazete. 1978'de Kuzey
Kafkasya Kültür Demeği'nin Gençlik Kolu tarafından
yayınlanmaya başlamış, ilk sayısında sorumlu müdürü
Mehmet Uzun (Kasey) hakkında ceza davası açılması
nedeniyle dernekten ayrılarak 3. sayısından itibaren
Nihat Berzeg'in yönetim ve sorumluluğunda yayın hayatını
bağımsız olarak sürdürmüştür (4-8 sayfa).
Başlıca yazarları: Nihat Berzeg, Yismel Özdemir Özbay.
Sefer E. Berzeg (Alhas Fidarok), Ğunoko Kemalettin
Özbay, Nart Savsur (Süleyman Yançatoral), Nihat
Bidanuk. Necdet Hatam, Fahri Huvaj, Kutelya Erol Kılıç,
Papapha Mahinur, Halbad Zeki.
Gazetenin hemen tüm sayıları hakkında TCK'nın sonradan
kaldırılan 142/3 maddesi uyarınca tutuklama kararları
verilerek soruşturma açılmış, bazı sıkıyönetim
komutanlıklarınca da yasaklanmıştır. Gazetenin ilk
sayısında sorumlu müdür olarak gösterilen Mehmet Uzun
(Kasey), bu yasa uyarınca mahkum olmuş, diğer
sayılardaki yazılar nedeniyle Nihat Berzeg hakkında
açılan soruşturmalar ise yıllar sonra takipsizlik,
beraat ve tutuklamanın kaldırılması kararlarıyla
sonuçlanmıştır. Kafkasya ve diasporayla ilgili haber,
yorum ve araştırmalara yer veren gazete, 12 Eylül 1980
askeri darbesi sırasında basımevinde bulunan ve
dağıtılmayan 20. sayısıyla yayınına son vermek zorunda
kalmıştır.”
Bu iki olgu, başkalarının benim bilmediklerimi de
ekleyebilecekleri sayısız siyasal çalışmanın sadece iki
örneğidir.
Ama Kaf-Fed bu örnekler ötesinde gerçek anlamda
siyasallaşbilecek, yani siyasi mücadelenin aracı parti
haline dönüşebilecekse öyle sanıyorum ki tarhte bir ilki
başaracaktır... Çünkü bilinen, siayallaşmanın kadro
hareketi ile başlayıp, ilkelerini ,programını
benimsetebildiği ölçüde kitleselleştiğidir.
Ne güzel Kaf-Fed kitleselleştiktan sonra siyasallaşacak
ve ilk olacaktır. Hani rivayete göre biz hep ilk olmayı
severiz ya... Ama ya gerçekçi olamayan hedef
belirlemenin, ezelden beri hiçbirşey yapmayacak olmakla
eç anlamlı olduğunu biliyorsanız. Yakın geçmişte bunun
sayısız örneğine tanık olduysanuz. Eğitim kursu eğitmeni
olabilecekleri beklentisi ile toplantıya çağrılan
dönemin “gözünü budaktan ayırmayan Çerkes gençlerinin”
“başlık parasını kaldırma kararını” nasıl
alabildiklerine şaştıysanız... bu yapının siyasallaşma
iradesi gösterebileceğine inanabilir misiniz?...
·
KAFFED, diasporada onyıllardır sürdürülen
toplumsal-ulusal mücadeleyi temsil eden, bu mücadelenin
omurgasını oluşturan, Türkiye’de yaşayan Adığe, Abaza,
Ubıh ve ortak aidiyet hissi içindeki tüm diğer Kafkas
halklarını bütünleştiren yegane örgütlenmemizdir. Bugün
60 derneği bünyesinde toplayarak büyük başarı gösteren
bu örgütlenmemizi nicel ve nitel olarak daha da
güçlendirmek ortak görevimizdir.
Profesyonel kadroları artırmak ve daha nitelikli hale
getirmek şarttır.
