|
|
|
|
|
ÖZENTİ |
07.12.2011 |
|
|
Dr. MEŞFEŞŞU
Necdet Hatam |
|
|
Edinebildiğimiz bilgilere
göre Kaf-Fed’in son genelkurulunda en hararetli
tartışmalar örgütlenme, örgüt adları odaklı olmuş. Eh bu
konunun sanal ortamda, genel kurullarda tartışılmaya
başladığı yeni değil. Ben hep konuyu oğulunu evlendiren
ananın gelinini yanına alıp belirli bir süre sonra
gürültü patırtı ile gelinini başka bir ev açmasına razı
olmaya benzetirim.
Daha evlenirken gelin hanıma ayrı ev açılsa, ayrı
oturulsa çok büyük bir olasılıkla gelin kaynana daha
uzun süre anlaşacaklardır. İlişkilerini günün
koşullarına göre sürdürenler ömür boyu mutlu
olacaklardır.
Bizim oğlumuzun evlendiği tarih mi?
İstanbul Kafkas-Abhaz Derneğinin kurulduğu 1967 yılı. Bu
yıl tüm derneklerde yönetimlerde olmasalar da
dönüşçülerin görüşlerinin etkin olduğu bir dönemdi.
Gerçekçi olundu, Abhazya adında bir devlet örgütü varken
Abhazya adında dernek kuruluşuna karşı çıkmak abesle
iştigal olarak değerlendirildi. Dolayısı ile de “Vay
parçalandık,, bittik, mahvolduk...” yaygaraları hiç
duyulmadı.
Daha büyük düğün, toplu evlilik DÇB’nin kuruluşuna
katılılan Abazaların koşullar olgulaştığında kendi
adları ile dünya örgütü kurdukları 1992 de gerçekleşti.
Biz bunu da doğal karşıladık. Sağlıklı bir gelişme
olarak değerlendirdik.
Doğal olmayan Abzaların ayrı ev açması değildi. Ayrı ev
açtğı, büyük aileden ayrıldığı halde eski büyük evin
yarısını da kendisinin sayması bu hakkından vazgeçmemesi
idi. Ana-Baba yüreği... bunu da hoş gördü. Hoş
görecek... ancak ortak büyük evdeki kardeşlerden
haksızlığa uğradıklarını farkedenlerin sayısı hızla
artmaya başlamıştı. Çünkü oğlumuz ortak büyük evde
meydanları kimselere bırakmadığı gibi açtığı yeni evini
de kardeşlerine yasaklamıştı. Bunun böyle süremeyeceği
kesindi. Nitekim diğer kardeşlerden de kendi evini
kuranlar olmaya başladı. Ancak bunlar da ortak büyük
evden hepten vazgeçmiyorlardı. En büyük yanlış da
ana-babanın büyük kardeşlerin, kardeşlere eşit
davranmamsı idi. Evini daha önceden açan üstelik yeni
evi de kardeşlerine yasaklayan çocuklarına toz
kondurmaz, her yanlışını hoş görebilecleri gerekçeler
bulurlarken, yenilerde yeni ev açmaya kalkanlara
yaygarayı kopartyorlardı. Neredeyse ortak büyük eve
ihanet ettiklerini haykıracaklardı yüzlerine... Kimbili
belki de duyulmayacaklarını sandıkları ortamlarda onu da
dile getiriyorlardır.
Doğru olan herkesin kendi evini sahiplenirken ortak yeni
bir ev kurmak ya da eski evdeki kurlları
değiştirmektir.Çünkü kardeşler arasında ayrım yapan
düzen hiçbir yerde sonsuza kadar sürdürülemeyecektir.
Ancak gelecek beklentisi olmayan ana baba. yaşlı
ağabeyler yeni bir ev kurmanın ya da evdeki alışılmış
düzeni değiştirmenin telaşını göze alamıyorlar bir
türlü. Alışkanlıklarını nasıl bırakacaklardı. Yeni
düzende saygınlıklarını koruyamayacakları kuşkusu da
işin cabası idi. Halbuki şimdilerde ne güzel
gençliklerindeki gibi aktif olamasalar da kendi boruları
ötüyor.
O halde niye yorulsunlardı. Kalan ömrü alıştıkları düzen
de sürdürmek, yattığı köşesinden aradaaa-sırada doğrulup
çevresine emirler yağdırmak... Sanki “Bir ayağımız
çukurda zaten, ne kadar götürebilirsek bizim için kar”
diyorlar gibi.
