Bu yazımızda DÇB’nin kurucu üyesi
KAFFED’in DÇB ilkelerini hiç benimsediği ve DÇB’yi de
hiç önemsemediğinin kanıtlarına bakalım.
Önce bir hatırlatma. DÇB ilkelerinin
taslağı 2000 yılında yazıldı. İlk DÇB Başkanlar Kurulu
tolantısına sunuldu ve bir örneği, diğer dernek
başkanları gibi Sayın Muhittin Ünal’a da verildi. Bir
yıl sonraki başkanlar toplantısında yeniden gündeme
getirildiğinde, kimi dernek başkanlarının yeni seçilmiş
oldukları için olaydan bihaber olduklarına tanık olmuş
ancak bizim örgütlerimizde çoğunluıkla her seçim
sonrası kimilerimiz yeni uyanır, kimilerimiz de yeniden
uyanmak zorunda kaldığı için bunu çok “doğal”
karşıladık. Ancak, başkanlığı süren Sayın Ünal’ın da
diğerleri gibi konuya ilişkin hiçbir hazırlığının
olmamasına ise şaşmazlık edemedik.
Ddiaspora derneklerinin pek katkısı
olmamasına karşın DÇB genel yaklaşımını, ilkelerini
düzenleme, sürgünün ilk gününden beri var olagelen
öncelikleri kağıda dökme çalışmaları, sürdürüldü.
Üzerinde biraz daha çalışılıp değişiklikler de yapılan
taslak, Nalçik’te gerçekleştirilen 2003 yılı DÇB Genel
Kurulunda oy birliği ile kabul edildi. Adığece, Rusça ve
İngilizce olarak yazılan metin genel kurula katılan her
delegeye diğer genel kurul belgeleri ile birlikte
sunuldu. Buna karşın tarihçesini 1993’te Kaf-Der’in
kuruluşu ile başlatan ve 2003 yılında kurulan Kaf-Fed,
ilkelerini oluşturma aşamasında bu metini yani DÇB
ilkelerini hiç göz önüne almadı, DÇB önceliklerini de
pek benimsemedi. Çemberini kıramamış Türkiyeli Çerkes
zihniyeti de bu ilkeleri belirleyenlerin,
benimseyenlerin, haberdar olup itirazda bulunmayanların
samimiyetinden kuşku duyanlara kanıt olacak şekilde
“Kaf-Fed ilkeleri”ne ve “faaliyet raporu”ndaki kimi
metinlere yansıdı.
Doğrusu bu yazı dizisine başlarken ben,
örnekler vererek, karşılaştırmalar yaparak uzun, uzun
eleştirmeyi düşünmüştüm. Ancak bu araştırma konusunu
başka bir çalışmaya bırakıp saçmalıkların özetini
vermeye çalışalım. Çünkü olaylar çok hızlı gelişecek,
kırılmak istemediğimiz tekerlek parçalanmaya çalışılacak
gibi.
Bizce DÇB zihniyeti ile Kaf-Fed zihniyeti
arasındaki en büyük fark ben merkezcilik alanındadır.
DÇB̎nin, ulusal çalışmaları en azından sürgünün ilk
günlerinden itibaren başlatmasına, Çerkes Teavün
Cemiyeti kuşağını çok önemsemesine, 125. yıl
etkinliklerini ulusal çalışmaların yeniden ivme
kazanmasının, tüm dünyayı etkilemesinin, DÇB ve Kaf-Fed
kuruluşlarının başlangıcı saymasına karşın Kaf-Fed’ciler
kendilerini milat kabul etmektedirler.
Ancak metni kaleme alanlar sorunu
içselleştirmedikleri için olsa gerek, klavye tuşları
sürçmüş, her platformda “Çerkes”in tüm Kuzey Kafkasya
Halklarını kapsadığını savunmalarına karşın, ilkelerde
bu görüşle çelişen söylemler yer almıştır. En önemlisi
de sorunu sahiplenmediklerinin, olaya “dışardan biri”
gibi baktıklarının kanıtı olabilecek bir üslup
benimsemişlerdir. Örneğin “Misyon” başlığının ilk
cümlesi, “Tarihin en eski dönemlerinden beri yaşadıkları
anayurtları Kafkasya’da eşsiz bir dil ve kültür
geliştiren...” diye başlatılmıştır. Şimdi bu tümceden,
Tüm Kafkasya’da tek bir dil ve tek bir kültür oluştuğunu
anlarsak bu tek dil acaba hangisi sorusu akla gelmez mi?