Kaf-Fad’in
“Adığe,
Abaza, Ubıh ve ortak aidiyet hissi içindeki tüm diğer
Kafkas halklarını bütünleştirdiği” tespiti de daha
kuruluş aşamasında yerini aldığı Kaf-Kur’un kuruluş
amacı “anavatana dönüşü” ilkeleri arasına alamayan Kaf-Der’in
varisi ve kuruluşundan bu yana dönüşü ciddi olarak
gündemine almayan Kaf-Fed’in on yıllardır sürüdürülen
ulusal toplumsal mücadeleyi temsil ettiği tespiti gibi
gerçekçi değildir. Örgütümüzün Abhazya ve Çeçenistan
bağımsızlık savaşlarına ilişkin tutumu ve sekiz Ağustos
olaylarındaki Kaf-Fed etkinliklerinün irdelenmesi
savımızda ne denli haklı olduğumuzu ortaya koyacaktır.
Özetle olsun istenen olmuş gibi sunulmuştur.
Yasaların
izin verdiği çerçevede konan dernek adlarına bakarak ve
de kavramları, o gün anlaşıldığı gibi değil de günümüzde
kendinizin algıladığınız gibi anlayarak sağlıklı sonuca
varmak mümkün değildir. Derneğin Kuzey Kafkasya Kültür
Derneği adını taşıması Tüm Kardeş Halkların sorunlarını
sorun edindiği ve çözümü için de çaba gösterdiği
anlamına gelmediği bir giz değildir. Örneğin Sayın Sevda
Alankuş’un Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti
kurucularının Çerkesi tüm Kuzey Kafkasyalılar adına
kullandıkları tespiti derneğin çalışmalarına
yansımamıştır. Derneğin yayımladığı gazetenin adı da
dili de Adıghecedir. Açtığı okul Adıghece eğitim
vermiştir.
Anavatana
okullar açan, okullarda görev alan öncüleri sadece
Çerkesya’ya göndermiştir.
Asetinlerle
Apsuwaların Anakara’da ezelden beri birer lobileri var
olagelmiştir. Rahmetli Hüseyin Denge’nin yönetimde
olduğu dönem dahil aynı dönemde derneğe gelen Çeçen
sayısının on kişiyi bulduğu kuşkuludur. Bugün Kaf-Fed
kendisini Dünya Çerkes (adıghe) Birliği olarak ifade
eden bir dünya örgütünün üyesidir. Kurucu üyelerden biri
olan Kaf-Kur da –o günlerde Uıbıxler Adıghe olduğu
için- bir Adıghe –Abaza örgütü idi. Kurucu Genel
Kurul’a katılan dördü delege dördü gözlemci sekiz
kişinin beşi Adıghe üçü de Abaza idi.
Kafkas-Abhaz Dernği’nin kuruluş tarihi 1967’dir. 1946’da
kurulan Dosteli Yardımlaşma Derneği’nden ayrılan bir
grup Kuzey Kafkasyalı daha 1950 de kendi derneklerini
kurmuşlardır. Dosteli Yardımlaşma Derneği’nin devamı
bugün Federasyon üyesi derneğimiz 1952 de Kafkas adını
almıştır.
Daha sonra
kurulan Şamil Vakfı, Alan vakfı’nın kuruluşunu
engelleyememiştir. Hep birlikte oldukları söylenen Kuzey
Kafkasya Halklarının Şamil ve Alan Vakıfları dururken
Kaf-Dav kurulmuştur. Kaf-Der kuruluş aşamasında da
Birleşik Kafkasya Konseyi kurulmuş daha sonra da
Birleşik Kafkas Dernekleri Federasyonu kurulmuştur.
Durum bu kadar açık iken, Kaf-Fed’in mirasçısı olduğu
derneklerimizin tüm Kuzey Kafkas Halkları’nı
birleştiren örgütler olduğu iddiasında bulunmak
gerçeklerle bağdaşmamaktadır.
·
KAFFED’in,
60 derneği koordine eden ‘üst dernek’ vasatından çıkarak
60 derneğin sinerjisini bütünleştiren-yükselten ve
giderek toplumumuzun bütününü kapsayacak siyasal
örgütlülüğe ve temsil gücüne ulaşması ortak arzumuzdur.
Bu amaçla, biran önce gerekli tüzük değişiklikleri
yapılarak, KAFFED’in toplumumuzu adına ve toplumumuz
için siyaset üreten, örgütleyen bir yapıya
kavuşturulması gerekmektedir.
