Sayın
Prof. Dr. Yalçın Küçük, “tarih, günümüzü anlamada
geleceğimizi kurmada yol göserici bir bilim
dalıdır”tanımını yadsımaz, ancak çok önemli bir katkıda
bulunur:
“Günümüz olaylarını anlayamayanlar dünün olaylarını da
çözümleyemez, kavrayamazlar”
Çok
benimsediğim değer verdiğim, içselleştirdiğim bir
yaklaşım. Dolayısı ile günümüz olaylarına ilişkin
çözümlemeleri, yaşanan olaylarda dünya
güçlerininoynadığı rollerin anlatıldığı yazıları her
okuduğumda, tarihimizdeki tirajik olayları düşünmezlik
edemem.
Günümüz
olaylarını anladıkça, dönemin büyük dünya güçlerinin
Çarlık Rusyası-Kafkas savaşları- Soykırım ve Kuzey-Batı
Kafkas Halkları’nın sürgünü gibi, halkımızı yok oluş
girdabına atan olaylardaki paylarının daha bir
büyüdüğünü görürüm.
Örneğin,günümüzde arapların birlik olmalarının nasıl
engellendiğini gözlemleyebildiğim için, sıkça dile
getirilen, “yenilgimizin en büyük nedeni halkımızın
birlik oluşturamamış olmasıydı” yollu
açıklamaları,yargılarları önemsemem. Günümüz gelişmiş
iletişim olanaklarına karşın dünya güçlerininarapların
birlik oluşturmalarını önleyebildiklerinden hareketle,
yüz yıllar öncesi, dönemin dünya güçlerinin,halkımızın
birlik oluşturmasını çok zorlanmadan önleyebildikleri
çıkarımını yaparım.
İslamiyeti daha önce kabul etmiş ve deyim yerindeyse
daha sıkı müslüman olan Kuzey-Doğu Kafkasya Halklarının,
nüfuslarının çok büyük bir yüzdesinin ata topraklarında
kalmalarına izin verilmiş olmasına karşın, islamiyeti
çok sonraları kabul etmiş ve çok sıkı da yapışmamış
Kuzey-Batı Kafkasya halklarının“müslüman oldukları için
sürüldükleri” masalının hala dillendiriliyor olmasına
şaşaşrım.
Kültürün taşıyıcısınında ,büyük ölçüde üreticisinin de
dil olduğu, dilleri farklı halkların kültürlerinin
benzeşebileceği ancak aynı olamayacağı bilimsel
gerçeğine karşın, Kuzey Kafkasya Halklarının sadece
dillerinin farklı, kültürlerinin aynı olduğuna, neden
inanmamız istendiğini duyumsarım.
Kültür
festivallerinde ipcambazı ile temsil edilen Dağıstan
Halkları ile yaşamı boyunca bir tek adığe ip cambazı
görmemişhalkların, erkeklerin çok eşli olmasının
neredeyse gelenek sayıldığı halklarla, yaşadıkları
islamın izin vermesine karşın çok eşliliği hiç
benisemeyenlerin “kültür aynılığı” nasıl bir
“aynılıkmış” diye kendime sormazlık edemem.
Destanın dil demek olduğu bilinmesine karşın, üretimin
başladığı dönemde aynı dili konuşuyor oldukları kabul
edilen Adığe, Abaza ve Ubıxlerin destanı Nartların tüm
Kuzey Kafkasya Halklarının üretimi olduğuna inanmamız
beklentilerine, içimden güler geçerim.
Gümüz olaylarını anlamak ve günümüz penceresinden
geçmişi değerlendirmek...
Bu konuda Star Gazetesi
yazarı Sayın Mahir Kaynak’ın yazılarını, çok yol
gösterici bulurum. İşte sayın Kaynak’ın
25 Haziran 2011 Cumartesigünlü
yazısından kimi bölümler ve düşündürdükleri:
“Medyadaki seçimlerle ilgili tartışmaları
izlerken büyük bir hayal kırıklığına uğruyorum. Bu kadar
insan yanlış yapmayacağına göre hatanın bende olması
gerek diyorum ama kendi görüşümü de yazmak istiyorum.”