Onların bu durumu köyümüzde geçen yıllarca önce Ömer
dayımdan dinlemiş olduğum bir öyküyü anımsatır bana hep.
Davut ve Hafiz köyümüzün iki çocuğu. İki kardeş. Hafiz
doğuştan görme özürlüsü. Zaten hiç görmediği için Hafiz
diye çağırmışlar. Günlerden bir gün ekine bakmaya
gitmişler iki kardeş. Ekini incelemiş, bilgilemiş ve
dönüyorlarmış. Unutmadan çocuk oldukları için mi yoksa
başka atları olmadığı için mi herneyse aynı attalarmış...
Birden atları eve doğru dört nala kalkmış.. rüzgar gibi
uçuyormuş eve doğru...
Davut –gözleri gören- bağırmış:
-Hafiz zēteğhedzıx - Atalım kendimizi Hafiz!
Hafiz yanıtlamış:
Wımıguzajhü! Armırımi tıridzıxışt, zerezēdğhehıre tiçar.
Telaş etme zaten atacak bizi. Kendimizi ne kadar
götürtebilirsek kardayız.
Bizim görme alanı Türkiye sınırlarını aşamayan
eskimişlerimizin köylümüz Hafize benzettiğimizi
farketmişsinizdir. Evet ilk elde tıpkı Hafiz gibiler,
gözleri görmüyor. Ancak aralarında büyük bir fark var.
Hafizin yürek gözü gördüğü için atın eve doğru koştuğunu
ve at üstünde ne kadar uzun süre kalabilirlerse eve daha
çok yaklşacaklarını biliyor....
Bizimkilerin gözleri değil görmeyen, yürek gözleri.
Yürek gözleri görmediği için de atın dört nala evden
uzaklaştığını, at üstünde daha uzun süre kaldıkça, evden
daha çok uzaklaşacaklarının bilincinde olamıyorlar...
Yoksa bilincindeler mi atın evden uzaklaştığının...
Açıklayamadıklar sırları evden uzaklaştıkça daha mutlu
oldukları mıdır yoksa...
Bu olayın şaka ile karışık anlatımı... Başlığa dönelim
izninizle. Neye mi özenti. Büyük yazarlara, önemli
yazarlara... Hani arada eski yazılarını anımsatır,
kimileyin alıntı da yaparlar ya... Ben de öyle yapayım
özeneyim dedim bu kez.
04 04.05.2008 tarihinde Âdığe Örgütleri başlıklı bir
yazı yaımlamışım bu köşede. Ve bakın ne lar demiştim o
tarihte: .
“Bilindiği gibi örgütler kuruluş amacına ulaşma yolunda
çaba gösterme aracıdır, amaç değil. Kişileri bir araya
getiren ise örgütlere temel olan amaçtır. Yani örgüt
kurmayı düşünen biri, önce bu araç ile ne yapmak
istediğinin bilincinde olmalıdır.
Bilinç farkında olma durumudur. Yani önce, kim
olduğunuzun ne istediğinizin farkında olacaksınız.
Yetmeyecek bulunduğunuz coğrafyanın bilincinde
olacaksınız. Yetmeyecek amacınızın ve bu amaca ulaşma
yollarının ilgili bölgesel güçlerce, dahası dünya
güçlerince nasıl algılanabileceğinin bilincinde
olacaksınız. Bu bölge ve dünya güçlerinin politikaları
ile örtüşüp örtüşmediğini bileceksiniz.
Örgütlerimizin öncesini yargılarken günümüz koşullarının
hep var olageldiği yanılgısına düşmeyecek, dernek
adlarını, yapılan çalışmaları o günlerin koşulları
içerisinde değerlendireceksiniz.
En önemlisi başarı için düşlenebileceklerin en güzelini
değil, ulaşılabilecek, elde edilebilecek güzel düşü
amaçlayacaksınız. Dahası, çağına göre terim
tanımlamaların farklı olduğunun ve bu çağda
kullandığınız terimlerin ne anlamda algılandığının
bilincinde olacaksınız.
Dolayısı ile örgütlenme üzerine değerlendirmeler yapan
arkadaşlarımız, amaçlarını ve bu amaca nasıl
ulaşılabileceğini halkımıza açıklamakla yükümlüdürler.