Eğer tek bir Çerkes dili ve kültürü gelişmişse, bu
yaklaşım, Sayın Afitap Altan’ın son Kaf-Fed Genel
Kurulu’ndaki “Ben Çerkes değilim” itirazı ile çelişmez
mi?
DÇB. Çarlık Rusyası’nın kolonyalist
politikasını sürgünümüzün birinci sorumlusu sayar ancak
Osmanlı İmparatorluğu ve dönemin diğer büyük
devletlerinin payı olduğunu da vurgularken Kaf-Fed’in
Çarlık Rusyası’nın kolonyalalist politikasını sorumlu
tutmakla yetinmesi sadece bilgisizlikle açıklanabilir
mi?
DÇB’nin varlık nedeni saydığı anavatana
dönüşün Kaf-Fed’in “misyon” paragrafında yer bulamaması
hoş karşılanabilir mi?
“KAFFED, hükümet dışı, gönüllü üyelik
temelinde etkinlik gösteren bir sivil toplum
kuruluşudur” tümcesi, Kaf-Fed’in kişilerin doğrudan üye
olabilecekleri bir STK olduğunu düşündürmez mi? Böyle
olmadığına göre özensiz bir bir cümle denemez mi?
Dönüşten hiç söz edilmeyen “misyon”
başlığını taşıyan bölümün, “KAFFED, bu misyonu (yani
dönüşten hiç söz edilmeyen misyonu n.h.)
gerçekleştirebilmek için Çerkeslerin ve tüm insanlığın
yüzyıllar boyu geliştirdiği ve yücelttiği aşağıda
özetlenen temel ilkleri kendisine rehber olarak
benimsemiştir” son cümlesini okuyup daha sonra “ÖZEL
İLKELER – SÜRGÜN VE DÖNÜŞ” başlığı ile karşılaşanlar
“bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” diye
düşünmezler mi?
“KAFFED, diasporada yaşayan Çerkeslerin
anayurtlarına dönüş hakkının kabul edilmesi ve dönüş
önündeki yasal ve pratik sorunların aşılabilmesine
yönelik somut girişimleri destekler” yaklaşımı,
Kaf-Fed’in soruna “dışarıdan biri” gibi
baktığının kanıtı değil mi?
Peki, “KAFFED, Çerkes dilleri ve
kültürlerinin Anayurt kafkasya’da oluşup geliştiğini
kabul eder.” cümlesi, “...anayurtları Kafkasya’da
eşsiz bir dil ve kültür geliştiren...” cümlesi ile
çeliştiğinden öte ve daha vahim olarak, bu metni kaleme
alanların, okuyup benimseyenlerin, bilinçli olarak
onaylayanların ne denli egosantrik yani ben merkezci,
yani kendini beğenmiş olduklarının göstergesi değil mi?
“Kabul etmezse ne yazar” diye düşündürmez mi?
Dönüş konusunda “...pratik sorunların
aşılabilmesine yönelik somut girişimleri...”
desteklemekle yetinen “ilke” sahibi Kaf-Fed’in,
Türkiye’de “...laik, demokratik, özgürlükçü cumhuriyeti,
farklı kültürlerin yaşamaları için hak ve olanakların
arttırılmasını ve etkin kullanılmasını”
savunmalarının nedeni, “Türkiyeli Çerkes Çemberini
kıramamış olmalarıdır” denemez mi?
“Faaliyet Raporu 2009-2011” adlı
kitapçığa, IV. Genel Kurul’da da Başkan seçilen Sayın
Cihan Candemir’in, adı geçen genel kuruldaki konuşması
da alındı. Önemsendi, iyi de oldu. Böylece çoğunlukla
günün havasına göre konuşulduğu, olayımıza da dışardan
izleyenler kadar bile yakın olunmadığı bir kez daha
gözler önüne serilmiş oldu. Nasıl mı?..