Demek ki çok sayıda kişi bana karşı
çıkmış olsa bile kendi görüşümü dile getirmeme,
savunmama engel olmamalı.
“Tartışmalar haklılık haksızlık, hukuka uygunluk üzerine
yoğunlaşırken ben operasyonun içeriğini ve hedefini
anlamaya çalışıyorum.”
Demek
ki, sonucu etkileyen asıl etken önemli olmak ile
birlikte haklılık haksızlık olgusu değil.
“Türkiye
yönlendirilmek istendiğinde üzerinde yoğunlaştığımız
konular araç olarak kullanılıyor.”
Demek
ki,Çerkesleri yönlendirmek isteyenlerin de geçmişte,
Çerkeslerin yoğunlaştığı konuları araç olarak kullanmış
olabilecekleri gibi, halkımızı yönlendirmek
isteyenlerin günümüzde de yoğunlaştığımız konuları araç
olarak kullanabilecekleri gözden uzak tutulmamalıdır.
“Geçmişte darbedeler tezgahlanırken kimse demokrasi ve
adaletten söz etmez, tartışma güvenlik üzerinde
yoğunlaşırdı. Ülkeyi ele geçirmek ya da düzeni
değiştirmek isteyenler olduğu kabul edilir bunlarla
mücadele edilirdi. SSCB’nin ülkeyi komünistleştireceği
ve Türkleri geldikleri yere, Orta Asya’ya sürecekleri ya
da Cumhuriyetin getirdiği devrimlerin ortadan kaldırılıp
ilkel bir yaşam tarzına mahkum edileceğimiz söylenir ve
ordumuz bunu engellerdi. Demokrasi ve hukuk arka
plandaydı ve işlemeye devam ettiği kabul edilirdi.
Başbakanı idama mahkum eden yargıçlar sokaktan
toplanmamıştı ve arkalarında “Adalet mülkün temelidir”
yazıyordu.
“Bugünlerde demokrasi ve hukuk dilimizden düşmüyor.
Hedefimizin demokratik bir düzen kurmak olduğunu
söylüyor ve yargının bu amacımızı gerçekleştireceğini
düşünüyoruz. Demokrasiyi ortadan kaldırmak için plan
yapanlar yargılanıyor, bir hukuk devleti olduğumuzu ve
yargıya müdahale etmeyeceğimizi söylüyoruz. Bunlar
yanlış değildir ve her zaman savunulabilir. Ancak
eskiden güvenliğimizin ve düzenin tehlikede olduğu
söyleniyordu ve buna karşı tedbir alınıyordu.
Güvenliğimizin önemi yok, bırakın iş olacağına varır
diyebilir miydik?”
Demekk ki, dünya güçleri kendi kurgularını
gerçekleştirmek için araç olarak gördükleri halklara,
toplumlara, gruplara, öncelikli olmayan konuları
öncelikli imiş gibi gösterebiliyorlar. Halklar kendileri
için mücadele ettiğini sanırken kendisini
yönlendirenlerin kurgularını gerçekleştirme
doğrultusunda canları pahasına araç olabiliyorlar.
“Bizi
yönlendirmek isteyenler analiz yapmayı sevmediğimizi ve
belli önyargılarla olaylara baktığımızı biliyor ve bıyık
altından gülerek “Biz sizi, bu önyargılarınızı
kullanarak da yönlendiririz” diyorlar.”
Demek ki, bizim de analiz yapmayı
sevmeyişimiz Türkiye’de eğitilmiş olmamızdan
kaynaklanıyor. Bu okuduğunu anlamama, analiz yapmayı
sevmeme öyle boyutlarda ki;
“Tarihte Kafkasya”adlı kitabında,
“Kirkas (Çerkes) kavmi, garbi Kafkasya sekenesidir.