Dahası, tanımlar ete kemiğe bürünmeli, kulağa hoş gelen
soyut tanımlamalarla yetinilmemelidir.
(...)
Bize göre, Kuzey ve Batı Kafkasya diasporalarının
kurduğu dernekler, adı ne olursa olsun ulusal kültürel
değerlerini yaşatmak ve geliştirmek amacı ile
kurulmuşlardır.
Peki ulusal kültürel değerlerin diaspora ülkelerinde
yaşatılması mümkün müdür? Sorunun çözümü için 'dönüş’ü
önerenlere göre bu mümkün değildir. Ulusal kültürel
değerlerin yaşatılıp geliştirilmesi, bizlerin
konumundaki, dağılmışlığındaki halklar için ancak
anavatanda mümkündür. Dahası, anavatana dönüşleri hem
diaspora hem de anavatan kesimleri için yaşamsal önemde
olan Adige ve Abaza diaspora örgütleri için “Anavatana
Dönüş” örgütlerin varlık nedenidir. Diasporada ulusal
kültürel değerleri yaşatma ve geliştirme hak ve
olanakları sağlansa bile -ki, mümkün olmadığı artık
biliniyor- bu halkların anavatana dönüş yapması,
anavatana katkıda bulunması zorunlulukları vardır.
Diaspora nüfusları anavatandaki nüfuslarına göre yok
sayılabilecek kadar az ve anavatan örgütlenmeleri daha
güçlü diğer Kuzey Kafkasya otokhton halkların
diasporaları için böyle bir zorunluluk, dönüş yaparak
anavatana dönme, katkıda bulunma zorunluluğu yoktur.
Yine de diasporaları dönüşü önceledikleri takdirde
anavatan, uzun olmayan bir sürede diasporalarının
'dönüş’ünü sağlayabilecek örgütlülük ve güçtedir.
'Dönüş’ü gerçekleştirerek anavatana katkıda bulunmak
zorunda olan Adige ve Abaza halklarının diasporalarının,
ayrıca, dönüş sürecine de ekonomik ve politik katkıda
bulunma sorumlulukları vardır.
Özetle; dönüş sorunu olmayan, en azından öncelemeyen
halklarla, olmazsa olmazı dönüş olan halkların aynı çatı
altında aynı amaç doğrultusunda verimli çalışabilmeleri
mümkün değildir.
Ancak ve ancak, bu halkların 'dönüş’ü öteleyen
kesimleri, diasporada sürekli kalmayı düşünenleri,
diasporada daha güçlü bir lobi oluşturmak, bulunulan
ülkede yönetimce önemsenme, partilerde yer kapma
kaygıları ile birlikte olmayı savunacaklardır. Böyleleri
için Çerkes sözcüğünün sadece Adigeleri ya da Adige ve
Abazaları kapsıyor olması elbette ki yeterli
olmayacaktır. Bilinçli bir yaklaşım ya da bilinçaltı bir
dürtü ile kapsam genişletilecek, diaspora nüfusu
olabildiğince abartılacaktır. Öyle ki, bu abartılı nüfus
ile yapılabileceklerin binde birinin bile yapılamıyor
olmasının çelişkisine gözlerini kapayacaklardır.
Bu durumda, ''Anavatana Dönüş'' ile birlikte ayrı
yönetim birimlerinde zaten ayrı düşecekleri, farklı
koşullarda yaşayacakları, diasporada aynı çatı altında
birlikte mücadeleye zorlamanın daha sağlıklı olduğunu
savunanların “ulusal kültürel değerleri yaşatmak ve
geliştirmek” gibi bir amaçları olmadığı söylenemez mi?