Bize göre
bugünkü karşıklığın nedeni Kaf-Kur’dan Kaf-Der’e
geçilirken oluşan eksen kaymasıdır. Önce Kaf-Der daha
sonra Kaf-Fed yetkililerinin “en büyük biziz bizden
büyüğü yok” edası ile yıllardan beri özelde yapılan
uyarıları, genel kurullarda verilen önergeleri kulak
ardı etmelerinden ve bu konuda ufuk açıcı yol gösterici
olmamalarından kaynaklanmıştır.
Örgüt
anavatan önceliği olan yani sorunları ortak olan
halkların her birinin kendi adı ile katılabileceği bir
yapıya kavuşmadığı sürece de karışıklık bitmeyecek Kaf-Fed
sağlıklığına kavuşamayacaktır.
Önerimiz
her derneğin bağımsız katılacağı Adıghe-Abaza Dernekleri
Federasyonu ya da Adıghe dernekleri federasyonu ile
Abaza Dernekleri federasyonunun bir çatı altında
birleşmeleridir.
Kaf-Fed bu
yolu açmaz ise eğer halkaların birbirinden uzaklaşması
ivme kazanacak, daha sancılı olacak hiç istenmeyen
gelişmeler de yaşanacaktır.
·
Şehirleşmenin yüzde 80’lere ulaştığı, dağınık yerleşimin
hüküm sürdüğü ve hakim dil-kültürün hayatın her alanında
mutlak nüfuza ulaştığı diasporada kendi dilimizi ve
kültürümüzü yaşatmamız, aile içi veya köy ortamı ya da
dernek faaliyetleri yoluyla yürütülecek amatör eğitim
faaliyetleriyle mümkün değildir. Mutlaka modern
eğitim-öğrenim araçlarına ulaşmalıyız. Okullaşarak
yazılı öğrenime, radyo-televizyon yoluyla sözlü ve
görsel öğrenime geçmek şarttır.
Biz, yüzü
anavatana dönük olmayanların dil öğrenme konusunda çok
ciddi olmayacakları ve dahası eğitim kurumları açılsa,
evinin yanıbaşındaki okulda eğitim verilse bile çok
büyük bir çoğunluğun çocuklarına anadili eğitimi
aldırmayacağını, bu iddiada olanların da kendi
çocuklarını bu okullara göndermeyeceklerini
düşünüyoruz.
Anadilimizi
yeniden kazanmak dahil ulusal mücadelemizde en önemli
araçların radyo ve televizyon yayınları olduğu ise
kuşkusuz. Radyo ve Tv. Yayınları dili unutturmayacak,
unutanlara yeniden kazandıracak, bilmeyenlere de öğrenme
olanağı verecektir. Bununla kalmayacak anavatandaki
ulusal yaşamı daiasporaya, evlerimize taşıyacak ayrı
ülkelerde yaşasa da birbiri için yüreği çarpan,
paylaşarak üzüntülerini azaltan, mutluluklarını çoğaltan
bir halk olma yönünde hızal yol almamızı sağlayacaktır.
Ancak
üzücüdür ki aylardan beri internet üzerinde yayın yapan
anavatan radyo ve televizyonlarından hiç söz edilmemesi,
derneklerde hiç konuşulmaması, derneklerde programların
topluca izleneceği yorumlanacağı etkinliklerin
yapılmaması yine ortak akıl arayanların söyledikleri
konusunda ne kadar samimi olduklarını sorgulamayı
gerekli kılmaktadır.
Bu konuda
samimi unsurlar bıkmadan usanmadan yerel yönetimlerden
yayınların uyduya verilmesi yayın sürelerinin
uzatılmasını istemeleli, Rusya Federasyonu’ndan da
ivedilikle ve sürekli olarak anadilde yayın yapan
televizyonlarımızın mutlaka ama mutlaka uyduya
verilmesi ve 24 saat yayın yapmalarının sağlanması
talebinde bulunmalıdır.
09. 07.
2010 tarihinde değişiklikler yapılan “Rusya
Federasyonu’nun Dış Ülkelerdeki Soydaşlarına İlişkin
Devlet Politikası’nın önemini ve soydaşlara tanınan
hakları belirten federal yasa, devletin hangi ülkede
olurlarsa olsun soydaşlarının anadilleri ve kültürlerini
koruyup geliştirme sorumluluğunu üstlenmektedir.
