Ben,
Adığe, Abaza (Abhaz, Abazin, Abaza) ve Ubx halklarının
kökenlerinin aynı olduğuna inanalardanım.
16 Şubat 1991 tarihinde 14 derneğimizin
temsilcilerinin katlımı ile, Düzce derneğimizin ev
sahipliğinde, dernekler arası ikinci dönem üçüncü
toplantıda, kuruluşunu gerçekleştirdiğimiz, KAF--KUR’un,
beş kişilik yürütme kurulu (Necdet Hatam, Süleyman
Yançatoral, Şamil Jane, Yusuf Taymaz, Mehmet Uzun)
başkanı olarak görevlendirildim.
19- 21 Mayıs 1991’de Nalçik’te toplanan DÇB kuruluş
genel kuruluna katılmak üzere Ankara’dan hareket eden
dördü delege dördü gözlemci sekiz kişilik grubun (Özdemir
Özbay, Fahri Huvaj, Necdet Hatam, Yusuf Taymaz, Sönmez
Baykan, Sabahattin Diner, Muhittin Ünal, ve Şamil
Aslan) KAF-KUR başkanı olmam nedeni ile başkanıydım.
Kaf-Kur olarak genel kurula katılma görevi verdiğimiz
sekiz kişinin üçü Abaza (Sabahattin Diner: Özdemir Özbay,
Muhittin Ünal) idi. Özdemir Özbay Mıyekhuape’de
hastalanmış ve Genel Kurul’a katılamamıştı.
Türkiye ve Yedıc Batıray, İhsan Saleh önderliğindeki
Almanya delegeleri dışında tüm kurucu dernek
temsilcileri Çerkes örgütünün Dünya Adığe Örgütü olması
gerektiği kararlılığında idi. Diğer Kuzey Kafkasya
halkları ne davet edilmiş, ne de davet edilmesi
düşünülmüştü. Çünkü Anavatanda Çerkes ve Adığe eş
anlamlı idi. Ayrıca bu sadece Adığelerin değil tüm
halkaların benisediği bir yaklaşımdı.
Argun Yura başkanlığındaki Abaza delegasyonunun, Çerkes
sözcüğünün Abazaları da kapsadığı kabulü, DÇB’de mutlaka
yer alma kararlılığı, bizlerin de, eğer Abazalar
alınmaz ise örgüte katılmama kararlılığımız sonucu DÇB
19*21 Mayıs 1991’de Adığe-Abaza örgütü olarak doğdu.
DÇB’nin, Yönetim Kurulu, Başkanlar Kurulu ve Genel Kurul
toplantılarının hiçbirinde diğer kardeş hakları da örgüt
çatısı altına davet etmek gündeme bile gelmedi. Diğer
halkalardan hiçbiri de böyle bir istekte bulunmadı.
Genel Kurul öncesi Türkiye’de yaptığımız toplantılarda,
uygun bulunduğunda Türkiye adına DÇB Yönetiminde benim
görev almamı kararlaştırılmıştı. Genel Başkan
Yardımcılığı kabul edilen tüzüğe göre üçtü, ilk turda da
Meketey Abdullah, Fethi Recep ve Semir Karden
seçilmişlerdi. Ben seçilememiştim. Genel kurul
delegeleri, özellikle de ev sahipleri en çok sayıda
Çerkes nüfus bulunan Türkiye’nin temsilcisinin
bulunamayacak oluşunun çok yanlış olacağı görüşünden
hareketle, başkan yardımcılıklarını dörde çıkarınca ben
de seçilmiş oldum.
!4 Ağustos 1992’ de Gürcüler Abhazya’ya saldırdığında
Mıyekhuape’ye henüz dönmüştüm (!0 Mayıs 1992) ve DÇB
Genel Başkan yardımcıdsıydım.