(Batı Kafkasya halkıdır) Burada Kir kelimesi bir edat
olup yaptığım incelemede bu edatın Latince hakiki ve
Yunanca'da ise efendi manasında bulunduğu
anlaşılmaktadır. Buna göre Kirkas isminin medlulunün
(işaret ettiği şeyin) hakiki Kas veya Kasların Efendisi
olduğu anlaşılır.”diye yazan İsmail Berkok’un
aynı kitaptaki“Her
Adığe Çerkestir ama her Çerkes Adığe değildir”sözü,
şimdilerde bile, Çerkes’in, tüm Kuzey Kafkasya Halkları
karşılığı olduğunun kanıtı olarak gösterilebiliyor.Daha
derin analiz yapabilenlerimiz(!) Türkiyeli Çerkes
Çemberi’ni kıramamışların, bu çarpık yaklaşımını, bütün
dünyaya kabul ettirebilecekleri hayalini kurabiliyorlar.
“Ne bölgemizdeki ne de ülkemizdeki
olaylar demokrasi arayışı değildir.”
Demek ki, daha dün kardeşlerimize
saldıran, müzelerini yakıp yıkan, kitaplarını
tarihlerini yok etmeye kalkan, bugün de temel hak ve
özgürlüklerini kıstlama çabası içinde olan Gürcistan’ın,
Çerkes soykırırmını gündeme getirirken asıl arayışı,
insan haklarına saygı değildir. Kendi çıkarları için
Çerkesleri araç olarak kullanmaktır.
“Dünya yeniden şekillenirken bölgemiz ve
ülkemiz operasyonlara maruz kalıyor. Projeyi anlayıp
uygun tedbirler alınmazsa, yıllarca sonra, bugünlerde
darbeleri çözmeye çalıştığımız gibi, hukukun rolünü
araştırabiliriz. Bu gidişle o zaman da başka bir
önyargımız üzerine operasyonlar gerçekleşiyor olabilir.
Şu anda tarihimizin önemli bir dönüm noktasındayız ve
şartlar çok uygun. Sorunları doğru analiz etmez ve
akılcı politikalar üretmez, sloganlara mahkum olursak
kaybımız büyük olur.”
Demek ki, asıl yapmamaız gereken dünyanın
yeniden yapılandırıldığı şu günlerde, halkımıza bir rol
biçilip biçilmediğini anlamak ve bu süreçte en çok
kazanç elde edebileceğimiz ya da en az zarar göreceğimiz
rolübulup, üstlenmeye çalışmaktır.
Yeni Şafak yazarı İbrahim Karagül de
değerlenirmelerinden çok yararlandığım bir yazar.
Şunlarda Sayın Karagül’ün 24 haziran 2001 günlü
yazısının kimi bölümleri:
“...Türkiye-Suriye
savaşın eşiğine gelmişse, Türkiye-İran ilişkileri de
sert bir rüzgara teslim olacak, Lübnan'da fırtına esecek
demektir.”
“Oyun bozuldu, hesaplar
yeniden yapılıyor, kartlar yeniden dağıtılıyor.
Kardeşlikten düşmanlığı ne kadar kısa süre içinde
geçebiliyoruz, ikisi arasında ne kadar kısa zaman var
değil mi? Yazık, çok yazık. Bunca yıllık emek
sıfırlandı.”
“Bu yüzden Türkiye-Suriye
arasında ipler koptu. Geri dönüşü olmayan bir noktaya
geldik. Bir yıl önce ortaklık kurarken bir yıl sonra
düşman oluverdik. Birileri Irak işgalinden hemen sonra
şu haritayı çizmişti. "Irak, Suriye, Lübnan, Yemen,
Sudan, Somali işgal edilecek." NATO seki komutanı Wesley
Clark, Batı'nın beş yıl içinde bu ülkeleri işgal
edeceğini o zaman söylüyordu.”
“Tabi şimdi bunları
unuttuk. Unutmasak bile önceliklerimiz değişti ya da
değiştirildi.”
“...Hep birlikte yeni
hesaplar yaptık ya da başkalarının hesaplarına malzeme
olduk.”
