“Türkiye’de Çerkesler
“Diaspora’da geleneğin yeniden icadı”
Çerkes
olmayan değerli bir bilim adamının, Sayın Prof. Ayhan
Kaya’nın, 2011 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları arasında kitabı. Merakla beklemiştim
yayımlanmasını. Kaf-Fed’in Abant’ta gerçekleştirmiş
olduğu “Ortak Akıl Toplantısı”nda modeatörümüz olan
Sayın Kaya ile tanışınca merakım ile birlikte beklentim
de büyümüştü. Ancak, yakınlarda anavatan ziyaretinde
bulunan Sayın Seyfullah Gücükatalak arkadaşımızın
armağanı okuduğumda üzülerek söyleyebilirm ki hayal
kırıklığına uğradığım. Doğrusu daha bilimsel bir
yaklaşım, daha titiz bir araştırma, daha gerçekçi
çözümlemeler bekliyordum.
Sayın
Kaya ile kendi uzmanlıklarını ilgilendiren konularda
tartışmayı göze alışımı, kimilerinin "Hatam yine haddini
aştı" diye yorumlayacaklarını bilmiyor değilim. Buna
karşın kesinlikle söyleyebileceğim şey, Sayın Kaya’nın
Çerkesler özelinde yeterli araştırma yapmadıkları, kolay
ulaşılabilecek kaynakları bile gözardı ettikleri ya da
sadece danışmanlarının bilgileriyle yetindikleridir.
Üzülerek belirtmeliyim ki bu da, kitabın
inandırıcılığını azaltmış değerini de bir hayli
düşürmüştür.
Doğal ki
böylesine kesin yargıda bulunan birinin yapması
gereken, bu yargıyı kanıtlayacak sistemik, derli toplu
bir incelemedir. Ancak böylesi bir inceleme çok kolay
olmayacak, çok da zaman alacaktı. Derli toplu ve özlü
çalışma için yeterli zamanım omadığından eleştiri
konusunda izninizle sizler için belki de daha zor, ancak
kendim için daha kolay olan yöntemi seçtim. Kitabı
baştan alacak, okuyacak ve elim değdikçe de
katıldığım-katılmadığım konuları, bu bölümlere ilişkin
düşüncelerimi sizlerle paylaşacağım.
Kapak,
nefis bir seçim, İthaf, duygu, sevgi yüklü..
“Erzincan’a gitmek üzere Kayseri Uzunyayla’dan hareket
eden bir düğün alayı”nın 27 Mayıs 1317 ( 3 Ekim 1899)
tarihini taşıyan resim, başlıbaşına bir belge ve kapak
için nefis bir seçim. “Sürgünle birlikte Karadeniz’in
hırçın sularında karanfile dönüşen her bir Çerkes’in
anısına” ithafı da Sayın Kaya’nın biz Çerkeslere
duyduğu sevgi ve sempatinin olduğu kadar, sürgünün
acısını Çerkes halkı ile paylaştığının kanıtı.
Dolayısıyla, sadece kapak resmi ve bu ithaf yazısınının
Çerkesler olarak Sayın Kaya’ya sempati duymamız ve
teşekkür etmemiz için yeterli olduğunu düşünüyorm.
Eleştirilerimin de konumuzla ilgilenen Çerkes olmayan
bir uzmana yeterince yardımcı olamadığımızın üzüntüsü,
izleyeceğini umduğumuz çalışmaların daha sağlıklı olması
için bir katkı olarak değerlendirilmesini diliyor ve
umuyorum.
“Araştırma’nın Öyküsü ve yöntemi”
Bu
bölümde sayın yazarın bizler için emniyetçe
sorgulandığını öğreniyoruz. Saygımız biraz daha büyüyor.