Yaşamımda hiç silahım olmamıştı. Sadece askerlik eğitim
döneminde hiçbiri hedefe isabet etmeyen beş tüfek atışı
yapmıştım. Düğünlerde silah atanlardan değil, atılmaması
için çaba gösterenlerdendim. Abhazya’nın bağımsızlık
savaşında silah kullanmaya dayalı bir katkımın
olamayacağını en iyi kendim biliyordum. Buna karşın
bulunduğum görevin bana Abhazya’ya gitmek ve gönüllülere
örnek olmak sorumluluğunu yüklediğinin de
bilincindeydim. Mıyekhuape’de sabaha karşı otuz beşi
Nalçik’ten olan gruba Nihat Bidanuk ile birlikte
katıldım.
Nalçikten gelenler arasında Esat Cankurt ve süreç
içerisinde bağımsızlık direnişinin efsaneleri olmuş
Soslanaliyev, Yağan İbrahim, Hatajıkhue Valera gibi
isimler de vardı.
Otuz yedi kişilik grubumuz 15 Ağustos Cumartesi günü
Abhazya’ya vardı. Abhazya bağımsızlık direnişinin lideri
ve Abhazya Cumhuriyeti birinci Devlet Başkanı Ardzınba
ile görüşüp tanıştık.
Akşam karanlığında Abhazya televizyonu’na demeçler
verdik. Ben Türkçe konuşmuştum Nihat Bidanuk tercüme
etmişti. Moral vermeye çalışmıştık. Soslanaliyev hemen
göev başı yapmış kendisini karargah komutanı ilan
etmişti..
Üç gün senatoryum’da ağırlandıktan sonra Kheberdey-Balkar’dan
gelen resmi delegasyon ile birlikte küçük bir uçakla
Abhazya’dan ayrıldım. Mıyekhuape’ye döndükten sonra
Abhazya direnişini destekleyen hemen her etkinliğe
katıldım. DÇB Genel Sekreteri olarak birçok destek
belgesini, çağrıyı imzaladım.
DÇB henüz ikinci yılını doldurmadan, 7-8 Ekim 1992
tarihinde Abhazya'nın Gudawuta’ya bağlı Lıhnışata
köyünde Dünya Abaza Birliği kuruldu...
Bu aşamadan sonra doğal olanı, doğru olanı, gerçekçi
olanı abazaların DÇB’den fiilen ayrıldıkları gibi
hukuken de ayrılmaları ve her iki bağımsız dünya
örgütünün bir konfederasyon oluşturmaları idi. Ancak
ısrarla savunduğum bu düşünce hayata geçirilemedi.
20-25 Haziran 1993'de Mıyekhuape’de gerçekleştirilen DÇB
II. Genel Kurulunda Genel Sekreterliğe getirildim. İki
dünya örgütünün daha sağlıklı bir yapı oluşturması
konusunda çok çaba gösterdim. Genel kurullar öncesi
yaptığım temaslarda hak veren bir çok arkadaşımız sıra
genel kurula geldiğinde konuşmalarımızı, ortak
kararlarımızı unutuyorlardı. DÇB nin seçimlerini
etkileyebilecek sayıda Abaza delegesi, kimi dönemler
başkan yardımcılığı da dahil her dönem yönetim kurulu
üyesi bulunmasına karşın, Dünya Abaza Birliğine bir tek
adığe delegenin çağrılmamasından rahatsısızlık
duymuyorlardı, “birliği” dillerine pelesenk etmiş Adığe
ve Abaza arkadaşlarımız.
Önerimizin, ayrılmak ve biribirimize sırtımızı dönmek
değil, bu duruma düşmemek için daha sağlıklı birliktelik
anlamına geldiğini anlamazdan geliyorlardı. Oysaki
“Bizimki bizim sizinki ikimizin” yaklaşımının sürgit
olamayacağını yineleyip duruyor, bugün hararetle
birlikteliği savunan arkadaşlardan da sözünü ettiğim
sağlıklı yapılanma için yardım dileğinde bulunuyordum.
DÇB Genel Sekreteri olarak konuyu daha somut bir şekilde
dile getirdiğimde büyük yazarımız Şınkube Bağrat
başkanlığında Dünya Abaza Birliği Başkanı Taras Şamba
dönemin Adığey nezdindeki Abhazya elçisi Valeri
Arşba’nın da birlikte olduğu bir heyet Mıyekhuape’de DÇB
Yönetim Kurulu toplantısına katılmış “durumun nazik
olduğu ve DÇB üyeliğinin Abhazlar için çok önemli
olduğunun” altını çizmiş, üyeliğin sürdürülmesi
ricasında bulunmuştu. Elbette ki bu durumda hiçbir Adığe
“Olmaz, ayrılmalısınız” diyemezdi demedi. Sağlıklı
yapılanma da ertelenmiş oldu.
