|
|
|
|
|
ADİGE-ABAZA
BİRLİĞİ... |
17.01.2011 |
|
|
Dr. MEŞFEŞŞU
Necdet Hatam |
|
|
Ben Adige, Abaza ve Wubıh
halklarının kökenini aynı sayanlardanım.
Bugün aile adlarımızdan hangisinin Abaza, Adige ya da
Wubıh olduğunu, hiçbir bilim adamımızın kesin çizgilerle
ayıramayacağı kadar bu halkların yakın olmaktan öte
birbirine karışmış olduğunu düşünürüm.
Wubıhların Adigeleşmiş ya da Abazalaşmış olmasını kendi
içinde dönüşüm olarak değerlendiriyorum. Bu dönüşüm
tamamlandığına göre, kimileyin modanın etkisinde kalıp
Adige Abaza ve Wubıh desem de Wubıhları ayrı bir halk
saymamayı daha uygun bulur, artık Adige-Abaza’ya Wubıh’ı
de eklemeyeceğimi belirtirim.
Keşke bir tarih diliminde hepimiz bu halklarımızdan
birinden biri içinde erimiş olsaydık der, tarih, bizlere
bu şansı tanımadığı için üzülürüm.
Yaşamımın hiçbir döneminde Adige ve Abazaları ayrı
düşünmedim. Artık Adigelere ihtiyacı kalmadığını düşünen
kimi Abazaları ve Abazaları ayak bağı olarak gören kimi
Adigeleri yanlış bulduğumu dile getirmek, Adige-Abaza
Birliği konusunda samimi olan aydınlarımıza da sadece
söylemle ayrılığı engellemenin mümkün olamayacağı
uyarısında bulunmak amacı ile yazar eleştiririm.
Çünkü ben bu halkların aynı kökenden olduğuna inanmakla
kalmayıp bu iki halkın gelecek kurgularında da
birbirleri için gerekli olduklarına, birbirlerine
ihtiyacı olduğuna inanırım.
Buna karşın kendi adları ile ayrı devlet yapıları varken
kendi adları ile STK kurmalarını da hep doğal
karşıladım, doğal karşılıyorum. Dahası aynı halkın
işlevleri farklı bir çok örgüte sahip olduklarının
bilindiği, bunun sayısız örneklerinin gözönünde olduğu,
bağımsız devletlerin dereceleri farklı ortaklıklar
kurduklarına tanık olunduğu bir çağda her halkın kendi
adı ile örgüt kurmasına neden itiraz edildiğini de bir
türlü anlayamam.
Ben her halkın kendi adı ile örgüt kurmasını, ayrı
oldukları ve ayrı kalmalarını düşündüğüm için değil,
ayrılmalarını önleyecek en önemli adım saydığım için
savunuyorum.
Samimi olarak ayrılığa karşı mücadele etmeye kararlı
olan aydınlarımızın da birlikteliğin sürdürülebilmesi
için bu sarsıntılı döneme nasıl gelindiğini
bilmediklerinde mücadelelerinin sonuçsuz kalacağı
korkusunu yaşıyorum.
Anavatan ile ilişkiler yoğunlaşıncaya kadar Çerkes-Abaza
söylemi sadece Türkiye’de ve sadece Türkiye’nin
batısında duyulurdu.
Diğer diaspora ülkeleri ve Türkiye’nin diğer yörelerinde
her iki halk da kendilerini Çerkes dahası Adige
tanımlarının dışında düşünmezdi.
Bu anlayış DÇB Kuruluş Genel Kurulu’na Türkiye’den
katılan sekiz kişinin beşinin Adige ve üçünün Abaza
olmasını sağladı. Bu ekibin ve aynı şekilde düşünen
Avrupalı delegelerin ısrarı, sayın ŞENIBE Yura’nın büyük
desteği, değerli insan, Abaza bilim adamı Argun Yura ve
iki arkadaşının örgüt adının “Çerkes” olmasını
kabullenmeleri ile DÇB 1991 Mayıs ayında bir Adige-Abaza
örgütü olarak doğmuştur.
Ancak, Dünya Adige-Abaza örgütü henüz birinci yılını
doldurmuşken Abazalar, 1992 yılında kendi dünya
örgütlerini kurmuş bir yandan da DÇB üyeliğini
sürdürmüşlerdir.
Devletler arası ulusal bir dünya örgütünün, benzer bir
dünya örgütüne de üye olması gibi garip bir durum ortaya
çıkmıştır. Adigelerin Dünya Abaza Örgütü’ne -DÇB Başkan
ve Yönetim Kurulu Üyeleri dahil- sadece çağrılı
olduklarında ve konuk olarak katılabildikleri,
Abazaların ise DÇB genel kurullarında delege olmakla da
kalmayıp yönetimde de yer aldıkları garip bir durumdur
bu. Bu birliktelik, “bizim örgüt bizim, sizin örgüt
ikimizin” yaklaşımının tipik örneğidir aynı zamanda ve
yanlışlığı da 1993’teki DÇB İkinci Genel Kurulu dahil
her genel kurul öncesi tartışılmıştır.
1993 Genel Sekreterliği’mden beri ben iki dünya
örgütünden birinin hem bağımsız hem de diğerine ortak
oluşunu yanlış buldum. Doğru olanın iki dünya birliğinin
federasyon kurmaları olduğunu savundum. Gerçekte bu, var
olana hukuki zemin oluşturmak olacaktı.