Soydaşlarını bilgilendireceğinin, televizyonlarla onlara
ulaşacağının altını çizmektedir. Kurumlarımıza düşen
Rusya Federasyonu’ndan federal yasanın hayata
geçirilmesi talebinde bulunmak, projeler sunmak,
projelere katkılarını sağlamaktır.
Ayrıca bu
yolun Rusya Federasyonuna nüfusu üç milyon tahmin edilen
çok sayıdaki ülkeye dağılmış potansiyel vatandaşlarına,
kendisini, kendi politikasını anlatmanın en etkin yolu
olduğu mutlaka anlatılabilmelidir.
·
Diasporada
yaşayanlarımız için kimlik çoğuldur. Hem kaynağına-özüne
ait olduğumuz kimlik hem vatandaşlık bağı ile
edindiğimiz kimlik. Bu kimliği dengelemek, birarada
yaşamak ve yaşatmak temel meselemizdir. Bugüne kadar bu
iki kimliği çatışma eşiğine ulaştırmadan sürdürebilmiş
olmak en büyük hünerimizdir. Demokrasi ve uzlaşı
kültürü, bu dengeyi bundan sonra da korumamız bakımından
yegane teminattır.
Çok kültürlülüğü anlamak dispora ülkelerindeki çeşitli
olaylar karşısındaki tepkilerimizi anlamanın belkide ön
koşuludur. Sayın Prof. Kaya’nın araştırmasının da ortaya
koyduğu gibi anvatana dönüşü belki de hiç düşünmeyenler
dahil soru yöneltilenlerin yüzde altmış gibi büyük bir
çoğunluğu kendilerini misafir saymaktadır. Bu sonuç
kanımca benim bir yıl önce bir kitap projesi için
yazdığım ve Sayın Ergun Utku’ya ilettiğim şu tespiti
güçlendirmektedir:
“Sürgünden bu yana hiçbir diaspora ülkesinde, özellikle
diaspora devlet uygulamalarına karşı Çerkes toplumsal
hareketi olmamıştır. Hiçbir şekilde gasp edilen
haklarını koruma girişiminde bulunmamışlardır. Örneğin,
meşrutiyet döneminde kurduğumuz örgütler ve anadilde
eğitim veren okullarımız cumhuriyetin ilk yıllarında
kapatılmış sineye çekmişiz. Köyler sürülmüş karşı
koymamışız. Dönem gelmiş dilimiz yasaklanmış “peki”
demişiz. Kendimizi bildik bileli taşıdığımız
soyadlarımızın Türkçeleri ile değiştirilmesini
benimsemişiz. Cumhuriyet dönemindeki ilk derneğimizi
ancak 1946’da Çerkes’i hiç anımsatmayan bir ad vererek
“Dosteli Yardımlaşma Derneği adı ile açabilmişiz.
Yıllardır Çerkes ile hain sözcüklerinin birlikte
kullanılmasına kendimizi alıştırmışız. Demokratik açılım
sürecinde bile iktidar partisinin söylemlerinin sınırını
aşamamışız. Çerkesler adına Çerkes sözcüğünün bir kez
bile geçmediği basın duyurusu yapmışız…
Madalyonun yalnız bu yüzü görüldüğünde Çerkeslerin çok
korkak, çok sünepe olduklarına hükmetmek hiç de
Çerkeslere haksızlık olmayacaktır.
Ancak, madalyonun bir de ikinci yüzü var. Diaspora
ülkesi genelini ilgilendiren, Çerkesler adına olmayan
hemen her harekette Çerkes en önde. Padişah yandaşı
Aznavur da Çerkes, Çerkes Ethem gibi. Talat Aydemir
Fethi Gürcan da… On iki Eylülün astığı üç gençten biri
Yusuf Aslan da... Çerkes Teşkilat-ı Mahsusa’da,
Hamidiye Alayları’nda, Menderesin yanı başında,
Amasya’da Misak-ı Milli’de. Ordu üst kademelerinde,
Hariciye’de sanatta, sporda… On iki eylül öncesi sol
fraksiyonların hemen hepsinde ön safta… Sağda Türkeş’in
güvenilirleri… Hemen her dalda nüfusunun yoğunluğu ile
açıklanamayacak bir etkinlik…
Büyük bir çelişki değil mi?… İşte bizce, bu büyük
çelişkinin temelinde yatan şey Çerkeslerin kendilerini
hala konuk saymalarıdır. Evet Çerkesler birey olarak
diaspora ülkelerini vatan olarak benimsiyorlar. Uğruna
her türlü tehlikeyi göze alabiliyorlar. Kendilerini
ülkenin ve halkın ayrılmaz parçası sayıyorlar. Ancak
ilginçtir, Çerkes halkı olarak bu ülke topraklarında
hakları olmadığı duygusunu da aynı yoğunlukta
yaşıyorlar. Büyük ölçüde bilinçaltı bir dürtü ile
kendilerini konuk saymakta, kendisini konuk eden evin
düzenine karışmanın töresine aykırı olduğunun bilinci
ile Çerkes olarak Türkiye’nin düzenine karışmayı
yakışıksız bulmaktadır.