“Yarın Şam bombalanırken
bu ülkede buna hayır diyecek kimse kalmayacak. Algı
yönetimi böyle bir şey işte. Zihinlerin formatlanması,
akıl tutulması böyle bir şey. Baas'ın "canı cehenneme"
ama Suriye'ye düşecek bir füze eğer canımızı
acıtmayacaksa, kimse bize bu coğrafyada bir gelecek
kuracağımız masalını yutturmasın. Çünkü bu, bizim
gelecek planımız değil.”
Demek ki, Adığeydeki sel
felaketi karşısında canı acımayanların, anavatan
coğrafyasında bir gelecek kuracakları, ya da diasporada
düşledikleri geleceğin anavatan bağlantılı olacağı
söyleminin bir masal olduğunun bilincinde olunmalıdır.
“İşte o zaman bütün bölge
Şii-Sünni olarak iki keskin kampa ayrılırken, Hizbullah-İsrail
çatışması tırmanırken bizler de bu ülkede yeni bölgesel
dizayna göre saf tutacağız...”
Demek ki, Türkiye gibi
bir güçlü devlet dünya güçlerinin baskısına dayanamayıp,
dün dost olduğu ülke ile bugün savaşın eşiğine
gelebiliyorsa, Çerkes diasporası gibi örgütsüz bir
halkın, kartları yeniden karan dünya güçlerinin
etkilerinden kendisini kurtarması mümkün değildir.
Dolayısı ile savunulan önceliklerin ne denli kendi
önceliklerimiz olup olmadığı, halkımıza ne getirip ne
götürebileceği mutlaka irdelenmelidir.
Dostluk-düşmanlıkların neredeyse artık saatlerle yer
değiştirdiği günümüzde, ezeli-ebedi düşmanlıktan söz
edenler tarih önünde gülünç duruma düşmeyi de göze
almalıdır.
Bir de
25. 06. 2011 tarihli Akşam Gazetesi’nde yer alan
söyleşide, Sayın Hüsnü Mahalli’nin Sayın Şenay Yıldız’ın
sorularına verdiği yanıtlar (kısaltılmıştır) yol
göstericiliğünde halkımıza yaşatılanları,
yaşadıklarımızı çözümlemeye çalışalım:
“-Müslüman Kardeşler
kendilerine AK Parti'yi model aldıkları için bu Türkiye
açısından iyi bir durum değil mi?
“-Dar bir tablodan
bakarsak öyle. Ama geniş tabloda, tüm coğrafya derinden
sarsılacak ve yeni durumun oluşması çok sancılı olacak.
Dolayısıyla işlerin kimin kontrolünde olacağı çok net
değil ve riskli. ABD'nin planı bu: uyumlu İslam'ı
yaratmak. Mısır'da Müslüman Kardeşler iktidara
getirilmeye çalışılıyor. Askerleri iktidara getirdiler,
onlar da şimdi Müslüman Kardeşler ile flört ediyor. Bu
arada dikkat edin, İsrail aleyhinde tek kelime
söylemiyorlar.”
Demek ki, büyük dünya
güçleri için bölge halkı, bölge ülkeleri, özne değil
nesnedir. Tıpkı üç yüz yıl sürdüğü kabul edilen
Çarlık-Rusya’sı-Kafkasya savaşları boyunca bölge
halklarının, dünya güçlerince hiç özne sayılmadıkları,
antlaşmaların hiçbirinde,bölgehalklarından birinin olsun
imzasının bulunmasının gerekli görülmediği gibi.
“-Suriye neden Batı
dünyası için bu kadar önemli?
“-Çünkü nüfusun yüzde
15'i Hıristiyan. Batı'ya Hıristiyanlık Suriye'den
yayıldı. Batı'nın değer yargılarında tarih çok
önemlidir. İkincisi Suriye Lübnan'ın veya Lübnan
Suriye'nin uzantısı. Lübnan'da da nüfusun yüzde 30'u
Hıristiyan. Lübnan'a kim ilgi gösteriyor? Fransa. Oraya
dönük bir tarihsel hesaplaşma var.”