Çünkü kağıt üzerinde Adige-Abaza Birliği olmakla
birlikte DÇB Abhazya’ya doğrudan politika dışında kalan
konularda kuruluşundan beri bir Adige örgütü olarak
çalışıyordu. Her biri kendi işini yapan iki dünya
örgütünün bu garip birlikteliği mutlaka çatırdayacaktı.
Sağlıklı birliktelik eş başkanlı ya da dönemsel başkanlı
bir federasyonu zorunlu kılıyordu. Ayrıca bu yapı
uluslararası platformda birbirini destekler iki oya
sahip olmak anlamına gelecekti.
Ancak nedense bu öneri iki halkın birbirinden ayrılması
olarak değerlendirildi. Kulislerde hep hak verildiği
halde genel kurullara getirilmedi. Dahası 2006 Genel
Kurul kulislerinde konuşulduğu ve daha sonra
Abhazya’daki yönetim kurulu toplantısında koordinasyon
kurulu da seçilmiş olduğu halde DÇB’nin 2009 yılındaki
VIII. Genel Kurulu’na kadar ayrılma resmiyet kazanmadı.
Bu genel kurulda Abazalar açısından “Artık
bağımsızlığımız tanındı. Adigelere ihtiyacımız kalmadı.
Ayrıca hukuken olsun iç içeliğimizin sürmesi RF ile
ilişkilerimizi zedeleyebilecek sorunlara da neden
olabilir. Abhazya’daki nüfus azlığı sorununu Adigeleşmiş
Wubıhları de Abhaz sayarak aşabiliriz.’’ düşüncesinde
olanların görüşü galebe çaldı. Yıllardır tartıştığımız
kişilerce konu, yeniymiş gibi “ayrılarak Adige
kardeşlerini üzmekten çekinir” bir üslup ve “ayrıyken de
birlikteyiz” sözleri ile gündeme getirildi, örgütler
hukuken ayrıldı, bugüne kadar da birliktelik adımı
atılmadı.
Yine sayın Argun Yure dışında aynı arkadaşlar,
vatandaşlık yasasını her gündeme getirişimizde hep ilk
kez duyuyor gibi yaptı, bizlere hak verir gibi konuştu.
Konuları tartıştığımız birlikten yana diaspora
Adige-Abaza aydınları da bizlere hep hak verdi ancak her
iki kesim de yanlışlıkların düzeltilmesi konusunda ciddi
adım atmadı.
Tüm bunlara ek olarak kimi Abaza aydınlarının Soçi
Olimpiyatları’na ilişkin verdiği demeçler, yaptıkları
konuşmalar Adige gelecek kurguları için Abazaların ayak
bağı olabileceğini düşünen Adige aydınlarının
kendilerini haklı görmelerini, Çerkes soykırımını konu
edinen Gürcistan’daki konferansa sadece Abazalar
hatırına karşı çıkıldığı yanlış sanısını besledi.
Birlikten yana olduklarını dillerinden düşürmeyen Kaf-Fed
yönetimi gidişatı görenlerin yıllardır dile getirdikleri
“Federasyon adının Adige-Abaza Dernekleri Federasyonu
olması gerektiği” önerilerine kulaklarını tıkadı.
Kulislerde daha dar kapsamlı yapılan toplantılarda
federasyon adı değiştirilmeyecek olsa bile her yöredeki
derneğin kendi adını seçmesi ve tıpkı Kafkas-Abhaz
derneği örneğinde olduğu gibi federasyona kendi adıyla
üye olabilmesi yolunun açılması önerileri de hep yanlış
bulundu. Ve bugünlere gelindi.
Sağlıklı yol mu?
Ben yukarıda söylediğim gibi mutlaka birlikte olunması
gerektiğine, birbirimize ihtiyacımız olduğuna
inanıyorum. Ancak bu birlikteliğin pekişmeyişinden,
günümüzdeki durumdan, birlikten yana olduklarını
dillendirip duran Adige ve Abaza aydınlarını sorumlu
tutuyorum. Ulusal sorunları ve çözüm yolları ortak olan
halkların birlikte örgüt kurabilecekleri bilinci ile
birlikteliğin sağlıklı temeller üzerinde yeniden
yapılandırılması için daha aktif olmalarını gerekli
görüyorum.
Abhaz sürgününü anma tarihinin 21 Mayıs’a alınması
kararını bu konuda atılmış önemi küçümsenemeyecek bir
adım olarak değerlendiriyorum.
Birlikteliği savunan tüm kişi ve kurumlarımızın Abhazya
Vatandaşlık Yasası’nın Adigeler üzerinde psikolojik
büyük bir travma yarattığının, gerçek birliktelik
önündeki en büyük engel olduğunun, Adigeleri kapsayacak
şekilde genişletilmediğinde düşlenen anlamda
birlikteliğin hayal olduğunun bilincine varmalarını
diliyorum.
Bu amaçla yapılacak ciddi girişimlerin birlikten yana
olanların söylemlerinde ne kadar samimi olduklarının
göstergesi olacağını düşünüyorum.
Ciddi ve resmi girişimlerde bulunacak Kaf-Fed’in
önemseneceğine ve gücünün de bu yasal değişikliği
sağlayabileceğine inanıyor ve görüşmelerde bulunacağını
umuyorum... |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|