|
|
|
|
|
KARADENİZ'İN
İKİ YAKASI |
04.02.2011 |
|
|
Dr. MEŞFEŞŞU
Necdet Hatam |
|
|
Karadeniz...
Karadeniz soykırımımızın devamı sürgünümüzdür,
hafızalarımıza kazınmış. Yolağzıdır, anavatanından
koparılanların yokoluşuna açılan...
Geride kalan sevgiliye yakılan ağıttır...
Yağmadır Karadeniz, yokluk-yoksunluktur...
Karadeniz, anasının çoktan soğumuş bedenini emmeye
çalışan bebeğin ağlaması, götürüldüğü meçhulün
ağıtıdır...
Karadeniz ölülerle birlikte, gaspedilip denize canlı
atılan Çerkes'tir...
Onun içindir ki Karadeniz, olduğundan daha kara,
olduğundan daha tuzludur toplumsal hafızamızda...
Karadeniz her iki yakadaki vebadır, koleradır,
karantinadır... Yemek davetlerine bile evinde yemek
yiyerek gitme, sofrasında sadece önüne konan ile yetinme
geleneği olan onurlu bir halkın, ekmek dilenmek zorunda
kalmasının, ölü yağmalamasının utancıdır Karadeniz...
Yabancı elçiliklerin raporlarına giren toplu
ölümlerdir... Karadeniz, Osmanlı esir pazarındaki Çerkes
kızlarının fiyatlarının düşmesidir. Osmanlının dört bir
yanına dağıtılan parçalanmış ailelerin dramıdır.
Sürgünün daha ilk günlerinde yürekleri dağlamaya
başlayan, ancak engelleri aşamayan dönüş ateşidir,
anavatan özlemidir.
Özetle, eğer hep geçmişte kalacaksak, yok oluşa teslim
olmuşsak, ölmeye yatmışsak... Ulusal onurumuza mendil
sallayıp “elveda” demişsek, var olmak için
direnmeyeceksek... Aydınımsı, yurtseverimsi, sürgünümsü,
dönüçümsü isek eğer, özellikle de “Türkiyeli Çerkes
Çemberi”ni bir türlü kıramamışsak, Karadeniz, diaspora
ile anavatan arasında, kapkara, hırçın, korkulu,
aşılamaz bir duvardır...
Yirmi bir Mayıslarda binler toplanır bu aşılmaz duvarın
etekleri Karadeniz’in güney kıyılarında... Kuzeye, ufka
bakılır buğulu gözlerle, ağıtlar yakılır... Yumruklar
sıkılır... Barış dilenir öfke taşan seslerle... Geçen
yıldan bu yana neler yapıldığını, var olma yolunda ne
gibi başarılar gerçekleştirildiğini sormaz kimseler
birbirlerine de kendi kendilerine de...
Özellikle sormazlar birbirlerine çünkü yanıt bellidir ve
tencere karasıdır gerçekte...
Ama ölmeye yatmayı değil de var olmak için direnişi
seçtiysek eğer, Karadeniz’in kıyıları döven hırçın
dalgaları delikanlılarımızın coşkulu danslarıdır.
Dalganın kıyıya vuruş uğultusu bir ana çığlığıdır ölüm
tehlikesine karşı yavrusunu uyaran... Yavrusunun başını
okşayan ana sevgisidir, suyun çekilirken kıyıyı
okşayışı... nine fısıltısıdır torununu şımartan...
Karadeniz kıyısı yine bir yol ağzıdır ama bu kez
anavatanda yaşama dönüşü müjdeleyen... Bir köprüdür
anavatan ile diasporayı birbirine ulayan. Karadeniz'in
azgın dalgaları, radyo dalgalarıdır iki yakadaki
kardeşlerin sevinçlerini, üzüntülerini birbirinin
yüreğine akıtan, yürekleri sarıp sarmalayan... Birlikte
sevinebilmeyi, birbiri için üzülebilmeyi sağlayan...
Özetle Karadeniz diasporanın anavatana kavuşacağı umudu,
anaya kavuşmanın coşkusudur...
Dönülebilecek vatanı diasporaya armağan eden anavatan
bekçileri ile anavatana kavuşanların birlikte kurdukları
düğüne, binlerce yıl ötelerden gelip katılan Çerkes
ruhlarının da mutluluğudur.
Bilinmeli ki, bu mutluluk ancak Karadeniz’in iki yakası
birbirini anlayabildiği, diğerinin mutluluğu ile mutlu
olabilip, acılarını paylaşabildiği, diğerinde umduğunu
bulamayışını sorgulamaktan çok bulabildiğini
içselleştirmeye çalıştığı ölçüde daha yakın olacak,
yaşanabilecektir.... Karadeniz’in iki yakası
birbirlerinden haberdar olamadıkları, birbirlerinden az
haberdar oldukları uzun yıllar boyunca neler çekip neler
elde edebildikleri, bu noktaya hangi bedelleri ödeyerek
ya da bedel ödeyemeyerek gelindiği bilindiği ölçüde
mutluluk daha bir anlam kazanacaktır.
Özetle var olmak için ant içtiysek eğer Karadeniz’in
karası içinde geçmişimizi, günümüzü, geleceğimizi
bulduğumuz bir maviliktir... Mavi da aydınlıktır...
Mutluluğun gizi de, Karadeniz'in karanlığı içindeki bu
maviliği, aydınlığı görebilmek, kavrayabilmektir... |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|