Politik olaylara katılmada alabildiğine cesur
olabilenler, girişken olanlar ise aslında Çerkes olarak
değil diaspora ülke halkının bir bireyi olarak hareket
edenlerdir, Halkımız için bir gelecek kurgusu
olmayanlardır, kendilerini diaspora ülke ve halklarının
ayrılmaz bir parçası olarak benimseyenlerdir. Ne Çerkes
Ethem ne Anzavur ne Atatürk’ün yanı başında bağımsızlık
savaşına katılanların, ne de çeşitli sol-sağ politik
gruplarda yer alanların birlikte oldukları gruplara
kişilere kabul ettirebildikleri bir Çerkes gelecek
kurgularının olmaması bu bilinçaltı dürtünün ürünüdür.
Dahası denebilir ki Çerkesler diaspora ülkeleri politik
yaşamında etkin, önde oldukları ölçüde Çerkes ulusal
kaygısından uzaklaşmaktadırlar.”
Yani daspora Çerkesi Sevgili İsmél özdemir’in ya, “Yüreklerin
gergef, gergef / Dokuduğu ey umut. /Ödedin borcunu /
Konukluğun, ete kemiğe / Bürünerek. Defterini kapat /
Hesaplaş, hesaplaş ki, Güneşin çizdiği / Yola, düşmeye
geldi / Sıra…” dizelerinde dile getirdiği gibi
konukluğun borcunu ete kemiğe bürünerek ödediği bilinci
ile yola koyulacak, anavatanına dönecek ya da ikinci
kimliği ağır basanların sayısının hızla arttığını acı
ile yaşayacaktır...
·
Asimilasyon sadece dil ve folklörün yitimi değildir.
Asimilasyon, yaşam kültürünün, sosyal davranışın ve
siyasi-felsefi karekterin bütünüyle değişime uğraması ve
yok olmasıdır. Asimilasyona karşı en güçlü kale kimlik
bilincidir. Kimlik bilincimizi ne kadar yükseltirsek
dilimizi-kültürümüzü o kadar koruyup yaşatabiliriz.
Kimlik bilincimizi kaybetmezsek diğerlerini yeniden
kazanabiliriz. Diasporada kimliğimize ne kadar
tutunabilirsek, anavana katkımız da o kadar güçlü
olacaktır.
Evet ben de inanıyorum ki kaybedilmeyen, yükselen kimlik
bilinci er yada geç dilini de arayıp bulacak, bu dilin
ancak anavatanda yaşatılıp geliştirilebileceğini görecek,
dilini kültürünü kaybetmeyenler de kimlik bilincini ve
anavatanı gecikmeyle de olsa bulacaklardır.
·
Diasporada dil ve kültürü yaşatmak, toplumsal-ulusal
varlığı sürdürmek için büyük ve sürekli parasal
kaynaklara ihtiyaç vardır. Bu kaynaklar üye aidatları ya
da sınırlı münferit bağışlarla yaratılamaz. Ayrı bir
vergilendirme sistemi yaratamayacağımıza göre, vatandaşı
olduğumuz ülkelerin bütçelerinden fon desteği talep
etmek ya da uluslararası kuruluşlardan kaynak aramak tek
geçerli yöntemdir. Bu amaçla öncelik, Türkiye’nin ilgili
bakanlıklarının (Milli Eğitim ve Kültür bakanlıkları)
bütçelerinden münhasıran fon desteği sağlamaktır.