Demek aslolan dünya
güçlerinin çıkarları ki, 21. yüzyılda bile dini
farklılığı önemseyen dünya güçleri 19. yüzyıda dini
farklılığı değil, Kuzey Batı Kafkasya’nın yerli halktan
arındırılmasına öncelik vermişlerdir. Sürgün sonrası,
“din değiştirmeyi de kabul ederek” dönmek isteyen
grupların Çarlık Rusyası’nca kabul edilmemeleri Osmanlı
İmparatorluğu’nca engellenmeleri de bu savın
doğruluğunun başka kanıtlarıdır.
...
“ -‘Esad Suriye'de şiddet uyguluyor' diye okuyoruz
haberlerden. Bir sürü mülteci Türkiye'ye geldi. Ne
oluyor Suriye'de?
“-Hiçbir şey yok.Bu
işlerin hepsi örgütlü! Bakın, tam bir yıl öncesinde,
daha ortada hiçbir olay yokken, bu çeteler harekete
geçti. Ayrıca, 'görgü tanıkları' dediğimiz insanların
Katar'da eğitim gördüklerini, kendilerine istihbarat
örgütlerinin kullandığı türden elektronik teçhizat
verildiğini biliyoruz. Ben bunu kendim birinci elden
biliyorum. Operasyonun kumanda merkezi Katar. Şu anda El
Cezire'nin Arapçası resmen istihbarat merkezi, CIA
merkezi gibi hareket ediyor ve provokasyon yapıyor. Bir
de 'Türkiye'ye gelen herkese 500 dolar para veriliyor'
diye bir dedikodu çıkarıldı. Ondan sonra akın akın
insanlar gelmeye başladı. Suriye isteseydi, 25
kilometrelik yürüyüş yoluna tankları koyardı, kimse
gelemezdi. Öldürdü, tecavüz etti, biçti... Bunların
hiçbiri doğru değil, hepsi palavra! Esad 3 ay içinde
beklenen tüm reformları yapacak ama tabii, bu durum
süreci dindirirse... Halkın yüzde 90'ı iktidardan
hoşnutsuz ama ona rağmen 6 ay önce bir seçim olsa, Esad
yüzde 70 oy alırdı. Genel kanı, 'Esad yapar, düzeltir'
şeklindedir. Ama her şey provoke ediliyor.”
Hibirşey nasıl olmaz...
Hep dile getirdiğimiz gibi halkımıza,çok acılar
yaşatıldı anavatanımızda... Ancak aynı zamanda Sayın
Mahalli’nin Suriye için tespiti gibi olayımızda
da,Osmanlı İngiltere ve diğer dünya güçlerinin Kuzey
Kafkasya halklarını kendi çıkarları için Çarlık
Rusyası’na karşı kışkırtması, örgütlemesi de vardı.
İşte Sayın Murat
Papşu’nun A.Fonvill’in anıları “Çerkesya bağımsızlık
Savaşı”na yazdığı ön sözdeki değerlendirmesi:
“A.Fonvill’in ve dahil
olduğu heyetin Çerkesya’ya gönderilmesini o dönemdeki
politik olaylar çerçevesinde değerlendirmek gerekir.
Yayımacı politika izleyen ve 18. Yüzyılın ortalarında
Kafkasya’nın bir bölümünü ele geçirmiş bulunan Rus
çerlığı, artık “hasta adam” sayılan Osmanlı
imparatorluğu ve Ortadoğu ile Kafkasya’da, kendi
nüfuzlarını yaymaya çalışan ingiltere ve Fransa dönemin
büyük devletleridir. “Hasta Adam’ın” mirasını paylaşmak
isteyen Çar I. Nikola bu konuda İngiltere ile anlaşmaya
çalıştı. Ancak Rusya’nın daha fazla ilerlemesini
istemeyen İngiltere buna sıcak bakmadı. “Ortodoksların
Hamiliği” talebi reddedilince Rusya Osmanlı
İmparatorluğuna savaş açtı. Osmanlı
İmparatorluğu-Fransa-İngiltere ittifakı ile Rusya
arasında üş yıl süren Kırım Savaşı (1853-1856) başladı.