Yine bu bölümde Sayın Kaya’nın Çerkes sözcüğünün tanımı
konusunda, Kaf-Fed yöneticileri, moderatörü olduğu Ortak
Akıl Toplantısı sonuç bilidirisi ve de Ankara çerkes
Derneği Tüzüğü ile aynı görüşte olmadığını, bilimsel
yanının öne çıktığını görüyoruz:
“...Yabancılar Dairesi’ görevli Komiserin yanına
götürüldüm. Komiser beni görür görmez kim olduğumu
sorduktan sonra henüz herhengi bir şey sormadan
doğrudan, biraz da sert bir üslupla “Hocam, nedir bu
Çeçenler hakkında yaptığınız çalışma? Hakkınızda şikayet
var izinsiz anket çalışması yapıyormuşsunuz” dedi. Bunun
üzerine neye uğradığımı pek de anlamadan biraz
sakinleştim. Davetin içyüzü biraz belli olmuştu. Bir
hayli ithamkar olan bu soru karşısında gayet
soğukkanlılıkla “Sayın Komiserim, benim yaptığım
araştırma Çeçenler hakkında değil Çerkesler hakkında”
dedim. Komiser ise bunun üzerine hemen “Ne farkeder, ha
Çerkes ha Çeçen” şeklinde bir cevap verdi. Ben ise
“Efendim, işte benim de çalışmam tam da bu tür kimlik
farklılıklarının diasporada nasıl yaşandığını anlamaya
yönelik bir çalışma. Neden son dönemlerde Çerkesler ile
Çeçenler arasında giderek derinleşen bir kimlik
yarılması olduğunu da anlamaya çalışıyorum” şeklinde
biraz bilimsel bir üslup kullanarak Komiser’in oldukça
genelleştirici olduğunu düşündüğüm düşünce tarzına
itiraz ettim. Bunu üzerine komiser “Tamam hocam tamam,
yan tarafa geçin arkadaşımız ifadenizi alsın” dedi.”
Yazarımızın, “Çerkes diasporası çalışmam için oldukça
anlamlı bir neden teşkil etti” dediği Çerkes
gazeteci Sayın Fuat Uğur’un Radikal Gazetesi Pazar
ekindeki yazısından yaptığı alıntıyı ben de çok sevdim:
“ Türkiye’deki insanlar, Türkiye dışında yaşayan Türk
diasporasına ne kadar hassasiyetle eğiliyorsa, anlamaya
çalışıyor ve onları büyük ölçüde destekliyorsa aynı
hassasiyeti Türkiye’de yaşayan diasporik gruplara ve her
türlü azınlığa göstermelidir.” Özetle diyebiliriz ki
Sayın Uğur insanların birbirlerini anlayabilmeleri için
“empati” yapmaları gerektiğini vurguluyor. Yaklaşımı
sevdim çünkü benim de yıllardan beri yazılarımda,
diaspora Çerkesinin anavatana ilişkin politika
geliştirirken mutlaka, ama mutlaka empati yapması
gerektiğinin altını çiziyorum. Bu empati yapılamadığında
sağlıklı bir politika oluşturulamayacağını ve anavatan
ile diasporayı biribirinden uzaklaştıracağını yineleyip
duruyorum.
Kuzey
Kafkasya Halkları’nın kültürel bir Çerkes üst kimlikleri
olduğunu, olabileceğini savunan dostlarına karşın Sayın
Kaya, bunun mümkün olmadığını bizim de desteklediğimiz
şu sözcüklerle vurguluyor:
“Etno-kültürel kimliklere bakıldığında çok önemli bir
noktanın altını çizmek geekiyor. Bu araştırmada açıkça
görüldü ki, Türkiyedeki Çerkes diasporasında homojen
bir Çerkes kültüründen söz etmek mümkün değil. Bu tür
diasporik kimlikleri homojenleştirmek büyük ölçüde
hatalı bir yaklaşımdır.”
(Hani aslında bildikleri, bizlerin dile getirdiği
gerçeği bir de konun uzmanı vurgularsa, olur a,
önemsenir diye altını ben çizdim. nh)
“...Ulusal, bireysel, siyasal, toplumsal ya da etnik,
tüm kimlikler “Ötekinin” tanıma, tanımama ya da yanlış
tanıma tutumları tarafından belirlenir. (Taylor. 1994;
s.25). Kimliklerimizi ancak, başkalarının bizim tavır ve
davranışlarımıza verdiği tepkiyi deneyimleyebildiğimizde
inşa edebiliriz. Dolayısıyla “öteki” ile diyalog
olmaksızın kimlik inşa etmek mümkün değildir.”
Ben,
Sayın Kaya’nın Taylor’dan alıntı bu tümcelerini de çok
önemsedim. Yıllardır savunduğumuz, savunduğumuz için
“ruhumuzu satmışlıkla” ödüllendirildiğimiz(!) bir
yaklaşım. Oysa günümüzde, Türk’e tepeden bakarak
Türkiye’de Çerkes kimliği oluşturmayacağı, Rus’un ezeli
ebedi düşman olduğunu yineleyip durarak Rusya
Federasyonu’nda uluslaşılamayacağı çok açık değil mi? Bu
da sağduyulu her insan için anlaşılabilir olduğuna göre,
diyaloğu önemsenmeyişinin, hamasi söylemlerin nedeni,
gerçekte halkımız için bir gelecek kurgularının
olmayışı denemez mi?