Keşke hemen harekete geçilebilse. Ancak diaspora şarkısı
terennüm edip duranların “hem iktidar parti yetkilisi
hem de ana muhalefet liderinin “ Çerkes diasporası
yoktur, sizler bizlerdensiniz” yollu mesajlarına sessiz
kalmaları, bizlerde sonuç bildirisinde söylenenlerin
gerçekleştirme konusunda girişimde bulunulmayacağı, en
azından pek acele edilmeyeceği kuşkusunu
uyandırmaktadır.
·
Bizim için diaspora-anavatan bir bütündür. Birindeki
zayıflığımız ya da güçlülüğümüz diğerini doğrudan
etkilemektedir. İletişim araçlarının gelişmiş olması,
ulaşım imkanlarının artmış olması bu etkileşimi daha da
artırmakta ve günübirlik haline getirmektedir. Bu şansı
iyi kullanarak geleceği birlikte planlamak, birlikte
yürümek ihtiyaç olmaktan öte tarihi bir gerekliliktir.
Ortak karar mekanizmalarının oluşturulması, ortak
çalışma organlarının sağlıklı-güçlü hale getirilmesi,
uyumun yükseltilmesi zorunluluktur. Bu amaçla, ortak
aklın ve siyasetin geliştirilmesi için anavatanla daha
sistematik etkileşim kurmak, benzeri toplantıları
birlikte daha geniş platformlarda yapmak hedeftir.
Umutla bekleyeceğiz… 2006 DÇB geel kurulunda Sayın
candemir DÇB’yi Dönüş’e yeterince ilgi göstermediği için
suçladığında, yine 2008 de Yüzümüz Kafkasya’ya Dönük adı
ile düzenlenen konferansta çok geç kalınmadan dönüş
konulu toplantı yapılacağı kararından sonar da böyle
umutlu bir bekleyişe girmiştik.
Ama dağımız
eleştirmek zorunda kaldığımız fareyi doğurmuştur.
·
Abhazya’nın
bağımsızlığı, yüzyıllardır elde ettiğimiz en büyük
kazanımdır. Gurur ve sevinç kaynağımızdır. Bağımsızlığın
korunması, güçlendirilerek ileri taşınması tarihi
sorumluluğumuzdur. Gürcistan’ın Abhazya’ya (ve G.
Osetya’ya) yönelik ilhak hevesleri devam etmektedir.
Sadece yöntem ve söylem değişiklikleri sözkonusudur.
Gürcistan’ın, Abhazya’yı ve G. Osetya’yı Kuzey
Kafkasya’dan soyutlayarak yalnızlaştırmaya yönelik
çabaları dikkatle izlenmektedir. Bu çabaya
bilerek-bilmeyerek angaje olanları tarih
yargılayacaktır. Kuzey Kafkas halklarının, birlikteliği
ve dayanışmayı daha da yükseltmeleri varlığımızı
sürdürebilmenin olmazsa olmaz şartıdır. Aynı şekilde,
Abhazya halkının ve yönetiminin de hem anavatanda hem
diasporada birlik ruhuna halel getirecek hertürlü
söylemden ve eylemden imtina etmesi ve bu yöndeki
münferit adımlara müsamaha göstermemesi, beklentimizdir.
Evet
Abhazay’nın bağımsızlığı büyük bir kazanımdır.
Abhazya’yı Kuzey kafkasya’dan soyutlama çabaları da
görülmeyecek gibi değil. Ancak birlik konusunda samimi
olan arkadaşlarımızın iki konuda çok duyarlı olamaları
gerektiğini düşünüyoruz...
Ayrılığı
körüklemede en önde olanlar “Abhazya artık bağımsız.
Adıghe halkına artık ihtiyacımız kalmadığı gibi
gelecekte, Adgheler ile Rusya Federasyonu arasında
gerkinlikler yaşanması olasılığı zayıf da olsa yok
değil. Yakın birlikteliğimiz sürerse olası gerginlikte
iki arada bir derede kalabiliriz.” düşüncesinde
olan ve Abhazya’nın çıkarını ayrılıkta, uzaklaşmakta
gören bir bölüm Abhazya politikacılarıdır. Bunlar en
azından ayrılığı körükleyenlere alet olmaktadırlar...
Kimi Abhaz bilim adamlarının Soçi Olimpiyatları
konusundaki değerlendirlmeleri bu politikanın uzantısı
bir gelişmedir.