İşte o dönemde, 18.
Yüzyılın başından beri tek başlarına Rusya’ya karşı
direnen Çerkesler ilgiodağı halina geldi. Çerkesya
kıyılarında İngiliz ve Fransız heyetleri daha sık
görülmeye başladı. (...)”
Ben de Sayın Erol Taymaz’ın
“Yanlışlığın Yalnızlığı” adlı yazısına yanıt
“yanlışlığın Yalnızlığı” yazımızda konuyu şöyle
özetlemeye çalışmıştım:
“-En
güçlü olmak, koşullar elvermiyorsa, bir diğerinin en
güçlü olmasını engellemek” Dünya, dünya olalı beri,
büyük devletlerin evrensel, temel ilkesidir.
-Günümüz dünya güçleri nasıl ki dünyanın çeşitli
bölgelerinde, kendi çıkarları için bölge halklarını hiç
önemsemeden savaşıyor, halkları da savaştırıyorlarsa,
döneminde Kafkasya’da asıl savaşanlar, yok olmamız
pahasına bizleri savaştıranlar dönemin dünya güçleri
idi.
-Savaşın asıl nedeni, Çarlık Rusyası’nın genişleme, en
büyük olma temel kuralı gereğince sıcak denizlere inme,
Hindistan ticaret yollarını ele geçirme ve sayılabilecek
daha bir çok nedenle Kafkasya’yı, özellikle de
Kuzey-Batı Kafkasya’yı ele geçirmek istemesidir.
-Osmanlı, İran, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın asıl
amacı Çarlık Rusyası’nın genişlemesini, büyümesini
önlemektir. Başlarda Kafkas Halklarının Rusya’yı
durdurabileceği sanılmış, yardım edilir gibi yapılmış
ancak Rusya’yı Kafkasya’da durdurmanın mümkün olmadığı
gördüldüğünde de savunma hattı olarak Osmanlı
topraklarını seçmişlerdir. Böylece Osmalı’nın
güçlendirilmesi gündeme gelmiştir.
-Dolayısı ile savaşın son bulmasından çok önce,
özellikle Kuzey-Batı Kafkasya Halklarının Osmanlı
topraklarına göçürmek planları ve antlaşmaları
yapılmıştır.
Özetle Çerkessiz bir Kuzey-Batı Kafkasya amaçlayan
Çarlık Rusya’sı itmiş, bu coğrafyadaki insanların gücüne
ihtiyacı olan Osmanlı Devleti çekmiş, gücü takviye
edilmeyen Osmanlı Devleti’nin Rusya’nın daha da
büyümesini engelleyemeyeceği tehlikesini gören Avrupa
ülkeleri de sürgünü desteklemişlerdir.”
“-Süreci dindirir mi reform yapmak bu aşamadan
sonra?”
“-Bu provokasyon sürdüğü sürece, ne yaparsanız
yapın, kargaşa bitmez. O nedenle Suriye'de Türkiye'ye
çok kızıyorlar. Suriye Dışişleri Bakanı 'Daha kimse
gelmeden bir hafta önce çadır kurdunuz' diye tepki
gösterdi Ankara'ya.Türkiye böyle yapmasa bu işler bu
kadar sarpa sarmazdı. Çoköfkeliler.”
Demek ki,Rusyası’nın ilerlemesşini her ne pahasına
olursa olsun durdurmak isteyen dünya güçleri, savunma
hattını Anadolu’ya çekmeselerdi, Osmanlılar, Çarlığın
1861’de yayımladığı, bilinen “sürgün” kararnamesi daha
yayımlanmadan, Çerkesleri topraklarına götürme
çalışmaları başlatmasalardı, göç anlaşmalarıimzalmamış
olsalardı, dini, propaganda aracı olarak
kullanmasalardı,halkımızın yüzde doksanı yollara
dökülmez, en az birbuçuk milyon insan da yurdunu terk
etmezdi.