5-8 Mayıs 2006 İstanbul’daki DÇB Genel
Kurulu’nda, ·”Anavatan’a nüfus götürme ana misyonumuz
olacaktı ama olamadı. Geri dönüş ve vatandaşlık
yasalarının olumsuz hale getirilmesi engellenemedi”
diyerek DÇB merkezini eleştiren, çalışmalar kendi
düşündükleri gibi olmaz ise DÇB’den ayrılacakları
tehdidini savuran, 23 Mart 2008 Pazar günü İstanbul
Kafkas Kültür Derneği’nde gerçekleştirilen “21. Yüzyılda
Yüzü Kafkasya’ya Dönük Olmak” sempozyumunda, “Ama
globalleşen dünyada Kafkasya’yı seven ve döneceklere
maddi manevi destek verenler, çocuklarını orada
okutanlar, yılda bir kez Kafkasya’yı ziyaret edip
köklerini yitirmeyenler , imkanı var ise oralarda mülk
edinenler, çocuklarını Kafkasya’ya tatile gönderenler,
Kafkasya sevgisini aşılayanlar, dilini unutmamak,
unutturmamak için çaba sarfedenler, hepsi “dönüşçü” dür
bana göre. Çünkü bu sevgi bu ilgi yaşadıkça Çerkeslik
var olacaktır, dönüş umudu da var olacaktır.” cümleleri
ile anavatana dönüşü önemseyen dönemin Kaf-Fed Başkanı
Sayın Cihan Candemir, Kaf-Fed’in IV. Genel Kurul
konuşmasında Dönüşü önemser bir tablo çizememiştir.
Daha acıklısı da Abhazya konusunu bu
kadar önemser görünmelerine karşın Sayın Candemir, 6
Aralık 2009’daki genel kurul konuşmasında, Abhazya’nın
henüz hiçbir devlet tarafından tanınmadığı anlamına
gelebilecek “Evet Abhazya bugün de-facto bağımsızdır”
cümlesine yer vermiştir. Oysa Vikipedi-Özgür
Ansiklopedi’ye göre; “5 Ağustos 2008 tarihinde
Rus parlamentosunun alt kanadı Duma ve üst kanadı
Federasyon Konseyi'ndeki siyasetçilerinin hepsinin
tanınması yönündeki oyları ile tasarı, Rusya Federasyonu
devlet başkanı Dmitri Medvedev'e sunuldu. 26 Ağustos
2008 tarihinde Rusya Federasyonu devlet başkanı Dmitri
Medvedev, ‘Bu konuda artık bizim de bir karar almamız
gerekiyor. İlgili bütün uluslararası hukuku göz önünde
bulundurarak bu cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını
tanıyoruz’ diyerek tasarıyı onayladı ve Güney Osetya ve
Abhazya Cumhuriyeti'ni tanıdıklarını” ilan etmiştir.
Yani Abhazya’nın bağımsızlığı kısmen de olsa “de-facto”nun
ötesine taşınabilmiştir. Çünkü de-facto “Bir şeyin
(..) varlığının meşruiyetiyle ilgili sorular ortaya
çıkmadan veya bu tür sorulara olumsuz cevap verilmiş
olduğu halde varolması” anlamına gelir. Yani biraz
da hiçbir ülke tarafından tanınmadığı anlamını içerir.
Sayın Candemir ile aynı görüşü
paylaştığımız da oluyor kuşkusuz. Örneğin V. Genel
Kurulu açış konuşmasındaki şu cümle: “Bu kısa sürede
yapabildiklerimizi tarihe not bırakmak adına bu
kitapçıkta topladık.” Ben kendi adıma çok
müteşekkirim. Bizlerin bildiği ve anlatmakta
zorlandığımız birçok şey kendileri tarafından
belgelenmiş oldu böylece.
Bir de ezelden beri yapılan çarpıtma,
konuşmada da vurgulanmış. Eleştirilerimiz nedense hiçbir
zaman yanlıştan dönülsün, doğrusu yapılsın uyarısı
olarak alıgılanmıyor. Hep kuruma, halkımız çıkarlarına
ters davranış olarak algılanıyor. Büyük olasılıkla bu
yazdıklarımız da öyle algılanıp öyle anlatılacak. Ancak
ben de bu kadar işin içinde yazılanları satırların
altını çizerek okuyor, genç arkadaşlar neleri yapar ya
da yapmazlarsa ne gibi eleştiriler alacaklarını
bilsinler diye yazıyor ve en önemlisi de “tarihe not
bırakmak adına” yayımlıyorum.
