1993-
1996 çalışma döneminde DÇB başkanlığı da yapan Tüm adığe
dünyasının tanıdığı, Allah sağlıklı uzun ömür verisin
bir ağabeyimiz var Şhalaxhue Abu. Bulunduğu
toplantılarda katılımcılar toplantıyı yönetmesi için
genellekle Abu seçilir. Çok da güzel yönetir...
Arada katılımcılar birbirini dnlemez olduğunda, her
kafadan bir ses gelmeye başladığında herkesleri kendine
getiren bir sözü var Şhalaxhue Abu’nun:
Ti
şetaşhe mırıme... Kaymağımız bu ise eğer...
23
Şubat 2011 günü Ülke Televizyonu “Bıçak Sırtı”
programını izlediğim sürece Sayın Abu’nun bu sözünü
düşündüm sık sık... ve “Eğer Çerkes sorununu gündeme
getiren kaymağımız bu ise?...” diye düşünmezlik
edemedim. Kerameti kendilerinde menkul Çerkes
önderlerinin bunu ziyadesi ile hak ettiğini düşünüyorum.
Bıçak
Sırtı prgramının yapım ve yöneticisi Sayın Dede konuyu
gündeme getirdiği için Sayın Mahmıt Övür konuya
dışarıdan katkılarından dolayı teşekkürü hak etmiş
olmakla birlikte üzülerek her iki gazetecinin de konuyu
iyi çalışmadıklarını belirtmek durumundayım. Çerkesler
özelindeki katkılar, konuşmacılardan sanki şöyle
ayaküstü edindikleri bilgilerle sınırlı kaldı.
Tartışmacılarımız da program sırasında olduğu gibi
öncesinde de hiç söz etmemiş, sözünü etmeyi gerekli
görmemişler ki uzunca sayılacak program bıyunca
sorunlarımızı temelden çözecek olan “Anavatana Dönüş”
hiç gündeme gelmedi.
Ayrıca, Çerkes sorununun tartışıldığı “Bıçak Sırtı” hiç
de adıyla uyumlu bir tartışma programı olmadı. Böylesi
toplantılarda alışılmış olan konuşmacıların her birinin
kendi görüşünü savunduğu, savunurken heyecanlandığı,
sesinin yükseldiği bir diğerinin konuşmasını böldüğü
anları hiç yaşamadık.Programın “Bıçak Sırtı”ndan çok
“rahat koltuk” kıvamında geçmesinin, katılımcıların
olgunluğu, sunucu Sayın Dede’nin deneyimli oluşundan çok
“Çerkes Sorunu”nu gündeme taşıyan Çerkeslerin Çerkesler
için bir gelecek kurgularının olmayışı ile
açıklanabileceğini düşünüyorum.
Öyle
ki konuşmacılar sadece birbirleri ile değil devlet ile
de ters düşmemeye özen gösterdiler. Bölücü
olmadıklarının altını kalın kalemle birkaç kez
çizdiler, Yine de hemulusal hakları savunup hem de
bölücü sayılmamanın tek koşulu “Dönüş”ten söz
etmeyebildiler. Böylece, “Kültürel özerklik, sözde bir
özerkliktir. Gerçekçi olması için mutlaka bölgesel
özerklik olmalıdır” diyen bir gelenekten gelene Sayın
Özden daha dün söylediklerine bugün ters düşmüş oldu.
Gelecek kurguları olmadığı için talepler somutlanamadı
soyutta kaldı.
Çerkes konuşmacılarımızın bir başka ortak özelliği
konuya ilişkin bilgilerinin çok sığ olması, azından
konuyu içselleştirmemiş olmalarıydı. Öyle ki Sayın
Kaplan bağımsızlıkları ile gururlandığımız Abhazya ve
Güney Osetya cumhuriyetlerini RF bünyesindeki Özerk
Cumhuriyet olarak sayabilmiş diğer iki arkadaşımız da bu
büyük gaf karşısında irkilmemişlerdir. Gerçekte diğer
cumhuriyetlerin adlarında da “özerk” sözcüğü yer
almamktadır. Özetle değerli katılımcılarımızın bilgileri
yirmi yıl öncesi dağılan Sovyetler Birliği döneminde
kalmıştır.