Aslında derneklerimiz sadece üye bazında değil
gerçekleştirdiği çalışmalar açısından da hep Adige-Abaza
daha çok da Adige derneği olmuşlardır. Dönem dönem
şiirler okunan, koro çalışmaları yapılan, okuma yazma
kursları açılan, anadilde piyesler sahnelenen Kuzey
Kafkasya Kültür Dernekleri'nde bu etkinlikler, Adigece
kimileyin de Abazaca gerçekleştirilmiştir. Buna karşın
Adige ya da Çerkes adının Türkiye’de kullanılamayışı çok
açık ki başlangıçta yasal engel nedeniyledir. En azından
yasal engel olabileceği korkusudur. 1908 de kurulan
İstanbul’da ilk kurulan derneğimizin adı Çerkes Teavun
Cemiyeti idi. Cumhuriyet döneminde 1948’de ilk kurulan
derneğimizin adı ise Dosteli yardımlaşma Derneği. Buna
karşın Ürdün ve Suriye’deki derneklerimiz Adige adını
taşır. Amerika’dakinin adında Çerkes sözcüğünü
görürsünüz. Yetmişli yıllarda Münih’te Saygıdeğer
ağabeyimiz Mesut Şurdum tarafından kurulan örgütün adı
Çerkes Kültür Merkezi idi. Avrupa’da bugün Çerkes yada
Adige adını taşıyan derneklerimizin oluşturduğu ve DÇB
üyesi derneğin adı Avrupa Çerkes Kültür Dernekleri
Federasyonu’dur. Anavatanda Adigelerin kurduğu
derneklerin adı, Karaçay-Çerkesya Cumhuriyeti’ndeki
dahil Adige Xase’dir. Abazaların kurdukları dernek,
Abazin ya da Abhaz adını içerir.
(...)
Bu durumda bizce daha önce de yazdığımız gibi;
Kaf-Fed şubeleri, Adigelerin yoğunlukta olduğu yörelerde
Adige adını, Abazaların yoğunlukta olduğu yerlerde de
Abaza ya da daha çok tanınır olduğu, devlet adı olduğu
için Abhaz adını almalıdır (kendi tercihleri).
Her ikisini de çalıştırabilecek nüfus yoğunluğunun
olduğu yerlerde hem Adige hem de Abhaz dernekleri
kurulmalıdır. (Örneğin Düzce.)
Kaf-Fed Adige-Abaza Dernekleri Federasyonu adını
almalıdır.
Yöre nüfusları, dernek kuramayacak kadar az olan
halklar, kurulabilen derneklerle sıkı ilişki içinde
olmalı, hiçbir halk bir diğerini temel ilkelerine
aykırı, geleceğine zarar verecek davranışa
zorlamamalıdır.
Dernek yönetimleri ile anlaşamamak kişilerin
derneklerden, Kaf-Fed yönetimi ile anlaşamamak
derneklerin Kaf-Fed’den ayrılmasına hiçbir şekilde
gerekçe olamayacağının bilincinde olunmalı ve aynı amacı
paylaşan arkadaşlarla derneklerimizin dönüşümüne katkı
sağlanmalıdır. Hele ayrılıp Adige Dernekleri kurmanın
Adigelerin biriktirdiklerinden vazgeçmek, bir anlamda
mücadeleden kaçmak olduğunun bilincinde olunmalıdır.
Ulusal değerleri gerçekten önemseyenler için anavatan
kök, kök de güçtür. Anavatanla sağlıklı ilişki kuramayan
hiçbir diaspora örgütü büyüyemeyecek, güçlenemeyecektir.
Anavatan ile sağlıklı iletişim içinde olmadığı halde
büyüyen gelişen örgütlerin, asıl amaçlarının
“ulusal-kültürel değerleri yaşatıp geliştirmek”
olamayacağı, besinini de halkımızdan alamayacağı
unutulmamalıdır.
Adigelerin, dünya çapındaki örgütleri cumhuriyetleridir.
Bizlere düşen, politikalarının daha sağlıklı,
çabalarının daha etkin olması için elden gelen katkıda
bulunmaktır. Yönetimlere ulaşacak eleştiriler, öneriler,
projeler, katkılar… Tıpkı yönetimlerinin uygulamalarını
beğenmeyen ülke halkları gibi… Eğer uygulamalar
beğenilmiyorsa, önce bu yönetimlere karışabilme,
seçilmelerini etkileyebilme haklarını elde etmek yönünde
çaba gösterilmelidir. Oy hakkı olanların bile
yönetimlerce önemsenmediği bir dünyada, böyle bir hakkı
olmayanların seçileceklerce önemseneceği beklentisi,
hayal bile değildir. Hele eleştiriler, eleştirilenlerin
izlemedikleri sanal ortamda, anlamadıkları dilde ise..
Yinelersek; Adigelerin bugünkü sorumluluğu, dönüşü
öncelese de yeni Adige Dernekleri kurmak değil, Kaf-Fed
şubelerinin Adige-Abaza derneklerine dönüşümünü
sağlamaktır.”
Ve Hapae Erhan’dan ödünç CARI... |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|