Örneğin Sayın Candemir’in 2008 yılıda
“21. Yüzyılda Yüzü Kafkasya’ya Dönük Olmak”
sempozyumunda yaptığı “dönüşçü” tanımına bakalım:
“Ama globalleşen dünyada Kafkasya’yı seven ve
döneceklere maddi manevi destek verenler, ( dişe
dokunur bir destek olmadığını herbiriniz kendi özünüzden
biliyorsunuz üzerinde durmaya değmez) çocuklarını
orada okutanlar, yılda bir kez Kafkasya’yı ziyaret edip
köklerini yitirmeyenler, (çocuklarını okutan ve
yılda bir kez olsun ziyaret edenlerin sayısı da 5-6
milyona göre değil bir miyona göre bile çok az değil mi)
imkanı var ise oralarda mülk edinenler, (demek ki
Sayın Candemir ve Kaf-Fed çevresinden hiçkimsenin mülk
edinecek imkanı yokmuş- burada “yersen” diyen fındık
reklamını anımsayabilirsiniz.) çocuklarını
Kafkasya’ya tatile gönderenler, Kafkasya sevgisini
aşılayanlar, dilini unutmamak, unutturmamak için çaba
sarfedenler, hepsi “dönüşçü” dür bana göre. (Evet
bana göre de dönüşçüdür. Peki olanakları olmasına karşın
yapılması gerekenleri yapmayanlar... nedir sizce
İşte yine kendilerini kurumla
özdeşleştiren bir cümle“KAFFED” üzerinden Çerkes
toplumunu bir kez daha parçalamak, zayıflatmak çabaları
daha görünür hale gelmiştir.” Demek ki “herbirimiz
kendisi olarak bir arada olalım, denizin bu kıyısına
geçildiğinde zaten herbirimiz kendi evimize gideceğiz”
demek aykırıkçılık, diasporada kalarak, kalmaya
özendirerek, etkinlikleri Türkiyelilik paradigmasına
göre planlayıp gerçekleştirerek anavatandan ve halkından
ayrı kalmayı savunmak ta “birlikçi”liklmiş. (anımsayın
fındık reklamı)
Yeri gelmişken birlik çığırtkanlarının
eylemde ne kadar ayrılkçı olduklarını da görelim.
Kitapçığın 68-94 sayfaları “Anavatanla
İlişkiler”in anlatıldığı bir bölüm. Bu bölümün 68-89
sayfaları bütünü ile Abhazya’ya ayrılmış. Yirmi renkli
fotoğraf ile gerçekten önemli konulara değinilmiş.
90-94. Sayfaları da bir tek renkli fotoğraf ile Adığey
ve Kheberdēy haberlerine ayrılmış. Bu sayfalarda
felaketzedelere yardımın gerekliliği, Çocukların
Nalçik’e yaz kampına gidişleri ve Kheberdēy-Balkar
Gençlik Bakanlığı’nın Türkiye’de ağırlanan gençler için
KAFFED’E teşekkür yazısı ve verilen yanıt önemsenmiş.
Ama sözü edilen bu faaliyet dönemi içinde Kheberdēy-Balkar,
cumhuriyet oluşunun 80. Yılını, Adığēy ve Karaçay-Çerkes
20. yıllarını yine üyesi bulunduğu ve güya ilkelerini
benimsediği DÇB de 20. yılını kutlamışlardır. Ancak
bunlara üst düzeyde katılım olmasına birçok fotoğraf da
çekilmiş, istense bulunabilecek olmasına karşın anvatan
ile ilişkiler bölümünde mutlaka yer alması gereken bu
olaylardan hiç söz edilmemiştir. Yani kitapçığı
hazırlayanlar, benimseyenler ve yanlışı dile
getirmeyenlerce “bizimki bizim, sizinki de bizim
yaklaşımı sergilenmiş” ayrılıkçılık konusunda yangına
körükle gidilmiştir.
Özetle bu somut verilerin ışığında
denebilir ki KAFFED kalkanı arkasına saklanarak
halklarımız birbirinden soğutulmaya, zayıflatılmaya,
parçalanmaya, çalışılmaktadır.
İlgi duyanlar Arabanın Tekerleği
Kırılmadan-3’ü bekleyiniz lütfen... |