1996 yılında üye derneklere Çerkes’de toplanacak genel
kurul öncesinde, yapılanma konusunun düşünülmüş olarak
gelinmesi uyarısında bulunuldu. Genel Kurul öncesi
Mıyekhuape’deki ön toplantıda özellikle Türkiye
delegeleri önerimizi hararetle desteklemiş olmalarına
karşın genel kurul sırasında konu gündeme bile
getirilmedi. Adığe olarak konuyu genel kurul gündemine
taşımak ayıbımıza gidiyor, bu girişimi, yapılanmanın
sağlıklı olmadığını gören abaza arkadaşlarımızdan
bekliyorduk.
2006’da İstanbul DÇB Genel Kurulu’nda konu gayri resmi
olarak gündeme gelmiş anlaşma sağlanmış ve Koordinasyon
kurulu kurulmasıkararlaştırılmıştı. Nitekim Abhazya’daki
bağımsızlık destek kongresi sırasında Abhazya’da
koordinasyon kurulu üyeleri de seçilmişti. Ancak konu
yine dalgalanmaya bırakıldı, sağlıklı yapılanma yine
sürüncemede kaldı.
Ta ki Abhazya bağımsızlığının Rusya Federasyonu’nca
tanınması, anavatan ve diasporada, özellikle de
Abhazlar’da, Adığelere artık ihtiyaçlarının kalmadığı
görüşü hakim oluncaya kadar. Ve 2009 Mıyekhuape Genel
Kurulu’nda anlattığım gelişmeleri ve daha fazlasını
bilen Dünya Abaza Birliği delegesi Genadi Alamiya, konu
ilk kez gündeme gelmiş gibi “Adığe kardeşleri
üzülmeyeceklerse” ayrılmak istediklerini dile getirdi.
Öneri kabul gördü. Ayrılma gerçekleştiği gibi bu güne
kadar da ortak çatı kurma konusunda bir öneri gelmedi...
Bu olayları hayat hikayem bilinsin diye değil olayların
nasıl geliştiğinin bire bir tanığı olduğumun
bilinmesinin, konuya ilişkin görüşlerimin önemsenmesine
katkısı olur umudu ile anımsattım.
Ve bize göre bulunulan ve de hoş olmayan durumun
sorumlusu halklarımızın birliğini gerçekte değil sözde
savunanlardır.
Gerçekte anavatanı önceleyen, yüzü anavatana dönük olan,
ulusal sorunun çözümünü dönüşte gören derneklerin
birliği olarak kurulan KAF-KUR’dan KAF-DER’e geçerken
“anavatana dönüş”ü örgüt ilkeleri arasına, bugüne kadar
da gündemine almayanlardır.
1967’de dönüşçülerce “Abhazya adında bir cumhuriyet
varsa: Abhaz adını taşıyan derneklerin kurulması çok
doğaldır ve gerçekçidir” gerekçesi ile desteklenen,
Kafkas Abhaz Derneği’nin kuruluşunu ve Kaf-Fed’e
üyeliğini doğal karşılayıp, Adığelerin çoğunlukta olduğu
yörelerde Adığe derneklerinin kurulmasına karşı çıkan,
Adığe Dernekleri kurulmasını savunanları, kuranları
ayrılıkçı olarak yaftalayanlardır.
Almanya’daki Çerkes Dernekleri Federasyonu’ndan,
“birliği” savunarak ayrılanlar, ayrılıkçıları
Türkiye’den destekleyen ve ortak akıl toplantısında
onlara baş köşeyi uygun gören “birlikçiler” dir.
Kaf-Fed’in gerçekte bir Adığe-Abaza örgütü olduğunu
göremek istemeyen, genel kurulda örgütün adının Adığe-Abza
Dernekleri Federasyonu olarak değiştirmesi önerisine
kulak tıkayanlardır.