Sayın
Kaplan’ın “Çerkes herkestir” yaklaşımına
katılmadıklarını bildiğim Sayın Uğur da Sayın Özden de
sessiz kalarak Karaçay Türklerinin Türkiye’de haklarını
korumaya soyunmak gibi anlaşılması çok güç bir yaklaşımı
desteklemişlerdir.
Peki
Sayın Özden, hiçbir tarihçinin yazmadığı “savaşın tam
otuzbeş yıl sürdüğü” bilgisini nereden almış olabilir.
1864’ten 35i çıkarttığımızda bulduğumuz 1829 tarihi
Osmanlı’nın hiçbirzaman kendisinin olmamış Kafkasya’yı
Rusya’ya bıraktığı Edirne Antlaşması’nın tarihidir. Yani
Sayın Özden savaşı 1829’da başlatmıştır ki Jhon F.
Baddaley “Rusların Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh Şamil”
adlı yapıtında 1829 öncesi savaşları tam on üç bölüm
haline incelemiştir.
Konuya ilişkin bütün başvuru kitapları da 1823’de Terek
Bölgesi’nin işgalinin tamamlandığı yazılıdır. Yani bu
tarihte Kheberdey’in işgali artık tamamlanmış iki
yönetim bölgesine ayrılmıtır.
Konuşmacılar birbirlerine ters düştükleri konuları
sessiz kalarak karşı tarafı onaylamışlardır.
İlginçtir Sürgünün ilk yıllarında yoğun bir şekilde
Balkanlara yerleştirilenlerden ve 93 harbi sonrası
tekrar göçğrğlmelerinden hiç söz edilmemiştir.
Yine
ilginçtir Sürgünde Çarlık Rsyası’nın etkisi
vurgulanırken Osmanlı’nın bu gçöteki etkisi, Çarlık
Rusyası ile yaptığı göç anlaşmaları hiç akla
gelmemiştir.
Osmanlı belgeleri yalanlamasına karşın Tüm kuzey
Kafkasya göçmenlerinin Çerkes olduğu yanlış savında
direnilmiştir.
Türkiyeli Çerkes Çemberini kıramayan sayın
konuşmacılarımız olayı Türkiyeli Çerkes paradigması ile
değerlendirmişler, Sayın Özden kendisini tutamamaış
anavatanı da diasporanın aydınlattığını
söyleyebilmiştir. Ancak günümüz Çerkes aydını Sayın
Özden’in, anavatanı aydınlatan diaspora Çerkeslerinin
neden izini sürmediği, neden anavatana dönüşü neden
öncelemediği anlaşılmamıştır.
Özetle Dönüşün gündme alınmadığı tartışılmadığı
toplantılar, programlar kimler tarfından düzenlenirse
düzenlensin eksiktir, eksik kalmaya da mahkumdur. Dahası
karşısında olacak olsa bile Dönüşü gündeme getirmeden
sorunlarımızı tartışanlar sorunlara çözüm arama
konusunda samimi olmadıklarını düşünürüm.
Tüm
bunlara karşın anadil yürüyüşünü tüm benliğimle
destekliyor, düzenleyenleri kutluyorum. 13 Mart
Sıhhıye’deki ana dili bayramımız coşkulu olsun
diliyorum... Görkemli olsun diliyorum...
Meydanlardan taşacak coşku ve mutluluğun katkıda
bulunmayanları bile sarıp sarmalayacağını umuyorum.
Çünkü
anadilini gerçekten seven birinin er ya da geç ama
mutlaka anvatana yöneleneceğini adım gibi biliyorum.
Bu
duygular ve bu coşku ile anadillleri önemseyen, her
dilin yaşatılması gereğine inanan herkesi saygıyla
selamlaıyor, şimdiden 14 Mart Dil Bayramımız kutlu olsun
diyorum... |