Soykırıma karşın anavatanda kalanların sayısı, sürgünden
arta kalanların sayısındançok daha fazla olacaktı. Ve
sayıları yüzbini bulmazken,günümüz cumhuriyetlerini
kurabilen “Sürgün” artığı halkımız, Sürügnden
kurtulabilseydi eğer,Sovyetler döneminde birinci
derecede cumhuriyet, günümüzde de Bağımsız Devletler
Topluluğu üyesi bağımsız bir develet kurabilecekti
kuşkusuz.
“-Suriye-Türkiye ilişkilerinin geldiği noktayı nasıl
değerlendiriyorsunuz?
“-Aralıkta Ankara'da ortak bakanlar kurulu yapıldı.
Kuşlar bile birleştiriliyordu. Bakanlar, Kelaynakların
ismi ortak olsun diye Latince'den isim arıyorlardı. İki
ülke nerdeyse birleşme aşamasına gelmişti. Bu sene
kimlikle gidilecekti. Suriye'de inanılmaz Türkiye
sevgisi vardı. Referandum yapsanız, Hıristiyanları dahi
'Türkiye ile birleşelim' derdi. Siz Esad'la can
ciğerdiniz. Kim ne derse desin, 3 günde sattınız.
Suriye'de sokakta, takside herkes 'Türkiye nasıl bize bu
kazığı attı?' diye soruyor. Peki nasıl bozuldu? Hem de
iki günde... Bu bir oyun. Türkiye ile Suriye'nin
ilişkilerinin bozulmasının hiçbir izahı olamaz. O zaman
oyun diyorsun.”
Demek ki, halkların dostlukları düşmanlaıkları da dünya
güçlerinin güdümündedir.Çıkarları gerektiğinde
devletlerin daha zayıf olanları 3 günde satması işten
bile değildir. Daha güçlülerle kurulacak
birlikteliklerde bu 3 günde satılabilecek olma durumu
hep göz önünde bulundurulmalıdır.
“-Angelina Jolie de projenin parçası...
“-Ben zaten o kadına gıcık olurum. Irak Savaşı sonrası 3
milyon göçmen vardı. Niye gidip birisinin yanağını
okşamadı. Gittiği ülkelere bakın, ya gitmeden ABD
politikalarından dolayı önce belaya girmiş ülkeler, ya
da gittikten sonra belaya girecek ülkeler. Çok
seviyorsan, git Irak'a. ABD işgali altında. 4 milyon
dul kadın var, sefalet diz boyu. Bu projenin bir
parçası.”
Demek ki, güya bizlere yardım için gelen askeri ateşeler,
heyetler de devlerin planılarının bir paröası idi. İşte
bunlardan A.Fonvill’in anılarındaki itirafı:
“...Çok büyük boyutlara varan ve ülkeyi bir anda bomboş
hale getiren göçi durdurmanın artık hiçbir çaresi
kalmamaıştı. O zaman biz de gitmeye karar verdik. Fakat
bunu Çerkeslere bildirmek için son derece dikkatli
davranmamaız gerekiyordu. Çünkü ülkelerine yeni
geldiğimizde henüz ruslara boyun eğme inkanları varken
onları savaşa devam etmeleri için teşvik etmiştik ve
bundan dolayı bize serzenişte bulunabilirlerdi.
Zaten bu serzenişler bize çoktan ulaşmıştı. Fakat onları
aldatmaktan hiöbir çıkarımız olmadığını, yardım
gelmediyse bunun bizim de açıklayamadığımız ve
kesinlikle bize bağlı olmayan nedenlerden
kaynaklandığını bu kara cahillere anlatmanın hiçbir
imkanı görünmüyordu.” (M. Papşu çevirisi)
Sözün özü;
“geçmiş olayları neden ve sonuçları ile anlayabilmek,
geleceğimizi kurgularken yanılmamak ya da daha az
yanılmak için günümüz olaylarını kavrayabilmek,
çözümleyebilmek gerektiği” yargısı önemsenmeli,
içselleştirilmeli, yol göstericiliğinden
yararlanmalıyız... |