Adığeleri dışarıda bırakan Abhazya vatandaşlık yasasını
hazırlayıp kabul edenler, birliği, kardeşliği savunur
görünmelerine karşın, birliği temelden parçalayan bu
yasayı kamuya açık hiçbir platformda eleştirmeyenlerdir.
Örgüt yetkilisi konumunda olup yasanın değiştirilmesi
için Abhazya devlet yetkilileri nezdinde girişimlerde
bulunmayanlardır.
Bu yasadan yararlanmak isteyen adığelere annelerinin,
dahası eşlerinin aile adını almalarını önerenler,
vatandaşlık alabilmek için yüzleri kızarmadan bu
önerileri kabul edenler, bunun kardeşin kardeşe
utanılası baskısı olduğunu kamuya açıklamayanlardır.
Adığelerin Abhazya gazisi olanlarına bile vatandaşlık
konusunda kolaylık göstermeyenlerdir..
Bu utanılası durumlara tanık olmalarına karşın susarak
yalan söyleyenler, bu yalanlarla birliğin
sürdürülebileceğine ya da birlik konusunda içten
oldukları yalanına inanmamızı umanlarlardır...
Günümüzde Türkiye’de birliği savunanların yürüdüğü yol,
DÇB’nin yıllarca yürüdüğü ve ayrılıkla biten bir yoldur.
Ayrı örgütlenme artık durmayacak, durdurulamayacaktır.
Önemli olan örgütler ayrılırken ruh birlikteliğini
güçlendirecek sağlıklı yapılanmayı kurabilmektir. Bu
mümkün olduğu gibi zorunludur da.
Çünkü halklarımızın köken birliği vardır ve bu birlik
sözde kalmayıp ilgili tüm bilim insanlarınca kabul
edilmektedir.
Kafkas dilleri sınıflamasında Adığe-Abaza dilleri bir
grup olarak sayılır.
Ailelerden hangi ailenin Adığe, Abaza ya da Ubıx
olduğunu kesin olarak söyleyebilecek bilim insanı
yoktur, yarın da olmayacaktır.
Daha da önemlisi her iki kardeş halkın diaspora
nüfuslarının anavatan nüfuslarından fazla olması,
anavatanın diaspora nüfusuna her yönden gereksinme
duyması özetle sorunlarımızın ortak olmasıdır. Her iki
kardeş halkın önceliği mutlaka dönüş olmalıdır. Dönüşle
diaspora hem varlığını koruyacak hem de anavatanın
güçlenmesine katkıda bulunacaktır. Bunlar da artık
ilgilenen herkesçe bilinen gerçeklerdir.
Dönüş paradigmasına göre sağlıklı yapılanma her halkın
kendi örgütünü kurması, güçlendirmesi ve sorunları ortak
olanların, çıkarları ortak olduğu ölçüde ortak hareket
etmeleridir. Sorunları ortak olmakla birlikte anavatan
yapıları artık çok farklı olduğundan sorunu çözüm
yöntemleri farklı olabilecektir. Örgütlenmenin
birbirinden bağımsız olması, gerektiğinde birinin
diğerinden bağımsız hareket etme özgürlüğünü
getirecektir.
Diasporada da ulusal kültürel varlığın korunup
geliştirilebileceğini düşünenlerin paradigmasına göre
doğru olan, sadece Kuzey Kafkasya Halklarının değil,
tüm Kafkas Halklarının aynı çatı altında toplanmalarını
savunmaktır.
Özünde belirleyici olan kişinin, ulusal sorunun çözümünü
nerede gördüğü, geleceğini nerede kurguladığıdır. Ve bu
haliyle birlikteliği savunmak diasporada yok olmayı
savunmakla eş anlamlıdır.
Yineliyorum ayrı örgütlenme ayrışmaya, birbirine sırt
dönmeye değil, sağlıklı birlikteliğe, sağlıklı
işbirliğine temel olacak, safları sıklaştıracak ” ’93
ruhu” da işte o zaman yeniden canlanacktır. |