Sayın
Kaya’nın “Bu bir hipotezdir ve yanlışlanabilir de.”
dediği şu tümceleri ben de kuşku ile karşıladım,
katılamadım, kendi içinde çelikili buldum:
“...Bu
tasarımların tözle veya özle çok ilgisi yoktur. Bütün
kimlikler zaman içerisinde sosyal-ekonomik, politik ve
coğrafi koşullara bağlı olarak değişir veya olduğu gibi
korunur. Değişse de değişmese de, bunu belirleyen asıl
unsur köklerden ve geleneklerden ziyade yaşanılan
koşullardır. Dolayısı ile değişen veya tözselleşen
(olduğu gibi korunan) kimliklerin, bireylerin tercihleri
doğrultusunda şekillendiğini söylemek mümkündür.”
Bir kez
sürekli değişen "sosyal-ekonomik, politik ve coğrafi
koşullara bağlı olan...” kimliğin değişmeden
korunması pek olanaklı görünmüyor. Değişim konusunda
ben, Kaf-Der'in yayınlamış olduğu “Türkiye
Çerkesleri’nde sosyo-kültürel değişme” adlı kitapta
kültürün -elbette ki kimliğin de- değişiminin kaçınılmaz
olduğunu açıklayan Sayın Cahit Aslan’ın smylediklerini
daha doğru buluyorum:
"... Bir kere değişmezlik
eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü her şey hareket
halindedir, değişmek zorundadır. Yalnız aralarında bir
fark vardır, o da değişmenin niteliği, değişmenin hızı
ve değişen birimlerin tüm yapıya olan etkisidir.
Değişmeyi bir kültür için problem haline getiren
değişmenin ardından bir çözülmenin gelip gelmediğidir.
Ya da değişen birimin kültür bütününe bozucu etkide
bulunup bulunmadığıdır. Değişmenin bir problem haline
gelmesinin bir diğer yönü de, o'nun olan ile olması
gereken arasındaki çelişkisidir. Toplumların normal
koşullarında olan değişimi, kendi iç çelişkilerinin bir
ürünüdür ve olması gerekeni yansıtır. Yani olan aynı
zamanda olması gerekendir. Şayet olan, olması gerekenden
uzaklaşıyorsa normal değişim sürecinden sapma var
demektir. Göç (zorunlu göç-sürgün) buna en açık bir
örnektir. Çünkü göç, kültürleri uymak zorunda veya bir
süreliğine çatışmak zorunda bırakan yeni bir sosyal
hayat alanıyla bir sosyal yapıyla yüz yüze
getirmektedir. Diğer taraftan yeni sosyal mekan da kendi
değişimini yaşamakta ve bu da değişimin boyutlarının
anlaşılmasını biraz daha zorlaştırmaktadır. Her şeyden
önce Çerkesler de değişmek zorundadır. Yalnız çözülmeden
kültürel kimliği sürdürerekten.”
Katılmadığım diğer konu kökler ve geleneklerin değişimde
hemen hiç etkili olmadığı düşüncesi. Çok uzun sürelerden
beri aynı coğrafayada yaşayan halkların aralarındaki
kimlik çatışması değişimde kökler ve geleneklerin çok
önemli olduğunun kanıtı değil mi? Anlamakta
zorlandığımız konu da kimlik değişiminde içinde
yaşanılan koşulları kökler ve gelenekleri yok sayacak
kadar temel unsur olarak gören yazarın “Dolayısı ile
değişen veya tözselleşen (olduğu gibi korunan)
kimliklerin, bireylerin tercihleri doğrultusunda
şekillendiğini söylemek mümkündür.” ümcesinin temel
yaklaşımı ile çeliştiğinin farkında olunmaması...
Sayın
Kaya’nın İtalyan Maksist Antonio Gramsci’nin
entellektüel yaklaşımı üzerine kurguladığı paragraflar
da çok ilginç ancak Türkiye Çerkes Diasporası gerçeğine
de çok uzak...
Nasılını
kısmetse gelecek yazıda irdeleyelim... |