Gerçekte
1991 de birlikte kurulan DÇB’den fiili olarak ayrılıp
1992’de kendi dünya örgütlerini kuran Abazaların,
1993’ten beri sürüncemede bırakılıp bağımsızlığın
tanınmasından sonra ancak 2009 genel kurulunda hukuken
ayrılmalarının temelinde yatan da bu yaklaşımdır.
Nitekim “ayrılırken de birlikteyiz”i terennüm edenlerin,
iki dünya örgütününe bir çatı oluşturmaları konusunda
bir bugüne kadar bir girişimi olmamıştır.
İkinci
duyarlı konu, Adıghelerde psikolojik büyük bir travmaya
neden olan Abhazya Vatandaşlık yasası ve yasanın
değiştirilmesi konusunda ciddi bir girişimde
bulunulmamasıdır. Ki yıllarca önce Abhazya dış İşleri
Bakan yardımcısı ile birlikte Kaf-Fed’e bir konuşma için
konuk olduklarında da Sayın Gogua Soner ile konuyu
bire-bir görüşmüştük. Yasanın böyle çıkarılmasındaki
güya gerekçeleri çürüttüğümüzde gerçek nedeni
söyleyivermişti “Eh Abhazya Abhazlarındır” demişti. Bu
görüşmeyi de Sayın Cumhur Bal ile de paylaşmıştık.
Kimi Abhaz
politikacıların seçtikleri bu yol kendileri için daha
hayırlı olabilir. Türkiye’deki Abhaz arkadaşlarımızın
kimileri de bu tercihi doğru bulabilirler. Ancak hoş
olmayan bunun açıklıkla dile getirilmemesidir. 1992 de
fiili olarak ayrılmışken Adıghelerin kendilerini
ayırdıkları havasını çalmaktır hoş olmayan. Ayrıca
bilinmeli ki birlikten yana olduklarını söyleyen Adıge
ve Abazalar, kişisel olarak ve de etkili oldukları
kurumları aracılığı ile psikolojik travma nedeni olan bu
yasanın değiştirilmesi için ciddi ve resmi girişimlerde
bulunmadıkları takdirde inandırıcı da olamayacaklardır.
Konu
tarafımdan yıllardan beri sözlü ve yazılı olarak sayısız
platformda dile getirilmiş ancak Türkiye Abhaz
aydınlarının yasa değişikliği konusundaki girişimlerine
tanık olunamamıştır.
Bu konuda
ciddi girişimde bulunmayan Kaf-Fed’in bu tutumunun,
Karadeniz’in güneyinde biriz kardeşiz, aynı çatı
altında olmamız gerekir, ancak denizin karşı kıyısında
bir de değiliz, kardeş de değiliz anlamına geldiği
bilinmelidir.
·
Küresel
süper güç Amerika’nın Kuzey Kafkasya’yı, Rusya’ya karşı
‘oyun alanı’ olarak kullanmak istediği bellidir. Bu
oyunun ‘merkez üssü’ Tiflis’tir. ABD amacına ulaşmak
için büyük paralarla, silahlarla, askeri ve sivil
personelle Tiflis’i bölgesel karargah haline
getirmiştir. Ve Gürcistan’ın ihtiraslı
liderleri-politikacıları bu tehlikeli oyunun
taşeronluğunu yaparak kendi halklarına büyük acılar
yaşattılar, yaşatıyorlar. Şimdi, diğer Kafkas halklarını
da kendi kör kuyularına çekmek için canla-başla
çalıştıkları açıktır. K. Kafkas halkları bu oyunun
parçası olmayacaktır ve olmamalıdır. Kafkas halkları
tarih boyunca ‘ateşe uzanan maşa’ olmanın yakıcı
deneylerini yaşamıştır. Artık ‘uğrunda ölünecek’ değil
‘uğrunda yaşanacak’ değerleri kutsallaştırmalı,
başkalarının oyunlarında kahraman olmak yerine, kendi
geleceğimizin mütevazı ama kararlı yolcuları olacak
politikaları üretmeliyiz.
Bütünü ile
katılıyorum. Dönüş önceleyenlerin, dönüş paradigmasını
içselleştirenlerin sayısınca bu sağlıklı politikaya
destek de büyüyecektir.
Herşeye
karşın beklentimiz Dönüş konulu toplantı için
gecikilmemesidir.... |